Üstad Bediüzzaman Said Nursi ve Süleyman Hilmi Tunahan Efendi

Süleyman efendinin bendelerinden  Arif Hikmet Köklü beyefendi 14.09.2001’de şu enteresan hatırayı anlatmışlardır;

‘Bazı kimseler Bediüzzaman Said Nursi aleyhinde neşriyatta bulunuyorlardı. Onların tesirinde kalarak Şeyh Süleyman Efendi hazretlerine ‘Biz Said Nursi’yi nasıl bileceğiz? ‘ diye sordum. ‘Bu Bediüzzaman hazretleri Türkiye’de en sevdiğim zattır‘ dediler. Yanından bir zat çıkıyordu, onu kast ederek ‘Siz gelmeden önce bir zat gelmişti. Said Nursi hazretlerinin yanından gelmiş ve sohbetinde bulunmuş. Sohbette bizim bahsimiz olmuş. Ayağa kalkarak: ‘Ne kadar sevap kazanmışsam yarısını Şeyh Süleyman efendiye veriyorum‘ dediğini bize nakletti. Biz de o zata dedik: ‘Biz de bu güne kadar sevap ve hayır namına ne kazandı isek hepsini Said Nursi hazretlerine hediye ediyoruz. Bunu kendisine bildirirsiniz.

…Yine Arif beyin nakline göre Süleyman Efendi şöyle buyurmuş: ‘Said Nursi’ye makamını bizzat Resulullah vermiştir. En yüksek dereceye çıkmıştır. Hz. ALLAH’ın ilham ettiği şekilde yazacak, onun hizmeti de öyle…

…Halen Hollanda’da bulunan Abdullah Tekin hoca efendi de şöyle bir hatıra naklediyorlar: ‘Risale-i Nurları okumakla birlikte çeşitli hoca efendilerimizden dersler de alıyorduk. Hacı Süleyman Efendi hazretlerinden de uzun zaman ders aldık. Merhum bizim nurlarla irtibatımızı biliyordu. Bir gün yakın talebelerine; ‘Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleriyle aranızda zerre miktar bir ihtilaf çıkarırsanız huzur-u ilahide iki elim yakanızdadır… Abdullah evladımız iki yerden feyiz alıyor. Bediüzzaman hazretleri o vazife ile tavzif edilmiş, biz de bu vazife ile tavzif edilmişiz.‘ buyurdu.

Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur şöyle bir hatıra nakletmektedir:

“16 Eylül 1959 tarihiydi. Bediüzzaman Hazretleri aniden şiddetle rahatsız oldu. Bu rahatsızlığı üç gün devam etti. Gazete okumadığından ve radyo dinlemediğinden hâl-i âlemden haberi yoktu. Üç gün sonra İstanbul’dan Rüşdü Bey isimli talebesi geldi. Onu görünce hemen ahvâl-i âlemden ve İstanbul’da ne olup bittiğinden sordu. O da “Üstadım, Süleyman Efendi vefat etti” deyince, Üstad birden kalkarak “Kardeşim, Şeyh Süleyman mı? Şeyh Süleyman mı? ” diyerek dikkatle sordu. “Evet, Üstadım, Şeyh Süleyman” deyince Bediüzzaman şöyle dedi: “Kardeşim ne zaman vefat etti? ” Bu soruya verilen cevap bizi daha da hayrete düşürmüştü. Zira tam vefat ettiği saat Bediüzzaman hastalanmış ve bu manevi elemi hissetmişti. Bediüzzaman, devamla

Kardeşim, ALLAH rahmet eylesin, ALLAH rahmet eylesin, mübarek veli bir zattı, mühim hizmetler ifa etti. ALLAH rahmet eylesin.

(Prof. Dr. Ahmet Akgündüz – Arşiv belgeleri ışığında Süleyman Hilmi Tunahan – Osav yay.)

Salih Okur

Kaynak: cevaplar.org

Said Nursi’yi yaşayan adam: Namazla hazırlandı

Said Nursi’nin hayatının anlatıldığı ‘Hür Adam’ filminin başrol oyuncusu Mürşit Ağa Bağ adeta “rolünü yaşayan adam” oldu.

Filmde canlandırdığı Said Nursi’ye fiziki olduğu kadar karakter olarak da benzemeye çalıştığını kaydeden Mürşit Ağa Bağ, “Fiziksel anlamda yaşadıklarını hissetmek için ben de yemek yemedim. Uzun süreler aç kaldım. Sabahlara kadar namaz kılarmış. Onu da yaptım.” dedi.

7 Ocak 2011’de gösterime girecek olan ve dün yapılan basın gösteriminden sonra Haber 7’ye konuşan Bağ, rolüne nasıl hazırlandığını anlattı. Ağa Bağ, Said Nursi hakkında düşüncelerini de açıkladı.

CANLANDIRMAK KOLAY OLMADI

Bediüzzaman Said Nursi gibi birisini canlandırmak kolay olmadı. Her rolü oynarım. Korkmam da. Eleştiriler her halükarda olacaktır. Ben elimden gelen her şeyi yaptım. Film dikkatle izlenirse ve genel anlamda hata aramak için didiklenmezse verdiği mesajlar doğru anlaşılır.

ÇOK ZEKİ BİR İNSAN

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bir kere çok zeki bir insan. Çileli bir hayatı var. Böyle bir şahsiyetin yaşamını perdeye yansıtmak da kolay değil. Hayatının belli bölümleri zaten ayrı ayrı film konusu.

KONSERVATUAR SINAVINDAN DAHA FAZLA HEYECANLANDIM

Ben de ilk defa toplu halde izledim. Kendimi çok önemli bir sınava girecekmiş gibi hissettim ve heyecanlandım. Konservatuar sınavı benim için çok önemliydi ve bu kadar heyecanlanmamıştım. Said Nursi’nin filmde de geçen, “Bir çınarın yaprakları gibi bir birimize kenetlenmeliyiz” mesajı iyi benimsenmeli, toplum olarak doğru anlaşılmalı.

ŞEYH SAİD AYRIMI YAPILIR

Bu filmi izleyenler en azından, Kürt isyanı olarak bilinen ayaklanmayı başlatan Şeyh Sait’le, Said Nursi’nin ayrı ayrı kişiler olduğunu öğrenecekler. Halan daha aynı insanlar olduğunu bilenler hatta gazetelerde yazıp çizenler var. Halk bu ayrımı bilsin yeter.

SABAHLARA KADAR NAMAZ KILDIM, AÇ KALDIM

Rolü aldıktan sonra hayatını inceledim ve kendisi gibi olmaya da çalıştım. Tanımaya çalıştım. Bol bol kitap okudum. Şeklen çok aradım, nasıl yürürdü. Nasıl elini koyardı. Bunları araştırdım. Sadece bir iki cümlesini duyabildiğimiz bir ses kaydı vardı. Ancak yakın çevresinin anlatımlarıyla hazırlandım. Fiziksel anlamda yaşadıklarını hissetmek için ben de yemek yemedim. Uzun süreler aç kaldım. Sabahlara kadar namaz kılarmış. Bunu da yaptım. Sabaha kadar oturup namaz kıldım. Güzel bir histi, güzel bir deneyimdi. Oyunculukta olması gereken de bu zaten. Oynayacağınız role hazırlanmanız gerekiyor. Said Nursi az yemek yemiş. Zaten kendisine fiziki olarak benzemek için zayıflamam gerekiyordu. Çekimler sürecinde 18 kilo verdim. Bu sürede nefsimi kontrol edebilmeyi de öğrendim. Böyle bir kazancım oldu.

ÇİZGİMİ DEĞİŞTİRMEM DOĞRU OLMAZ

Zaten bir çizgisi olan oyuncuyum. Bizim camianın genelinde olduğu gibi magazinsel bir yaşam tarzı ve gece hayatım yok. Said Nursi’yi canlandırdıktan sonra çizgimde değişiklik yapmak da doğru olmaz.

ALİ MURAT GÜVEN’DEN TAM NOT

Dün yapılan basın gösteriminden sonra film hakkındaki düşüncelerini açıklayan Yeni Şafak gazetesinin sinema eleştirmeni yazarı Ali Murat Güven,  özellikle Said Nursi’yi canlandıran Mürşit Ağa Bağ’ın oyunculuğuna dikkat çekmiş ve adeta rolüyle özdeşleştiğini kaydedettiği oyuncuyu basın mensuplarının önünde tebrik etmişti.

Haber 7

Gözünü kapayan yalnız kendi görmez, başkasına gece yapamaz

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Hem o vahyi, insanların zihinlerine sindire sindire okuman için zaman zaman gelen Kur’ân dersleri halinde indirdik.

[İsrâ Suresi 17,106]

…….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Rasûlullah (s a s )’a Cuma gününe niçin bu adın verildiği sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir:

Vallahi mü’min olamaz! Vallahi mü’min olamaz! Vallahi mü’min olamaz.”

Denildi ki: “Ya Resulallah kimdir o?”

Buyurdu ki: “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse.

(Buhari)

…….

Risale-i Nur’dan;

Kur’an yıldızlarına perde çekilmez. “Gözünü kapayan yalnız kendi görmez, başkasına gece yapamaz.”

(Tarihçe-i Hayat)

…….

Cevşen’den ;

1-Allah’ım Senden şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvarıyorum;

1-Ey her şeyin Gerçek Mâbudu olan Allah,
2-Ey dünyada dost ve düşman ayırt etmeden bütün mahlukatını rızıklandıran Rahman,
3-Ey âhirette sadece dostlarına rahmet edecek olan Rahim
4-Ey herseyi hakkıyla bilen Alîm,
5-Ey yarattıklarına son derece yumuşak muamele eden Halîm,
6-Ey sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Azîm,
7-Ey herşeyi yerli yerinde yapan Hakîm,
8-Ey varlığının başlangıcı olmayan Kadîm,
9-Ey herşeyi ayakta tutan Mukîm,
10-Ey iyilik ve ikramı bol olan Kerîm,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,

Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz
Bizi Cehennemden kurtar

Üstad Namaz Kılanı Kardeş Kabul Etti

Konyalı, genç bir imam hatip talebesi Bediüzzaman’ı ziyarete gelmişti. “İsmim Ahmed” diye tanıttı kendini.

Bediüzzaman gençlere, özellikle talebelere ayrı bir önem verir, onlarla ilgilenir, sıkıntılarını gidermeye çalışırdı.

Ahmed, okul müdüründen şikayetçiydi. Ona göre yeterince dine hizmet edilmiyor, hatta din dışı uygulamalar yapılıyordu. Bundan da en çok yöneticiler sorumluydu. Bediüzzaman’a:

“Efendim, bizim okul müdürünün dinimize uymayan davranış ve uygulamaları var” dedi ve biraz da ileri giderek, “Galiba komünist” dedi.

Bediüzzaman, kimseye önyargıyla bakmaz, herkesin iyi yönlerini ön plana çıkarırdı. Ve kimsenin de arkasından kötü konuşulmasını istemezdi.

Kardeşim, müdürünüz namaz kılıyor mu?” dedi.

Delikanlı, “Evet kılıyor Üstadım” dedi.

Bediüzzaman bunun üzerine hayatın şaşmaz ölçülerinden birini ders verdi genç talebeye:

O halde o bizim kardeşimizdir.

Kaynaklar: Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler (Ömer Faruk Paksu)

Böyle dost düşman başına!

Ukbe bin Ebi Muayt, Mekke müşriklerinden kötü niyetli olmayan bir adamdı. Resulullah’la her karşılaştığında saygıyla bakar, iyi münasebetini bozmamaya gayret ederdi. Hatta uzun yolculuktan döndüğünde Mekke’de yemek yedirmeyi adet edinmişti. İşte yine böyle bir yolculuktan dönmüş, vereceği yemeğe Resulullah’ı da davet edecek kadar yakınlık göstermişti.

Efendimiz, Ukbe’nin artık gönlünün imana hazır hale geldiğini düşünerek yemek davetine şöyle karşılık verdi:

“Ukbe, davetine gelirim ama yemeğini yemem. Yemeğinden yemem için seni yaratan Allah’ı inkâr etmemeni, O’nun Resulü’ne de şehadet etmeni beklerim. Senin gibi iyi niyetli bir insan küfürde ısrar etmemeli artık.”

Ukbe bu teklife çok da direnmedi. Efendimizin isteğine olumlu cevap vererek iman eden herkesin söylediği şehadet kelimesini söyleyiverdi. Efendimiz sevinmişti. Ukbe’nin iman etmesine sebep olmuştu çünkü.

Ne var ki, Ukbe’nin Mekke’de putperest dostları da vardı. Bunlardan biri de katı bir müşrik olan Übey bin Halef’ti. Haber bir anda onlara da ulaştı.

Duyduğu haber hiç de hoşuna gitmemişti. Hemen gelip arkadaşını suçlayıcı sorular sormaya başladı:

“Duyduğuma göre Muhammed’i yemeğe davet etmişsin. Bununla da kalmayıp onun teklif ettiği şehadet kelimesini de söylemişsin.”

“Evet,” dedi “öyle oldu. Onun istediği şehadet kelimesini de söyledim.”

Müşrik dostu, “Olamaz,” dedi. “İşte bu olamaz. Hem şehadet kelimesini söyleyeceksin hem de bizimle dost olacaksın. Bu olacak şey değil” dedi ve ilave etti:

“Bu sana pahalıya mal olur. Bundan sonra hiçbir yerde iş bulamazsın.”

Ukbe, müşrik dostunun sözlerinden endişe ederek, getirdiği şehadet kelimesinden pişmanlık duymaya başlamıştı.

“Olayı büyütme,” dedi. “Ben sadece Ukbe’nin yemeğini yemeden gitti diye bir söylenti çıkmaması için utandığımdan şehadet kelimesini getirdim, yoksa ona inandığımdan değil.”

Übey bin Halef, kopardığı bu tavizden memnun olmuş, ama yeterli de bulmamıştı. Daha da ileri giderek yol gösterdi:

“Biz bu sözlerinin doğruluğunu ancak gidip O’na tükürdükten sonra kabul ederiz. Gideceksin, onu sevmediğini ifade eden bir tükürük fırlatacaksın, o zaman anlarız senin O’na inanmadığını. Yoksa bizi böyle boş sözlerle savamazsın.”

İmana yeni ısınan Ukbe’nin kalbi maalesef artık geriye dönmüş, dost bildiklerinin baskısına dayanamayıp vazgeçmişti getirdiği şehadetten. Doğruca Efendimizin Darunnedve’de ibadet ettiği yere gitti. Efendimizin yanına yaklaştı. Dilinin ucunda topladığı tükürüğü fırlatırken ansızın çıkan bir rüzgâr, tükürüğünü geriye döndürüp kendi suratına yapıştırdı. Üstelik ateş gibi de yaktı.

Ertesi günü Ukbe’yi yanağındaki yanık iziyle görenler sordular:

“Sende böyle bir yanık izi yoktu, ne zaman oldu bu yara?”

Ukbe saklamadan anlattı:

“O’na doğru tükürdüğüm tükürük kendime geri dönüp suratıma yapışarak ateş gibi yaktı, izi kaldı!”

Ne yazık ki henüz iman etmişken dostlarının baskısıyla geriye dönen Ukbe, Bedir’de küfür üzere öldü.

İşte bu hadise üzerine Furkan suresi 27-28. ayetleri geldi. Burada dostlarının yanlış telkinlerine uyanların ahirette ellerini ısırarak nasıl pişmanlık duyacaklarını şöyle anlattı:

“Ah ne olurdu keşke falanı dost edinmeseydim, onun isteğine boyun eğmese, sözlerine itimat etmeseydim. Getirdiğim şehadet kelimesinden vazgeçirip Peygamberle birlikte olmama mani oldu, şeytana uydurdu. Ne kötü dostmuş meğer onlar.”

Ahmet Şahin / Zafer Dergisi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version