Şefkatin Ateşi..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Sizi, ey insanlar, Biz yerden yarattık. Yine oraya göndereceğiz ve oradan tekrar Biz çıkaracağız.

[Tâ Hâ Suresi 20,55]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Ebu Hureyre Radiyallahu Anh anlatıyor:

Bir adam gelerek: “Ey ALLAH’ın Rasulü iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyade kim hak sahibidir? Diye sordu.

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem):

Annen!” diye cevap verdi.

Adam: “Sonra kim?” dedi,

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem):

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar: “Sonra kim?” dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) yine:

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar sordu: “Sonra kim”

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) bu dördüncüyü:

“Baban!” diye cevapladı”

(Buhari, Edeb 2)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri Halıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlamızı bilmediğimiz takdirde Cennet de olsa Cehennemdir. Evet, öyle gördüm ve öyle zevk ettim.

Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek marifetullahtan(Allah’ı tanımaktan) başka bir şey var mıdır?

Evet, marifetullah olduktan sonra dünya lezzetlerine iştah olmadığı gibi Cennete bile iştiyak geri kalır.

(Mesnevi-i Nuriye’den)

…….

Cevşen’den ;

42.

Ey denizden ve karada yolunu koyan,

Ey dış âlemde âyetleri bulunan,

Ey âyetler içinde delili olan,

Ey ölümde kudreti tecelli eden,

Ey kabirlerde alınacak ibret vesileleri bulunan,

Ey kıyamette saltanat sahibi olan,

Ey hesaba çekmede heybetli olan,

Ey hükmü geçen,

Ey cennette sevabı, mükafatı olan,

Ey (cehennem) ateşinde sevabı, mükafatı olan,

Ey (cehennem) ateşinde ceza ve azabı bulunan!

Münezzehsin sen,

Ey kendisinden başka bir ilah olmayan…

Kurtar bizi ateşten ey Rabb’im!

www.NurNet.Org

 

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

“Sizi, ey insanlar, Biz yerden yarattık. Yine oraya göndereceğiz ve oradan tekrar Biz çıkaracağız.”

[Tâ Hâ Suresi 20,55]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Ebu Hureyre Radiyallahu Anh anlatıyor:

Bir adam gelerek: “Ey ALLAH’ın Rasulü iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyade kim hak sahibidir? Diye sordu.

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem):

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam: “Sonra kim?” dedi,

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem):

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar: “Sonra kim?” dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) yine:

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar sordu: “Sonra kim”

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) bu dördüncüyü:

“Baban!” diye cevapladı”

(Buhari, Edeb 2)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri Halıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlamızı bilmediğimiz takdirde Cennet de olsa Cehennemdir. Evet, öyle gördüm ve öyle zevk ettim.

Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek marifetullahtan(Allah’ı tanımaktan) başka bir şey var mıdır?

Evet, marifetullah olduktan sonra dünya lezzetlerine iştah olmadığı gibi Cennete bile iştiyak geri kalır.

(Mesnevi-i Nuriye’den)

…….

Cevşen’den ;

42.

Ey denizden ve karada yolunu koyan,

Ey dış âlemde âyetleri bulunan,

Ey âyetler içinde delili olan,

Ey ölümde kudreti tecelli eden,

Ey kabirlerde alınacak ibret vesileleri bulunan,

Ey kıyamette saltanat sahibi olan,

Ey hesaba çekmede heybetli olan,

Ey hükmü geçen,

Ey cennette sevabı, mükafatı olan,

Ey (cehennem) ateşinde sevabı, mükafatı olan,

Ey (cehennem) ateşinde ceza ve azabı bulunan!

Münezzehsin sen,

Ey kendisinden başka bir ilah olmayan…

Kurtar bizi ateşten ey Rabb’im!

Bediüzzaman ile Abdülhamid Han

İstanbul’a yerleşiyor bin dokuz yüz yedide
Van’daki sevdiklerini bırakıyor geride

Şarkta bir Üniversite kurmaktı düşüncesi
Arzu ettiği bu istek her şeyden en öncesi

Fen ve din ilimlerini beraber okutmaktı
Hazırladığı mektubu Padişaha sunmaktı

Daha önce Tahir Paşa bir risale yazmıştı
Bu referans mektubunu kendisine vermişti

Bu düşünceyle beraber İstanbul’a geliyor
Ve Ferik Ahmet Paşa’nın evine yerleşiyor

İlk önce dilekçesini hükümete sunuyor
Hükümetse mektubunu hiç dikkate almıyor

İki ay gibi bir zaman bu mekânda kalıyor
Buradan Şekerci Han’a gelip orda yaşıyor

Odasının kapısına Üstad bir levha asar
O levhanın üzerine şöyle bir yazı yazar

“Burada her bir suale hemen cevap verilir
Kimseye sual sorulmaz her müşkül halledilir.”

Bu levhayı astırmakla sanki meydan okuyor
Âlimlerle aydınları bununla korkutuyor

Said Nursi’nin gelişi herkesçe duyuluyor
O’nun meydan okuyuşu her yere yayılıyor

İnsanlar bu genç âlimin yanında toplanırlar
Hükümet yetkilileri O’ndan kuşkulanırlar

Birkaç kere tutuklanır ve serbest bırakılır
Sonunda tımarhaneye insafsızca atılır

Tımarhanenin doktoru sağlam rapor veriyor
Ne yazık ki yine Üstad serbest bırakılmıyor

Tımarhaneden çıkarıp O’nu tutukluyorlar
Hiçbir fırsat verilmeden içeri atıyorlar

Tutukluyken Padişah’tan O’na teklifler gelir
“Bunlar sus payıdır” diye cümlesi reddedilir

Ancak Üstad Padişah’la görüşme talep eder
Ne isteği kabul olur, ne de gelir bir haber

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

İmam-ı Azam Ebu Hanife Kimdir?

İmam Âzam (büyük İmam) lâkabıyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meşhur Numân b. Sâbit b. Zevta (Zûta) mutlak müçtehid ve fıkıhta Hanefi mezhebinin imamı (80/150 – 700/767).

Ebû Hanife, Kûfe’de hicrî 80 yılında doğdu. İslâm’in hâkim olduğu bir ortamda yetişen Numân b. Sâbit küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetti.

Numân gençliğini ticaretle geçirdikten sonra İmam Sa’bî’nin tavsiye ve desteğiyle öğrenimine devam etti. Arapça, edebiyat, sarf ve nahiv, şiir ögrendi. Yetiştiği Kûfe şehri ve bütün Irak bölgesi müslim-gayrimüslim birçok düşüncenin, itikâdi fırkaların bulunduğu, itikadla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı rey ehlinin yerleştiği bir şehirdi. Dindar bir ailede yetişen Ebû Hanife’nin de bu itikâdi tartışmalara zaman zaman katıldığı kuvvetle muhtemeldir.

Ebû Hanife’nin yaşadığı yer ve çağda itikâdi fırkalar çoğalmış, bir sürü sapık fırkalar ortaya çıkmış, Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt’e zulmü devam etmiştir. Mantığı çok kuvvetli olan Numân b. Sâbit hiçbir fırkaya bağlanmadan ilim tahsilini ilerletti ve kelâm ilmine yöneldi.

Ebû Hanife ilimle uğraşırken ticareti de bütünüyle bırakmadı. Bu, onun helâl rızık kazanmasını sağladığı gibi, ticarî kazancını ve talebelerinin ihtiyaçlarının karşılanmasını, bağımsız bir ilim meclisi kurmasını da sağladı. Ebû Yûsuf’un parasının bittiğini söylemesine ihtiyaç bırakmadan o Ebû Yusuf’u murâkabe eder, yardımda bulunurdu. Gücü yetmeyen talebelerinin de evlenmesini sağlardı (Zehebî, a.g.e, 39). Bir çokları ticarette Ebû Hanife’yi Ebû Bekir’e benzetirdi; çünkü o bir malı satın alırken, sattığı zamanki gibi emânet kâidesine uyar, kötü malı üste, iyisini alta koyardı, muhtaç satıcıyı sömürmezdi.

Bir defasında bir kadın, satmak üzere ona bir ipek elbise getirdi. O, fiyatını sordu. Kadın yüz dirhem istedi. Ebû Hanife, değerinin yüz dirhemden fazla ettiğini söyledi. Kadın yüzer yüzer artırarak dört yüze çıktığında Ebû Hanife, daha fazla edeceğini söyleyince kadın, “Benimle eğleniyor musun?” demişti. Ebû Hanife de, “Ne münasebet, bir adam getirin de fiyat takdir ettirelim” dedi. Adam çağrıldı ve fiyatı takdir etti: Ebu Hanife o malı beş yüz dirheme satın aldı. Bu olay o zamandan beri halk arasında günümüze kadar anlatılarak, ticarette dürüstlüğe dâir bir darb-i mesel haline gelmiştir.

Ebû Hanife vakar sahibi bir insandı. Tefekkürü çok, konuşması az, Allah’ın hudûdunu olabildiğince gözeten, dünya ehlinden uzak duran, faydasız ve boş sözlerden hoşlanmayan, sorulara az ve öz cevap veren çok zeki bir müçtehiddi.

Fıkhi sistematik hale getirip bütün dünyevî meselelerin leh ve aleyhteki biçimlerini ortaya koyarak ve sağlam bir akîde esası çıkararak doktrinini meydana getirmiştir. Ebû Hanife’nin binlerce talebesi olmuş, bunların kırk kadarı müçtehid mertebesine ulaşmıştır (el-Kerderî, Menâkibu’l-Imâm Ebû Hanife, II, 2i8).

Müçtehid öğrencilerinden en meşhurları Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan es-Seybânî’dir. Ebû Hanife’nin fıkıh okulu, talebelerine verdiği dersler ile ondan fetvâ istemeye gelen halk için verdiği fetvâlardan meydana gelmiştir. Ders verme usûlü eski filozofların diyalektik akademi derslerini andırmaktadır. Bir mesele ortaya atılır; bu, talebeleri tarafından tartışılır ve herkes görüşünü söyler; en son olarak İmam, delil ve istinbat ile bir karara ulaşılmasını sağlar ve kararı delillerden ayırarak veciz cümleler halinde yazdırırdı. Bu sözleri en yakın müçtehid talebeleri tarafindan sonradan mezhebin fıkıh kaideleri haline getirilirdi. Onun ilim meclisi bir istişâre, bir diyalog merkezi, bir hür düşünce okulu idi.

Ebû Hanife’nin halkın sevgi ve saygısını kazanmasında; fetvâlarının her yerde haklı olarak tutulmasında; ilmi, ihtilaflardan arındırıp halka selefin yaptığı gibi bilgi aktarması, fitnelere bulaşmaması ve takvası etkili olmuştur. Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, câhil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır.

Ebû Hanife kimseye “benim görüşüm en doğrudur” demedi; hattâ, kendisinin de bir görüşü olduğunu ama daha iyi bir görüş getirene uyacağını söylerdi. Yine o, talebelerine kendisinden her işittiğini yazmamalarını, çünkü yarın görüşünü değistirebileceğini ifade ederdi. Demek ki, hiç bir zaman kendisi mezhebî taassub içinde olmamıştır.

Aktif bir şekilde olmasa da döneminin siyasî hareketlerine katıldı. Hayatının bir bölümü Emevilerin, bir bölümü Abbâsilerin hâkimiyetinde geçti. Her iki dönemde de siyâsal iktidara karşıydı. Onun siyâsetini ehl-i beyt taraftarlığı belirliyordu. Ehl-i beyt’e büyük muhabbeti vardı. Abbâsîler iktidara geldiklerinde ehl-i beyt’i gözeteceklerini söylemişlerdi. Ancak onların iktidara geldikten bir süre sonra ehl-i beyt’e zulmetmeye devam ettiklerini görünce, onlara da karşı çıktı. Derslerinde firsat buldukça iktidarı tenkid etti. Her iki siyasal iktidar devrinde de kendisinden şüphelenilmiş, onu kendi taraflarına çekmek, halk nezdindeki itibarından yararlanmak için kendisine kadılık görevini teklif etmişlerse de o, her iki dönemde de teklifleri reddetmiş ve bu sebepten dolayı işkenceye uğramis, hapsedilmiştir (Ibnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, V, 559).

İmam, takvâsı, ferâseti, ilmî dürüstlüğü ve görüşlerini iktidara karşı kullanması ile halkın büyük sevgisini kazandı. Abbâsi yönetimi ile hiçbir zaman uyuşmadı, uzlaşmadi. Ticaretten kazandığı helâl rızıkla ilmini destekledi. Hattâ o, Zeyd b. Ali’nin imamlığına zımnen bey’at etmişti.

Hz. Ali (r.a.)’in torunlarından Muhammed en-Nefsü’z Zekiye ile kardeşi İbrahim’in Abbâsilere isyan etmeleri ve şehîd olmaları karşısında Ebû Hanife Irak’ta, İmam Mâlik Medine’de açıkça iktidarı tenkit etmişler, bu yüzden ikisi de kırbaçlatılmış, işkence görmüş ve hapsedilmişlerdir. Ebû Hanife alenen halkı ehl-i beyt’e yardıma çağırdığı için hapsedildi ve her gün kırbaçlatıldı. Bunun sonucunda yetmiş yaşında şehitler gibi öldü. Zehirletildiği de rivâyet edilir (en-Nemeri, el-Intika, 170). Bağdat’ta, Hayruzan mezarlığına defnedildi, cenazesinde binlerce insan hazır bulundu.

Ebû Hanîfe önceleri Kelâm ilmiyle uğraşmış ve birtakım tartışmalara katılmış olmasına rağmen cedelcilerin iddialı üslûbundan uzak kalmıştır. İçtihadlarını değerlendirirken kendisi şöyle demiştir: “Bu bizim reyimizle vardiğimiz bir sonuçtur. Kimseyi reyimize zorlamaz, kimseye ‘bunu kabul etmeniz gerekir’ demeyiz. Bizim gücümüz buna yetiyor, bize göre en iyisi budur. Bundan daha iyisini bulan olursa buyursun getirsin onu kabul ederiz” (Zehebî, a.g.e., 2i).

Kendisine tâbi olacak kimselere de şu tavsiye ve ikazda bulunmuştur: “Nereden söylediğimizi (verdiğimiz hükmün delil ve kaynağını) tetkik edip bilmeden bizim reyimizle fetvâ vermek hiçbir kimse için helâl olmaz.” O, bir tek kişi ya da mezhebin İslâm’ı kuşatmasının mümkün olmadığını biliyordu. Ne Ebû Hanife ne başka bir İmam, kendi içtihadı hakkında böyle bir iddiada bulunmuştur. Onlar hep sahih sünnetin asıl olduğunu, sahih sünnet ile sözleri çatıştığı takdirde sahih sünnet ile amel edilmesi gerektiğini öğrenci ve izleyicilerine özenle tavsiye ve ikaz etmişlerdir.

Şamil İslam Ansiklopedisi

Kalbine Mukabil Bir Kalb..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Görmüyor musun ki Biz kâfirlere şeytanları musallat ediyoruz, onları oynatıp duruyorlar. O halde onlar hakkında acele etme! Biz onların günlerini saymaktayız.

(Meryem Suresi 19,83-84)

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Ebû Musa’dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Kur’ân’ı sık sık tekrar etmek suretiyle hatırda tutunuz. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Kur’ân devenin bağından kurtulup uzaklaşmasından daha hızlı bir şekilde insanların hafızalarından uzaklaşır.

Hadis-i Şerif Meali – Camiü’s-sağir – 3310

.…….

Risale-i Nur’dan;

İnsanın en fazla ihtiyacını temin eden, kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübâdele etsinler ve lezâizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde yekdiğerine muâvin ve yardımcı olsunlar.


…….

Cevşen’den ;

Ey cömertlik ve nimetler sahibi,
Ey fazıl ve kerem sahibi,
Ey şiddetli belâ ve çetin azaplar sahibi,
Ey Levh-i Mahfûz ve Kalemi yaratan,
Ey zerreyi, hoş rüzgârları ve nefesleri yaratan,
Ey bütün kullarına ilhamda bulunan,
Ey zarar ve elemi gideren,
Ey gizli sır ve kaygıları bilen,
Ey Kâbe-i Muazzama ve Harem-i Şerîfin sahibi,
Ey eşyayı yoktan yaratan,
Bütün kusurlardan uzaksın. Senden başka ilâh yok! Affet bizi. Bizi Cehennemden kurtar.

…….

Esma-ül Hüsna ;

Er-Raûf: Rahmet ve şefkatiyle herbir canlının üzerinde titreyen; en gizli ve en küçük ihtiyaçlarına cevap veren; son derece merhamet ve şefkat sahibi.
Mâlikü’l-Mülk: Kâinatın, canlı, cansız; küçük büyük içindekilerin ezelden ebede tek gerçek sahibi ve mutlak hâkimi.

www.NurNet.Org

Futbol Açılımı

Bir ülke düşünün ki yıllar önce devlet en çok taraftarı olan bir futbol takımını ‘ulusal takım’ ilan edip diğerlerini kapatmış. Sonra herkese birlik çağrısı yapıp ulusal takımı tek yürek halinde desteklemeye çağırmış. Ancak, diğer takımların taraftarları nesiller boyu damarlarına işlemiş olan kendi takımlarına taraftarlık hissinin sökülüp atılma talebini bir haksızlık ve temel kişisel haklarına bir tecavüz olarak görmüşler ve bu dayatmaya karşı tavır almışlar. Ulusal takıma taraftar olmayı reddeden bu kişiler yıllar boyu ulusal birlik için bir ‘tehdit unsuru’ olarak algılanıp şüpheyle bakılmışlar ve devlet de bunları milli güvenliğin zaafa uğrayacağı korkusuyla büyük masraflarla sıkı bir gözetim altında tutmuş. Bu gerilim ortamında ekonominin çöküşü ile beraber iktidar değişmiş ve yeni yönetim mevcut durumun sürdürülemez olduğunu görüp çare aramaya başlamış. Kapatılan futbol takımlarının taraftarlarının küskünlüğünü giderecek bir çözüm bulmak için toplantı üstüne toplantı yapılmış ve rapor üstüne rapor hazırlanmış.

Futbol açılımı siyaseti bölmüş

Sonunda yeni yönetim siyasi bir irade sergileyerek ulusal takım taraftarlarını da fazla tedirgin etmeden ikinci bir takımın devlet kontrolü altında kurulabilmesinin önünü açacak düzenlemeleri yapmaya karar vermiş ve bulunan çözüm formülünün adını “Futbol Açılımı” koymuş. Bu cesur yaklaşımından dolayı da iktidar bir demokrasi havarisi olarak görülmüş. Muhalefet ise bunu bir ‘ihanet projesi’ olarak görmüş ve iktidarı bölücülükle itham etmiş. Ekranlarda da yeni bir futbol takımına izin verilmesinin ülkeyi bölünmeye götürecek bir sürecin başlangıcı olduğunu iddia etmiş ve zaten çok takımlı bir hayatı hayallerine sığdırmakta zorlanan halkın tedirginliği daha da artmış.

Yeni bir takım kurma hürriyeti

Bu tür bir haberi okuyan aklı başında birisi herhalde böyle bir ülkenin bugünün dünyasında olamayacağını düşünüp bu ülkenin hangi gezegende ve zaman diliminde olduğunu merak edecektir. Sonra da futbol takımı kurup istenen takıma taraftar olmakta hiçbir sınırlamanın olmadığı kendi ülkesine bakacak ve çok takımlılığın ülkenin birlik ve beraberliğine bir tehdit oluşturduğu düşüncesine kahkahalarla gülecektir. Çünkü çok takımlı bir kültürde doğup büyüyen bu kişinin ülkesinde, çok takımlılığın ülke birlik ve beraberliğine bir tehdit olabileceğini düşünen bir kişinin aklından şüphe edilir. Bu tür evhamlı kişilere takımları ne olursa olsun insanların hürriyet ortamını sevdiği ve bu ortamı sağlayan ülkelerine olan bağlılıklarının da azalmayıp aksine arttığı ve devletlerine küskün insanların olmadığı hatırlatılır. Ayrıca, serbest rekabet içinde mücadele ederek futbolun güzelliklerini sergileyen takımların tüm futbolseverlere bir şölen sunduğu ve hayatlarına renk ve heyecan kattığı anlatılır. Futbol hürriyeti olan ülkelerde herkes tuttuğu takımlarda farklı, ama serbestçe takım tutma veya yeni bir takım kurma hürriyeti konusunda tam bir birliktir.

Yine düşünün ki bu ülkede birlik olsun diye ayak tipine bakılmaksızın futbol takımındaki her oyuncu aynı ölçüde tek tip bir krampon giymeye zorlanıyor. Yani onlardan ayaklarını üst yönetimce belirlenen krampon tipine uydurmaları isteniyor. Ayak farklılıklarını gözardı eden böyle insanlık dışı bir uygulama tahmin edileceği gibi norm dışı ayakları incitir, sahiplerini küstürür ve tüm takımın performansını düşürür. Hatta onları krampon düşmanı haline getirip yeni arayışlara iter. Aslında buradaki düşmanlık krampona değil, seçilen tek tipe ve zorbalığadır. Yoksa herkes memnuniyetle krampon giyer ve giymeyi savunur – yeter ki takımdaki tüm ayakları kapsayacak kadar değişik boyları ve tipleri olsun. Ayakları incinen ve hatta yaralanan krampon mağdurlarını ‘krampon düşmanı’ ilan etmek duyarsızlıktır ve bağnazlıktır. Hele hele ‘bunlara bir-iki tip daha sunacak olsak tam şımarırlar ve kontrolden çıkarlar’ demek, tam bir despotluktur. Tek tipte ısrarı bırakıp esnek bir yaklaşımla ‘ayakkabının ayağa uyumluluğu’ esas alınsa görülecektir ki takımda ‘ayakkabı sorunu’ diye bir şey kalmayacak ve ‘ayakkabı düşmanı’ olarak etiketlenen kişiler ansızın ayakkabı dostu ve savunucusu oluvermişler.

Farklılık doğal bir zenginlik

İnsanlar bedenen bir hayli benzer olsalar bile fikir, his ve meyil yönünden çok farklıdırlar. Bedenen birbirinin aynı olan eş yumurta ikizlerinin dahi taban tabana zıt fikir ve eğilimleri olabilir. İki insan arasındaki fark, iki hayvan türü arasındaki farktan daha az değildir ve bu farkı tanımamak insanlığı inkârdır. Bu farka saygı duymayan rejimler de insanlık dışıdır ve insanlık için bir ayıptır. Hukuk önündeki eşitlik ve fırsat eşitliği gibi titizlikle korunması gereken evrensel değerler bir kenarda tutularak, dünyada birbirinin eşiti yani aynı olan iki insanın olmadığını söylemek herhalde abartı olmaz. En büyük eşitsizlik, aynı olmayanlara aynı işlemi yapmaktır ve en büyük ayrımcılık da tipleri aynı olmayanlara tek tip işlemi yapmaktır. Bu tür toptancı bir yaklaşım dayanışmayı değil, huzursuzluk ve kavgayı doğurur. Eskilerin ifadesiyle, ‘Tenasüp, tesanüdün esasıdır; temasül, tezadın sebebidir.’ Yani dayanışmanın temeli uyumluluk, zıtlaşmanın sebebi de benzerliktir –tıpkı elektron ve protonlarda olduğu gibi.

Futbol açılımı’ sancılarıyla kıvranan bu zavallı ülkenin yetkililerine sormak lazım: Yahu siz hangi dünyada ve hangi çağda yaşıyorsunuz? Görmüyor musunuz ki, tüm çağdaş ülkelerde futbol takımı kurulması ve taraftarlık sonuna kadar serbesttir? Bu serbestlikten hangi ülke zarar görmüş? Yine görmüyor musunuz ki, kendi vatandaşlarınız futbolu ancak yabancı ülkelerde ve yabancılar oynarken seyredebiliyorlar ve şampiyonalarda yer alamamanın ezikliğini yaşıyorlar? Rekabetçi ortamda yetişmediği için de uluslararası turnuvalarda ulusal takımınız ilk maçlarda elenip boynu bükük olarak ülkeye geri gönderiliyor.

Birliği bozan hürriyetsizliktir

Diğer ülkelere bakarak görmüyor musunuz ki ülkelerin birlik ve beraberliğini bozan ve onları zayıflatan hürriyet değil hürriyetsizliktir? Tarihe bakınca görülmüyor mu ki insanları şevke getirip yücelten ve güçlendiren özgürlük, onları bir hayvan sürüsüne çevirip silikleştiren de yasakçılıktır? Evlerinden kaçan çocukların baskıcı ailelerden çıktığı ve demokrasinin hüküm sürdüğü ülkelere göç etmek için fırsat kollayanların baskıcı ülke vatandaşları olduğu sizi hiç mi düşündürmüyor mu? En zayıf ve en fakir ülkelerin demokrasinin en kıt olduğu, insan hak ve hürriyetlerine en az saygı gösterildiği ülkeler olması acaba bir tesadüf mü? Hür dünya ancak hürriyet zemininde gelişebilen bilim, sanat ve teknolojide yeni ufuklara uçarken ve hâkimiyetini pekiştirirken, siz daha ne kadar yasaklarla vatandaşlarınızı ‘koruma’ planları yapmaya ve ülkeyi bir hapishaneye çevirmeye devam edeceksiniz?

Rotayı ne belirleyecek

Rehberiniz akıl ve bilim mi olacak, mazi karanlıklarında gömülmüş ezberler mi? Rotanızı ümit mi belirleyecek, korkular mı? Zemininiz hürriyet mi olacak, yasaklar mı? Siz sınırlarınızı yabancı işgaline karşı tanklı tüfekli askerlerle beklerken ve fikir hürriyetini ülke birlik ve bütünlüğü için bir tehdit olarak görürken, yabancıların internet ve uydu ordularıyla her türlü fikirle neredeyse her eve girdiğini ve vatandaşlarınızın beyinlerine kolaylıkla zaten ulaştığını hiç mi fark etmiyorsunuz? Kafayı kuma gömmeyi hâlâ akıllılık mı zannediyorsunuz? Hürriyetçi ve despotik tek tipçi rejimlerin meyvelerini yan yana duran iki levha gibi net olarak gösteren Güney ve Kuzey Kore örnekleri size hiç mi fikir vermiyor? Güney Kore gibi bir dünya devi olmaktan mı korkuyorsunuz ki, Kuzey Kore gibi kaynaklarınızı içine sıkışıp kaldığınız yasakçı kabuğu daha da sağlamlaştırmaya harcıyorsunuz? İnsanı gerçek insan yapan hürriyet ışığından niye korkuyorsunuz ki hürriyeti halkınıza gıdım gıdım ve elleriniz titreyerek veriyorsunuz?

Çok şükür ki futbolun her renginin sonuna kadar hür olduğu ve her tip ve ölçüde ayakkabı satışının serbest olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve bu hürriyetin keyfini doya doya çıkarıyoruz. Bu çağda hâlâ “Futbol Açılımı” gibi anlamakta bile zorlandığımız şeylerle uğraşan bir ülkede de yaşıyor olabilirdik.

Prof. Dr. Yunus Çengel Nevada Üniversitesi Öğretim Üyesi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version