İyi bir komşu muyuz?

Kutlu Doğum etkinliklerinin bu yılki teması, “Hz. Muhammed (sas), kardeşlik hukuku ve kardeşlik ahlakı“. Peki, bu çerçevede en yakınımızdaki kardeşlerimiz olan komşularımızla münasebetlerimiz nasıl olmalı? Allah katında iyi bir komşu olmak neyi gerektiriyor ve bize ne kazandırıyor?

Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) dünyayı teşrif ettiği nisan ayının içerisindeyiz. Bu sebeple Türkiye’nin dört bir yanında salâvat-ı şerifeler çekiliyor, naatlar okunuyor, hadisler ezberleniyor, Efendimiz’i (sas) hatırlatan programlar düzenleniyor. Bilindiği üzere Kutlu Doğum etkinliklerinin bu yılki teması; “Hz. Muhammed (sas), kardeşlik hukuku ve kardeşlik ahlakı“. Bu kapsamda yapılan etkinliklere, Allah Resulü’nün kardeşliğe dair her sünnetini söylemden amele dönüştürebilmek için bir fırsat vesilesi olarak bakmak gerekiyor belki de.

Konu üzerinde biraz düşününce, “Nereden ve nasıl başlamalıyız?” sorusu geliyor akıllara. Kardeşlik ilişkilerimizin en zayıf halkasından başlamak en doğrusu olmalı. Eskisi kadar olmasa da aile ve akraba bağlarımızın hâlâ sağlam temellere dayandığı bir gerçek. Ancak Efendimiz’in (sas) üzerinde önemle durduğu ‘komşuluk ilişkileri’, özellikle büyük şehirlerde yok denecek kadar azaldı. Büyüklerimizin zaman zaman kardeşten öte gördüğü, “Ev alma komşu al.” dediği, malını, mülkünü ve dahi çocuklarını emanet edebildiği komşular da…

Hâlbuki Allahü Teâlâ, Nisa Sûresi’nde yakın ya da uzak olsun bütün komşularımıza iyilik etmemizi emrediyor: “Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi eş (ve ortak) tutmayın. Anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinin malik olduğu kimselere (kölelerinize) iyilik edin. Allah (cc), kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.” Efendimiz (sas) de, “Cebrail, komşuyu bana o kadar çok tavsiye etti ki komşuyu komşuya varis kılacak zannettim.” buyuruyor. Bu hadis-i şerif açık bir şekilde, komşuluk ilişkilerinin Allah (cc) katında ne kadar önemli olduğuna işaret ediyor.

Sıkıntılarını paylaşın

Peki, üzerinde önemle durulan komşuluk ilişkileri nasıl geliştirilebilir? İlahiyatçı Doç. Dr. Fatih Çollak veriyor bu sorunun cevabını: “İyi komşuluk münasebetleri insani ve irfani hayatın temel tezahürlerinden, sağlam ve güçlü bir toplumun dinamiklerindendir. Bu tezahür ve dinamizm, komşunun; hastasını ziyaretle, cenaze ve düğününe iştirak etmekle, maddi ve manevi sıkıntısını paylaşmakla, kederlerini teselli, mutluluk ve başarılarını tebrik etmekle gerçekleşir.

Kutlu Doğum’u fırsat bilerek, her gün kapısının önünden geçtiğimiz komşumuza en azından selam vererek ilk adımı atmak zor olmasa gerek. Ya da Efendimiz’in (sas), “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” hadis-i şerifinden hareketle, komşularımıza çeşitli ikramlarda bulunabiliriz. Ki Allah Resulü, pek çok bahsinde komşularla yardımlaşmanın önemine değiniyor. Örneğin Müslim’in Ebu Zerr’den (ra) naklettiği bir rivayette; “Çorba yaptığın zaman suyunu bol koy. Sonra da komşularının haline bak. Muhtaç olanlara çorbadan bir miktar götürerek iyiliğin dokunsun.” buyuruyor.

Komşuluk hakkı neyi gerektirir?

Bir ayet-i kerimede ise dini yalanlayan kimselerin maun vermedikleri ifade ediliyor. Müfessirlerin çoğuna göre “maun”, komşuların birbirlerine ödünç verdiği ufak tefek eşyalara, evlerin günlük ihtiyaçlarında kullanılan iğneden baltaya kadar her türlü araç ve gerece deniyor. Peygamber Efendimiz (sas), maun denilen bu ihtiyaçların komşulardan sakınılmaması gerektiğini söylüyor. Bir hadis-i şerifinde ise komşuluk haklarını şöyle özetliyor: “(Komşun) Borç istediğinde verirsin, yardım istediğinde yardım edersin, muhtaç ise verirsin, hasta ise ziyaret edersin, ölürse cenazesine gidersin, bir nimete kavuşursa sevinirsin ve onu kutlarsın, bir musibete uğrarsa üzülürsün ve ona taziye edersin, tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmezsin, ona pişirdiğinden verirsin, binanın üzerine çıkmazsın, onun izni olmadan ferahlatıcı rüzgârını kesmezsin, meyve aldığında ona da hediye edersin, hiç olmazsa evine getirirsin; çocuğun onun çocuğunun gıpta edeceği bir şeyle çıkmaz. Ne dediğimi anlıyor musunuz? Komşunun hakkını ancak Allah’ın çok az şanslı kulu gözetebilir.

Efendimiz’in bu hadis-i şerifinde değindiği komşuluk hakları, komşularımızla ilişkilerimizde temel felsefemiz olmalı. Günlük hayatın koşuşturmacasına kapılıp komşularımızdan bir selamı, birkaç kelamı, bir tas çorbayı esirgemeyelim. En azından bu kutlu ayda onlara Efendimiz’i (sas) hatırlatmaya, anlatmaya çalışalım. Unutmayalım ki Allah katında da, kul katında da hakkında komşularının iyi şahitlik yaptığı bir kişi olmak önemli bir fazilettir.

Hiç değilse rahatsız etmeyin

Doç. Dr. Fatih Çollak (İlahiyatçı): Üzülerek ifade edelim ki, yaşadığımız çağda modern denilen materyalist hayat özellikle metropol karakterli yerleşim birimlerinde insanı yalnızlaştırmış; ferdiyetçi, bencil ve tamamen nefsani duygu ve isteklerinin esiri bir varlık haline getirmiştir. Bu olgu aile içi ilişkileri olumsuz etkileyerek çekirdek aile tipini meydana getirmiş, komşuluk anlayış ve hukuku noktasında gereken hassasiyet her geçen gün daha da azalmıştır. Aynı apartmanda yaşadıkları halde yardımlaşma, dayanışma bir tarafa, tanışmayan, konuşmayan insan tipleri oluşmaya başlamıştır. Komşuluk ilişkilerinin olumlu yönleri bugün en azından bazı bölgelerde hakkıyla gerçekleştirilmese de, hiç değilse olumsuz yönlerinden kaçınmak mümkündür. Bunun için komşuları rahatsız edecek davranışlardan, yüksek sesle konuşmaktan ve ne türlü olursa olsun gürültü yapmaktan kaçınmak gerekir.

Komşuluk ile ilgili hadis-i şerifler

“Cibril bana komşu hakkını o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse komşuyu komşuya vâris kılacak zannettim.”

“Vallahi mü’min olamaz! (üç defa) Kim, ey Allah’ın Rasûlü? Şerrinden komşusu emin olmayan kişi”

“Komşusu, zararından emin olmayan kimse cennete giremez.”

“Ev almadan önce komşunuzu, yola çıkmadan önce arkadaşınızı araştırınız.”

“Devamlı ikamet ettiğiniz yerdeki kötü komşudan Allah’a sığınınız. Çünkü göçebelik anındaki kötü komşu geçicidir.”

“İyi komşu, uysal bir binek ve geniş ev, kişinin saadetini sağlayan unsurlardandır.”

“Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşı için en hayırlı olandır. Allah katında komşuların en hayırlısı da komşusu için en hayırlı olanıdır.”

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

“Hangi mahallede bir kişi aç kalırsa, o mahalle Allah’ın korumasından düşer.”

“Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, bir kul kendisi için istediğini komşusu için de ve yahut din kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olmaz.”

“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusunu incitmesin. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya da sussun.”

Esra Keskin Demir / Zaman Gazetesi

Kutlu Doğum sahibinden günümüz medeniyetine örnekler!..

İnsanlık bugün kuşlar gibi havada uçuyor, balıklar gibi denizlerde yüzüyor, rüzgârlar gibi de karada geziyor.

Ancak insanı mesut edecek ideal anlayışa hâlâ ulaşamamış, bahtiyar kılacak örneklere hâlâ varamamıştır. Hedefinde kutlu doğumunu kutladığımız Zat’ın örnek uygulamaları vardır. Ona kavuşursa kurtulacak, benimseyebilirse o muhteşem anlayışı huzura erecektir.

Misalleri, Kutlu Doğum sahibinin savaş esirlerine uyguladığı misafirlik muamelesinden verelim isterseniz. Bugün dünya o anlayışa ulaşabilmiş mi bir görelim.

Hicretin 2. senesinin 17 Ramazan’ında Mekke müşrikleriyle yapılan Bedir Savaşı’nda 14 şehit veren Müslümanlar, 70 kadar müşrik esir alıp ellerini bağlayarak Medine’ye dönmüşlerdi. Bu savaşta insanlığın dikkatini çeken büyük olay, Müslümanların esirlerine nasıl muamele edecekleri idi. Medine’ye gelince Peygamberimiz beklenmedik emrini şöyle verdi:

– Her biriniz evlerinize birer ikişer esiri misafir alın, yemeklerini yedirin, sularını içirin, “İstevsu bihim hayran!” onlara hep hayır tavsiye edin, kırıcı davranmayın!

Bu emrin nasıl uygulandığını ise müşrik esirlerden Ebu İzze, daha sonra şöyle anlatmıştır:

– Esir dağıtımında ben Ensar’dan bir ailenin hissesine düştüm. Akşamları ekmeklerini bana verirler, kendileri sadece hurmayla yetinirlerdi. Ben ise bundan çok utanır, ekmeklerini yemez, kendilerine iade ederdim. Onlar bizim ihtiyacımız yok, diyerek ekmeği tekrar bana gönderirler, kendileri hurmayla idare ederlerdi!..

Peygamberimiz evlere taksim ettiği bu esirlerin geleceklerine ait karar almak için Medine’de bir meşveret meclisi toplayarak halkın fikirlerini sordu:

– Ne yapmayı düşünüyorsunuz esirlerinize? Her birinden kurtuluş akçesi (fidye) alarak bırakmayı mı, yoksa şimdiye kadar hep yapıldığı gibi düşmana korku salmak için öldürmeyi mi?

Bu soru karşısında ilk fikrini açıklayan Hazreti Ebu Bekir oldu:

– Düşmanımız da olsa bu esirleri öldürmekten bize bir fayda gelmez. Belki içlerinden imanla şereflenenler olabilir. Bunlardan kurtuluş akçesi alarak serbest bırakmalıyız!

Hazreti Ömer de karşı fikrini şöyle açıkladı: – Bunlar Mekke’den kalkıp taa Bedir’e kadar gelerek bizleri yok etmek isteyen düşmanlarımızdırlar… Bunları serbest bırakacak olursak düşmanlarımızın bize saldırma cesaretlerini artırmış oluruz. Bizi öldürmek için gelenleri biz de öldürmeliyiz ki, bir daha Müslümanlara saldırma cesareti bulamasınlar!.

Efendimiz’in tavrı da daha ibretliydi. Konuyu şöyle bağladı:

– Ya Ebu Bekir! Senin esirleri affetme görüşün, tıpkı İbrahim Aleyhisselam’ın isyan eden kavmine şefkatli bakışı gibidir. Duasında: Rabb’im bana itaat eden bendendir, etmeyip isyan eden ise senin kulundur, sen af ve mağfiret sahibisin! diyerek aflarını istemişti…

-Ey Ömer! Senin esirleri cezalandırma görüşün de, Nuh Aleyhisselam’ın görüşü gibidir. O da isyan eden kavmine: Rabb’im yeryüzünde bir tek kafir bırakma!.. diyerek hepsinin de cezalanmasını istemişti. Ben de af tarafını tercih ediyor, fidyelerini veren esirlerin salıverilerek ailelerine kavuşmalarını teklif ediyorum, uygun bulursanız…

Bundan sonra, her biri kim bilir kaç tane Müslüman’ı şehit etmiş olan düşman esirler, kurtuluş fidyesi vererek kurtulmuşlar, bunu veremeyenlerin okur yazarları da Medine’deki Müslümanların çocuklarından onar çocuğa okuma yazma öğrettikten sonra serbest bırakılmışlar, hiç imkânı olmayanlar da karşılıksız salıverilmişler. Meşhur vahiy katibi Zeyd bin Sabit de, esirlerin okuma yazma öğrettikleri bu çocukların içinden çıkmıştır!

Müslümanların düşmandan aldıkları esirlerine evlerinde misafir gibi bakmaları, ekmeklerini kendileri yemeyip esirlere yedirmeleri, sonra da insanlık onuruna yakışan bir şekilde kurtuluş akçesiyle ya da akçesiz salıvererek her birini çoluk çocuğuna kavuşturmaları anlayışına bugünün insanlığı henüz ulaşamamıştır! Ama hedefinde O’nun örnekliği vardır, ulaşabilirse onu uygulayacak, onunla gerçek medeniyete kavuşacaktır, diye düşünmekteyiz. Bilmem siz esirlerine evlerinde misafir muamelesi yapma anlayışına bugün nasıl bakarsınız?..

Ahmed Şahin / Zaman

“Kötü çocuk” yetiştirmek isteyen anne-babalara öneriler!

“Doğru çocuk” yetiştirmek isteyen anne-babalara yıllardır öneriler yapıp durdum. Sanırım yeteri kadar etkili olmadı. Bu kez tersinden deneyeceğim: “Kötü çocuk” yetiştirmek isteyen anne-babaların neler yapması gerektiğini yazacağım…

Belki bu istediğim tesiri yapar.

1. Anne ve baba olarak bir birlerinizle sürekli çekişin, didişin, çocuklarınızın gözlerinin önünde kavga edin, bir birinize ağır sözler sarf edin, hatta baba olarak anneyi zaman zaman darp edin!..

Bu durumda çocuklarınız size güvenmeyecek, her türlü şiddete meyilli olarak yetişeceklerdir.

2. Anne ve baba olarak bir birinizin arkasından konuşun, bir birinizi aşağılayın, bir birinizi değersiz göstermek için elinizden geleni yapın!..

Bu tavrınız çocuklarınızın gözünde ikinize de değer kaybettirecek, sizi onların nazarında küçültecek, ayrıca kişilerin arkasından konuşmayı öğretecektir.

3. Anne ve baba olarak bir birinize sevginizi ne söyleyin, ne de hareketlerinizle gösterin!.. Hatta bu kadarla da kalmayın, çocuklarınıza da hiçbir zaman, hiçbir şekilde sevginizi söylemeyin. “Sevgi gösterirsek şımarır” anlayışı içinde hareket edin!

Bu sayede çocuklarınız sizden en yakınlarını bile sevmemeyi öğreneceklerdir.

4. Anne olarak çocuklarınızı ihmal edin, evdeki avizelerden, biblolardan ve bulaşıklardan daha önemsiz olduklarını çocuklarınıza hissettirin, bunun için de, evdeki eşyaların bakımına çocuklarınızdan daha fazla zaman ayırın!..

Bu yaklaşımınız çocuklarınıza istenmediklerini hissettirecek, zamanı gelince onlar da sizi istemeyeceklerdir.

5. Çocuklarınıza ya çok bol, ya da çok az harçlık verin!..

Çok verirseniz saçıp savurmayı, az verirseniz cimriliği öğrenecekler, her anlamda sorumsuz birer insan olarak hayata atılacaklardır.

6. Çocuklarınızı bazen yüceltin, bazen yerin dibine batırın!..

Bu dengesizlik tüm hayatlarına yansıyacak, hayatlarını tepetakla edecektir.

7. Anne ve baba olarak akşamlarınızı eğlence yerlerinde, sinemalarda, tiyatrolarda geçirin, çocuklarınızın evde ne yaptıklarını umursamayın, onlarla muhabbet etmeyin, sorunlarıyla ilgilenmeyin!

Böyle yaparsanız, yaşlılığınızda onların da sizin hiçbir sorununuzla ilgilenmemelerini sağlamış olursunuz. Öte yandan başıboş kalmayı öğrenecekler ve kimseyi umursamayacaklardır.

8. Baba olarak her akşam eve geç gelin ya da alelacele yemeğinizi yiyip kahvehaneye kaçın; evde kalsanız dahi televizyon başından ayrılmayın; çocuklarınızın hiçbir sorusunu cevaplandırmayın, onlarla asla oynamayın!..

Bu sayede çocuklarınızın içe kapalı olmalarını sağlayabilir, agresif, saldırgan, hırçın olarak hayata atılmalarını temin edebilirsiniz.

9. Çocuklarınız en küçük bir sorun çıkardıkları zaman, “Zaten senden adam olmaz” diye diye çıkışın, her haline sert tepkiler verin!..

Ancak o zaman çocuklarınız kimseyi dinlememeyi öğrenirler, dersleriyle aralarındaki ilgi bağı kopar, gerçekten de adam olmazlar.

10. Çocuklardan gelecek tüm sorulardan kaçın, asla cevaplandırmayın, yalnız ara sıra onları karşınıza alıp, onların yaşında iken ne kadar başarılı olduğunuz yolunda hayali hikâyeler anlatın!..

Böyle yapın ki için için sizi küçümsesinler, vakti geldiğinde de kendi çocuklarına sizinkine benzer hayali hikâyeler anlatsınlar.

11. Evde ne kitaplık bulundurun, ne de kitap! Hatta kitaplar ve yazarlar hakkında hiç birinin işe yaramadığı yolunda nutuklar atın, kitap, ilim, edebiyat düşmanlığı yapın!..

Çocuklarınız bu konuşmalarınız sayesinde kitap düşmanı olarak yetişecekler ve hiçbir şey öğrenmeden hayatlarını bitireceklerdir: Tıpkı sizin gibi!

Daha sonra gerisini getirelim…

Yavuz BAHADIROĞLU-Yeni Akit

‘Said Nursi’ye bu sözü dedirten bu ruhtur

Umut var Anadolu kıtasında; ruh var çünkü, ruh…

Önceki haftalarda ‘fildişi kule‘mden çıkarak, Anadolu kıtasında, bir uçtan diğer uca, uzun bir yolculuğa çıktım: İstanbul’dan Ankara’ya, Diyarbakır’a Mardin’e, Niğde’ye ve Kayseri’ye uzanan bir tür ‘Anadolu turu‘na…

İşte size bu yolculukta yakaladığım, Schumacher’in ‘küçük güzeldir‘ gözlemini doğrulayan görünüşte küçük bir ‘enstantane’: Anadolu kıtasının bir noktasında, caddede yürürken, önümde güle oynaya giden iki kişinin birdenbire durduklarını, yerden bir şey alıp öperek bir duvarın boşluğuna yerleştirdiklerini fark ettim: Onlar oradan uzaklaşınca, duvarda boşluğa yerleştirdikleri şeye baktım yaklaşarak: Bir parmak ucu kadar bir ekmek parçasıydı bu! Ruhum ışıdı! Bir anda bütün dünyalar benim oldu: Şükrettim Rabbime.

‘Ne var bunda?’ demeyin lütfen! Ekmeğin kudsiyetine duyulan böylesine incelikli bir saygıdır insanı yatay ve dikey boyutlarda aynı anda varedici bir yolculuğa çıkaran. İnsana ve hayata ruh katan, anlam kazandıran.

İşte medeniyet bu! Bir ekmek parçasına duyulan bu saygı, aslında bir rızık olarak ekmeğe, o ekmeği veren Rızk’ın Sahibine duyulan katışıksız saygının ve teşekkürün bir nişânesi. Ekmeğe saygı duymayan insanların emeğe saygı duyabilmeleri mümkün mü?

* * *

Anadolu’yu herhangi bir toprak parçasından ayıran, insanlığın umut kaynağı bir kıtaya dönüştüren işte bu ruh, bu tevazu, bu ince hassasiyettir. Bu topraklarda yaşanan hayatın şiiriyetinin kanatlandırıcı ve insanlık çapında, insanlık adına umutlandırıcı resmidir bu.

İşte bu insan, hâlden anlar: Çünkü etnik-ötesi, ulus-ötesi, dünya-ötesi bir gerilim hattında yaşar: Kendisi dışındaki insanları ve varlıkları kucaklayan bir medeniyetin çocuğudur: Eğer Anadolu’da bunca propagandaya, yıkıma, kışkırtmaya, ‘medyatik operasyon‘a rağmen, hâlâ etnik bir çatışma yaşanmıyorsa, bundandır: Anadolu kıtası bilincinden. Anadolu’nun herkese bağrını açan yüce gönüllüğünden. Ruhundan…

* * *

İşte bu ruh, Mardin’de katıldığım Münazarat Sempozyumu’nda birkaç kez hatırlatıldığı gibi, bir Kürd’e, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ne, ‘Türkler, İslâmiyet’in yılmaz hâdimleridir; saadetimiz Türklerle beraber olmaktır‘ dedirtebilmiş, sadece bu toprakların değil, bütün insanlığın şiddetle ihtiyacını hissettiği yegâne varedici kardeşlik ruhudur.

İşte bu ruh, Niğde’de YAZSANBİR’in (Yazarlar ve Sanatçılar Birliği) düzenlediği bir panelde, eski Nizam-ı Alem Ocakları Başkanı Yavuz Ağıralioğlu’na, ‘Türk, Arnavut kadar Arnavut, Kürt kadar Kürt, Arap kadar Arap olduğu zaman Türk’tür‘ dedirtecek bir medeniyet şuuru yeşertmiştir Anadolu kıtası büyüklüğündeki bu mübarek topraklarda.

* * *

Biz, bu ruhu fenâ hâlde örseledik: Siyasî darbelerle, kültürel darbelerle, zihnî darbelerle vesaire! Ama bu ruh ölmedi. O yüzden, bir ekmek parçasının yerden alınıp öpülerek duvara yerleştirilmesi bile umudumuzu diri tutmaya, bu ruhun yaşadığını göstermeye yetiyor.

O yüzden, DP eski Genel Başkanı, Anadolu kıtası’nın çocuğu Süleyman Soylu Bey’e, Niğde’deki panelde, modernleşme tarihimiz boyunca yaşadığımız serüveni, ‘başkalarını, bizim dışımızdakileri ötekileştirmek’ olarak tanımlatacak kadar özeleştiri özgüveni kazandıran, derinlerde kök salan bu ruhtur.

YAZSANBİR’in heyecanlı, çalışkan, mütevazi ve hayalleri sınır tanımayan başkanı Hayrullah Eraslan’ın öncülüğünde Niğde’de düzenlenen ‘darbeler’ panelinde söylenenlerde değil yalnızca; aynı zamanda panelin düzenlenişinde, panele katılan ve salonu hıncahınç dolduran insanların üç saatten fazla bir süre söylenenleri pürdikkat dinleyişinde de kendini gösterdi bu ruh. Öyle ki, Niğde Valisi Alim Barut, Belediye Başkanı Faruk Akdoğan ve -gece teheccüd namazları kıldığı için büyük saygı duyulan- Niğde’nin alçakgönüllü ve parlak milletvekili Ömer Selvi üç saatlik paneli sonuna kadar ilgiyle takip ettiler.

Yusuf Kaplan / Yeni Şafak

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version