Bediüzzaman Hakkında Kısa Kısa…

Asrın Müceddidi Bediüzzaman

Cenab-ı Hak asırlar boyunca dini tecdid eden ve karanlıklı, girdaplı yollarını tenvir eden müceddidler gönderiyor. İşte bu şeref ve fazilete nail olan zatlardan birisi de Bediüzzaman Said Nursi’dir.

Bediüzzaman Said Nursi, Bitlis vilayetinin Hizan kazasının Nurs köyünde, 1876 yılında doğdu. Babasının ismi Mirza, annesinin ismi Nuriye’dir. Ailenin yedi çocuğundan dördüncüsüdür. 84 yıla sığdırdığı çileli hayatının her anını iman ve kur’an hizmetiyle geçirmiş nadire-i hilkat bir alimdir. Ama O’nun ilmi diğer alimlerin ilminden farklıydı.Hayatına ve eserlerine baktığımızda ilminin kesbi olmayıp, vehbi olduğunu her satırında görebiliyoruz.

Said Nursi bir gün rüyasında kıyametin koptuğunu görür. Bu esnada Peygamber Efendimizi(sav) ziyaret etmeyi arzu eder.Peygamberimizi nasıl ziyaret edebileceğini düşünürken, gidip sırat köprüsünün başında beklemek aklına gelir.

Bütün insanlar buradan geçer ve Peygamber Efendimiz de buradan geçerken ziyaret edip elini öperim, diyerek sırat köprüsünün başında bekler. Orada bütün peygemberlerle görüşür ve onların elini öper. Nihayet son peygamber Hz.Muhammed (sav)’in ellerine kapanır ve O’ndan ilim talep eder. Hz.Peygamber (sav):’Ümmetimden sual sormamak şartıyla sana İlm-i Kur’an verilecektir’ diye müjde verir.Heyecan ve sevinç içinde uyanır.

İlme ziyade meftun olan Said Nursi’de, bu rüya üzerine ilme ve ilim tahsiline şiddetli bir iştiyak uyanır.Bu sebeple köyünden ayrılıp ilmi tahsile çıkar. Çok kısa zamanda medreselerde okutulan ilmi tahsil eder. Aynı zamanda 90 cilt kitabı da hafızasına alır. Hıfz ile zekanın bir arada bulunması nadirdir.Lütf-i ilahi ile ikisi de Said Nursi’de cem olmuştur ve zamanın alimleri tarafından Bediüzzaman (zamanın garibi) adıyla yadedildi.

Bediüzzaman’ın en önemli özelliklerinden birisi de, sadece din ilmini değil, aynı zamanda tarih, coğrafya, matematik, jeoloji, fizik, kimya, astronomi ve felsefe gibi ilimleri de tahsil etmiş olmasıdır. Zaten asıl gayesi de fen ilmiyle din ilmini bir arada okutmaktı.

”Aklın nuru fen ilimleri kalbin nuru din ilimleri, ikisinin birleşmesiyle hakikat ortaya çıkar.Birbirlerinden ayrıldıkları vakit, birincisinden hile ve şüphe, ikincisinden de taasub(körü körüne bir şeye bağlanma) ortaya çıkar.”

Bediüzzaman islam aleminde yeni bir irşad ve tebliğ hareketi başlatmıştır. O, maneviyat aleminde bir sultan olduğu gibi, irşad aleminde bir müceddiddir. İnsanlığı kuşatan, gençliği kasıp kavuran imansızlık ve ahlaksızlık cereyanları gibi bütün küfür ve dalalet buzlarını eriterek, bu asrı ilim ve irfanıyla saadet ve selamete çıkaran bir güneştir. Anadolu’nun ıssız ve tenha bir köşesi olan Nurs köyünün ufkunda doğan bu güneş, bütün dünyaya yayılarak paslanmış vicdanları, çorak çöllere dönmüş fikir ve kalpleri cennet bahçelerine çevirdi.

Bediüzzaman Van’da iken, Tahir Paşa gazetede çıkan müthiş bir haberi göstermiş. Haberden anlaşıldığına göre İngiliz Müstemleke Nazırı Gladstone elindeki Kur’an-ı Kerimi göstererek şöyle demiş: ‘Bu Kur’an müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalı veya müslümanları ondan soğutmalıyız.’Bu müthiş haberi okuyan Bediüzzaman ”Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu ben dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim.” deyip hayatı boyunca mücadele edip vecizane söylediği sözü isbat etti ve şöyle diyordu:

Bir tek gayem var. O da mezaristana yaklaştığım bu zamanda, islam memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşların seslerini işitiyoruz. Bu ses alem-i islam’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve müslümanları imana davet ediyorum.” (Şualar,s.427)

O bereketli ömrünü hep iman kurtarmak ve imansızlık hastalığını tedavi etme faaliyetleriyle geçirmiştir. Asla kendi rahat ve menfaatini düşünmemiş, 28 sene hapse sürüklendiği, 21 defa zehirlendiği, sebepsiz yere türlü türlü işkencelere maruz kaldığı halde, bakalım bu yüksek hamiyetli zat, sarsılmaz imanıyla, tarife sığmayan cehd ve gayretiyle neyi düşünüyor?: ”Bana ızdırap veren, yalnız islamın maruz kaldığı tehlikedir. İşte benim ızdırabım, yegane ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkatlere maruz kalsam da, iman kalesinin istikbali selamette olsa.’ Ve yine şöyle der:

Beni nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar.Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de. Seksen küsür senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti.

Çekmediğim cefa, görmediğim ceza kalmadı. Divan-ı harpte bir cani gibi muamele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan menedildim.Defalarca zehirlendim.Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım .Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim beni intihardan men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti. İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felaket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı saadet ve selameti yolunda nefsimi ve dünyamı feda ettim .Helal olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü bu sayede Risale-i Nur hiç olmazsa birkaç yüz bin, birkaç milyon kişinin, adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon savcısı beşyüzbin demişti. Belki daha ziyade imanı kurtarmağa vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.

Sonra, ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var ne de cehennem korkusu. Cemiyetin imanı namına bir Said değil bin Said feda olsun. Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.”

İşte insanı en çok meftun eden O’nu o külli şeref ve mertebeye yükselten meziyetlerden biri de güneş gibi parlayan sağlam imanıdır.

Ne yazıktır ki, bağrımızdan fışkırmış, bu millete şeref kazandırmış, karanlıkta kalmış gönüllerimizi aydınlatmış, Hak yolundan sapmış, dalalette boğulmuş insanları dalaletten kurtararak Hak yoluna getirmiş bu nurlu, faziletli, vatanperver, iffetli ve gayretli zat, bizden hürmet yerine sadece türlü türlü işkence ve zulüm görmüştür.

Fakat O, bundan hiçbir zaman yılmamış, bir adım bile yolunu değiştirmemiştir.Aksine O, hakkalyakin derecesinde inanmış ki, mücadelesiz, ızdırapsız ve fedakarlıksız hiçbir dava kök tutmaz. Bu inanç ve gayretle hizmetine devam etmiş ve şu an milyonları aşan hakiki ve sadık talebeleri bütün dünyaya Kur’an’ın sönmez nurunu karanlık gönüllerde birer meşale gibi yaymış ve aydınlatmış.S öndürülmek için yapılan tazyik ve işkenceler, nurunun daha ziyade parlamasına neden olmuştur. Allah’a binlerce kez şükürler olsun.

Bediüzzaman’ın kitaplara sığmayan bir derya gibi hayatının bir damlasını bile olsa acizane ifade etmeye çalıştım. Fakat Bediüzzaman’ı tam olarak anlayabilmek için mutlaka ilim deryası olan eserlerini okumak gerekir.

Mehmet Naci Sönmez

www.NurNet.org

İslamı Araştıran Amerikalıların Soruları

Ruba vakfından telefon geldiğinde çalışıyordum. Telefon eden kardeş bana; sekiz Amerikalı’nın İstanbul’a ziyaret amaçlı olarak geldiklerini, şu an Eyüp Sultan’da bulunan İlim Yayma Cemiyeti’nde olduklarını ve onlarla ilgilenip ilgilenemeyeceğimi sorduğunda hiç düşünmeden evet dedim. O esnada uzakta olduğumdan dolayı uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra yanlarına ulaştım.

Gruba rehberlik eden kişi Dean isminde, Türkiye’de İngilizce öğretmenliği yapan bir Amerkan vatandaşıydı. Kendisi aynı zamanda Üsküdar’da İngilizce Risale-i Nur derslerine iştirak ettiğini söyledi. Grup sekiz kişiydi. Amerikanın farklı eyaletlerinden; Teksas, New Jersey gibi yerlerden gelmişlerdi. İlk olarak tanıştık. Çoğunluğu genç olan, son derece saygılı ve araştırıcı bir karakterde olduklarını sorularıyla belli eden insanlardı. Ne kadar tuhaf bir şey; dünyanın ta öteki ucundan, Amerika’dan gelen insanlar dini hususlarla ilgili o kadar araştırmacı nitelikte sorular soruyorlardı ki insan hayret etmekten kendini alamıyor doğrusu!

Sordukları ve elimden geldiği kadar cevaplamaya çalıştığım sorular şunlardı:

  •  Hz.İbrahim(a.s.) ve Hz.İsmail(a.s.)’dan Kur’an’da nasıl bahsedilmektedir?
  •  Hz.İsa(a.s.) ve Hz.Meryem hakkında Kur’an- Kerim’in ifadeleri nelerdir?
  •  Hz. Muhammed(s.a.v.) hayatında hiç yalan söylemiş midir?
  •  Günümüzde şiddet ve terör ile ilgili olarak sık sık müslümanların adları geçmektedir. Siz müslümanlar bu olaylara karışanlar hakkında neler düşünüyorsunuz?
  •  İncil’i hiç okudunuz mu?
  •  Kur’an-ı Kerim ilk yazıldığı haliyle muhafaza edilmiş midir?
  •  Risale-i Nur’a islam aleminde nasıl bakılmaktadır?

Yukarda sayılan bu sorular, onların hakikati arayan bir yapıda olduklarının en güçlü kanıtlarıydı. Yapılan sohbetin ardından Eyüp Sultan Hazretlerinin türbesini ve Eyüp Sultan Camiini birlikte gezdik. Camiin atmosferi onları da derinden etkilemiş olmalı ki; içerde hayret dolu bakışlarla etrafı süzerek bir köşeye oturdular ve uzun süre etrafı seyrettiler. Ardından, Camiin etrafındaki çarşıyı gezdik. Tesbih ve Zemzem suyu ilgilerini çekmiş olmalı ki bunlarla alakalı sorular da sordular. Ardından samimi ve içten dileklerle vedalaştık.

Birkaç gün sonra, grubun rehberliğini yapan Dean ile bir telefon görüşmemiz oldu. Gerçekleştirdiğimiz sohbetten Amerikalı grubun son derece memnun olduğunu ve düşüncelerinde olumlu değişikliklere neden olduğunu belirtti. Kendisinin halen Hristiyan olmasına rağmen, Risale-i Nur derslerine devam ettiğini ve İslamla ilgili araştırmalarına devam ettiğini söyleyerek bu hususlarla ilgili sohbet etmek istediğini belirtti.

İstanbul’a gelen birçok yabancı insan hakikatı arama peşinde ve bu hususta onlara yardımcı olabilmek bizlerin vazifesi. Umarım bunu elimizden geldiğince gerçekleştirebiliriz.

Nurnet Ekibi – İstanbul/Eyüp

www.NurNet.org 

Gana’lı Abdurrahman Botchway ile Yapılan Röportaj

Ganalı Kimya Mühendisi Abdurrahman Botchway İle Nurlar Üzerine Yapılan Bir Röportaj

İstanbul-Fatih, Mayıs 2011

Abdurrahman Botchway (35) Ganalı bir kimya mühendisi. Kendisi ile, Birleşmiş Milletler Az Gelişmiş Ülkeler Konferansına katılmak üzere geldiği İstanbul’da, merkezi Fatih’te bulunan Ruba Vakfı’nın çalışma odasında konuşma fırsatı yakaladık. Sorduğumuz tüm sorulara samimiyetle cevap verişi ve içtenliği doğrusu bizi derinden etkiledi.

– Risale-i Nur’larla tanışmanızı ve genel olarak düşüncelerinizi aktarır mısınız?

 – Ben halen Sudan’ın başkenti Hartum’da üniversitede Arapça dili eğitimi alıyorum. Arkadaşlarımdan birisi bir gün bana, imani meselelerin anlatıldığı bir dershane olduğunu ve istersem oraya beni götürebileceğini söyledi. Ben de kabul ettim. Dershanede bulunanların ellerinde kitaplar olduğunu ve bunları mütalaa ettiklerini gördüm. Ben de onlara katıldım ve zamanla bu eserlerle tanışıklığım arttı. Bu eserlerin bence en bariz özelliği, insanı düşünmeye sevk etmesi.

İnsanın düşünme kabiliyeti artıyor. Öte yandan, kendim bir fen adamı olduğum için şu tespiti de yapabilirim: Risale-i Nurlar din ile bilimi birleştirici bir hassasiyete sahip (Bu sözleri duyan vakıftan bir kardeş hemen İngilizce 20.Sözü açtı ve konuştuğumuz konuyu masaya getirdi. Biraz göz gezdiren Abdurrahman Kardeş, ilerde bu sözü okuyacağını belirtti).

 – Gana’da İslami açıdan nasıl bir atmosfer var?

– Şu an için pek de olumlu şeyler söyleyemeyeceğim. Ülkemde İslami hassasiyet pek fazla yok. Umarım çabalarımızla ilerde bu durum değişir. Başkentimiz olan Akra’da belki de bir nur dershanesi açabiliriz, kimbilir?

Kendisine muvaffakiyetler diledik ve vedalaştık… Bir müddet sonra haber aldık ki; Abdurrahman ile birlikte konferansa gelen Gana vatandaşı bayanlar, okumakta oldukları Sudan’ın Hartum kentindeki Üniversiteden arkadaşlarıyla bir bayanlar dershanesi açmışlar ve Risale-i Nur dersi başlatmışlar. Abdurrahman da, Hartum’daki eğitimini bitirip Gana’ya döndüğü vakit bir nur dershanesi açmayı temenni ediyormuş.

Aslında hakikate ilgi duyan tüm insanlar son derece güçlü bir potansiyele sahipler. Yeter ki bizler elimizden gelen tüm gayretle onlarla ilgilenelim…

Nurnet Ekibi

www.NurNet.org

Bir ibret ve uyanış versin..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

İşte böylece bu kitabı Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve onda uyarı ve tehditlerimizi farklı üsluplarla anlattık.

Ta ki insanlar Allah’a karşı gelmekten korunsunlar ve ta ki o, kendilerine bir ibret ve uyanış versin.

[Tâ Hâ Suresi 20,113]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

Satışında, satın alışında, borcunu ödeyişinde cömert ve kolaylaştırıcı davranan kimseye ALLAH rahmetini bol kılsın

(Buhari, Büyü 16)

.…….

Risale-i Nur’dan;

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidad ona verilmiş; ve o istidâdâta göre, ehemmiyetli vazifeler tevdî edilmiş.

Ve insanı o gâyeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş.

(23. Söz’den)

…….

Cevşen’den ;

52.

Ey kendisini tanıyanların sevinci,
Ey kendisini arzulayanların dostu,
Ey kendisine müstak olanların imdadına koşan,
Ey tövbekarların sevgilisi,
Ey ihtiyaç sahiplerine rızık veren,
Ey günahkarların ümidi,
Ey sıkıntıda olanların ferahlatıcısı,
Ey gamlılara nefes aldıran,
Ey mahzunlara kurtuluş yolu gösteren,
Ey evvel ve ahirlerin ilahi,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,
Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

www.NurNet.Org

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

“İşte böylece bu kitabı Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve onda uyarı ve tehditlerimizi farklı üsluplarla anlattık.

Ta ki insanlar Allah’a karşı gelmekten korunsunlar ve ta ki o, kendilerine bir ibret ve uyanış versin.” [Tâ Hâ Suresi 20,113]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

“Satışında, satın alışında, borcunu ödeyişinde cömert ve kolaylaştırıcı davranan kimseye ALLAH rahmetini bol kılsın”

(Buhari, Büyü 16)

.…….

Risale-i Nur’dan;

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidad ona verilmiş; ve o istidâdâta göre, ehemmiyetli vazifeler tevdî edilmiş.

Ve insanı o gâyeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş.

(23. Söz’den)

…….

Cevşen’den ;

52.

Ey kendisini tanıyanların sevinci,
Ey kendisini arzulayanların dostu,
Ey kendisine müstak olanların imdadına koşan,
Ey tövbekarların sevgilisi,
Ey ihtiyaç sahiplerine rızık veren,
Ey günahkarların ümidi,
Ey sıkıntıda olanların ferahlatıcısı,
Ey gamlılara nefes aldıran,
Ey mahzunlara kurtuluş yolu gösteren,
Ey evvel ve ahirlerin ilahi,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,

Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

GENÇ’ken Tadılacak 50 Lezzet!

  • Hacer-ül Esved’i öpmek…
  • Sahura taze pide alıp, gelene kadar yarısını yemek…
  • Allah Rasulü’nün yanıbaşında Cennet Bahçesi’nde sıkışa sıkışa namaz kılmak…
  • Aç olduğun halde başka bir kardeşine yemek yedirmek…
  • Kabe’yi ilk gördüğünde hangi duayı edeceğine dair güzel bir kafa karışıklığı yaşamak…
  • Ülkemizi ziyaret eden turistlerden birine güzelce İslam’ı anlatmak ve o kişinin Müslüman olmasına vesile olmak.. Bunun ardından da Peygamber Efendimiz’in şu sözlerini hatırlayıp şükretmek: “Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır.
  • Gece herkes uyurken tatlı yatağından kalkıp ibadetin zevkine varmak, uyuyanlara da dua etmek, hatta “onların defterine bir şey yazılmıyor, acaba benim defterime şimdi ne yazılıyor” diye derde düşmek…
  • Haklı olduğun halde susarak melekleri kendi safına davet etmek, Allah’ı vekil kılmak…
  • Eyüp’te sabah namazı kılmak, ardından simitle kahvaltı yapmak…
  • Kabe’nin kapısının eşiğine varıp “kapına geldim Allah’ım” diye sarılmak, sonra örtüsüne yapışıp ağlamak, ağlamak, ağlamak…
  • Üsküdar’daki Hüdayi Vakfı’nda gariplerle birlikte karavanadan yemek yemek…
  • Bir hafta da olsa bir Afrika ülkesinde bulunmak, oradaki kardeşlerimizle göz göze, diz dize gelmek…
  • Kuş sesleri eşliğinde çimlerin üzerinde huşu ile namaz kılmak…
  • Bir Kur’an tefsirini baştan sona tefekkür ederek okumak…
  • 30 Ramazan’ı 30 ayrı camide kılmak…
  • Kur’an’ı Kerim’i hatmetmek (Ezberlediyseniz size başka lezzete gerek yok…)
  • Hizmetten yorgun düşmüş bir bedenle yatağa girip, teheccüde kalkma planı yaparken uyuyakalmak…
  • Sükût sohbeti yapmak…
  • Çanakkale Sargıyeri’nde gece cemaatle namaz kılmak…
  • Size kötülük yaptığı hâlde o kişiye iyilik yapmak ve şu ayeti kerimenin bahsettiği tarifsiz lezzeti yaşamak: “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet 34)
  • Arefe günü Arafat’ta ümmete ağlayarak dua etmek…
  • İftar vakti herkes orucunu açarken iftariyelik dağıtmak…
  • İmanın halavetini kalpte hissetmek ve “iman varsa her zaman imkan da vardır” diyebilmek…
  • Herkesin birbirinin kusurunu gördüğü şu hengâmede Musa Topbaş hazretlerinin şu sözlerinden hisse alıp onunla amel edebilmek: “Cenâb-ı Hakk’ın, bir kuluna en büyük nîmetlerinden biri, o kuluna aczini bildirmesidir. Bu mâneviyat yolunda kazandığım belki de en büyük nîmet, hatâlarımı görmem oldu. Rabbime karşı müflisliğimi idrâk ettim. Böylece kimsenin hatâsını görmeye ve onunla uğraşmaya tâkatim kalmadı. Hamdolsun, bütün bunların şükrü içindeyim…
  • Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) rüyada görmek…
  • Sadece Allah’a olan sevgi ve saygıdan dolayı gözleri haramdan sakınmak ve bundan dolayı imanın helvadan daha tatlı olan tadını kalpte hissetmek…
  • Gece vakti Uhud Şehitliğini ziyaret etmek…
  • Reşit olduğundan bugüne kadar kavga ettiğin, cedelleştiğin, tartıştığın, dargın ayrıldığın bütün insanların çetelesini çıkarmak; onların ardından dua etmek. Mümkünse onları arayıp, kusurun varsa af dilemek…
  • Ravza’daki iftar sofralarına çuvalla ekmek taşıyıp, üç hurma ile iftar etmek, iftarı beklerken Ravza’nın bahçesinde, serin esinti ile ferahlamak..
  • Özel sakal-ı şerif bulup özel ziyaret yapmak…
  • Bir hastanın kişisel temizliği ve bakımı ile meşgul olup, onu ferahlatmak, sağlığın şükrünü bir nebze de olsun bu şekilde ödemek…
  • Bir defa olsun “Keşke Allah Rasûlü döneminde yaşasaydım da O’na inanan gençlerden biri de ben olsaydım, O’na destek olsaydım, ölene kadar O’nun yanında ve O’nunla birlikte bulunsaydım” diye içinden geçirmek… Tıpkı Horasan komutanlarından birinin içinden geçirdiği şu sözler gibi: “Keşke, bu ordumla birlikte Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem zamanında yaşasaydım da, Uhud gibi savaşlarda bu ordumla O’nu korusaydım ve O’na yardımcı olsaydım.”
  • Allah ve Râsulü’nün anıldığı bir sohbette bulunmak ve orada “Muhammed, Allah’ın elçisidir. Onunla birlikte olanlar kendi aralarında merhametlidirler” ayetinden esintiler hissetmek…
  • İslamî değerlerin küçük görüldüğü, Allah’ın ayetlerinin alaya alındığı bir ortamdan vakârla kalkmak onlara “Selamâ” deyip oradan ayrılmak…
  • Birbiriyle küsmüş iki kişiyi sadece Allah rızası için her yolu deneyerek barıştırmak…
  • Âmâ bir kimsenin kolundan tutup gideceği yöne doğru birlikte en az “40” adım yürümek ve ardından o kimseye “sen bize emanetsin, sen bize nimetsin” deyip ayrılmak…
  • Hodkamlığın ve bencilliğin altın çağını sürdüğü bu devirde diğerkamlığa ve hasbiliğe talip olup dertlilerin derdiyle dertlenmek, en az bir gönüle girmek…
  • Allah dostu olabileceğini düşündüğün bir meczupla teşriki mesaide bulunmak..
  • Mütevazı da olsa küçük bir kütüphane oluşturmak ve her daim enginlik ve derinlik peşinde olmaya çabalamak…
  • Birkaç arkadaşla birlikte “şu yetimin her türlü ihtiyacını karşılayacağız” diye niyet etmek ve Efendimiz’in mirasına sahip çıkacak olmanın mutluluğunu yaşamak…
  • Soldurmayacak olduracak bir şekilde aşık olmak…
  • Anne ve babaya ne yapıp edip “Evladım, ben senden razıyım, Allah da senden razı olsun.” dedirtmek.
  • Kavramların, kelimelerin sonsuz yolculuğuna çıkmak ve özellikle Kur’anî kavramların tarif edilemez güzelliğinde hayatı anlamlandırmak…
  • Milli ve manevi duygularımızı içeren meşhur 5-6 şiiri ezberlemek…
  • Evvelâ imanı, takvası, sonra güzelliği, soyu ve malı seçkin olan biriyle evlenmek…
  • Bir yetimin çaktırmadan başını okşamak…
  • Harçlıklarımızdan ayırdığımız önemli sayılabilecek bir miktarı bir zarfa koymak, zarfın üstüne yardımı yapacağımız garibin adını “felanca beyefendi ya da hanımefendiye…” şeklinde yazdıktan sonra zarfı büyük bir saygı ve teşekkür hissi ile takdim etmek…
  • Arafat’ta tuvalet kuyruğunda bekleyip sıra gelince koşturarak gelen birisine sıramızı ikram etmek…
  • Sevdiğimiz kardeşlerimizin ara sıra ellerinden tutup, gözlerinin içine ta yüreğimizden gelen bir derinlik ve muhabbetle bakıp “kardeşim seni Allah için seviyorum…” demek…
  • Teheccüd vakti gürül gürül Kur’an okumak…

 

Kaynak: Genç Dergisi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version