Hakkımızdaki İlahi takdirlere bizim teslimiyetimiz de böyle mi?..

Hayatta sıkıntı ve üzüntü imtihanlarımız eksik olmaz.

Böyle imtihan devrelerimizde teslimiyet ve tevekkülümüz sağlam olmazsa kısa zamanda hayattan usanır, dayanma gücümüzü yitirebiliriz. Bu sebeple irşat eserlerinde dindarların sağlam teslimiyet ve tevekküllerinden örnekler verilir bizlere. Ta ki, bu örneklere bakarak bizler de hakkımızdaki ilahi takdire razı olup benzeri bir teslimiyet ve tevekkülle sabır ve şükürle mukabele edelim maruz kaldığımız sıkıntı ve zorluklara..

İşte bu maksatla verilen bir örnekte deniyor ki, maruz kıldığı musibetlerden dolayı aşırı üzülen adam, bir maneviyat büyüğüne müracaatla der ki:

– Ben uğradığım zorluk ve sıkıntılardan çok üzülüyorum. Bana bir yol gösterebilir misin? Maneviyat büyüğü, önce seni tanıyalım, sonra düşüncelerimizi dile getirelim, sen kimsin der?

-Ben Müslümanlardan bir Müslüman’ım, deyince maneviyat büyüğü:

-Öyle ise der, sen Müslüman kelimesinin ne manaya geldiğini bilmiyorsun. Müslüman, teslim olan demektir. Allah’ın kendisi hakkında takdir buyurduğu varlık ve darlığa, iyilik ve kötülüğe, sıhhat ve hastalıklara sabırla, rıza ile teslim olan!.. Adam:

– Ben de teslim oluyorum işte, der.

– Hayır der, sen teslim olmuyorsun, teslim olsan beğenmediğin olaylardan aşırı derecede rahatsızlık duymaz, arkasında kim bilir ne hikmetler var diyerek teslim olursun Allah’ın sana takdir ettiği imtihanlara, razı olursun sıkıntı ve zorluklara.

Maneviyat büyüğü, teslim olan Hz. Geylani’nin hizmetçisi gibi teslim olur diyerek Geylani’yi ağlatan hizmetçinin teslimiyetini anlatır soru sahibine. Der ki:

Geylani Hazretleri misafirhanesinde hizmet etmek üzere bir hizmetçi tutar. Hizmet yerlerini gezdirip her tarafı gösterdikten sonra sorar:

– Hizmet edeceğin yeri gezdin, imkanlarımızı da görüp bilgi sahibi oldun. Şimdi söyle bakalım hizmet sırasında nerede kalmak istersin? Cevaba bakın.

-Nerede kalmamı istersen orada! Peki, ne yemek istersin? Neyi verirsen onu! Ne giymek istersin? Neyi giydirmek istersen onu!.

Hizmetçinin bu teslimiyeti karşısında Hz. Geylani başlar ağlamaya. Şaşıran hizmetçi üzülerek sorar.

Yanlış bir şey mi söyledim yoksa, niçin ağlıyorsunuz efendim? Cevap verir:

-Niçin olacak oğlum, senin şu teslimiyetin için ağlıyorum, der. Keşke ömrümde bir defa olsun senin bana teslim olduğun gibi ben de Rabb’ime teslim olsaydım da, ‘Sen neyi münasip görüyorsan ona razıyım Ya Rab!’ başka hiçbir şey istemiyorum diyebilseydim. Böyle bir teslimiyet ancak kamil insanlarda olur. Sen kâmil Müslüman teslimiyeti gösterdin bana! Demek ki tam teslimiyet böyle olur?

Bir büyük teslimiyet örneği de şöyle verilmektedir:

Hz. Musa aleyhisselam Tur’a duaya giderken dağda bir adam çıkar önüne.

– Ben der, gece gündüz bu mağarada ibadetle meşgulüm. Rabb’ime sor ki, benim yaptığım ibadetimi kabul ediyor mu?

Musa aleyhisselam duadan sonra adamın sorusunu sorar, dönüşünde ise acı haberi şöyle verir:

– Rabb’imin sana selamı var. Ben o kulumun ibadetlerini kabul etmiyorum, buyurdu, der. Adam düşünmeye başlar. Sonra kendini toparlayarak kalkar mağaraya yönelir. Musa Aleyhisselam ‘Nereye?’ diye sorar. Mağaraya, der. Vakit çok kıymetli boşa geçirmeyeyim, hemen Rabb’ime ibadete başlayayım!

– İbadetlerini Rabb’im kabul etmeyeceğini bildirdi ya! Şöyle cevap verir:

– Ben O’nun işine karışmam. Bana ‘ibadet et’ emri vermiş, ben O’nun emrini yerine getirmeye çalışırım, bilirim ki O asla yanlış yapmaz. Ben O’na teslim olmuşum bir defa. Teslim olan pazarlık yapmaz, O’ndan ne gelirse hikmeti var deyip teslim olur, kabul eder!..

İşte o anda Cebrail Aleyhisselam gelerek der ki:

– Ya Musa! O kula söyle şu andan itibaren geçmiş ve gelecek bütün ibadetleri kabul edilmiştir. Allah kendisine böyle teslim olanı asla mahrum bırakmaz. Bu teslimiyeti ona imtihanı kazandırmıştır!.

Ne dersiniz, bizim teslimiyetimiz de böyle mi? Bir düşünsek mi?

Ahmed Şahin / Zaman

 

Azerbaycan’dan Gelen Acı Haber

Bu yazı: “Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi” başlıklı yazımızın 9. Bölümüdür. Yazının diğer bölümlerine ulaşmak için tıklayınız…

SOFİA İLE birlikte hizmetler devam ediyordu. Resul, Azerbaycan’dan gelen acı bir haberle sarsıldı. Nişanlısı ani bir rahatsızlık geçirip hastaneye kaldırdmıştı! Resul, hemen Azerbaycan’a gitmek üzere harekete geçti. Bu arada Sofia, radyo programlarına iyice alışmış, tek başına da olsa yürütebilecek seviyeye gelmişti.

Yine de birlikte başlattıkları bu güzel hizmetten kopmak Resul’e çok ağır geliyordu. Sofia ile vedalaşırken dokunsalar ağlayacak gibiydi. İçine sebebini bilmediği bir hüzün çöktü. Ruhunda, sevdiklerinden ayrılacağını fısıldayan bir sesin yankılandığını hissetti. Sofia’ya ‘Allah’a ısmarladık‘ derken gözleri dolu dolu oldu. Sofia’nın da gözleri dolmuştu.

Abdülkerim’le kucaklaştıklarında yine aynı hislerle doldu. Bu mert ve cesur insan, hizmette hep yanı başında olmuş ve onu desteklemişti.

Resul, uçağa bindiğinde Rusya’da geride bıraktığı güzel hizmetleri düşünüp teselli bulmaya çalıştı. Hizmetle geçen olağanüstü günler, bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Abdülkerim’le tanışmaları, hapishanede yaptıkları dersler, radyoda kaset kayıtları ve Sofia ile karşılaşmaları, Sofia’nın hastaneye kaldırılması, ardından gelen hidayet müjdesi ne kadar da çabuk gelişmişti. Diğer yandan da nişanlısı ile yeni bir hayat kurup, evlerini cennet köşesi haline getirmeyi hayal ederken gelen acı haber, dünyasını altüst etti. Uçağın tekerleri Azerbaycan havaalanına değdiğinde daldığı hayalden uyandı. Ama bu defa ruhunda, endişe dolu bir fırtına kopmaya başladı. Eve gidene kadar aklından bin bir türlü soru geçti. Acabalar zihnini kurcalayıp duruyordu.

Uçaktan iner inmez zaman kaybetmeden hemen bir taksiye atladı. Eve vardığında kapıdan itibaren kendisini karşılayanların garip bakışlarından bir şeylerin olduğunu hissetti. Evet, kalp krizi sonucu yoğun bakıma alınan nişanlısı, çoktan başka bir âleme göçmüştü!

Bunu duyar duymaz bir külçe gibi kendini yere bıraktı. Koluna girip teselli etmeğe çalıştılarsa da nafile… “Beni kendi halime bırakın” deyip bir süre öylece kaldı.

Resul neden sonra imanın verdiği nurla gerçeği kabullendi. Artık elden bir şey gelmeyeceğini anladı. Olan olmuştu. “Yaratan yarattığını aldı” diyerek kadere teslim oldu. Konu komşu ve akrabaların taziyeleri acısını ona bir nebze de olsa unutturdu.

Sofia Hastanede!

Azerbaycan’da günler geçerken, Resul’ün aklı hep Rusya’daydı. “Geride bıraktığı hizmetler ne haldeydi? Sofia programları tek başına yürütebiliyor mu?” diye düşündü. Başlattıkları hizmetlerin akıbetini sürekli merak ediyordu.

Resul, Azerbaycan’da iken henüz nişanlısının acısı geçmeden bu defa Rusya’dan acı bir haber geldi. Abdülkerim’den, Sofia’nın fenalaşıp ikinci kez hastaneye kaldırıldığını öğrendi.

Resul bu defa ulvi duygularla bağlandığı, gönlü hizmet aşkıyla dolu Sofia’nın haberiyle sarsıldı. Dünya ile olan bağları iyice zayıflamıştı. Gözünde hiçbir şeyin değeri kalmadı. “Meğer dünya ne kadar aldatıcı, ne kadar yalanmış!” dedi. Üstad’ın; “Dünya gaddardır, mekkârdır, değmiyor alaka-i kalbe” ifadesini hatırlayarak, kalan hayatını tümüyle hizmete vakfetmeye karar verdi.

Uçak Moskova’ya doğru havalanınca derin düşünceler zihnini yine kurcalamaya başlamıştı. Nişanlısından sonra şimdi de Sofia’nın kaybı endişesi içini doldurmuştu.

Henüz hizmetinin başında bulunan Sofia’nın, daha çok hizmetler yapacağını düşünüp, kaybına gönlü razı olmadı. Yolculuk boyunca onun iyileşip yeniden hizmete dönmesi için dua etti.

Nihayet uçak Moskova havaalanına inip de Nikolay’la (Abdülkerim’le) karşılaştığında o daima şen ve neşeli insanın da ilk defa hüzünlü olduğunu gördü:

– Hayrola Abdülkerim, Sofia’nın durumu nasıl?

– Kötü!

Bu söz Resul’ün beynine bir ok gibi saplandı ve bir süre hiçbir şey demeden sustu. Daha sonra;

– Çok mu kötü, dedi. Abdülkerim,

– Evet, hem de çok! İyileşmesinden ümit kesildiği için doktorlar eve göndermişler!

– Ne diyorsun?

– Maalesef Resul kardeşim, beyindeki tümör iyice büyümüş, her tarafı kaplamış, yapacak bir şey yokmuş!

İki dost içleri kan ağlayarak yollarına devam ettiler. Sofia ile başladıkları o güzel hizmetlerin bu kadar kısa sürede kesintiye uğramasını bir türlü kabullenemediler. Ama kaderin tecellisine boyun eğmekten başka çareleri de yoktu.

Tümör

Nişanlısını kaybedişinin üzerinden birkaç hafta geçtikten sonra Resul Cemalov tekrar Rusya’ya döndü.

Birinci Söz’lü Başlangıç

Anonstan sonra kendi haline bırakılan mahpuslar acaba derse gelecek mi, yoksa müdürün dediği gibi birkaç kişi ile kendi aralarında ders yapmak zorunda mı kalacağız, diye merakla beklemeye başladılar.

Saat 14:00’e doğru Nikolay’la (Abdülkerim’le) Cemalov salona geçtiler. Kitaplar, önceden sahnedeki masanın üzerine yerleştirilmişti. Nikolay Cemalov’a:

– Sahnedeki yerine geç otur, dedi. Resul Cemalov hazırlıklı olmasına rağmen, ilk defa bir derste bu kadar heyecanlı olduğunu hissetti. O güne kadar sayısız ders yapmıştı, ama böylesi bir topluluğa, böyle bir yerde ilk defa yapacaktı. Bir yandan da, müdürün dediği gibi, “Ya kimse gelmezse?” diye düşünmekten kendini alamıyordu. Nikolay’ın, “Bunlar başkalarına benzemez!” sözü ise zihninin bir köşesinde duruyordu.

Henüz salonda üç beş kişi vardı. Cemalov Nikolay’a:

– Sen de gel yanıma otur, diye rica etti. Fakat Nikolay amirane bir ses tonuyla;

– Hayır, dersi sen yapacaksın, yerine otur, dedi.

Nikolay, kitle psikolojisine hâkim olduğundan, neyi ne zaman yapacağını gayet iyi biliyordu. Ön sıralardan birine oturup beklemeğe başladı.

Derken ceketi omuzlarında pala bıyıklı bir koğuş ağası salına salına salona girdi. Etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra sahnedeki Resul Cemalov’a gözlerini dikti. Arkasından yüz kişilik bir grup onu takip ederek salona girdi. Ağanın gözü Cemalov’u kesmemiş olacak ki, herkesin duyacağı şekilde küçümser bir tavırla:

– Bize bu sübyan mı ders verecek, diye söylendi.

Arkasından bir grup daha içeriye girdi. O da ne? Mahpuslar gruplar halinde salonu doldurmağa başladılar. Salonun dolmaya başladığını gören Cemalov’un sevinciyle beraber heyecanı da artıyordu. Sekiz yüz kişilik salon kısa zamanda dolup taştı. Ama lakırdılar, laf atmalar ve “Bu süt çocuğu da kim?” gibi küçük düşürücü ifadeler duyulmaya devam etti. Cemalov bunları duydukça morali iyice bozuldu. Bu arada müdür de salona girdi, kalabalığı görünce gözlerine inanamadı. Hayretle elini havada döndürdükten sonra önde kendisi için ayrılan koltuğa oturdu.

Bu arada olabilecek bir karışıklığı önlemek için salona takviye gardiyanlar getirtilip yerleştirildi. Salona bir uğultu hâkim oldu. Tam bu esnada Nikolay (Abdülkerim) yerinden kalktı, ağır adımlarla sahneye doğru gitti.

Merdivenin üst basamağına adımını atıp da kalabalığa yüzünü döndüğünde, “Aaa, Cin Kole!” diyerek bütün salon birden sessizliğe gömüldü. Zira bu eski mafya liderine, bu efsanevi adama büyük saygıları vardı.

Resul Cemalov’un bozulan morali yerine geldi. Fakat heyecanı tam olarak yatışmış değildi. Çünkü böyle büyük bir kalabalığa ilk defa hitap edecekti. Nikolay, Cemalov’un yanındaki sandalyeye oturmasından sonra Cemalov’a başlamasını işaret etti. Cemalov, alışkanlık icabı derse besmele ile başladı. Besmelenin manasını Rusça ifade etse de kalabalık içinden biri ayağa kalktı:

– Ne demek bu, dedi. Cemalov telaşlandı. Zira gece tespit ettikleri sorular arasında bu yoktu.

– Eyvah, bunu hesap etmemiştik, şimdi ne yapacağım, diye düşünürken, yanı başında bir güven abidesi gibi oturan Nikolay Abdülkerim:

– Aç Birinci Söz’ü oku, dedi. O söylemese Birinci Söz belki de heyecandan aklına gelmeyecekti.

Cemalov, Birinci Söz’ü okumaya başladı. Fakat bir yandan da aklı hep adamdaydı.

– Acaba cevabı tatminkâr bulup yerine oturacak mı, yoksa çıkıp gidecek miydi?

Birinci Söz bitti ve adam yerine oturdu. Resul Cemalov derin bir nefes aldı. Zira çok önemli bir engeli atlatmıştı.

Moral bozukluğunu ve heyecanını atan Cemalov, artık derse iyice konsantre oldu, salona hakimiyeti arttı.

Bir müddet sonra, birisi daha parmak kaldırdı. Bir soru yöneltti. Bu soru gece Nikolay’ın (Abdülkerim’in) işaretlediği soruydu. Cemalov bu defa rahattı, çünkü ne cevap vereceğini biliyordu. Sorunun cevabını tane tane açıkladı. Açıklama sona erince adam tasdik eden bir el işareti ile yerine oturdu.

Bu soru cevap sahneleri tekrarlandıkça ders hararetlendi. Salona manevî bir hava geldi. Enteresan olan, Abdülkerim’in “Bu soru gelebilir” diye işaret ettiği bütün soruların çıkmış olmasıydı. Soru ve cevaplar güvenlerini artırdığı gibi derse olan dikkati de artırdı. Ders başlayalı bir buçuk saat olmasına rağmen, sanki birkaç dakika olmuş gibi salondan kimse çıkmak istemiyordu. Resul derse son verecek oldu. O esnada müdür oturduğu yerden kalkarak;

– Devam et, kardeşim, dedi.

Derse bu derece alaka olacağını kimse beklememişti. Müdürün devam et demesi ve salondakilerin dinleme istekleri üzerine ders bir saat daha devam etti. İki buçuk saatlik süre sonunda herkes manevî bir temizlikten geçmiş halde tarif edilmez bir huzur hissetti. Mahpusların çoğu takdir ve tebriklerini bildirmek için Nikolay’la Cemalov’un başına toplandı. O sırada müdür kendilerini odasında bekliyordu.

Müdür, derse gösterilen bu alakadan son derece memnundu. Tebrikleşmenin ardından sonra birlikte müdürün odasına girdiler. Müdür kendilerini ayakta karşıladı:

– Kardeşim bu kitaplar neymiş böyle? Bunlardan bana da verin. Bunları hem okuyacağım, hem de yakınlarıma okutacağım, dedi.

Yanlarında bulunan İngilizce Lem’alar’ı müdüre hediye ettiler. Merakla kitabı eline alıp göz gezdirirken, birden:

– Arkadaşlar, aklıma başka bir şey daha geldi. Bu kitapları kasetlere okusanız da bütün hapishaneye dinletsek, olmaz mı?

Hizmet için tetikte bekleyen Nikolay, bu teklifi adeta havada kaptı.

– Tamam, müdür bey, merak etme, onu olmuş bil! Kahvelerini içtikten sonra Nikolay, Cemalov’a,

– Haydi, gidiyoruz, dedi ve hapishaneden ayrıldılar. Otomobille şehrin merkezine doğru yol alırken Cemalov, nereye gittiklerini sordu. Nikolay, muhteşem bir tevekkül tavrıyla cevap verdi:

– Nereye gittiğimizi bilmiyorum. Ama Allah’ın bize göstereceği bir yer olacağına inanıyorum!

Ruslan Cemalov, halis niyetle giriştiği her gayrette kerametkârane hallerle karşılaşıyordu. Bu adamın ihlâsına hayran kaldı. Ve hizmeti ilmin değil, İhlasın yaptığına bir kere daha kanaat getirdi.

devam edecek…

Avusturyalılar İslam’a Koşuyor

Avusturya’da yapılan son istatistiklere göre son iki yılda ülkede İslam’a girenlerin sayısı yarım milyonu buldu. Avusturyalıların İslam’a koşmalarında en etkin sebeplerden biri ise kilise skandallarından ötürü Hıristiyanlığa güvenlerini kaybetmeleri.

Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika gibi bazı Avrupa ülkelerindeki Müslüman azınlıklara karşı düşmanca kampanya, ırkçı tavırlar ve dini özgürlüklerine saldırıların arttığı şu sırada çoğunluğu Katolik olan Avusturya’da yapılan istatistikler ve resmi rakamlar İslam’a girme yönünde daha önce görülmemiş derecede büyük bir eğilim olduğunu gösterdi.

‘Manevi ve imani doza istekli insanlar hayatlarında bir şeyin eksikliğini hissediyor ve kendilerini ahretle bağlantılandıran bir boyut ya da ufuk bulamıyor. Neden yaratıldıklarını ve neden yaşadıklarını bilmiyor…’

İslam’a girdikten sonra Avusturya’daki Müslüman azınlığın basın sözcüsü olan Carla Amina Bagjati ülkesindeki insanların halini işte bu ifadelerle anlatıyor. Bagjati sözlerini şöyle sürdürüyor: ‘İslam’a giren Avusturyalı her vatandaşın hikayesi birbirinden farklı. Ancak biz sonu bir ve ortak olan bir hikaye bulduk. Bu da, vatanları olduğunu iddia edebilecekleri bir yaşam mekanı ve tarzı bulunmasıdır.’

SKANDALLAR BÜYÜK ETKEN OLDU

Muhakkak ki Avusturya’daki Hıristiyan vatandaşlar özellikle Katolik Kilisesi içinde tekrarlanan cinsel taciz skandallarından sonra hayal kırıklığına uğradı ve Hıristiyanlığa güvenini kaybettiğini açıkladı. Bu skandallar Avusturya halkının toplu olarak İslam’a girmesinde büyük rol oynadı. 2005 yıl istatistiklerine göre Avusturya’da yaklaşık 400 bin Müslüman yaşıyor. Yani derin ve güçlü Katolik tarihi olan sekiz milyon nüfuslu Avrupa ülkesinde toplam nüfusun yüzde dördünü oluşturuyor.

Son istatistikler ise yaklaşık yarım milyon Avusturyalının geçen iki yıl boyunca İslam’a girdiğini gösteriyor. Avusturya’da İslam dini uzun yıllardır resmi din olarak tanınmakta ve okullarda okutulmasına izin verilmektedir.

Avusturya Müslümanları 2005 yılında Danimarka’da peygamberimizi (s.a.s.) karalamaya kalkışan karikatürlere cevaben 2007 yılında ülkenin dört bir yanında Hz. Muhammed’e (s.a.s.)’i tanıtma ve Avusturya vatandaşlarına öğretme kampanyası düzenledi. Bu kampanyayı diğer Avrupa ülkelerinde başlatılan benzer kampanyalar izledi. Avusturyalılar bu tür kampanyaların, İslam’ı öğrenmek açısından büyük bir fırsat olduğuna işaret ediyor.

Örneğin Bagjati bu kampanyalara ilişkin şöyle dedi: “İlk İslam’a girdiğimde hayatımda pek fazla bir değişiklik olmadığını hissettim. İleri adım atmalıydım. Bu nedenle de insanlar arasında daha fazla anlayış köprüsü kurmalıydım.”

Ahmet Yılmaz / TIMETURK

Paris’teki Kutlu Doğum Programına Yoğun İlgi

Fransa’nın başkenti Paris’te, Paris Peygamber Sevdalıları tarafından Medine Camii organizasyonuyla düzenlenen kutlu doğum programı yoğun katılımlı ve heyecanlı geçti.

Bir hafta önceki Belçika’da düzenlenen Kutlu Doğum etkinliğinden etkilenerek İslam’ı seçen Katolik bir bayanın şehadet getirmesi programa damgasını vurdu. Yusuf Hocanın Kur’an tilavetiyle başlayan program, Mücahid hoca tararafından seslendirilen Türkçe ve Vuslat ilahi Grubu tarafından okunan kürtçe mevlitle devam etti.

Vuslat Ilahi Grubu, Medine Cami Kız Çocuk Grubu ve Genç Ilahi Grubu peygamberimize adanmış ilahiler seslendirirken, katılımcılar da ellerinde salladıkları güller ve salavatlarla eşlik ettiler.

Milyonlarca Salavat Teslim Edildi

Sahneye gelen Muhhammed hoca, Medine Camisi ve çevresi tarafindan dört aydır sürdürülen salavat kampanyasının sonuçlarını açıkladı:
– 21 milyon 824 bin 745 salavat,
– 801 bin 727 İhlas suresi,
– 224 bin 784 Felak suresi,
– 231 bin 719 Nas suresi,
– 5 bin 298 yasin suresi – 89 hatim-i Şerif

Büyük bir heyecanla peygamerimizin ruhuna teslim edildi. Program sonuna kadar bu sayılar durmadan yükseldi.

50 Yaşındaki Bir Bayan İslam Dinine Girdi

Bu arada mikrofon, bayanlar tarafında bulunan 50 yaşındaki bir bayana verildi. Belçika’daki kutlu doğuma katılan bayan onun tesirinde kalarak kızı gibi İslam’ı seçti ve herkesin şahitliği önünde Kelime-i Şahadet getirerek müslüman oldu. Salondaki Müslümanların sevinçleri, tekbir, salavat ve gözyaşları olarak yansıdı. Müslüman olan bayan, İslam’a girişini, “islam’ın kadına verdiği değere” dayadı.

Medine Camisi Başkan ve Yardımcısının Konukları Selamlaması

Medine Camii başkanı Orhan Hoca ve yardımcısı, gelen konukları selamladıktan sonra Lübnan kökenli El-Kadir Camii Başkan yardımcısı, Collége-Lycée Réussite (Paris’teki Müslüman kolej-lisesi) müdürü, Paris Milli Görüş teşkilatı temsilcisi ve Torcy Camii başkanına etkinliğe katıldıklarından dolayı teşekkür ettiler.

Mehmet Ali Gönül Hoca Programa Katılanlar Arasındaydı

Kutlu doğum programına katılmak için Türkiye’den gelen Mehmet Ali Gönül, müslümanların peygamberimize besledikleri muhabettin özelliğini dile getirdi. Hz Muhammed ve müslümanlar arasındaki sevdanın hiçbir sevdayla kıyaslamayacağının altını çizen Gönül, “Hz Zeyd ve Eştari kabilesini örnek gösterdi. O Zeyd ki, Resullullah’ı anne babasına tercih ettti, o kabile ki salavatlarla Yemen’den Medine’ye geldi gecelerini Kur’an okumakla geçirdi” dedi.

Gönül, son olarak Peygamber Sevdalılarının serptiği bu muhabbet ağacının, dallarının bugün Türkiye’nin her şehrine, Avrupa’ya ve dünyaya uzandığını anlattı.

İLKHA

İslamiyetten Etkilenen Japon Al Miki, Müslüman oldu

Japonya’da tanıştığı Konyalı bir Türk ile evlenmeye karar veren Ai Miki, Konya İl Müftüsü Şükrü Özbuğday’ın yaptığı ‘ihtida’ merasimi ile Müslüman olarak Aynur ismini aldı.

Japonya’ya 4 ay önce dil öğrenmek için gittiğini ve orada Nişanlısı Aynur Miki ile tanıştığını anlatan Erhan Özbay (31), Miki’yi ailesiyle tanıştırmak ve evlenmek için Türkiye’ye geldiklerini söyledi.

Evlendikten sonra Japonya’ya tekrar geri döneceklerini anlatan Özbay, “Nişanlım Aynur, Müslüman olduğu için ailem evlenmemizde bir sakınca görmüyor, bizi destekliyor.” dedi.

Konya İl Müftüsü Özbuğday, Japon Miki’nin İslam’ı tercih etmesinin Hz. Muhammed’in doğum yıl dönümü olan Kutlu Doğum Haftası’na denk gelmesinin güzel bir tevafuk olduğunu dile getirdi. Özbuğday, “Başka bir din mensubu iken İslam’ı kabul edenlere mühtedi diyoruz. Bu olaya da ihtida denilir.

Bunu belgelemek için de kendisine ihtida belgesi veriyoruz. İhtida belgesinin dünyevi yönden de faydaları var. Mesela hac için Suudi Arabistan’a gitmek istediği zaman bu belge olmadan vize alması mümkün değil. ”diye konuştu.,

Cihan

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version