Cuma Sohbeti – Namaz’ın Önemi

Cuma Sohbeti…

BİR ZAMAN sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: “Namaz iyidir. Fakat hergün, hergün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.

O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor. Ve ona baktım, gördüm ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zat o sözü bütün nüfus-u emmârenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: Madem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.

Dr. İdris Görmez / Gönülden Gönüle Programı…

Sabah namazı, vaktinde kılınamazsa sonra nasıl kılınacak?

Sabah namazı, namazların en mühimidir. Efendimiz (sas) Hazretleri, vakitlerin en eşrefi olan şafak vaktinde kılınan namazın önemini çarpıcı bir ifadeyle şöyle dile getirmişlerdir:

– Fecir vaktinde kılınan iki rekat namaz, dünyadan da, dünyanın içindekinden de hayırlıdır!..

– Neden dünyadan da, içindekinden de hayırlı?

– Çünkü dünya da, içindeki mal, mülk de ebedi hayatta geçer akçe olmayacaktır… Ancak, kılınan iki rekat namaz, dünyanın vermediği faydayı verecek, sahibini cehennem azabından kurtarıp cennetin nimetlerine de kavuşturabilecektir…

Bu sebeple burada dünyanın servetine sahip olan nice ibadetsizler, orada yoksulluk içinde kıvranırken, ibadetinde ihmale düşmeyen yoksullar da sahip oldukları cennet nimetleriyle orada mutluluklarını sürdüreceklerdir. Dünyada kalan servetleri sahiplerini kurtarmayacak, ama iki rekat namazları sahiplerini kurtarabilecektir…

Öyle ise özellikle kısa yaz gecelerinde akşam erken yatmalı, sabah erken kalkmalı, imsakla güneş doğması arasındaki geniş vakitte dünyadan da kıymetli olan sabah namazını vaktinde kılmalıdır.

Bunu sağlamak için önceden kendini ikaz etmeli, sabah namazına mutlaka kalkacağım, diyerek uykudan önce kesin niyet etmelidir. Bu vicdani hazırlık onu namaza vaktinde kaldıracak, dünyadan da hayırlı olan şafak vakti ibadetini zamanında yaptıracak, sonunda vicdan azabı çektirmeyecektir.

Bununla beraber, insanlık halidir bu. Hiç arzu edilmediği halde kalkamaz da, namazı güneşten sonraya kaldığı da olursa durum ne olacak?..

Bu takdirde artık her şey mahvoldu, bitti, öyle ise artık battı balık yan gider diyerek işi boş vermişliğe dökmek fevkalade yanlıştır…

Bu defa da yapılacak ilk iş: güneşin doğmasıyla başlayan (kırk beş dakikalık) kerahet vakti çıktıktan sonra öğlenin kerahet vakti girinceye kadarki geniş zaman içinde sünnetiyle birlikte farzı hemen kaza etmektir.

Bu durumda ne olur? Hiç olmazsa namazı vaktinde kılmama günahına maruz kalan insan, tehiri sürdürme günahına son vermiş, hemen kaza ettiği namazının borcuyla kalmaktan kurtulmuş olur…

Bu gibi hiç de arzu edilmeyen ihmallerde mühim bir nokta da şudur:

-Namazını vaktinde kılamayan insan, bundan derin üzüntü duymalı, sırtında dağ gibi bir yük ağırlığı hissetmelidir. Bir an evvel namazı kaza ederek bu ağır yükten kurtulma gayreti içinde olmalıdır. Burada en endişe edilecek bir durum da şudur:

– Vaktinde yapamadığı ibadetinden dolayı üzüntü duymamak, vicdan azabı çekmemek, tabiri caizse kılı bile kıpırdamamak..

Bu duyarsızlık hayra alamet değildir. Çünkü üzüntü duyan insan, kendisini üzen şeyle tekrar yüz yüze gelmek istemez. İbadetlerini vaktinde yapma azmi içinde olur. Üzüntü duymazsa bu gayreti de duymaz. Günahını basite almaya başlar. Günahını basite alan adam için Efendimiz´in (sas) çarpıcı bir ikazı şöyledir:

– Mümin, günahını üzerine yıkılacak dağ gibi büyük görür, tedbir alır. Münafık ise burnu ucuna konmuş sinek gibi basite alır, kayıtsız kalır!.

Günahını büyük görme duygusu, tekrar etmeme tedbirine sevk ederken, küçük görme duygusu da tekrar etmekten çekinmeme laubaliliğine iter..

Halbuki, tekrar edilmeyen büyük günah küçülür, devam edilen küçük günah büyür, küçük yağmur damlalarının birleşmesinden sel felaketi haline gelip sahibini günah bataklığına sürükler..

Bu mühim noktalar hiç unutulmamalı, ibadetleri vaktinde yapma titizliği ömür boyu sürdürülmelidir.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi

Çocukların İnanma İsteğinin Safhaları

Çocuk psikolojisiyle ilgilenen araştırmacılar; çocukların inanma isteğinin yaratılıştan var olduğunu açıklamışlardır. Hollenbach’a göre,  çocukta görünmeyen bitmez tükenmez merak duygusu vardır. Ayrıca onda kendine yardım edecek ve kendini koruyacak sonsuz bir kuvvet arayışı da mevcuttur. Çocuk bu merakla henüz isim takamadığı, fakat zamanla “Kutsal ve Mutlak” dendiğini öğreneceği ilahi kuvveti durmadan arar. Hollenbach çocuğun sonsuzluğa karşı duyduğu bu özleminden dolayı, onun yaratılışından dini duyguya sahip olduğunu söyler. Ancak o, bu özlemin teşvik edilmesi ve uyandırılması gerektiğini belirtir. Çünkü çocuk, dini duygularda genişleme ve derinleşme yeteneğine sahiptir.

Hollenbach’a göre küçük çocuk için Allah, melek, peygamber, Cennet, Cehennem, ölmek, dirilmek vb. konular henüz sırlarla örtülüdür. Yani dinin mahiyeti ve prensipleriyle ilgili esaslar çocuğun zihninde henüz yerleşmiş değildir. Fakat o bunlar üzerindeki sır perdesinin kesin olarak kalkmasını ister[1].

Başka bir araştırmacı Kroh da “Çocuk Allah’ı tek başına bulamaz. Fakat o, O’nun varlığına inanmak için hazırdır” der[2].

Remplein ise, çocukların, 2-6 yaş arasında Allah’a inanma hususunda özel ve canlı bir hazırlık içinde bulunduklarını söyler[3].

Bu hususta Künkel şöyle der:

Çocuk, inanmaya doğuştan hazırdır. Onun, doğal olan bu inanma ihtiyacının önünün açılması gerekir. Esasen çocuk düşünmeden şüphelenmeden ve itiraz etmeden inanmaya hazır olduğundan, söylenenlere içtenlikle inanır” [4].

Künkel, çocuğa inanma imkânının verilmesi ve dini konularda fırsat tanınmasına dikkat çekmiştir.

Bu hususta Risale-i Nurlar’da çocuklarda tohum halinde bulunan dini duyguların beslenmesinin ve kuvvetli bir şekilde geliştirilmesinin önemine dikkat çekilmiş; aksi takdirde telafisinin çok zor olacağına işaret edilmiş ve şu açıklamalarda bulunulmuştur:

Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır. Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir[5].

Bu ve benzeri ifadelerden anlaşılıyor ki, çocukların ruhu İslamiyet ve imanın esaslarını almaya hazırdır. Daha küçük yaşlarında kuvvetli bir şekilde iman hakikatlerinin ruhlarına yerleştirilmesi şarttır. Aksi halde taze iken eğilmeyen bir dalın eğilmesi ne kadar zorsa, çocuklukta verilmeyen dini duyguların büyüdüğü zaman verilmesi ve bunun çocuk tarafından kabul edilmesi çok zorlaşır.

Sonuç olarak, bütün bu ve benzeri araştırmalar açıkça gösteriyor ki, çocuk yaratılıştan dindardır. Fakat bu dindarlığın doğru bir şekilde şekillendirilmesine ihtiyaç vardır. Bu da, yetişkinler tarafından ona bu imkanın sağlanması ile olur. Onun için Peygamberimiz (s.a.v.) “Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar sonradan anneleri ve babaları onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirirler” buyurmuştur[6].

Dr. İdris Görmez
www.NurNet.org

[1] Hollenbach, S. J. M.Chrictliche Tieefenerziehung. Verlag J. Knetcht, Frankfurt a.M.1960.

[2] Kroh, O. Entwicklungspsychologie des Grundschulkindes. Verlag J. Beltz, Weinheim, 1964.

[3] Remplein, H. Die seelische  Entwicklung des Menschen im Kindes- und Jugendalter, 14. Aufl. 1966.

[4] Künkel, F. Ringen und Reife, F. Bahn Verlag, Konstanz, O Jahr. Langeveld, M.J. Kind and Religion. G. Westermann, Braunschweig, 1959.

[5] Nursi, B. S. Emirdağ Lahikası I. Envar Neşriyat, İstanbul, 1993, s.41.

[6] Buhari, Kader 3.

Katar Başkonsolosluğu’nun Milli Gününde Risale-i Nur Anlatıldı

Katar Başkonsolosluğu’nun Çırağan Sarayındaki Milli Gününde Risale-i Nur Anlatıldı

19 Aralık 2011 akşamı, Katar İstanbul Başkonsolosluğu’nun tertiplediği Katar Milli Günü kutlamalarına aldığımız davet üzerine, Ruba Vakfını temsilen kutlamalara iştirak ettik.

Başkonsolos Mohamed Ali S.A. Al-Maadid ekibimize son derece sıcak davrandı. Şemsettin Türkan Abi ile başkonsolos uzun müddet sohbet ederek, gerek vakfımızın faaliyetleri, gerekse de Risale-i Nuru konuştular.

Sohbet esnasında Şemsettin Abi; son dönemde çok sayıda Avrupalının İslamı seçtiğini, İslamı seçen bu insanlardan % 32’sinin İslamı seçmelerinde Risale-i Nurları okumalarının etkin olduğunu belirtti. Duyduğu bu sözlerden son derece etkilenen Sayın Başkonsolos hayret ve takdir ifadelerini kullanarak, kendisine hediye edilen Arapça Risale-i Nuru okumak için sabırsızlandığını belirtti.

Kutlamaya iştirak eden Sudan Başkonsolosu Sayın Asım M.A. Mukhtar İbrahim, Suudi Arabistan Başkonsolos Yardımcısı Abdullah A. Almoghileeth, Cezayir Başkonsolos Yardımcısı Abbes Belfatmi ile de tanışıp sohbet etme fırsatımız oldu. Bu ülkelerde yapılan hizmetleri, Ruba Vakfı olarak faaliyet sahalarımızı, ilişkileri arttırmak için neler yapılabileceğini konuştuk. Kendilerine Arapça Risale-i Nurlar hediye ettik. Son derece sıcak bir atmosferde, faydalı konuşmalar yapıldı.

Sayın Başkonsolosun kapanış konuşmasının ardından kutlamalardan ayrıldık.

www.NurNet.org

Bulut: ‘Can boğazdan çıkar, çünkü…’ (video)

Gazeteci-Yazar Mehmet Ali Bulut, Can Boğazdan Çıkar kitabının Bediüzzaman Said Nursi’nin Şükür ve İktisat Risalesinin tam bir Türkçe tefsiri olduğunu söyledi. Bulut, “Tabii ki Üstad konuya Rahmaniyet, ubudiyet ve kulluk noktasından baktığı için muazzam bir şekilde anlatıyor. Ama bu kitap da Şükür ve İktisat Risalesinin Türkçe tefsiridir.” dedi.

Mehmet Ali Bulut, Moral FM Av. Bekir Berk Toplantı Salonunda, Nur İlim ve Eğitim Vakfı ile Nesil Yayınları Grubunun ortaklaşa düzenlediği aylık seminer dizisinde İktisat ve Şükür Risaleleri bağlamında sağlıklı beslenme konusunu anlattı. Seminerin moderatörlüğünü Moral Medya Genel Müdürü Haluk İmamoğlu yaptı. Bulut, konuşmasında “Şükür hasta olmamak ve senden beklenen ibadeti hakkı ile yapmaktır.” diyerek “Hasta olmak (Dinde vâcib ve sünnet-i müekkede olan emirleri kasten, bilerek ve özürsüz terk etmek olan) bir tür tahrimen mekruhtur.” uyarısında bulundu.

Her insanın nasıl kanı, DNA’sı ve parmak izi kendine özel ise sindirim sistemi ve kanı da tekildir.” ifadesini kullanarak kan gruplarının insanların beslenmelerindeki önemine dikkat çekti: “Bütün dünyada kişilerin kan (mizaçlarına) gruplarına uygun beslenmeleri halinde şişmanlık ve hastalık problemlerinden kurtulacakları savunulmaktadır. Geleneksel tıp daha da ileri giderek her insanın kendine özgü sindirim sistemi ve enzimleri olduğu bilgisinden hareketle kişiye özel beslenme programları önermektedir. Bende bu kitapta kan gruplarına göre insanların neleri yiyip neleri yememeleri konusunu işledim. Yazılanların yüzde 90’ına yakının bizzat kendim denedim.

Beslenme, besin maddelerinin mizaç olarak, vücut yapısına benzer hale gelmesi ve böylece dokulardaki günlük yıpranma ve yırtılmaların, tamire uygun hale gelecek ve düzeltilecek şekilde değişmesidir.” diyen Bulut, bu konunun Kur’an’da da çok geçtiğini vurgulayarak “Kur’an’ı Kerim’e yiyecekler içecekler açısından bakıldığında, görülecektir ki iman dahil insanın tüm saadet ve şekavetleri, iyilik ve kötülükleri, daha doğrusu hak edişleri yedikleri içtikleri üzerinden aktarılıyor.” dedi.

İNSAN BAŞINA GELENLER HAKKINDA YEDİKLERİNE BAKSIN

Bulut, sözlerine şöyle devam etti: “İnsan bedendeki gıda ve faaliyet, zikir, fikir, huzur veya huzursuzluk ilişkilerini anladığında, Kur’an’ın helal ve haram yiyecekler konusunda neden bu kadar vurgu yaptığını da çözebiliyor. Hemen hemen her surede mutlak manada Allah sözü getirip gıdaya ve onun neticelerine dayandırıyor. Çünkü bugünün inanan insanları bu ayetleri daha çok helal-haramlar boyutuyla değerlendirse de kastedilen mana, helaller haramlar konusundan çok daha kapsamlıdır. Çünkü yediklerimiz ve içtiklerimiz bizden doğacak eylem ve fikirleri de etkiliyor. O fikir ve eylemler ya bizi cennete layık (huzurlu, sağlıklı, başarılı, yaşamından lezzet alan ve böylece Allah’ından razı) bir kul veya cehenneme layık (hastalıklar, sıkıntılar, inançsızlıklar ve müptelalıklarla vücudunu içinde yaşanılmaz bir hale getirmiş, ömrü kahırla geçen, bezgin, huzursuz ve adeta ölmeden cehennemi yaşayan, içten içe yanan) bir odun haline getiriyor. Bu yüzden insan başına gelenler konusunda sık sık dönüp yediklerine, içtiklerine bakmalı ki bunların keyfi bir takdir değil, bir hak ediş meselesi olduğunu da kavrayabilsin.

TESPİT EDİLEN EN ESKİ KAN GRUBU 0 (SIFIR)’DIR

Kanda anne sütü gibi insanın genetik yapısını bozuyor. Kanın kendisini tanımlanmasını gerektiren özel birimler var. Allah her bir insana taklit edilemez bir yapı vermiştir. Her kanın kendine ait bir kimlik tanımlaması vardır. O yüzden kan gruplarına göre beslenmek çok önemlidir” uyarısında bulunan Bulut, kan gruplarının tarihi hakkında şunları kaydetti: “Tespit edilen en eski kan grubu 0’dır. Tarım toplumuna geçildikten sonra A grubu çıkmıştır. İnsanlar soğuk memleketlere gidip baskı altına alınınca B grubu ortaya çıkmıştır. Bu kişiler soğuk memleketlerden geri dönüp diğer insanlarla tekrar temasa geçince bu sefer AB grubu ortaya çıkmıştır. AB kan grubunun geçmişine bakıldığında 1500 yıllık bir tarihi vardır.

ANNE SÜTÜ ÇOK ÖNEMLİ

Bulut, beslenme konusunda anneleri uyarak çocuklara hazır mama yedirmenin çok zararlı olduğunu belirterek “Bir erkek çocuğun 24 ay, kız çocuğunun da 20 ay annesi emmesi gerekiyor. Eğer gerektiği gibi anne sütü emmez ve hazır mama yerse bu çocuk da eczane sistemine üye olur. O yüzden anne sütü çok önemli. Günümüzde bulunan birçok hastalığın sebebi anne sütünü çocukların yeterince emmesidir.” diye konuştu.

Dursun Kabaktepe / Moral Haber

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version