İslamiyetten Etkilenen Japon Al Miki, Müslüman oldu

Japonya’da tanıştığı Konyalı bir Türk ile evlenmeye karar veren Ai Miki, Konya İl Müftüsü Şükrü Özbuğday’ın yaptığı ‘ihtida’ merasimi ile Müslüman olarak Aynur ismini aldı.

Japonya’ya 4 ay önce dil öğrenmek için gittiğini ve orada Nişanlısı Aynur Miki ile tanıştığını anlatan Erhan Özbay (31), Miki’yi ailesiyle tanıştırmak ve evlenmek için Türkiye’ye geldiklerini söyledi.

Evlendikten sonra Japonya’ya tekrar geri döneceklerini anlatan Özbay, “Nişanlım Aynur, Müslüman olduğu için ailem evlenmemizde bir sakınca görmüyor, bizi destekliyor.” dedi.

Konya İl Müftüsü Özbuğday, Japon Miki’nin İslam’ı tercih etmesinin Hz. Muhammed’in doğum yıl dönümü olan Kutlu Doğum Haftası’na denk gelmesinin güzel bir tevafuk olduğunu dile getirdi. Özbuğday, “Başka bir din mensubu iken İslam’ı kabul edenlere mühtedi diyoruz. Bu olaya da ihtida denilir.

Bunu belgelemek için de kendisine ihtida belgesi veriyoruz. İhtida belgesinin dünyevi yönden de faydaları var. Mesela hac için Suudi Arabistan’a gitmek istediği zaman bu belge olmadan vize alması mümkün değil. ”diye konuştu.,

Cihan

Resulullah’a Salât ve Selâmın Manası ve Hakikati

اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ

cümlesi, namaz tesbihatında okunurken inkişaf eden latif bir nükteyi uzaktan uzağa gördüm. Tamamını tutamadım, fakat işaret nev’inden bir iki cümlesini söyleyeceğim.

Gördüm ki: Gece âlemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o âleme girdim. Hayalin fevkalâde inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alâkadarlığından, koca dünyayı o gecede bir menzil gibi gördüm. Zîhayatlar ve insanlar o derece küçüldüler, görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) hayalen müşahede ettim. Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman, menzildeki zâtlara selâm ettiği gibi, “BİNLER SELÂM (*) SANA YA RESULALLAH!” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ü cinnin adedince SELÂM ediyorum, yani sana tecdid-i biat, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evamirine teslim ve taarruzumuzdan selâmet bulacağını SELÂM ile ifade edip; benim dünyamın eczaları, zîşuur mahlukları olan umum cinn ve insi konuşturup, herbirerlerinin namına bir SELÂMI, mezkûr manalarla takdim ettim. Hem o getirdiği nur ve hediye ile, benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi, herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye, o hediyesine şâkirane bir mukabele nev’inden “BİNLER SALAVAT SANA İNSİN!” dedim. Yani senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz, belki Hâlık’ımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz, manasını hayalen hissettim.

O Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) UBUDİYETİ cihetiyle -halktan Hakk’a teveccühü hasebiyle- rahmet manasındaki SALÂTI ister. RİSALETİ cihetiyle -Hak’tan halka elçiliği haysiyetiyle- SELÂM ister. Nasılki cinn ve ins adedince SELÂMA lâyık ve cinn ve ins adedince umumî tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de, semavat ehli adedince, hazine-i rahmetten herbirinin namına bir SALÂT’A lâyıktır. Çünkü getirdiği NUR ile herbir şeyin kemali görünür ve herbir mevcudun kıymeti tezahür eder ve herbir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve herbir masnu’daki makasıd-ı İlahiye tecelli eder. Onun için herbir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi, lisan-ı kali de olsaydı, “ESALÂTÜ VESSELÂMÜ ALEYKE YÂ RESULALLAH” diyecekleri kat’î olduğundan biz umum onların namına “Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Resulallahi biaded-il cinni ve-l insi ve biadedi-l meleki vennücum” manen deriz.

فَيَكْفِيكَ اَنَّ اللّهَ صَلَّى بِنَفْسِهِ وَ اَمْلاَكَهُ صَلَّتْ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَتْ


(*) Zât-ı Ahmediyeye (A.S.M.) gelen rahmet, umum ümmetin ebedî zamandaki ihtiyacatına bakıyor. Onun için gayr-ı mütenahî SALÂT yerindedir. Acaba, dünya gibi koca, büyük ve gafletle karanlıklı, vahşetli ve hâlî bir haneye birisi girse; ne kadar tedehhüş, tevahhuş, telaş eder; ve birden o haneyi tenvir ederek enis, munis, habib, mahbub bir Yaver-i Ekrem sadırda görünüp, o hanenin Mâlik-i Rahîm-i Kerim’ini o hanenin her eşyasıyla tarif edip tanıttırsa ne kadar sevinç, ünsiyet, sürur, ışık, ferah verdiğini kıyas ediniz. Zât-ı Risaletteki salavatın kıymetini ve lezzetini takdir ediniz!}

Said Nursî

Kutlu Doğum Haftasında Yapılacak İbadetler Nelerdir?

Mübarek aylar, mübarek haftalar, mübarek günler, mübarek geceler ve mübarek saatler geldiği zaman insanlarımızı bir heyecan kaplıyor acaba bu mübarek günü nasıl değerlendireyim de Cenab-ı Hak benden razı olsun.

Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bil hesabı bazılarımız ise her gününü hatta her anını Yüce Yaradanın huzurundaymış gibi geçiriyor. Amellerinde her yaptığında onu düşünüyor ondan sonra adımını atıyor.

İşte o mübarek haftalardan birisindeyiz. Aslında Peygamber Efendimizin doğum günü olarak ifade edilen Kameri aylardan Rebiü’l-evvel ayının 12.gecesinde değiliz ya da Mevlid Kandilinde değiliz. Miladi olarak doğduğu tarihteyiz. Sonradan da olsa değerli bir hafta olarak ifade edilen güzel bir haftanın içerisindeyiz. Madem Cenab-ı Hakkın rızasına ve Habibi Ekreminin sünnetine vesile olacak bir meşguliyete girmişiz elbette ki bu kadar insanın yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Hak bu haftayı mübarek olmasa da şüphesiz mübarek kılacaktır.

Gelelim asıl sorumuza, Kutlu Doğum haftasında yapılacak ibadetler nelerdir?

Madem Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in kutlu doğumunu idrak etmiş bulunuyoruz elbette ki öncelikle ona Salat-ü Selam getirmek.

Peygamber Efendimizden bahseden Risale-i Nur’lar da geçen bahisleri okumak. (19. Mektup, 19. Söz, 4. Lem’a, 11. Lem’a, Reşhalar vs. gibi)

Peygamber Efendimizle ilgili yapılmış sohbetleri internet üzerinden bulup izlemek. (Nurpenceresi, seyrangah.tv vs. sitelerden)

Kur’an okumak, Hadis-i Şerif Mealleri okumak vs. tarzında bir çok akla gelecek mübarek işleri yapabilirsiniz.

Son olarak şunu belirtmeliyiz ki sadece bir günlük ya da haftalık anılan bir peygamberden ziyade hayatının her anında ihtiyaç duyulan, hatırdan çıkarılmayan ve işlerini O’nun mahşerde şefaatine nail olmak için çabalayan insanlardan olma gayretinde olmak.

Allahım! “Şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzeresin” sırrına mazhar olarak en üstün meziyetleri kendisinde toplayan ve “Ümmetimin fesadı zamanında benim sünnetime yapışana yüz şehid ecri vardır” buyuran zâta salât et. Amin.

Allahım! Tıpkı İbrahim’e ve İbrahim’in âline salât ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âline de salât et. Muhakkak ki Sen her türlü hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyıksın ve şan ve şerefin her şeyden nihayetsiz derecede yüksektir. Amin.

Sitemizdeki Kutlu Doğum Haftası haberlerini okumak için tıklayınız…

Hazırlayan: NurNet.Org

 

Uluslararası Öğrenci Buluşmasında Risale-i Nur Dağıttılar

Sultanahmet meydanında bir nur çeşmesi yapılsın

Güzel İstanbul’umuzun güzel bir Nisan ayında üç gün devam eden 5. Bâb-ı Âlem uluslararası öğrenci buluşmasında stand açan bazı vakıf ve derneklerimizin davetlisi olarak programa iştirak ettim.

Bâb-ı Âlem; farklı coğrafyalardan üniversite eğitimi almak için ülkemizi tercih eden misafir öğrencilere yönelik, gönüllü çalışmalar yapmak üzere kurulmuş uluslararası bir öğrenci derneği ve her sene misafir öğrencilere bu organizasyonları düzenliyorlar.

****

Tabi etkinlikler uluslararası olunca Bediüzzaman ve Risale-i Nurları tanıtma ve neşretmede bu alanda öncü olan Rumeli Anadolu ve Balkanlar İlim ve Eğitim Vakfı (RUBA), İstanbul İlim ve Kültür Vakfı (İİKV), Kültürlerarası Eğitim ve Dostluk Derneği (KADDER), Kültürlerarası Köprü Derneği (ICBA), Uluslararası Eğitim Gönüllüleri Derneği (ULEGDER), SUFFA gibi bazı vakıf ve derneklerimiz de stand açarak büyük ve külli bir hizmete vesile oldular.

****

Bu etkinliklerde beklentilerimizin de üstünde ilgi gösterilmesi açıkçası beni çok duygulandırdı. Çok uzak değil yakın geçmişte onca yaşanan sıkıntılara rağmen bugün Sultanahmet meydanında on binlerce yerli ve yabancı misafirlere Bediüzzaman ve eserleri; çeşit çeşit dillerde anlatılabiliyorsa kimi duygulandırmaz ki?

Konu duygudan açılmışken aklıma 2005 yılının yine böylesi bir bahar ayında KKTC’nin Girne şehrinde düzenlenen “2.Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu” geldi. Sempozyum, Kıbrıs’ın en lüks otellerinden biri olan Rocks otelde, bin beş yüz kadar yerli-yabancı misafirlerle, Üstadın talebelerinden muhterem Said Özdemir ve Mehmet Fırıncı ağabeylerin de iştirakleriyle gerçekleşmişti. Bence sempozyumun en önemli hatıralarından biri, genç bir bayan kardeşimizin Said Özdemir ağabeye sormuş olduğu: “Siz üstadın hizmetinde bizzat bulundunuz, türlü türlü işkencelere maruz kaldınız, hapse atıldınız ta ki bu kitaplar bastırılsın, insanlar istifade etsin ama şimdi de Kıbrıs’ın en lüks otellerinden birinde bu kitapların tanıtımını yapıyorsunuz, neler hissediyorsunuz?” sorusuydu. Bu soruya Said abi hiç cevap vermeyip sadece gözlerinin dolduğunu müşahede etmiştim.

****

Sultanahmet’te de durum böyleydi, tam üç gün boyunca lisanımızın döndüğü kadarıyla on binlerce yerli ve yabancı misafirlere; Almanya’dan Rusya’ya, İran’dan Japonya’ya, Nijerya’dan Kanada’ya kısacası dünyanın bütün farklı ırklarına nurlu hakikatleri anlatmaya çalışarak şerefyab olduk.

Programın asıl gayesi misafirle tanışmak ve hakikatleri anlatarak kitap ve broşür hediye etmekti. Bu vesileyle şunun da farkına vardım ki; ekser insanlar bir arayış içindeler, dünya hayatının cazibesi onları tatmin etmiyor. Risale-i Nurların saadet-i dareyni temine çalıştığını, bu eserleri okuyanların maddi ve manevi sıkıntıların azaldığını izah etmeye çalışınca onlarda öyle bir rahatlama hissi vücuda geliyor ki sanki yıllardır bu standın kurulmasını bekliyor gibiydiler.

****

Zaten standımızın girişinde; “Risale-i Nur answers all such curious questions about life (Risale-i Nur hayat hakkında tüm bu meraklı sorulara cevap veriyor): Who am I (Neciyim), Where do I come from (Nereden geliyorum), Where am I going (Nereye gidiyorum)” afişini görenler akın akın içeri girip meraklı sualler sordular.

****

Dinleri bir meditasyon yöntemi olarak algıladığını belirten Güney Koreli bir misafirimiz “onlarca meditasyon yöntemlerini kullanarak mutlu olmaya çalışıyorum, on sene önce biraz Hıristiyanlığa ilgi gösterdim fakat aradığımı bulamamıştım” deyince ona iman hakikatlerini anlattık, bizi can kulağıyla dinledi. Soru üzerine sorular sordu. Akabinde de “ben İslamı bu kadar teferruatlı bilmiyordum, 35 yaşındayım bu tür mevzuları ilk kez sizden duyuyorum, bütün müslümanlar sizin gibi mi? Herkes İslamı bu şekilde mi yaşıyor?” şeklinde sualler sordu. Üstad ve Risale-i Nurlardan da bahsederek kendisini uğurladık.

****

Ayrıca masamıza Danimarkalı 50 yaşlarında bir bayan-turist geldi. Ben hoşgeldiniz deyip hemen başladım Üstadı ve eserleri anlatmaya. Sözümü aniden keserek “bunları bana anlatmanıza gerek yok, ben edebiyatla uğraşıyorum. Ülkenizden bir Orhan Pamuk’u bir de Said-i Nursi’yi çok araştırdım, kendisi 1960 yılında vefat edip bütün dünya genelinde yazdığı kitapların hala okunduğunu ve bu alanda bir fenomen olduğunu” söyledi.

****

Evet muhterem dostlarım, bunlar gibi birçok müşahhas misaller, müşahedeler oldu elhamdulillah. Üç gün boyunca bu manzaralarla karşılaştıkça bu nurlu hakikatleri okumanın ve anlatmanın ne kadar kıymetli olduğunu biraz daha anladım. Anladım ama üç gün sürdü maalesef, keşke her gün olsa, yılın 365 günü bu tanımadığımız insanlara bunları anlatsak, onların imanını sahil-i selamete ulaştırmak için gayret göstersek…Zaten her birimizin vazife-i asliyesi değil mi? Risale-i Nur talebesi kendi imanını kurtarıp başkasının imanına kuvvet verecek derecede çalışanlar değil midir?

Günde yaklaşık otuz bin yabancı misafirin İstanbul’a geldiği ifade ediliyor, biz tebliğ için o diyarlara gideceğimize sanki onlar bizi irşad edin diye tekkeye geliyorlar. Onun için ne gerekiyorsa yapılsın Sultanahmet meydanında küçücükte olsa bir yer yapılıp misafirlerimize hakikatler anlatılsın. İstanbul’a gelenler bilirler, tam meydanda Almanların 1900’lü yıllarda yaptığı bir “Alman Çeşmesi” var, içi altın mozaikle kaplı bir eser. Ben de bir “Nur Çeşmesi” yapılsın istiyorum ama öyle altın maltın kaplamalı olmasına gerek yok. Küçücük ve içi alüminyum kaplama olup yeter ki üstünde “Who am I (Neciyim)” sorusuna tafsilatlı cevaplar veriyoruz yazsın…

Kamuoyuna duyurulur…
Vesselam

Ömer Çelebi

Göndereni düşündün mü, dertler hediye oluyor insana…

Sabır, uçurumun kenarındaki insanla ilgilidir…

Uçurumdan uzaklaşamıyor, uçurumdan düşme ihtimali de var. Sabırla orada bekleyecek; tâ ki bir el ona uzansın. Bu durumda sabretmemek felakettir. Sabır, Hızır (as) gibi yetişir, elimizden tutar. Pek çok musibetlerden bizi kurtarır. İnsan pek çok felaketlere, musibetlere uğrayacak bir yaratıktır. Öyleyse sabır ile musibetleri tesirsiz hale getireceğiz. Vücudumuz bir gemiye benzer. Hayat denilen denizde, saadet-i ebediyeye gidiyoruz. Bid’at ve inkâr dalgaları gemiyi sallıyor. Menfaat ve zevkler tayfanın iş yapmasına mani oluyor…

Ben hayatımda bela görmedim diyebilirim. Çünkü bakış açım, o hadiseyi bana bela olarak göstermiyor. “Bunu bana gönderen, Allah’tır… Bu da geçer ya Hû…” deyip rahat ediyorum. Allah çok çeşitli nimetler yaratmış ki, O’nun yarattıklarından faydalandıkça şükredelim diye. Dertleri değil, şükredecek bunca nimeti görmek lazım. Mesela şu anda belediye başkanı bana bir kilo elma gönderse bu hediyenin maddi kıymeti çok küçük fakat ben de dahil bazıları şaşırır, “Belediye başkanı, ağabeyimize hediye göndermiş!..” der. Bu misalden gerçeğe gelirsek; Allah bana okuyan göz vermiş, problem çözen beyin vermiş. Hatta ben felcim; adam yerine koymuş hastalık göndermiş. Demek ki göndereni düşündün mü, dertler de hediye oluyor insana… Çok şükür ki Allah bizi insan yaratmış. İnsanlar içinde İslamiyet’le şereflendirmiş… Ne kadar şükretsek azdır.

1939’da Erzincan depremle yıkıldı. Şehir yıkıldı. Herkes için çok büyük bir felaketti, belaydı. Amma olan olmuştu. Ne geçmiş yılları çağırabilirdik ne de gelecek yıllara hükmedebilirdik. Yorganın altından çıktık, çorapsız ayaklarımızla karların buzların üzerinde yürüdük. Su yerine kar yedik. Yemek yerine elimize geçenle yetindik.. O felaket yılı geçip gideli elli sene oldu. Unutuldu…

Asıl musibet dine gelen musibettir. Mesela harf inkılabı beni o depremden daha çok sarsmıştır! Harf inkılabının açtığı manevi yaralar unutulmadı, tedavi olmadı, devam ediyor. Çünkü Fransızcaya, İngilizceye tanınan haklar Kur’an yazısına, Arapçaya tanınmadı. Kur’an, dinimizin kitabı. Arapça Kur’an’ın dili. Yabancı diller kültürleriyle beraber geldi.

Ahlaka etik dediler; ahlak gitti. Geriye ahlaksızlık kaldı. Ahlaksız kelimesi çok ağır olduğu için, etik kelimesine sığınıp, “etik dışı” dediler. Yani ahlaksızlık yokmuş, etik dışı haller varmış.

İslamiyet, insanı beyninden ve kalbinden yakalar. Ateistler dahi İslam’ın kurtarıcı vasfını tasdik ediyorlar. Ateist olduğunu söyleyen yüksek tahsilli bir şahıs bana şunları anlattı: “Ben plajların, meyhanelerin, barların olmasını isterim. Eğer İslamiyet bunları haram saymasaydı hemen Müslüman olurdum.” Bu misalden de açıkça anlaşılıyor ki sevapla günahın, ibadetle ibadetsizliğin savaşı var. Canının istediği gibi yaşayanlar Allah’ın istediği gibi yaşamak istemiyorlar. Kötü alışkanlıklarına köle olanlar zincirlerini koparıp kurtuluşa gelemiyorlar. Ezan okunuyor: Haydi kurtuluşa… Demek ki kötü durumda olanlar var. Ezan onları kurtuluşa çağırıyor. Camiler Nuh (as)’ın gemisine benzer. Camiye gelin ki, haramların getirdiği perişaniyetten kurtulasınız. Camiye gelin ki kötü alışkanlıklardan kurtulasınız. Camiye gelin ki Müslüman olduğunuzu ilan edesiniz. Komünizm, materyalizm, modernizm gibi sosyal faaliyetler insanları camiden uzaklaştırdı. Kiliseler de boşaldı. Pek çok insan ipsiz sapsız kaldı. Asıl musibet budur… Zevklerine bağlı bir sürü insan…

İbadet etmeyen birisine sorsak; “Nasılsın?” “İyiyim.” der.

İpek böceğinin kaynar sudan haberi yok, kozasını örüyor…

İpek böceği, hayatı boyunca mezarını yapmaya uğraşıyor…

Hekimoğlu İsmail / Zaman

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version