Peygamber Sevdalıları Diyarbakır’a Sığmadı Taştı

Peygamber Sevdalıları Platformu tarafından organize edilen miting, dün merkez Yenişehir ilçesi İstasyon Meydanı‘na yapıldı. Kuran’ı Kerim’in okunmasının ardından selamlama konuşmaları gerçekleştirildi. Sosyal medyada büyük yankı bulan miting için “Türkiye’nin özlediği buluşma” ve “Peygamber sevgisinin ırk ve dil farkı olmaz” yorumları yapıldı

Mustafzaf-Der Genel Başkanı Av. Hüseyin Yılmaz, bu mitinge her kavimden, ırktan ve renkten insanların bir araya geldiğini belirterek, kendilerini buraya toplayan gücün Hz. Muhammed’e (sav) olan muhabbetleri olduğunu söyledi.

Yılmaz, “Dünyanın her yerinden bu coşkuyu paylaşmak için buraya geldiler. İran, Irak, Amerika, Ürdün gibi ülkelerden misafirler buradadır. Allah-u Teala, ona habibim demiştir, sizlerde ona habibim diyorsunuz” dedi. Molla Celal Bozdaş ise Zazaca yaptığı selamlama konuşmasında, “Hz Muhammed’in köleleri kölelikten kurtardı, onları komutanlar yaptı. Kadınları kölelikten kurtardı, ona izzeti verdi” dedi.

Bozdaş’ın ardından konuşma yapan Doğruhaber gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Göktaş ise, “Ey şu gördüğümüz ve göremediğimiz kalabalık bekleyin Hz. Muhammed (sav) geliyor. Bekleyin Peygamber Sevdalıları geliyor. Bekle ey Türkiye, bekle ey dünya, bekle ey batı, Peygamber Sevdalıları geliyor. Hz. Muhammed (sav) geliyor, merhametiyle, rahmetiyle geliyor. Ey merhametten yoksun büyüten çocuklar, Hz. Muhammed (sav) geliyor. Ey Kırmızı ışıkta bekleyen arabaların camlarını silen çocuklar; Peygamber Sevdalıları geliyor, elinizden tutmaya geliyor. Ey mendil satan çocuklar, ey arka sokaklarda büyüyen çocuklar, ey ezilen, sömürülen, alın teri çalınanlar bekleyin Bilallerin, Ammarların kardeşleri geliyor. Ey evlatlarından hayır görmeyen anneler, bekleyin hayırlı evlatlar geliyor. Onlar anne ve babalar için geliyorlar, bu ezilen coğrafyayı kurtarmak için geliyorlar. Ramazan ve Kurban bayramından sonra üçüncü bayramımız artık Hz. Peygamberin kutlu doğumudur” şeklinde konuştu.

Programda Mustazaf-Der İstanbul Şube Başkanı Said Şahin de konuşma yaptı. Şahin, “İslam bugüne kadar ashabın kanı ile geldi, şehitlerin kanı ile geldi, çektiği işkencelerle geldi. Burada gelen herkesi, çocukları, kadınları, yaşlıları, Hüseyinleri, Abdusselamları selamlıyoruz. Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de iki peygamberi selamlıyor. Hz. Muhammed’in (sav) doğduğu güne selam olsun, doğduğu şehre selam olsun, yetimliğine selam olsun. İnsanlık tarihi boyunca Hz. Muhammed Mustafa kadar sevilen olmadı, ama oda insanlığı sevdi, yetimleri sevdi ve onlarda onu sevdi. Eğer Resulullah bu asırda gelmiş olsaydı sizleri çok sevecekti. Çünkü sizler mazlumsunuz. Onu herkes sevmedi, onu yetimler sevdi, köleler sevdi, hiçbir zaman zalimler onu sevmedi, müşrikler sevmedi. Resulullah, tüm aleme rahmet idi, insana, hayvana bile rahmet idi. Kurtuluşun, adaletin, barışın adresi Resulullah’tır” diye konuştu.

Molla Abdulbari Çelik de programda Kürtçe konuşma yaptı.

Peygamber Sevdalıları tarafından düzenlenen mitingde, Kürtçe mevlit okundu. İlahilerin okunmasının ardından Siyer yarışmasında ödül alanların ismi açıklandı.

Miting sözcüsünün yaptığı açıklamaya göre, Türkiye geneli 34 milyar 570 milyon 176 bin salavat, 6 milyon Yasin, 10 milyar 123 milyon Kelime-i Tevhid okundu.

AA / İHA / Haber 7

Rusya’dan Hizmet Mektupları

Bu yazı: “Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi” başlıklı yazımızın 12. ve son bölümüdür. Yazının diğer bölümlerine ulaşmak için tıklayınız…

Rusya Nurlanıyor (Yıl 1999)

Aziz ve muhterem ağabeyler

Geçen mektuplarda arz eylediğimiz gibi, ta Rusya’ya ilk ayak bastığımız günden beri çok sür’atli, vüs’atli hizmetlerin şahidi oluyoruz.

Kitap basımı, yeni dersanelerin açılması, muhtelif insan tabakalarında ve muhtelif makamlarda Risale-i Nurun tanıtılması devam ediyor. Bu sene Rusya Müftülüğü tarafından düzenlenen iki büyük konferansta Risale-i Nur tanıtıldı.

Bunlardan biri, ‘Rusya’nın Manevî İntibahında Müslümanlar’ın Rolü‘ adı altında yazın Moskova’da meşhur Kosmos Oteli’nde tertiplendi. Bu konferansta dünyanın muhtelif ülkelerinden gelmiş iştirakçilerle tanıştık, kitap hediye ettik. Ayrıca dış salonda kitap satışı tertiplendi.

Bu konferansta birçok mühim kararlarla beraber devlet seviyesinde Rusya Federasyonu topraklarında İslam’ı tebliğin başlamasının 1400 sene-i devriyesini 2000 senesinin Nisan ayında büyük bir merasim şeklinde kutlanması kararı alındı.

Nikolay Kardeş!

“Şimdi burada hummalı bir şekilde tercüme, tashih ve dizgi işleri devam ediyor… Yakın zaman öncesi Kırım’dan Fahreddin kardeş buraya geldi.

Bir vesile ile Ulyanovsk şehrine, oradan da Başkırdistan’ın başkenti Ufa şehrine gitti. Kırım’da bahçeli bir evi dersaneye vermiş Neriman kardeş var…

Novgorod’da Rus Müslümanlar birkaç aydır dersane arıyorlardı. Şimdi bu Ramazan ayında Novgorod’un güzel bir yerinde iki odalı bir daire buldular. Petersburg’tan Resul ve Azerbeycan’dan yeni gelmiş Vugar kardeşler orada kalıyorlar. Rus Müslümanlar her gün dersaneye gelip ders dinliyor, hatta dersanenin zarurî işlerinde kardeşlere yardım ediyorlar.

Bir ders günü Nikolay isminde biri dersten sonra kardeşleri kucaklayarak, ‘Risale-i Nurun gelmesiyle Rusya kurtuldu. Bin sene çektiğimizin bin katını daha çeksek, bu netice için ucuzdur!‘ demiş. O kardeş, kendi iş yerinde ders koymuş. Onların kurdukları bir vakıf var. Esas çalışmalarından biri de hapishanelerde manevî terbiye işidir.

Şimdiye kadar Rusça risalelerden hapishanelere götürmüşler, şimdi ders de koyacaklar. Novgorod’da dersane açılan günün gecesi, Resul kardeşle oradaki Nikolay kardeş aynı rüyayı görmüşler. Görmüşler ki Deccal’a ölüm hükmü veriliyor.

“Sibirya’da da keyfiyetli hizmetler devam ediyor. Novosibirsk’te, Krasnoyarsk’da, Omsk’da, İrkutsk’da kardeşlerin gayretiyle çok inkişaflar var… Yekaterinburg’ta Behram Kardeş çok faal hizmetlere devam ediyor. Üniversitede Risale-i Nur tanıtılıyor, yakın şehirlerde dersler koyuluyor.

“Perm’de davet üzere kardeşler 40 dakika mesafedeki bir yatılı okula gidip 50-60 talebeye ders okumuşlar. Sonra okulun müdürü rica edip muntazam gelmelerini, hatta gerekirse arabayla aldıracaklarını söylemiş.

Bu arada ‘Nur-u Bedi İlim ve Kültür Vakfı‘ da kuruluyor. Dua edin, Cenab-ı Hak, devam, gayret, sebat ihsan etsin.

Rusya Nur Talebeleri

Rusya’da 170 Bin Kitap (Yıl 2000)

“Aziz ve Muhterem ağabeyler,

“Bu sene Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği hizmet-i imaniyeden tahdis-i nimet nev’inden behsetmek istiyoruz. Kitap tab’ı, yeni dersaneler açılması, radyo ve hapishane hizmetleri ve Üniversite faaliyetleri devam ediyor. Bu yakınlarda 20 bin nüsha kitap daha basıldı. Şimdiye kadar Rusya’da Türkçe, İngilizce, Rusça olmak üzere 170 bin nüsha kitap tabedilmiş.

“Kur’an’ı inceleyerek ilmî bir tez çalışması ile doktora yapmış bir Rus Hanım, camiye gelerek İslam’ı kabul etmek istediğini bildirmiş. Ona biraz anlatıp, Risaleler’den birkaç kitap vermişler. O hanım ertesi sabah camiye gelerek ‘Ben Kur’an’ı tetkik edip ilmî bir rütbe aldım, fakat bu kitaplarla ben iman, Kur’an, İslam ne imiş, yeni anladım‘ diyerek heyecanla hayretini bildirmiş.

“Hapishanede Risale-i Nur’u tanıyıp hidayete eren Konstantin isimli bir Rus genci, başka bir hapishaneye naklolmuş. Orada risaleleri okuyarak başına cemaat toplamış. O hapishaneden ona İslamiyet’i ilk defa anlatan Novgorod Müslümanlar’ından birisine yazdığı mektupta, namaz hocası ve ne kadar mümkünse risale göndermesini rica ediyor ve diyor ki, ‘Rabbim kalb ve kulağı olan öyle insanlar yaratmış ki, onlar Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ı kabule hazırdırlar.

“Moskova’da Rusya’nın en büyük kütüphanelerinden biri olan ‘Yabancı Diller Kütüphanesi’ ile anlaştık. Oraya Arapça ve İngilizce kitaplar konulacak.

Ukrayna’nın en meşhur papazının torunu Risale-i Nur’la Müslüman olmuş.

Her gün Türkçe risalelerden ders okuyorlar. Onlar insanlara İslamiyet’i Risale-i Nur’la anlattıkları zaman dinleyenler hayretle, ‘Biz, Müslümanlar’ı elinde silah, merhametsiz birileri zannederdik. Bu ise bambaşka bir âlemdir.

Bazen karşı gelen anne babalara, ‘Bizim de emsallerimiz gibi sarhoş, ayyaş, narkoman olmamızı mı istiyorsunuz?‘ dedikleri zaman susuyorlar.”

Rusya Nur Talebeleri

‘Rus da Dinsiz Kalamaz’ (Yıl 2008)

Yıllar geçtikçe hizmetin alanı ve boyutu genişlediği gibi, seviyesi de yükseliyor. İşte buna şahit, elimizdeki en yakın tarihli Rusya mektubu (22 Şubat 2008). Sungur Ağabey, her zamanki gibi Üsküdar medresesinde koltuğuna oturmuş, dersten sonra bu mektubu okutup şevkle dinliyor.

Adetâ bütün zerratıyla, büyük bir zevk ve şevkle dinliyor. Mektubu okutmakla kalmıyor, aynı anda Rusya’ya bağlanıp canlı olarak, hizmet haberlerini mikrofonla topluluğa dinletiyor. Evet, yer Rusya’nın Batı’ya açılan kapısı Kaliningrad şehri. Şimdi orada hizmet yapan vakıf kardeşler Resul ve Âmin’e kulak veriyoruz:

“Rusya’nın Batı’ya açılan penceresi Kaliningrad’dan tüm ağabey ve kardeşlerimize binlerce selamlar!

“Üstad’ımızın bahsettiği Prens Bismark’ın memleketi, önceden Alman’lara ait olan Köningsberg 1946’da savaş tazminatı olarak Rusya’ya geçen ve Kaliningrad olarak isimlendirilen, Risale-i Nur’la şereflenen bir memlekettir.

“Önceki mektuplarda anlattığımız, dersane ve ev dersleriyle beraber Askeriyede, Polis Akademisinde, Kolejlerde, Üniversitelerde, ihtiyarlar evinde ve hatta kiliselerde derslerimiz var. Artık bir sene oldu, Kaliningrad Mimarlık Koleji’nde her hafta başka bir sınıfta Nur derslerimiz devam ediyor. Aynen dersanedeki gibi kitapları dağıtıp okuyoruz. Sonra ders soru-cevaplarla devam ediyor. Öğrencilerden altmışa yakın teşekkür mektubu aldık. Öğrencilerin bir kısmı telefon açıp dersaneye geliyorlar.

Hakikî saadeti, bu huzur verici kırmızı kitaplarda bulduklarını, Risale-i Nur’dan, hususan Gençlik Rehberi’nden çok etkilendiklerini söylüyorlar. Vitali (Şimdi Halit) isminde bir genç, ‘Hayatımda bir kitaba böyle bağlanmamıştım. Okudukça okuyasım geliyor. Ve bu kitapları okuyanlarla, Müslümanlarla görüşmek ve hep Allah’tan konuşmak istiyorum. Hep sizinle birlikte olmak istiyorum’ diye yazıyor.

“Kolej hizmetlerimize vesile olan Rusya Milletvekili Yojikov’la dersanede yapılan bir memur dersinde Üstad’ımızın Kastamonu Mektuplarından birisinde, ‘Üç dört aydır, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim…’ ifadesini okuduğumuzda kendisi gözyaşlarını tutamayıp kolejde bu iman derslerini başlatan ve o gün orada ders anlatan siz-biz değil Üstad Said Nursî idi’ dedi.”

Aleksandr

“Kolejlerde olduğu gibi üniversitelerde de güzel hizmetler var. Rus genç Aleksandır isminde bir öğrenci, üniversite kütüphanesine vermiş olduğumuz Gençlik Rehberi’ni okuyup, bizi bulup akşam derse geldi. Bir iki dersten sonra elhamdülillah Aleksandır Ali İhsan oldu…

Maşaallah Nur’ları okumada ve hizmetlerde çok gayretli… Dua edin, İnşaallah çok gençlere vesile olur. Ailesine Müslüman olduğunu söylediği zaman tepki beklerken destek görmüş. Hatta ninesi Tabiat Risalesini okumuş ve hayatında okuduğu en doğru hakikat ve ve en kolay anladığı kitap olduğunu söylemiş. Şimdi tüm ailesi Risale-i Nur’la Müslüman bir aile haline geldi.

“Elhamdülillah bunun gibi birçok hizmetler var. Sizleri ve dualarınızı bekleriz.”

Rusya Kaliningrad’dan kardeşleriniz Resul, Amin

Büyük Buluşma

Bu yazı: “Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi” başlıklı yazımızın 11. Bölümüdür. Yazının diğer bölümlerine ulaşmak için tıklayınız…

SOFİA’NIN naaşı onu sevenlerin kolları üzerinde kabristana götürüldü. Nikolay (Abdülkerim) yol buyunca düşündü. Hayat ne kadar kısa, dünya ne kadar geçici bir yerdi. Eğer üç ay önce tanışmış olmasalardı, belki de Sofia bugün bir ateist olarak ölecekti. Ne büyük bir inayetti. Dilinden şu cümleler dökülüverdi:

Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. Doğru yolda olanları en iyi bilen de O’dur.” (Kasas Suresi, 56)

– Gerçekten kullarına yardım ve hidayet edecek yalnız O’ dur, diye içinden geçirdi. Kendisi de bir zamanlar komünist değil miydi? Eğer arkadaşı, bundan birkaç sene önce onu ele vermeseydi, hapishaneye düşmeyecek Kur’an’la buluşmayacak ve hayatını sorgulamayacaktı.

Haksızlığı görmese gerçek adaleti aramayacaktı. Önce İncil’le sonra gerçek hakikat Kur’an’la şereflenmeyecekti.

Evet, Abdülkerim ve arkadaşları, Kur’an’ın sayesinde hapisten kurtulmuştu. Dinini öğrenmek için büyük bir şevkle çalıştı. Eski yaşamının bütün karanlıklarını yeni diniyle nurlandırmaya başlamıştı.

Bir bir gözünün önünden geçti bu süreçte yaşadıkları. Abdülveli Özbekistan’a gitmişti. Bu arada diğer arkadaşları kendilerine yeni bir ev, yeni bir hayat kurmuşlardı. Abdülkerim bir manav dükkânı açıp kendine temiz bir yol çizmişti.

Abdülveli’nin dönmesiyle İslam’ın şartlarını ve o çok değer verdikleri Nur Risaleleriyle tanışmışlardı. Böylece eski yaşamıyla beraber Nikolay gitmiş, yerine hizmet dolu bir yaşamla Abdülkerim gelmişti. Nikolay’a Abdülkerim ismini Abdülveli vermişti.

Cuma namazı için gittikleri Petersburg’da Ruslan Cemalov yani Resul ile karşılaşmış, bu hizmet adamıyla birlikte birçok kişiye yardım eli uzatmışlardı.

Abdülkerim liderlik vasfıyla bu yolda da hizmet etmişti. Silahlı arkadaşlarına Resul’ün de yardımıyla Risale dersleri yapmış bir kısmının nurlanmasına vesile olmuştu. Hapishanedeki arkadaşlarını unutmamış, o koyu komünistlerin hayatını değiştirmişti. Onların en muhtaç oldukları meseleleri en iyi bilen, bir zamanlar bu azılı katil ve canilerin önderi olan Abdülkerim idi. Rusça’ya çevrilen Risaleleri her birine dağıtıp, onlarla hapishanede Risale dersleri yapmıştı.

Ne gariptir ki Sofia ile tanışmalarına sebep olan hikâye, hapishane müdürünün, yaptıkları dersleri bir kasete kaydedip yayınlamayı teklif etmesiyle başlamıştı.

Hapishaneden yola çıktıklarında Resul de Abdülkerim de radyoevinde karşılaştıkları Sofia’nın Müslüman olacağını, Nur davasına hizmet edeceğini nereden bilebilirlerdi?

Bir ateist olan Sofia, okunan Risale’lerle can bulmuştu. O değil miydi Yirminci Mektup’ta geçen o vurucu cümlelerin zihninde dönüp durmasına şaşıran. O değil miydi hastaneye yattığında, en yakınları bile yokken yanında, Abdülkerim ve Resul’ün gelmesiyle düşman bildiklerine dost olan.

Sofia tümör teşhisiyle hastaneye yattığında Abdülkerim ve Resul’ün ziyaretiyle yaşama yeniden başlamıştı. Hastalar Risalesi’ni defalarca okumuş ve mucizevî bir şekilde iyileşmişti. Geri kalan ya samını Risale-i Nur hizmetine adamaya karar vermişti.

Sesine hayran olunan, Rusça’yı en güzel ve düzgün bir diksiyonla konuşmasıyla meşhur olan Sofia, şimdi aynı meziyetlerini kullanarak, Risale-i Nur’un büyük kitlelere de ulaşmasını sağlamıştı.

Ömrünün son aylarında, yıllara tekabül edebilecek bir hizmet gerçekleştirmişti. Ve şimdi ebedî saadete doğru yol almıştı.

Abdülkerim, mezara ulaşıldığında bu düşüncelerinden sıyrıldı. Sofia’nın naaşı arabadan indirilip mezarın kenarına konuldu.

O büyük kalabalığın içinde sadece üç Müslüman vardı. Sofia, Resul ve Abdülkerim… Cenaze namazını kılmak üzere Resul ve Abdülkerim öne geçti. Biri imam, diğeri cemaat oldu. Vasiyetteki gibi Resul cenaze namazını kıldırdı. Kalabalık bir grup arkada bu manzarayı seyrediyordu. Ardından defin işlemi başladı. Resul Yasin-i Şerifi okudu, Abdülkerim de Sofia’nın hidayetine sebep olan Yirminci Mektup’u okumaya başladı.
O sırada Sofia’nın oğlu Resul’ün yanına yaklaşarak:

– Annem sizin için küçük bir kâğıda bir şeyler yazdı.

– Tamam, verin bakayım.

– Hayır. Burada değil, evde vermemi söyledi. Eve gitmeliyiz. Resul, merak etti. Eve vardıklarında vasiyet kâğıdında şu notun
yazılı olduğunu gördü:

– Cenazemin defninden sonra eve gelinecek. Moskova’dan gelen bütün sanatçı dostlarıma evde ikram edilecek ve Resul onlara Risale-i Nur’dan ders okuyacak.

Ölürken de hizmeti düşünen bu kadının kısa zamanda kazandığı bu şuura bir kere daha hayran kaldılar.

Eve gelenlere ikram yapıldıktan sonra Resul Yirminci Mektup’tan ders yapmaya başladı.

“Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hamisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahi bini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tamsa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.”

Misafirler, Resul konuşmaya başlarken Sofia’nın ne kadar iyi bir insan olduğundan, meziyetlerinden bahsedeceğini düşünüyorlardı. Fakat Resul kitaptan ölüm ve hayatla ilgili bir şeyler okuyor ve izah etmeye çalışıyordu. Okunanlar dinleyenlerin daha önce duymadıkları tarzda ifadelerdi. Bu sözler, ölenden çok yaşayanlara hitap ediyor ve bu dünyadan ayrılanlar için daha güzel bir yer hazırlandığı na dair müjdeler veriyordu. Ölümü güzel gösteriyordu. Resul’u daha dikkatli bir şekilde dinlemeye başladılar.

“Yuhyi” Yani, hayatı veren O’dur. Ve hayatı rızıkla idame eden de Odur. Ve levazımat-ı hayatı da ihzar eden yine Odur. Ve hayatın âli gayeleri Ona aittir ve mühim neticeleri Ona bakar: yüzde doksan dokuz meyvesi Onun’dur. İşte şu kelime, şöyle fâni ve âciz beşere nida eder, müjde verir ve der:

Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenasını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevi, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki, o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûm’a aittir. Masarif ve levazımatını O tedarik eder Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve Ona aittir. Sen o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini ve o sefine sahibi Zât’ın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret. Ve anla ki, vazifeni istikametle yaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netâic, bir cihetle senin defter-i a’mâline geçer, sana bir hayat-ı bakiyeyi temin eder, seni ebedî ihya eder.

Sofia’yı sevenler dinledikleri sözlerden daha önce bilmedikleri ve düşünmedikleri şeyler duyuyorlardı. Cümleler onların duygularına, iç dünyalarına hitap ediyordu. Yaratıcı hakkındaki fikirleri farklı bir boyut kazanıyordu. Yaşamın zannettikleri gibi keşmekeş ve zalim olmadığı; Allah’ın her bir canlının yaşamına Rahmetiyle ve Keremiyle sahip çıktığı anlatılıyordu.

Resul okumaya devam etti:

“Yumit” Yani, mevti veren O’dur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bakiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:

Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkıyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.

Dinleyenlerin ölüm hakkındaki düşünceleri de derinden sarsıldı. Bir yokluğa gidiş olarak düşündükleri ölümün, aslında daha güzel bir hayata geçiş olduğundan bahsediyordu.

Bu da onları ölümden sonraki hayat hakkında bir daha düşünmeye sevk etmişti.

Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bakide huzur-u Kibriyâya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahimlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Halikı ve Mabudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.

Bu arada misafirlerden İslamiyet’le alakalı peş peşe sorular gelmeye başladı. Yaratıcı ve ahiret hayatıyla ilgili Resul’e pek çok soru yöneltildi. Sohbetin sırasında “Biz İslamiyet’i çok yanlış biliyorduk!” diye itiraflarda bulundular. Evet, Sofia hayatında olduğu gibi, ölümünde de hizmet etmişti…

“İşte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder ve der ki: Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun?

Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemâl, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve cazibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyle ise, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.”

Bu cümlelerle Sofia, sanki onlarla konuşuyor ve onlara üzülmemelerini, kendisinin çok güzel bir âleme gittiğini, mutlu olduğunu söylüyordu.

“Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki: Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz.

Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.”

Son Söz Yıkılan Mezar!

KADIN SAFLIĞININ sembolü olarak aldığı Meryem ismiyle yeni hayata başlayan Sofia Valentinova, Rusya toprağına bir Meryem olarak düşer. Kıbleye yönelmiş mezarıyla bütün batıl inançlara sırtını dönerek. Kabri bir şiar-i İslam haline gelir. Novgorod mezarlığına her yolu düşene sanki “Dur yolcu geçme!” diye seslenir gibidir. Adeta kendi milletine yarım kalan tebliğini, yattığı yerden sürdürmektedir.

Fakat, çok fazla geçmeden bundan rahatsız olan Rus yetkililer mezar taşını kırıp yok ederek tebliğini susturmak isterler. Artık o da Üstad’ı gibi bir, “Yıkılmış Mezar“dır. Bu haliyle bile gönül verdiği Üstad’ına ne kadar da benzemektedir…

Bir insanın fikir ve inancını zorla yok edeceğini sananlar yine aldanacaklar. ‘Ölümüm hayatımdan ziyade dine hizmet edecek‘ diyen Üstad gibi, Sofia da bir çekirdek olarak Rus toprağına düştü. Ama inanıyoruz ki, o binler Meryem olarak dirilecektir.. Ve yine inanıyoruz ki, onun gibilerin mazlumiyeti, İstikbal semavatı ve zemin-i Rusya’yı İslam’ın beyaz eline teslim etmeye sebep olacaktır….

devam edecek….

Sıratı, kuşlar gibi geçmek için, bol bol salavat çekin

Salavât-ı şerife nedir, neden okunur, ne zaman okunması gerekir, okumak farz mıdır, dünya ve ahiretimize ne gibi katkıları vardır? Kutlu Doğum’la birlikte başlayan salâvat-ı şerife kampanyaları pek çoğumuzun aklına bu soruları getiriyor. Bu nedenle, Efendimiz (sas)’e armağan edeceğimiz salavatların hükmünü öğrenmek için bu soruları ilahiyatçılara yönelttik.

Peygamber Efendimiz (sas)’in doğumunun kutlandığı mübarek zaman dilimine girdik. Mü’minler bu yıl da, ‘Kutlu Doğum Haftası’nı, en iyi şekilde nasıl geçirebileceklerinin telaşında. Kimi, O’nu anlatan program düzenliyor, kimi de O’nun hayatını öğrenebileceği kitaplar okuyor. Kimi Süleyman Çelebi’nin o güzel şiiri Mevlid-i Şerîf’i okutturuyor, camilerde ikramlarda bulunuyor; kimileri de sokak sokak gezip gül dağıtıyor. Bütün bu etkinlikler, Efendimiz’e hediye edilen ‘Salât ve Selam’ların yanında teferruat kalıyor. Mü’minler, bu kutlu hafta geldiğinde en çok Efendimiz’e ‘Salât ve Selam’ yollamak için yarışıyor, haftalar öncesinden salâvat kampanyaları başlatıyor.

Salâvat neden Efendimiz’i (sas) anmak için bir yol olarak seçilmiştir? Bu sorunun cevabını, İlahiyatçı Mehmet Y. Şeker ve Prof. Dr. Faruk Beşer’den aldık. Onlardan, Peygamber Efendimiz’e (sas) neden salat ve selam göndermemiz gerektiğini, hayatımıza ne gibi katkıları olduğunu, bunun Yüce Allah ve Hz. Peygamber nazarında neden önemli olduğunu öğrendik.

Salâvat getirmek Allah’ın emri

Salavât, salât’ın kelimesinin çoğulu ve tebrik, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlara geliyor. Kur’ân-ı Kerîm’de, Ahzâb Sûresi 56. ayette de Efendiler Efendisine (sas) salâvat getirmek açıkça emrediliyor. Yüce Allah bu âyet-i kerime de şöyle buyuruyor: “Allah ve melekleri, peygambere salâvat getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona salât edin ve samimiyetle selam verin.

Prof. Dr. Faruk Beşer’e göre, salavât Efendimiz’e olan saygının bir ifadesi. Ve Allah bu ayet-i kerime ile bize bu saygı ifadesini her zaman söylememizi açık açık emrediyor. Beşer, bu nedenle Hazreti Peygamber’e salât getirmeyi mü’minlerin bir vazife addetmesi gerektiğini söylüyor. Mehmet Y. Şeker ise neden salâvat getirmemiz gerektiğinin izahını farklı bir pencereden yapıyor. Şeker, “Cenab-ı Allah bize, orucu, namazı ve pek çok ibadeti Kur’ân-ı Kerîm’de emreder ama bu ibadetlerin hiç birini kendisi yapmaz. Ancak, Ahzâb Sûresi 56. ayette Peygamber’e melekleriyle birlikte salât ve selamda bulunduğunu söyler sonra da kendi yaptığı bir şeyi kullarına da emreder. Bu yüzden Hazreti Peygamber’e (sas) salât edip selam vermeyi Yüce Allah’ın da yaptığını görüp hayatımızın merkezine koymalıyız.” diyor.

Mehmet Y. Şeker, Allah’ın emrettiği bu ibadetin farz olup olmadığı konusuna da açıklık getiriyor: “Her mü’minin ömründe bir kez Peygamber’e salât ve selamda bulunması farzdır.” Şeker, daha sonra şunları ilave ediyor: “O’nun adı anıldığında salât göndermek vacip olduğu, namazda salât okumanın Efendimiz’in (sas) sünneti olduğu konusunda âlimler ittifak etmiştir. Konuya dair çeşitli ihtilaflarda söz konusudur. Bazı âlimler, Allah Resulünün adının her anıldığında salâvat getirmenin vacip olduğunu, bazıları da Hz. Peygamber’in (sas) adının kaç defa anılırsa anılsın bir kez salâvat getirmenin vacip olduğunu söyler.

Prof. Dr. Faruk Beşer ve Mehmet Y. Şeker’e göre inananlar, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyabilmek, Cenâb-ı Allah ile olan irtibatını sağlamlaştırabilmek için salâvatı dilden düşürmemeli. Kutlu Doğum bu alışkanlığı kazanmak için bir fırsat ama salâvat-ı şerîfeyi sadece bu kutlu zaman diliminde okumamalı, yılın her gününe yaymalıyız. Çünkü dünyamıza ve ahiretimize katkıları saymakla bitmiyor.

Salâvat getiren, lütuflandırılır

Faruk Beşer’e göre, Efendimiz’e salât ve selam getirdiğimizde, Yüce Allah kullarına, Resul’ü için istenen merhametin on katıyla mukabelede bulunuyor: “Ey Peygamber! Ümmetinden sana salât getirenin on günahını affedeceğim, on hasene vereceğim ve onun makamını on derece yükselteceğim.” Efendimiz’in hadisi de yine Beşer’in bahsettiği lütufların birebir kaynağı. Salât getirmenin dünya ve ahiretimize katkılarını Efendimiz bizzat bildirmiş. Bu hadislerden en önemlisi “Ümmetimden bana salât gönderene şefaatim vacip olur.” hadisiyle kendisine okunan salâtların bizlere şefaatçi olacağını bildirmesidir. Beşer, salavâtların Efendimiz ile aramızda bir bağ oluşturduğunu da söylüyor. “Salâvat çekerek, Efendimiz’e ‘Seni tanıyor, Seni seviyor, Sana inanıyor, Seninle yaşıyoruz’ demiş oluyoruz.” diyor.

Mehmet Şeker salâvatların dünya ve ahretimize neler sağladığını öğrenmek için inananların konuya dair hadislere bakmasını tavsiye ediyor. “Efendimiz’in, ‘Bana salâvat okuyan bir mü’min yoktur ki ona melekler rahmet duası etmemiş olsun. Bu, bana salâvat okuduğu müddetçe devam eder. Kul bunu, ister az ister çok yapsın.‘, ‘Kim bana bir defa salât getirirse, Allah Teâlâ da ona on misli merhamet eder.‘, ‘Kim herhangi bir kitapta benim üzerime salavat getirirse, isimim orada kaldığı müddetçe, melekler o adam için istiğfar eder.‘ gibi hadisleri salâvatın önemini izah ediyor.” diyor.

Salavat-ı şerifelerden bazıları

Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn, vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Allâhümme salli alâ Muhammedin ve enzilhü’l- münzele’l-mukarrebe ındeke yevme’l- kıyâmeti.

Allâhümme salli alâ Muhammedin abdike ve rasûlike’n- nebiyyil ümmiyyi.

Allâhümme salli alâ Muhammedin kemâ hüve ehlühû, Allâhümme salli alâ Muhammedin kemâ tuhibbü ve terdâ lehû.

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve ala âli seyyidinâ Muhammedin vesellim.

Sallallâhü alâ seyyidinâ Muhammedin ve cezâhü annâ mâ hüve ehlühû.

Salavâtullâhi ve melâiketihî ve enbiyâihî ve rusülihi ve cemîi halkıhî alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve aleyhisselâmü ve rahmetullâhi ve berekâtühû.

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sellim ve eczihî annâ hayre’l-cezâi.

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin min’es- semâvâti vel arzı ve min’el-arşil azîm.

Sevim Şentürk / Zaman Gazetesi

O’nu (sav) evinize de buyur edin

Belediyeler, okullar, sivil toplum kuruluşları, Efendimiz’in doğumunu kutlamak, O’nu layık olduğu şekilde anmak için yarışıyor. Başınızı çevirdiğiniz her yerde O’nun için düzenlenen bir Kutlu Doğum afişi görüyorsunuz. Ailelerde bin bir telaş, her gün bir programdan diğerine koşturuyor. Kutlu Doğum, Nisan ayına sığmıyor sanki… Peki, dışarıda yaşanan bu coşku evlere yansıyor mu?

Her yıl Kutlu Doğum Haftası’nda Efendiler Efendisi’nin (sav) dünyaya teşrif ettiği o kutlu gün birçok etkinlikle anılıyor. Binlerce kişinin katıldığı seminerler, konserler ve yarışmalar düzenleniyor. Gönüller hep birlikte O’na yöneliyor, O’nu hakkıyla duymaya çalışıyor. Çekilen salâvatlar, sokaklarda kurulan stantlar O’nu hatırlamak/hatırlatmak için dağıtılan güller ve hediyeler… O’nun adının anıldığı her yer cennet bahçesine dönüşüyor adeta. Peki, aynı atmosfer evinize, eşinize, çocuklarınıza ne kadar yansıyor, O’nu (sav) hanenizde de soluyabiliyor musunuz? Cevapları duyar gibiyiz. O halde harekete geçme zamanı. Kapınızın dışında buyur bekleyen Güllerin Efendisi’ni evinizin içine almaya, O’nu bu kutlu ayda ailenizle birlikte anmaya var mısınız? İşin uzmanlarından, imdadınıza yetişecek öneriler:

Efendimiz’in hayatı ailece okunmalı

PROF. DR. YUNUS VEHBİ YAVUZ: Hz. Peygamber’in mübarek hayatı ailece okunmalı. Bu yapıldığında Kutlu Doğum yalnızca salonlarda kutlanan bir organizasyon olmaktan çıkar ve evlere de girmiş olur. Dışarıdaki kutlamalar aile içinde perçinleneceğinden etkisi kalıcı olur. Sadece Kutlu Doğum Haftası’nda değil, her aile haftada bir gün çocuklarıyla birlikte okuma günü yapmalı. Ama okurken kişi, okuduğuyla amel etmeye niyet etmeli. Çok okumadan ziyade doğru kitaptan okuma ve doğru anlama, anladığı üzerinde düşünme ve bununla amel etmek gerekir.

Kutlu Doğum’u çocuklarınızla da kutlayın

KUDRET EREN YAVUZ (Uzman pedagog): Kâinatın en özel ve en ahlaklı insanının hemen her köşede anıldığı bir haftada çocuklarımızı böylesi bir cennet ikliminden uzak tutmak üzücü olur. Kutlu Doğum Haftası’nda çocuklarınızla birlikte gönüllerinizi Efendimiz’e yakınlaştırabilmek için bazı öneriler:

Çocuğunuza gül hediye edin ve yüzyıllardır insanların Efendimiz’e ‘Kainatın Gülü‘ dediğini söyleyin. O’nun güle benzetildiğini hatırlatın.

Çocuğunuzun bebeklik fotoğraflarına bakarken O’na Efendimiz’in bebekliğinden bahsedin.

Efendimiz’in doğduğu ülkeyi gösterin. Mekke, Medine’nin fotoğraf ve videolarını birlikte izleyin.

Bu hafta yemeklerinizi ailece yiyin ve birlikte yemek duası yapın. Elhamdülillah diyerek yemeğinizi tamamlayın ve çocuklarınıza şükretmek konusunda Efendimiz’in sözlerini hatırlatın.

Çocuğunuzun ve eşinizin yanlış davranışları karşısında bu hafta, Efendimiz gibi öfkelenmeden usul usul konuşmayı deneyin.

Efendimiz, ümmetine hediyeleşmeyi tavsiye ederdi. Bugün çocuğunuzla birlikte aile ve akrabalarınız için küçük hediyeler hazırlayın.

Uyumadan önce sağlıklı ve huzurlu bir uyku için ümmetine yatmadan üç İhlas, Felak ve Nas sûrelerini okumayı öğütlediğini anlatın.

Yürürken karşılaştığı insanlara selam verirdi. Bu hafta, çocuğunuzla çarşı veya pazarda dolaşırken karşınızdan gelen insanlara selam verin.

Hasta ziyaretine önem verir ve tavsiye ederdi. Çocuğunuzla hasta ziyareti yapın ve Efendimiz’in tavsiyesini hatırlatın.

Elbisesini sağdan giyerdi. Siz de bugün çocuğunuz giyinirken yanına gidin ve onun elbisesini giyerken önce sağından başlamasını söyleyin.

Yeni kıyafetlerini ilk kez cuma günü giyerdi. Çocuğunuza yeni aldığınız bir kıyafeti cuma günü giydirin ve o an Efendimiz’e salavat gönderin.

Sadaka vermeyi tavsiye eder ve sadakayı bizzat kendi eliyle verirdi. Bu hafta çocuğunuzun harçlığından bir miktar sadaka ayırmasını söyleyin ve bunu sadaka kutusuna atmasını sağlayın.

PROF. DR. MEHMET EMİN AY: 20 yılı aşkın bir zamandır kutlanagelen Efendimiz’in doğumu, özellikle son birkaç yıldır onu anma ve anlama seferberliğine dönüştürüldü. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, her yıl belirlediği bir ana konunun varlığı da önemli rol oynadı. Mesela evvelki yıl ‘Peygamberimiz ve Kur’an‘, geçen yıl ‘Merhamet‘ bu yıl da ‘Peygamberimiz ve Kardeşlik‘ konusu belirlendi. Konuşmacı olarak katıldığım bu programlarda, önceki yıllara nazaran daha çok şuurlanma ve Peygamberimiz’i hayatımıza dahil etme anlayışının arttığını söyleyebilirim. Ancak bu konuda henüz ideal noktaya ulaşmadığımızı düşünüyorum. Kanaatimce bizler henüz Efendimiz’i yeterince tanıyabilmiş değiliz. O’nu sadece bir Peygamber olarak tanımak ve tanıtmak bizi hataya düşürüyor. Oysa O, hem ‘Son Peygamber‘ hem de hayırlı bir evlat, nezaketli bir eş, şefkatli bir baba ve sevecen bir dededir. Kısaca aile hayatımız için en ideal örnektir bizlere. Aynı zamanda O, dürüst ve güvenilir bir uluslararası ticaret erbabıdır. Yine O, kurduğu devletinde insanları adaletle yöneten bir devlet başkanı ve ordusunu başarıyla yöneten gönlü şefkat ve merhametle dolu bir komutandır. Günlük hayatına baktığımız zaman da hepimiz gibi sade ve sıradan bir yaşantının sahibidir. Kısaca O, herkes için ‘En Güzel Örnek‘ vasfına sahip bir peygamberdir. İşte bu özellikleriyle Peygamberimiz’i tanıyabilmek için de okumamız ve anlamamız gerekir. Unutmayalım: Peygamberimiz bir gül misalidir, açıldıkça kokusu daha çok duyulur. Sevildikçe daha çok tanınır, tanındıkça da kendisine meftun olunur.

Reyhan Gül / Zaman Gazetesi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version