Kimlerin Psikolojisi Daha Sağlıklı?

Dinin Ruh Sağlığına Etkisi

Günümüzde araştırmalarla ortaya çıkmıştır ki dindar kişiler, dindarlık seviyesi düşük olan kişilere oranla psikolojik açıdan daha iyi durumda, daha iyimserdir. Dindar kişilerde daha az stres, depresyon ve intihar teşebbüsü görülmektedir.

Batı toplumlarında bu alanda yapılan 700 çalışmadan 500’ünün (% 71) dinle ruh ve beden sağlığı arasında olumlu bir ilişki olduğunu ortaya koyduğu görülmüştür.

Depresyon ve Din

Dinin, depresyonlu hastalar üzerindeki etkisi alanında 93 alan araştırmasından 59’unda, dinî ibadetlere daha fazla katılan kişilerde depresyonel düzensizliklerin daha düşük olduğu tespit edilmiştir.

Diğer bir araştırmada dindarlıkla hayattan memnun olma arasında, çalışmaların % 80’inde pozitif bir ilişkinin bulunduğu tespit edilmiştir.

Araştırmalara göre din, insanlara içinde bulundukları durum ne olursa olsun, ya da kişiler ne tür sorunlar yaşarsa yaşasınlar, bunların iyileşeceğine dâir bir umut ve duygusal iyileşmeyi sağlayacak motivasyon sağlamaktadır. Buna karşılık depresyon konusunda ne eğitimin, ne cinsiyetin, ne de evlilik durumunun, dindarlık kadar etkili bir faktör olmadığı anlaşılmıştır.

İbadet ve Depresyon

İbadete devam sıklaştıkça daha düşük seviyede psikiyatrik düzensizlik, cinnet, depresyon ve sosyal fobiye rastlandığı bulunmuştur.

Yine bu araştırmada, hayata bir anlam bulmada, günlük hayatın zorluklarıyla başa çıkmada ve hayatın sıkıntı ve zorluklarına katlanmada dindarlığın önemli bir yerinin olduğu tespit edilmiştir.

İntihar ve Dinî İnanç

İntiharla dindarlık arasındaki münasebeti inceleyen araştırmaların büyük çoğunluğu, dindarlıkla intihar arasında ters bir ilişkinin olduğunu ortaya koymuştur. Bilindiği gibi İslâm dini intiharı kesinlikle yasaklarken, diğer dinler de intiharı kabul etmemektedir. Dinî inançlarını yerine getiren kişilerin, uyuşturucu bağımlılığı, depresyon ve ümitsizlik gibi intihara yol açan risk faktörleri konusunda daha düşük oranlara sahip oldukları bulunmuştur.

Kaygı ve Din

Yapılan araştırmalar, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerde daha az kaygı ve korkunun olduğunu ortaya koymaktadır.

Dinî inanç, tutum ve davranışlar bir taraftan depresyon, intihar, kaygı gibi birtakım olumsuz ruhî durumları engellerken ya da ortadan kaldırırken, diğer taraftan da fertlerin psikolojik açıdan daha iyi olmalarına vesile olmaktadır.

Yine bu alanda yapılan araştırmalarda iyimserlik ve din, psikolojik iyi hâl ve din arasında olumlu ilişkiler tespit edilmiştir.

Sonuç olarak;

Dinin fert ve toplum hayatında birtakım ahlakî ilke ve prensipler vasıtasıyla, düzenleyicilik rolünün yanında, ruh ve beden sağlığı açısından da oldukça faydalı yönlerinin olduğu yapılan araştırmalarla gün geçtikçe daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Prof. Dr. Mustafa Köylü

Üstad’ın Hediyesini 50 Yıldır Saklıyor

Siirt battaniyelerinin mucidi Mehmet Ali Tuncel, Afyon Cezaevi’nde Bediüzzaman Hazretleri’ne bir battaniye hediye etti. Üstad kabul etmedi, ‘Git torununun üzerine ört!’dedi. O torun, Cevat Tuncel büyüdü, tam 50 yıldır o battaniyeyi saklıyor.

Farklı bir güne uyandı Siirt. Askerler köyü bastı, bütün ahaliyi topladı meydana. Rütbeli bir komutan yüksek bir yere çıkıp bağırdı: “Arama var. Arama…” Artan uğultular eridi kısa bir süre sonra. Köylüler sebebini sor(a)madan evlerinin kapılarını eli silahlı misafirlere açtı. 

Öğle vakitlerinde askerler yorulmuştu, dinlenmek için bir yer aradılar. Komutanın emriyle askerler köylülerin şaşkın bakışları arasında ayakkabılarıyla camiye girdi, köyün ibadethanesine… İmam sesini çıkaramadı, dışarı çıkarılan cemaat, hayretler içinde olan biteni izledi. Askerlerin cami bahçesine bağladığı atların kişnemeleri soğuk bir tokat gibi çarptı köylülerin suratına.

Topluluğun ileri gelenlerinden ilim irfan sahibi halıcı Mehmet Ali Efendi, bu duruma daha fazla tahammül edemedi, alçak sesle komutana seslendi: “Evim karşısı, isterseniz boşaltayım, orada kalın. Bahçesine atları bağlayın. Lütfen ama lütfen camiyi boşaltın.” Komutan kızdı bu çıkışa, askerlere konuşanı tutuklamalarını emretti. Sessizlik derinleşti, bir kelepçe takıldı Ali Efendi’nin koluna, düştü mahpus damına.

Birkaç gün sonra Ali Efendi, Afyon’da cezaevinde açtı gözünü. Ailesinden habersiz aylarca yattı içeride. Kuran okudu, namaz kıldı, dua etti. Bir gün gardiyanlardan biriyle sohbet ederken iki koğuş ilerisinde Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin yattığını öğrendi. İnanamadı. Bitlis’te günlerce yanında bulunduğu, bildiği herşeyi kendisinden öğrendiği çile insanı yan tarafta mıydı! Sevindi, şaşırdı, üzüldü… Bir çok duyguyu yaşadı aynı anda. Üstad, ‘Muhammet Ali’ diye hitap etmiş, iki defa Siirt’teki evinde ziyaret etmişti. Sonraları günler birbirini eskisinden daha hızlı kovaladı.

Ali Efendi bir gün, gardiyanın yardımıyla cezaevinden kaçtı. Afyon’dan çıkarken evlerinin önünde kendi dokuduğu halıların serildiği bir ev gördü. İçeri girdi, borç para istedi. Ev sahibi kırmadı onu, 2,5 lira verdi. Ali Efendi yakalanma korkusuyla köyüne döndü. Dünyalar askerden gelip oğlunu göremeyen babanın oldu. Hasretler dindikten sonra Ali Efendi, yanına bir battaniye alıp tekrar çıktı yola. Ailesi yakalanır diye engellemeye çalıştı ama nafile. O koymuş kafasına, gidecek Üstad’ın yanına.

Hapishanenin önüne gelince kalbi yerinden çıkacakmış gibi oldu. Besmele çekti, Bediüzzaman Hazretleri’nin öğrettiği bir duayı okuyup içeri girdi. Bir keramet gerçekleşti sanki… Kimse “Nereden geliyorsun, kimsin?” diye sormadı. Üstad’ın karşısında dili damağına yapıştı, “Buraya nasıl geldin?” sorusuna cevap bile veremedi. Görüşmenin sonunda elindeki battaniyeyi Üstad’a uzattı. Üstad “Hayır.” dedi: “Ben hediye almam. Al bunu sizin evde başını okşadığım turuncu kafalı çocuğun üzerine ört. Benden ona hediye olsun.” Ali Efendi, kahverengi, krem çizgili battaniyeyi evine dönünce torunu Cevat’ın üzerine örttü.

***

Sandıkta saklı

Üstad vefat etti, Cevat büyüdü zamanla. Akrabaları battaniyenin hikâyesini anlattı uzun uzadıya. İstanbul’a göç edince sandık içine kondu battaniye, uzun süre çıkarılmadı dışarıya. Cevat trafik kazası geçirdi bir gün. Kafatası iki yerinden kırıldı, 1.5 yıl kalkamadı ayağa. Hayata tutunmak için bir şeyler yapması gerekiyordu, düşündü taşındı tekvandoya başladı. Hocası B Takımı’na kaptan yaptı onu. Yüzünü kara çıkarmadı, İstanbul’da yapılan ilk şampiyonada takımı finale çıkardı. Federasyon kurulunca milli takıma alındı hemen. Bu sırada evlendi Cevat. Gözü gibi baktığı battaniyesi yer değiştirdi, eşinin sandığına girdi. Yıllar birbirini kovaladı, arada çıkarıp baktı, göz yaşı döktü. Hatta bir dönem evin duvarlarına astı, tüyleri döküldüğü için yeniden sandığın bir köşesine sakladı.

Ziyaretine gelenler oluyor

Cevat’ın altı çocuğu oldu. Hepsi de onun gibi karateyi seçti. Biri 90’lı yılların sonunda Avrupa şampiyonu, biri geçtiğimiz yıl dünya şampiyonu oldu. Eve onlarca madalya geldi, ama hiç biri battaniye kadar değerli olmadı Cevat için. Başbakan Tayyip Erdoğan’a Kasımpaşa’da komşuluk yaptığı, Turgut Özal döneminde Saadet Partisi’nden milletvekili aday adayı olduğu yılları unutabilirdi belki ama ‘Üstadın başımı okşayışını unutmam, unutamam.’ dedi, eşe dosta. Avcılar’daki bir terör saldırısında oğlunu kaybeden Cevat Hoca aynı semtte bir spor kulübü çalıştırıyor şimdi. Battaniyeyi görmek isteyenler oluyor ama eşi beyaz nakışlı bir örtünün içinde saklıyor. Keçi kılından yapılan battaniye, naftalin kokuları içinde Üstadın izlerini ve bu hikayeyi fısıldıyor bakanlara, görenlere…

Kaynak: Zaman

Asrımızın Dört Büyük İlahı

Günümüzde insanların peşine düştükleri, mübtelası oldukları hatta bir putperest gibi taptıkları, günümüz insanının problemi haline gelmiş 4 büyük hastalık şunlardır;

1-Her çeşidiyle, Şirk ve hurafeler.

2-Haram mal yemek.

3-Zina ve envaı.

4- İçki ve uyuşturucu.

Bunların çözümü temelde fıtrilikten, fıtrata uygun hareket etmekten geçer.

Haram mal yemenin başında riba gelir. Günümüzde bankaların iyice artması ve farklı bir çok alternatif sunmasıyla, faiz, alınıp yutulan kolay bir lokma haline gelmiştir. Kuranda ve sünnette faizin haram oluşu, kebairden olduğu sarahaten bildirilmesine rağmen, günümüzde yaygın bir sistem haline gelerek dünyanın her tarafında mütedavil hale gelmiştir. Efendimiz’in beyanları çerçevesinde riba, Allahu Tealanın harb ilan etmesine sebebiyet verecek kadar tehlikeli bir davranıştır. Faize bulaşmak, Semavat ve arz, kabzayı tasarrufunda bulunan Cenabı Hakka karşı ilanı harbte bulunmak demektir ki, böyle bir harp de netice itibariyle helaket ve felaketlerle sonuçlanır.

Bir diğer açıdan Efendimiz, Yemesine içmesine, kazancına dikkat etmeyenin duasının da müstecab olmadığına işaret etmektedir.

Allah Rasulü “saçı başı dağınık, üzerinde sefer emaresi bulunan, Ya Rab, Ya Rab şeklinde dua eden ama yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haram olan böyle birisinin duasına nasıl icabet edilir ki” buyurmaktadır.

İnsanı değerli kılan duasına icabet edilmesi olduğundan, duasına icabet edilmeyen kimse başıboş, kimsesiz ve değersiz kalır.

Günümüzde gayet derecede şayi, 2. bir problem olan harama nazar ve zinaya gelince, bu da fert ve toplumun dünya ve ukbasının mahv olmasına, insanın latifelerinin körelmesine, insandaki envarı tecellinin yok olmasına, basiretinin bağlanmasına sebep olan şeni bir fiildir. Bu açıdan müminler bunu işlemek şöyle dursun, bu şeni fiile yaklaşmaktan bile nehy olunmuşlardır.

Sakın zinaya yaklaşmayın! Çünkü o, çirkinliği meydanda olan bir hayasızlıktır, çok kötü bir yoldur.”

Bu konuyla alakalı diğer bir ayet olan;

Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle! Bu, onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve günahtan korumalarını söyle.Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler.”

Ayet-i kerimesinde, dini vecibelerin hakkıyla yerine getirilebilmesi, şeytanın vesvesesinden ve şehevani düşüncelerden kurtulmanın yolunun, zinanın ilk basamağı olan nazarı terketmeye bağlı olduğu ifade ediliyor.

Efendimiz, zina ve harama nazarla ilgili muhtelif halleri şu şekilde tasvir etmektedir:

Ebu Hureyre’nin (r.a.) anlattığına göre: Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah, Adem oğluna zinadan nasibini takdir etmiştir. Hiç şüphesiz bu akıbete erişecektir. İmdi göz zinası bakmaktır, dil zinası da konuşmaktır. Nefis temenni eder ve iştahlanır. Tenasül uzvu ise bunu ya tasdik eder gerçekleştirir, yahut (bırakarak) yalanlar.”

Efendimiz Hz. Ali’ye

Ey Ali! Bir bakışın peşinden tekrar bakma (birinci bakışına ikinci bakışını ekleme)! Çünkü birinci bakış, senin hakkındır (kasıtlı olmadığı için birinci bakışında sana bir şey yoktur.) İkinci bakış ise, senin hakkın değildir (kendi isteğinle olduğu için ikinci bakışında sana günah vardır.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi 15-20 yaşlarında, Van’da Tahir Paşa’nın sarayında altı ay kadar kaldığı hâlde, onun kerimelerini bir türlü tanımıyordu, iki üç günlüğüne gelip o saraya misafir olarak yerleşen başka bir hoca ise kısa zamanda onları birbirinden tefrik etti, aynı şekilde 20-25 yaşlarında İstanbul’a geldiğinde, Çamlıca’da Yusuf İzzettin’le birlikte onun köşkünde kalırken, çoğu zaman geze geze Üsküdar’a inip, oradan kayıkla karşı tarafa geçerlerdi, Haliç’te kadın-erkek, çoluk-çocuk şarkı söyleyip saz çalmak için sahile döküldükleri hâlde, bir kerecik olsun göz kapağını kaldırıp onlara bakmıyordu.

Kendisine neden bakmadığı sorulduğunda da, kaçamak bir cevapla, “Ben âlim olmanın izzet ve onurunu koruyorum.” demişti. Oysa o, mehâfetullaha (Allah korkusu) ve mehâbetullaha (Allah saygısı) o kadar kilitliydi ki, hayatını sürdürdüğü kalb ve ruh ufkundan öyle şeylere bakılmazdı ve bakmadı. Bu konumda bulunan, tebliğ ve irşad vazifesini üstlenmiş kimselerin, harama nazarları dine, ilme, davaya, bütün mukaddesata karşı bir hıyanet sayılır ve bu durumda olan hain de hiç bir sırra vakıf olamaz.

İbni Abbas hz. konuyla alakalı “O, gözlerin hain bakışını ve kalplerin sakladığı bütün şeyleri dahi bilir.” ayetini de harama nazar etmek şeklinde tefsir etmektedir.

Toplumu ifsad edip, toplumda onarılması, tamiri çok zor derin yaralar açan bir diğer sıkıntı da içki ve uyuşturucudur. Kur’an-ı kerim’de

Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen sunaklar, fal okları, şeytana ait murdar işlerden başka bir şey değildir. Bunlardan geri durun ki felâh bulasınız.”

şeklinde, şeytan işi bir pislik olarak anlatılan içki, hadislerde de çok ağır bir dille kınanmaktadır.

İçki mübtelası olan putperest gibidir.”

Bir diğer yönüyle içki içmek, diğer maasiden farklı olarak, insanın hayru hasenatının, salih amellerinin yok olmasına sebebiyet veren bir masiyettir. Efendimiz, içki içenin 40 gün namazının kabul edilmeyeceğini bildirmiştir:

Sarhoş edici bütün maddeler içki sayılır. Sorhoşluk verici bütün içkiler de haramdır. Kim onu sarhoş oluncaya kadar içerse, Allah onun kırk gün namazını kabul etmez. Tevbe ederse Allah dilerse bağışlar. Tekar içki içmeye başlarsa, Allah, bunlara tinetul-habal içirmeye ahdetmiştir. “Tinetu’l-Habal nedir?” diye sorulunca: “Cehennemliklerin (vücudlarından, çıkan) terleridir!” diye cevap verdi. İçkinin haram olduğunu bilemeyecek kadar küçük yaşda bulunanlara içki içirenlere de Cenabı Hak bu şekilde muamelede bulunacaktır.”

Ayrıca Efendimiz içki içilen sofraya oturmaktan da nehy etmiştir:

Allaha ve Ahiret gününe iman eden kimse içki içilen sofralara oturmasın.

herkul.org

Başımıza Gelen Musibetlerin Sebepleri Nelerdir?

Peygamberler tarihine baktığımızda Allah (c.c.) ın emirlerine uymayan kavimlerin helak oldukları görülür. Bu durum Müslümanlar için Felaket ve musibetler olarak tezahur eder diyebiliriz .

Hz. Ali (ra) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz (SAV) bir gün:

“Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belâlar iner!” buyurdu. Yanındakiler:
“Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular.
Resûlullah Efendimiz (SAV) şöyle buyurdu:

 
1- Millî servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında gidip gelen bir metâ haline gelirse,
2- Emanet ganimet ve fırsat bilinip hıyanet edildiği zaman,
3- Zekât (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve) ceza telâkki ettikleri zaman.
4- Kişinin karısının kötü emirlerine itaat ettiği zaman,
5- Anne hukuku sıkça çiğnendiği zaman,
6- Baba hukuku sıkça çiğnendiği zaman.
7- Arkadaşın kötü emirlerine itaat arttığı zaman,
8- Mescitlerde (rızay-ı İlâhî gözetmeyen husûmet, alış-veriş, eğlence ve siyaset vs. ile ilgili sesler yükseldiği zaman.)
9- Kavme, onların en alçağı reis olduğu zaman;
10- Zorba kişiye zararı dokunmasın diye hürmet edildiği zaman;
11- Şarap meşrû sayılarak içildiği zaman,
12- İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği zaman;
13- Şarkıcı kadınlar arttığı zaman;
14- Türlü çalgı âletleri arttığı ve sıkça çalınır olduğu zaman,
15- Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakaret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, zelzeleyi, yere batışı veya suret değiştirmeyi ya da gökten taş yağmasını bekleyin.
(Kütüb-ü Sitte, 14/340; Tirmizî, Fiten 31, (2307)

Yukarıda Hz. Ali (ra) den rivayet edilen hadislerin gösterdiği gibi Müslümanların da musibet ve belalardan uzak olmadıkları açıktır.

Bediüzzaman Hazretleri de Müslümanların başına gelen musibetleri Namaz, Oruç, Zekat ve Hac gibi İslamın şartlarının yerine getirilmesinde gevşeklik göstermek ve yerine getirmemek gibi nedenlere bağlar.

Üstadın bu rükünlerden Namaz, Oruç ,Zekat ve Hac gibi İslamın şartlarının yerine getirilmemesinde gevşeklik göstermenin acısını ve sonucunu 1. Dünya savaşı sırasında gördüğü rüya ile çok güzel açıklar.Rüyada Ona alimlerden oluşmuş bir meclis soruyor.

“SORU: “Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?

“Dedim: “Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: salât, savm, zekât.”

“Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrikle bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik, O da bizden müterakim zekâtı aldı. El cezâu mincinsi’l-ameli

“Mükâfat-ı hâzıramız ise: Fâsık, günahkâr bir milletten, humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatâdan neşet eden müşterek musibet, mâzi günahını sildi.”

“Rüyanın zeyli”

Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü’z-zünub değil, kessâretü’z-zünub oldu. Haccın bahusus taarrüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.”

“İşte Hint, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, biçare valideleri olduğunu, “ba’de harabi’l-Basra” anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar.”

“İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor.”

“İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor.”

“İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor.”

Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirildi. Fa’tebirû.

Rüyada meclisin sorusuna verilen cevapta Üstad, İslam’ın namaz, oruç ve zekat gibi terk edilen ibadetleri; bazı musibetler vasıtası ile ümmetin günahlarına kefaret olup affına sebebiyet verdi diyor. Ama aynı kefaret ve af, hac ibadetinin terki için vuku bulmadı.

Üstad meclise karşı hac hususunda cevap veremiyor, sükut ediyor. Haccın en önemli hikmet ve siyaseti; muhtelif kavimlerin bir araya gelip, orada kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesidir. İşte ümmet bu ibadeti terk etmek ile, bu önemli hikmet ve siyaseti de terk ettiği için, ceza olarak ümmet manasından uzaklaşıp, güç ve birliğini yitirmiş ve zalim Avrupa devletlerine yem olmuştur. Cezası günahlara kefaret değil, günahların artmasına sebep oldu. Hakikaten İslam ümmeti en şiddetli tokadı hac ibadetinin terkinde gördü. Bugün Filistin’in ve koca Arap aleminin, bir avuç İsrail karşısında aciz kalması bu sırdan ileri geliyor.

Hamit Derman

www.NurNet.org

Nur Talebelerinin Seçim Açıklaması

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinin 12 Haziran seçimleri ile ilgili açıklaması:

Aziz milletimize ve kamuoyuna saygı ile duyurulur:

Muhterem Nur talebeleri,

Aziz ve muhterem kardeşlerimiz, mübarek üç aylarınızı tebrik eder bu manevi mevsimlerin milletimize Alem-i İslam’a ve beşeriyete hayırlar getirmesini niyaz ederiz.

Muazzez ve Mualla Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin işaret ve beşaret verdiği, maddi ve manevi müjdelere tek tek şahid olduğumuz bu bahar mevsiminde ülkemizi, bölgemizi belki de dünyayı yakından ilgilendiren bir genel seçimin arifesindeyiz.

Bazı kardeşlerimizden hangi partiye oy verileceği konusunda sualler sorulmaktadır. Üstadımızın yakın talebelerinden merhum Zübeyir Gündüzalp ağabeyin muhtelif mektuplarından alınmış şu ifadeler oy verilecek parti hususunda yolumuza ışık tutmaktadır.

‘- Biz ahrar yani hürriyetçiyiz. Hürriyetçi bir partiden başa kim geçerse geçsin o partiyi destekleriz. Mühim olan o partinin tüzüğüdür.’

‘- İsim ve şahıslar değişebilir ama ölçüler değişmez. Biz ölçülerimize uyanları destekleriz. Kişileri ve isimleri değil.’

‘- Sahneden düşenleri sahneye çıkarmak bizim işimiz değil, ölçülerimize uyan, bu ölçülerle millet ekseriyetinin desteğini kazanan kim olursa olsun biz onu reylerimizle destekleriz.’

‘- Mesleğimizde milletin ekseriyetinin hüsnü teveccühünü kaybetmiş mazi olanlarla istikbale yürünmez, onlarla kaybedecek zamanımız yoktur.’

‘- Bizim dışımızda gelişen ve değişen şartlarda meydana gelen durumda ileriye bakarız dava ve dairemizi kullandırtmayız.’

‘- Ahde vefamızı hayırlı hizmetlerini yad ederek gösteririz. Bu bir hakperestliktir. Düşene vurmayız şakşakçısı da olmayız.’

‘- Mualla ve muazzez üstadımız : ‘Demokratlar ittihad-ı İslama inkılap edecektir.’ demiştir. İsim ve unvan olarak değil. Demokrat düşünce ve mana olarak ittihad-ı İslama , İslam ülkeleri ile münasebetlerin inkişafına inkilap edecektir.’

Merhum ZÜBEYİR AĞABEYİN ifade ettikleri beyanlarını biz de ruhu canımızla destekliyoruz, ÜSTADIMIZIN beyan buyurduğu İttihad-ı İslam’a yol açan ve tahakkukuna çalışan şer örgütlerin hücum ettikleri mevcut iktidardaki sağ partinin muvaffakıyetlerini Cenab-ı Hak’tan diliyoruz.

Bu manalar çerçevesinde yapılan müzakere, mütalaa ve değerlendirmelerden sonra hasıl olan müşterek kanaatimiz aşağıda maddeler halinde arz edilmiştir.

1. Kurulduğu günden beri dine ve dindarlara karşı icraatlarıyla ve yasakçı zihniyetiyle bilinen her türlü manevi inkişafa engel olmaya çalışan, Üstadın ifadesiyle “İttihatçıların bozuk kısmı”nı temsil eden bir siyasi parti bugün de iktidar alternatifi olarak karşımızda durmaktadır.

2. Ak Parti, dine ve dindarlara hürmetkârdır. Müsbet ve güzel hizmetlere ev sahipliği yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Üstadımızın işaret buyurduğu Ahrar (özgürlükçü) ve demokrat mana bu partide tecelli etmektedir.

3. Şimdiki durumda bu kitle partisi Ak Parti görünmektedir. Bu sebeple onun “KURAN, VATAN ve İSLAMİYET” namına iktidarda muhafaza edilmesi elzemdir.

12 Haziran’da yapılacak bu genel seçimin milletimize, Alem-i İslam’a ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini, İttihad-ı İslam’a vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyoruz.

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri, Kur’an-ı Azimüşşan ve Risale-i Nur hizmetkarları

Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Salih Özcan, Abdülkadir Badıllı, Mehmet Fırıncı

Kaynak: Samanyoluhaber.com

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version