Otomatik pilotla namaz

“Sakın deme, benim namazım nerede, şu hakikat-ı namaz nerede! Zira bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmâl ve tafsilde olduğu gibi, senin ve benim gibi bir âmînin (velev hissetmezse) namazı, büyük bir velinin namazı gibi, şu nurdan bir hissesi var…

…Senin başın böyle tedai-yi efkâra müptelâ ise, sakın telâş etme, belki intibaha geldiğin anda dön, ‘aman ne kusur ettim’ deyip tetkikle meşgul olup durma…” (21. Söz)

Uzun yol uçuşlarında, uçak rotasına girdikten sonra, pilotlar zaman zaman uçağı bilgisayarların yönettiği otomatik pilota bağlar. Ve, 5-10 dakikalık da olsa bir kahve molası verip bir parça dinlenirler.

İnsanda merkezi sinir sistemi ikiye ayrılır. Bunlar;

1- İradî sistem.

2- Otonom (irade dışı) sistemdir.

Meselâ; ağzımıza koyacağımız lokmayı irademizle seçeriz. Temiz, helâl, faydalı olduğuna karar verirsek ağzımıza koyarız. Bundan sonra otonom sistem devreye girer. Tükrük salgısı, çiğneme, dilin hareketleri hep otomatik sistem tarafından yönetilir. Fakat bu safhada olumsuz bir şey olursa iradî sistem tekrar devreye girebilir. Dişimize gelen bir kum taneciği ya da bir kemik kırıntısı çiğnemenin durmasına ve o istenmeyen şeyin dışarı atılmasına sebep olur; bundan sonra çiğneme işlemi devam eder.

Yutma işlemi de otomatik sistem tarafından yönetilir, bundan sonra da iradî sistem hiç müdahale edemez. Sindirim salgıları, enzim salgıları, mide-barsak hareketleri hep otomatik sisteme bağlı olarak çalışır.

Namaza da irademizle gireriz. Namaz öncesi hazırlığımız, niyetimiz, kıbleye dönüşümüz hep irademizle olur. Fakat namaz ilerlerken, şeytan ve nefsimiz bir anlık gafletimizden istifade ederek bizi hayal balonuna bindirip değişik vadilerde dolaştırmaya başlar. İşte bu arada namaz otomatik sisteme geçer. Kıraatler, rükûlar, secdeler aynı şekilde yapılır. Ancak biz derelerde, tepelerde dolaşır dururuz. A. Başar Hocamızın dediği gibi: Namaz kılarken, en azından, namazdan sonra ne yapacağımızı plânlarız.”

Hatta bu konuyla ilgili bir İranlı şair çok daha ileri gitmiş ve demiş: “İnsanlar namaz kılarken unuttukları şeyleri hatırlar; Allah’tan başka!” Elbette şairler biraz mübalâğacıdır ama, sözlerinde yine de bir hakikat çekirdeği bulunur.

Bütün bunlar olurken bir ara devreye tekrar iradî sistem girer, bakarız ki uçak alana inmiş, tahiyyata oturmuşuz, sağa sola selâm veriyoruz. Namazımız şeklen tamamdır. Namazımızı otomatik pilotta her zaman nasıl kılıyorsak o şekilde tamamlamışızdır. Fakat namazımız içerik olarak elbette yaralıdır. Hiç olmazsa telâfi etmemiz için yine irademizle yaptığımız tesbihat devreye girer. Âyetü’l-kürsî, tesbih, hamd, tekbir ve tehlil, salâvat, istiğfar ve dualarla bu eksiğimizi inşaallah tamamlarız.

Dr. M. Yaşar Çil / Zafer Dergisi

Gençlerde Ahlak Eğitimi

Gayet güzel, şirin ve ilahi bir nimet olan gençlik, aynı zamanda nefsâni arzuların en heyecanlı zamanıdır. Duyguların en kuvvetli ve ateşli olduğu bir dönemdir. Bediüzzaman’a göre, gençlik damarı akıldan ziyade hisleri dinler. His ve heves ise kördür, akıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakikalık intikam zevki için bir adamı katleder. Bir dakikalık gayri meşru hazza karşılık seksen bin saat hapis elemi çeker. Bir saatlik bir sefahat keyfi ile, bir namus meselesinde, binler gün hem hapsin hem de düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur. Bunlar gibi, biçare gençlerin çok vartaları var ki, en tatlı hayatı, en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar.

Allah’ı tanıyan ve ahirete inanan bir genç ise, kendisine verilen gençlik nimetinin Allah’ın hediyesi ve ihsanı olduğunu düşünür, onun emaneten verildiğine inanır. Emaneti, sahibinin emri ve rızası yönünde kullanmakla bu güzel nimetin ebedi bir surette ahirette tekrar verileceğine inanır.

Gençliğin iman, iffet ve taatte kullanılmaması sadece Allah’a karşı değil, kişinin kendine, ailesine ve milletine karşı hesapsız zarar ve ziyanlara yol açmaktadır. İşte bakınız hastaneler, gençliğini kötüye kullanan insanların feryatlarıyla inlemektedir. Hapishaneler gençlik taşkınlığı ile meşru olmayan hayatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerle doludur. Sefahat köşeleri manevi gıdasızlık nedeniyle sıkıntılarını içki ve eğlenceyle kapatmaya çalışan insanların uğrak yerleridir

Toplumsal yapının en canlı ve hareketli unsuru gençlerdir. Yaşları gereği hissiyatları çok şiddetli, nefisleri ifratkardır. Bu hususiyetlerinden dolayı tecavüze, hakları ihlal etmeye, zulüm ve tahribata çok yatkındırlar. Toplumsal hayatın ahengini bozacak, huzuru dinamitleyecek bu risklere karşı tek çare cehennem fikridir. Eğer gençlerde cehennem endişesi olmazsa güçlü olan haklıdır ilkesiyle o sarhoş delikanlılar, heveslerinin tutsağı o gençler zayıflara, acizlere, ihtiyarlara dünyayı cehenneme çevirebilirler. Bediüzzaman, Allah’a ve ahirete imanın, toplumun her kesiminde olduğu gibi, gençlerde de hükmetmesi halinde, sosyal birçok problemin, anarşinin, tahrip ve tecavüzün önlenebileceğini ifade eder.

Sonuç

İnsana ve topluma zarar veren davranışlarla, toplumdaki ahlaki sorunlar arasında yakın bir bağ vardır. Aile yapısını ve kamu düzenini bozan, toplumun temellerine ve moral değerlere zarar veren, toplum barışını dinamitleyen, zulüm, haksızlık, kan davası, gasp, soygun, şiddet, intikam, içki, kumar, hırsızlık, kin beslemek, yetim malı yemek, yalan, fuhuş, gıybet gibi davranışlar çağımızın temel sorunlarıdır.

Oysa, İslam’ın en başta gelen hedeflerinden birisi, toplum huzurunun korunmasıdır. Hz. Peygamber, hayatı boyunca zulmün yerine adaleti, düşmanlığın yerine kardeşliği, sürtüşmenin yerine dayanışmayı getirmiştir. Toplumda barışın hakim olmasını hedeflemiştir. Doğruluk, adalet, güven, nezaket, hoşgörü, cömertlik gibi ahlaki davranışlarıyla ve sevgi, şefkat ve merhamet dolu aile hayatıyla tüm insanlığa örnek olmuştur.

Günümüzde, uyuşturucu kullanımı ve madde bağılılığı çocuklarımızı ve gençlerimizi tehdit etmektedir. Bu konuda, Sağlık Bakanlığının yaptırdığı bir araştırmada, Türkiye’de okullarda uyuşturucu madde kullanımının giderek yaygınlaştığı ve ürkütücü boyutta olduğu belirlenmiştir. Alkol ve sigarada durum daha da vahimdir. Çocuklarımızı bu kötülüklerden korumanın ve kurtarmanın yegâne yolu, imanlı ve güzel ahlaka sahip bir nesil yetiştirmektir. Bunun için örneğimiz, modelimiz bellidir: Hz. Peygamber (a.s.m.).

Bugün dünyada insanların %15-20’si aşırı beslenirken, %20’si orta derecede, %50’si yetersiz beslenmektedir. Geriye kalan %10 ise açlık sınırının altındadır. Öte yandan Allah Resûlü, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyurmaktadır. İşte insanlığa güzel bir model…

Dünya, İslam’ın insaniyete getirdiği güzellikleri aramaktadır. Çünkü, onun mesajı evrenseldir. O, tüm insanlığa huzur ve saadetin, barış ve kardeşliğin, iyilik ve yardımlaşmanın yollarını göstermiştir. Bugün, Hz. Peygamberin ortaya koyduğu eşsiz ahlak prensiplerine, her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Bu sebeple onun hayatını öğrenmek ve uygulamak en büyük görevimiz olmalıdır.

Prof. Dr. Hüseyin Kur (Çocuk ve Gençlerde Din ve Ahlâk Eğitimi 3.Bölüm)

Kaynak: Köprü Dergisi

Depresyon ve Risale-i Nur

Hızlı, san’atlı, suhûletli ve sehavetle, muazzam değişikliklerin yapıldığı bu mevsimde, her şey yaratılış hikmetine uygun hareket ederken, insan bu hikmete uymaz ise, sıkıntılar yaşar. Bu mükemmel enerjiye ayak uyduramaz, dar bakış açıları ile, basit, günü birlik olay ve hadiselere takılıp, enerjisini bu yönde harcarsa, elbette depresyon kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.

Depresyon sadece bu sebeple ortaya çıkmamaktadır. Çağımızın hastalığı depresyona, sebepleri açısından baktığımızda dört çeşide ayrıldığı görülür.

  • Bunlardan birincisi, beyindeki bir bozulma sonucu olan depresyondur ki, bu fiziksel bir hastalıktır.
  • İkincisi, genetik olmayan ama biyolojik bir depresyon çeşididir. Bu da genelde madde bağımlılarında ortaya çıkar.
  • Üçüncüsü, halledilmemiş bir çocukluk travması, geçmişteki bir sorundan kaynaklanan, psikolojik olmakla beraber, biyolojik de olan bir sorundur.
  • Dördüncüsü ise, insanın günlük hayatında meydana gelen, ani ve şiddetli bir etki neticesinde ortaya çıkan depresyondur.1

İlk iki depresyonda insanın tıbbî bakıma ihtiyacı vardır. Psikiyatri tedavisi ve ilâçlar şarttır. Üçüncü ve dördüncü tip depresyon tedavisinde ise, ilâçla beraber sağlıklı sonuç için, ‘inanç tedavisi’ de gerekmektedir. Belki inanç faktörü ve iman, tam bu noktada en iyi bir çözüm olacak ilâç mesabesindedir. İman, gerçi ilk iki depresyon tedavisinde dahi, hatta koruyucu tedbir açısından da bir ilâç ve kalkandır. Fakat bu gün toplum içerisinde en yaygın olanı, üçüncü ve dördüncü tip depresyon çeşididir.

İnsan, kendini tanımazsa, nereden geliyor ve nereye gidiyor olduğuna dair sorular sorup bunların en doğru cevaplarını bulamaz, bu dünyadaki vazifesini idrak edemezse, elbette depresyona düşmeye müsait hâle gelecektir. Bu soruları her insan fıtrî olarak sorar, fakat doğru cevaplarını herkes bulamaz. Bu cevapları da en doğru ve ikna edici olarak, dinler ve peygamberler vermiştir.

Geçmişte çözülemeyen bir problem sonucu, ilâç tedavisi, kişinin konu hakkında konuşmasına ve bu konuşmanın neticesinde kendini kısa süreli iyi hissetmesine sebep olabilir. Kısa vadede faydalı gibi gözüken bu tedaviyle, problemler yüzeysel çözülmüş olabilir, fakat ilâçla yapılacak bu çözüm, kaçınılmaz olan sonucu sadece erteler. Bunun tehlikeli bir yanı da, bir hap sayesinde kendini iyi hissetmenin, ileride duran zorluklara karşı yapmak gerekeni de yapmaktan kaçınmaya yol açabileceğidir.

O halde, bir depresyon durumunda yapılması gereken, ilâç tedavisi olsa bile, bununla beraber ‘inanç tedavisi’ de şarttır. Psikolog ve psikiyatristlerin ilâç tedavisi ile beraber inanç terapileri yapmaları da gerekir.Hazık(uzman) mütedeyyin(dindar) hekimlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilâçtır. Mütedeyyin hekim, elbette meşrû dairede nasihat eder ve vesâyâda (tavsiyelerde) bulunur. Yarım hekimlere veyahut insafsız doktorlara rast gelse, evhamını daha ziyade tahrik eder. Zengin ise malı gider, yoksa ya aklı gider, veya sıhhati gider.”

“PEACE” veya İmânî Bakış Açısı

Psikolojik hastalıklarda, İngilizce “PEACE” kelimesi, özellikle Batı’da kullanılan bir tedavi sürecinin baş harflerinden oluşmaktadır. Kelime anlamı, “HUZUR” demektir. Harf açılımı ise, “P (problem); E (emotion=duygu); A (analysis=analiz); C (contemplation= tefekkür); E (equilibrum= denge)” anlamındaki kelimelerin birleşimi PEACE kelimesin oluşturur.2

Psikolojik sorunlarda problem ve problem neticesinde gelişecek duygu, fıtrî bir hâldir. İnsanın bunu tahlil etmesi veya olay karşısında hissetmesi gerekeni öğrenmeye ihtiyacı yoktur. Bu zaten fıtratta olan bir hâl olarak tezahür eder. Sonra ise, analiz kısmı gelir ki, problem daha ileri düzeyde tetkik edilir. Bunu insanın kendisi yapabileceği gibi, bir yol göstericiye de ihtiyaç duyabilir. Fakat dördüncü basamak, yani problemin tefekkür edilişi ise, insanı tamamen hikmet okumalarına götüren, Esmâ talimi yaptıran bir süreçtir ki, bu süreç en doğru biçimde ancak mânâ-i harfî ile, niyet ve nazarla okunabilir. Aksi halde, doğru okuma formülünü bilemeyenler için, psikolojik sıkıntılarını derinleştiren bir faktör bile olabilir. Son basamak ise denge hâlidir. İlk dördünde öğrenilenlerin hayatın içinde yaşanılır hâle gelmesi demektir. Yani benzer olay ve hadiselerde nasıl tavır alınacağını veya hızlı gelişen anlık olaylardaki tepkileri düzenleyen bir süreçtir.

Duyguları değerlendirmek bir iç muhasebedir. Buna enfüsî bir tefekkür de denebilir. Psikolog ve psikiyatristlerin pek çoğu bu aşamadan öteye geçemez.

İşte Batılıların adını, PEACE koyduğu, anlam olarak da HUZUR mânâsına gelen bu tedavi süreci, aslında baştan başa imanî bir bakış açısı sürecidir. Her ne kadar bunun adını böyle koymasalar da, ‘Huzurda olan huzurlu olur’ prensibine yaklaştıklarının bir göstergesidir.

Hiç şüphesiz burada önemli olan, gerek problem teşhisinde, gerek duygusal yaklaşımda, tetkik ve tefekkür aşamalarında, insanın en doğruyu bulması gerekir. Yani problem dediğimiz şeye bir kul olarak, imtihan vesilesi yaklaşımı, bu dünyanın lezzet ve ücret yeri olmadığı düşüncesi probleme bakışımızı değiştirecektir. Bu değişen bakış, soruna karşı vereceğimiz duygusal tepkiyi de değiştirecektir.

Meselâ, insanın bir ölüm haberi alınca hissedeceği duygu, ya isyan ya da tevekküldür. Bu tepkiyi belirleyen elbette imânî bir yaşayıştır. Çünkü Peygamber Efendimiz (asm), “Bir kimse, aldığı bir ölüm haberi karşısında, dudaklarından dökülen ilk sözleri, ‘innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn’ olursa, imanının kâmil olduğuna işarettir” demiştir.

Bunun gibi daha nice problemler ve onlara karşı gösterilecek itidalli duyguların hepsi, sünnet-i seniyyenin içinde mevcuttur. Bu yaklaşımlarda olan ve sünnet-i seniyyede hissesi ziyade olan birisinin de elbette meseleleri tahlil etmesi kolaylaşacaktır. Problemini tahlil ederken, bakış açısı imanla nurlanmış bir mü’min, hadiselere, musibetlere bile arkalarındaki hikmetleri gören bir nazarla bakacaktır. Elbette bize böyle bakmayı, maddî ve mânevî hayatı nasıl korumaya alacağımızı öğreten en doğru rehber, Resûlullah’tır (asm).

Risâle-i Nur, bir PEACE tedavi sürecidir

Kur’ân ve sünnete göre bir bakış açısı ayarı sunan Risâle-i Nur eserleri, başlı başına bir PEACE tedavi süreci eserleridir. Risâle-i Nurlar başta insanı psikolojik problemlere karşı koruduğu gibi, probleme düşmüş insanlara da Kur’ânî tedaviler uygulayan bir hekim gibidir. Ve nihayette yaşanan hâdiseleri, kulluk ekseninde tefekkür edip, ifrat ve tefrit duyguları vasata çekerek, insanı denge hâline getirir. Problemlere karşı bu süreci, bu şekilde inanç terapi metoduyla işletmek, ileride gelecek sorunlara karşı da insanı hazırlar. Bu da, vasat bir hâl yaşamayı, yani dengeyi sağlar.

Dindar insanlar depresyona girmez diye bir düşünce yanlıştır. Nasıl maddî vücut hastalanırsa, insanın mânevî yapısında da hastalıklar olabilir. Fakat imanlı bir insan bu tür hastalıklardan kurtulmaya, yol ve yöntem açısından daha müsaittir.

Mânevî hastalıkların ilâçları mü’min insana daha yakındır. Yeter ki insan bunları kullanabilsin. Bu tedavi, bir süreçtir. Nurları okumak bu hastalıklara karşı koruyucu olabildiği gibi, hastalanmışlara da tedavi sunar. Fakat, “İman bir ilâçsa, bu ilâcın tesirini arttıran şey, ibadettir” prensibince, Risâle-i Nurlar bir ilâçtır. Fakat bu ilâçları kullanmak, hayata değdirmek, hayatın tam merkezine oturtmak ve öğrenilen hakikatleri uygulamak gerekir. Aksi halde, sadece okumak problemlerimizi çözmede yeterli olmayacaktır.

Dipnotlar:
1- Prof. Dr. Lou Marinoff, Felsefe Terapisi, Gendaş Kültür, 2004, İstanbul. 2- A.g.e.
03.05.2009
Yeniasya

Elmaslar

Elmaslar

Latifeler… yani cihazat-ı maneviye…

Belkide mahiyeti anlaşılamadan, değerinden çok aşağı satılan, kıymetsizce köreltilen cihazlar…

Bir yığın elmas… Ne yapmalı bu elmasları? Adi bir bakkala götürüp sakız satın alır gibi hevasatı mı eğlendirmeli? Bu kadar basit mi olmalı bu elmasların neticesi? Sadece sakız için mi?

Niye verilmişti ki bunlar; şiddetli merak, hararetli aşk, dehşetli hırs, inadlı talep….

Kimileri ’merak etme’,’sevme’,’hırs gösterme’ ve ‘inad etme’ desede nafile… Kullanmayacaksam ne işi var bunların bende, ne almalı bu elmaslarla?

İşte insanda binlerce hissiyat var. Herbirisinin iki mertebesi var. Biri mecazi, biri hakiki.

Yani aslında hakiki kısmı için öyle bir pazar  var ki neticesi; “ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de kalbi beşere hutur etmiş tarifi” yapılıyor. Mecazi ve taklidi kısmının önüne ise dünya pazarını açmışlar ve satın al alabildiğini demişler.

Şimdi şu meyanda o hissiyatları, şiddetli bir surette fani umur-u dünyeviyeye tevcih etmek, fani kırılacak şişelere, baki elmas fiyatını vermek demektir. Mesela; inad dediğimiz elmasın az bir kısmını dünya umuruna sarfetmek kafi. Çünki zaten almak istediğim şeyin değeri az. Fakat inadın şiddetlisi ise devamlı ve değerli, fiatına değecek  bir şeye sarfedilse yani iman hakikatlerine, islamın esaslarına ve ahiret hizmetlerinde kullanılsa adi ve o zaman mecazi inad, hakiki inada, yani hakta şiddetli sebat makamına inkılab eder.

Başka bir misal; Aşk,şiddetli bir muhabbettir. Fani bir mahbuba(sevgiliye) müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini elemde bırakır; veyahut o mecazi mahbub, o şiddetli muhabbetin fiatına değmediği için baki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazi, aşk-ı hakikiye inkılab eder.”

Olaya bu mesabeden bakarsak insandaki binler duygular, hissiyat, her biri bir elmas kıymetinde. Değerinin altında giden, harcanan herbir elmas, kıymetini kaybedip, adi bir şişeyle aynı terazide tartıldığı gibi sahibini de hamakat derekesine alçaltır. Malumdur ki bu makul ticaret mantığına aykırıdır.

Cenab-ı Hak bu elmasların mecazilerini dünya umuruna(işlerine) hakikilerini ise ahiret işlerine sarfetmeyi nasip etsin. (amin)

 

İnsan İlişkileri ve Ahlak

Dünyanın bilim ve teknoloji çağını yaşadığı bir dönemde bulunuyoruz. Her alanda büyük gelişmelerin, ilerlemelerin yaşandığına şahit oluyoruz. Buna rağmen insanlık tam olarak huzur ve mutluluğu bulabilmiş değil.

Her tarafta şiddetin, terörün, zulmün, insan haklarına tecavüzün, baskının, yalanın, hilenin, entrikanın; kısaca insanın ruhunu karartan her türlü kötülüğün hakim olduğunu görüyoruz. Bugün, insanlar arası ilişkilerin dumura uğradığı, insanın yalnızlaştığı ve yabancılaştığı, aile içi iletişimin kopma noktasına geldiği ve birçok aile dramlarının yaşandığı, ümidimiz ve geleceğimiz olan çocukların, gençlerin çeşitli suçlara hatta uyuşturucu batağına saplandığı ve ahlakının giderek bozulduğu bir dönemde yaşıyoruz.

Hayat, sadece dünyevî istek ve arzularla sınırlı hale gelmiş maalesef. Gazetelerde, televizyonda veya internette basit bir tarama yapıldığında karşılaşılan veriler bile insanı dehşete düşürmeye yetiyor.

Kadınların başına gelenler, tacizden, tecavüzden, şiddete maruz kalmaktan öldürülmeye kadar uzanıyor. Bu olayların en gelişmiş ülkelerdeki oranları bile korkunç boyutlarda. Şiddet ve savaş mağdurları, fuhuş sektörüne itilenler ya da organları için kesilip satılan çocuklar… Özenilmiş hayatların arkasından koşan gençler… Hayatta kalabilmek için verdikleri mücadeleyle Afganistan ve benzeri ülkeler… Bir yanda, açlıktan kaburgaları sayılan Afrikalı çocuklar ve diğer tarafta yolda yürüyemez hale gelmiş obezler…

Nefsanîliğin aklı ve kalbi öldürdüğü bir zaman diliminde bulunuyor insanlık. İnsanın kalbine kasvet veren bu manzaralardan çıkış için tek ümit ışığı, inanç ve güzel ahlak prensipleridir. Bunalım çağını yaşayan insanlar, huzur ve mutluluğu İslam’ın getirdiği bu prensipleri uygulayarak bulacaktır. Bu nedenle, başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlığın İslam’ı, dolayısıyla Hz. Peygamber’i yeniden keşfetmeye ihtiyacı vardır.

İslam, İnsan İlişkileri ve Ahlak

İnsanların yeryüzünde mutlu ve huzurlu yaşayabilmeleri için, öncelikle birbirleriyle olan ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtmaları gerekir. Bunun için de, birbirleriyle diyaloğu kesmemeleri, aksine dostluğun devamını sağlayıcı tedbirler almaları lazımdır.

Arapça’da “seciye, tabiat, huy” gibi mânâlara gelen ahlâk, insanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlar bütünü şeklinde tanımlanmıştır. “Huluk” kelimesinin çoğuludur. Genellikle insanın gözle görünen biçimine (şekil, sûret, beden) halk; görünmeyen, basiretle algılanan manevi biçimine (sîret, nefs, ruh) de huluk denilmiştir.1 İslâm ahlâkının kaynağı da yüce Allah’tır. Başka bir ifade ile Kur’an ve Sünnettir.

Allah Teala, insanı ahlak şuuruna ve hissine sahip olarak yaratmıştır. Doğuştan insanın yapısında, benliğinde iman ve ahlak şuurunun mevcut olmasına “fıtrat” denilmiştir. Allah insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.2 Bir hadiste, “Doğan her bebek fıtrat üzere doğar3 buyurulmuştur. Bu ayet ve hadisten de anlaşıldığı gibi, insan ahlaken temiz bir şekilde yaratılmıştır. Allah, çeşitli sebeplerle fıtrattan uzaklaşan ve ahlakı bozulan insanları, gönderdiği peygamberler ve kitaplarla uyarmıştır. Kur’an’da bu husustaki emirlerden bazıları şöyledir:

“Doğru söyleyiniz” (Ahzab, 70). “Verdiğiniz söze bağlı kalınız” (İsra, 34). “Emaneti sahibine veriniz” (Bakara, 283). “Adil olunuz” (Maide, 8). “Affediniz, bağışlayınız” (Bakara, 109; Nur, 22). “Sabırlı olunuz” (Âli İmran, 200). “Şükrediniz” (Bakara, 152, 172)…

İnsan ilişkileri açısından Hz. Peygamber’in yaşantısı dikkate alındığında, daima olumlu davranışlarla örnek olduğu ve menfaat ilişkilerini, çatışmaya dönüşmeden ve haksızlığa kapı açmadan çözmeye yönelik tedbirler aldığı görülür.

Meselâ şöyle buyurur Allah Resulü: “Allah’a ve ahiret gününe inanan, komşusuna eziyet etmesin“. Yani o, insan ilişkilerinde saygı ve samimiyete dayalı mükemmelliği, inanç noktasından kişiyi motive ederek sağlamaktadır.

Bir ikinci husus da, farz ya da nafile cinsinden ibadetlerin hemen hepsinde, doğrudan veya dolaylı olarak, insan ilişkilerine olumlu katkı sağlayacak özelliklerin olmasıdır.

Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir” diyen Hz. Muhammed (s.a.v.), insan ilişkileri meselesini birinci öncelikli problem olarak ele almış, sadece inanan insanların değil, dini, dili, ırkı, cinsiyeti, sosyal statüsü farklı olsa da tüm insanların aynı haklara sahip olduklarını açık bir şekilde dile getirmiştir. İnsanlar arasında ayırım yapmanın doğru olmadığını net bir tavırla ortaya koymuştur.

İnsanlarla diyaloğa önem veren Hz. Peygamber (s.a.v.), aralarında hiçbir ayırım yapmaksızın, kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerinin sağlam prensiplere bağlanmasını istemiş ve bunun ölçülerini ortaya koymuştur. Bu husustaki hadislerden bazıları şu şekildedir:

“Sizden biriniz kendisi için istediği bir şeyi, kardeşi için de istemediği sürece gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”

“İman etmediğiniz sürece cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmediğiniz sürece de iman etmiş olmazsınız. Davranış haline getirdiğiniz zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamlaşmayı yaygın hale getirin.”

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu zalimin elinde yardımsız bırakmaz. Kim dünyada kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir…”

“İmanı en mükemmel mümin, ahlakı en güzel olan mümindir.”4

Bunlara benzer pek çok hadis, Hz. Peygamber’in insan ilişkilerine ve ahlaki davranışlara ne kadar önem verdiğinin en açık delilidir.

Ebedi risaletin sahibi Hz. Peygamber, insanî bütün meziyetleri kendinde toplamış müstesna bir şahsiyettir. Merhamet, şefkat, yardımlaşma, affetme, doğruluk, adalet, barış, cömertlik, arkadaşlık, dostluk, nezaket, nezafet vb. bütün güzel hasletleri onun söz ve davranışlarında net bir şekilde görmekteyiz.

Bugün insanlık onun yaşam biçimine muhtaçtır. Çünkü o ne söylemişse, yüce Yaratıcı’nın bildirmesiyle söylemiş ve Yaratıcı her konuda, “söylenecek son sözü söylemek üzere” onu seçmiştir.

Tarih, Hz. Muhammed’e yapılan kötülük ve hakaretlerin pek çok çeşidini kaydetmiştir. Ama Efendimiz tarafından söylenmiş bir tek çirkin söz ve davranış yoktur. Çünkü O, bizim için her konuda en güzel örnekleri vermek üzere, muhteşem bir yaratılış ve ahlakla donatılmıştır.

Hz. Ali, O’nun güzel ahlakını şöyle özetlemektedir:

“Hz. Peygamber, güler yüzlü, güzel huylu, nazik kalpli idi. Hiçbir zaman kaba ve sert davranmazdı. Onun ağzından hiçbir kötü söz çıkmazdı. Kimseyi ayıplamaz ve kalbini kırmazdı. O kendi hesabına üç şeyden sakınırdı:

– Tartışma ve çekişmeye girmekten,

– Gereğinden fazla söz söylemekten,

– Kendisini ilgilendirmeyen işlerle uğraşmaktan.

Başkaları adına da üç şeyden sakınırdı:

– İnsanları tenkit etmekten,

– Bir kimseye hakarette bulunmaktan,

– Başkalarının sırlarını öğrenmeye çalışmaktan.”

O bir müjdecidir. İnsanlara, saadeti, kurtuluşu, huzuru müjdelemiştir. Ebedi mutluluğun yollarını göstermiştir. Getirdiği prensiplere uyulduğunda, sadece ahiret değil, dünya hayatı da cennete dönecektir. Birbirlerinin iyiliklerini düşünen, yardımlaşan, dertlerini, sevinçlerini paylaşan, karıncayı dahi incitmekten çekinen bir toplum onun gayretleri sonucu ortaya çıkmıştır.

O, adaletten ve doğruluktan ayrılmamıştır. Çünkü o, “Muhammedü’l-emin“dir. Daima doğruyu söylemiş ve her söylediği sözün arkasında durmuştur. O, sabırlı ve hoşgörülüdür. Çok cömerttir. Şefkat ve merhamet timsalidir. Çünkü o, “Alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.”

Prof. Dr. Hüseyin Kur (Çocuk ve Gençlerde Din ve Ahlâk Eğitimi 1.Bölüm)

Dipnotlar

1. Ragıb, Müfredat, Kahire 1961, 158; Asım Efendi, Kamus Terc. III, 837.

2. Rum Suresi, 30.

3. Buhari, Rum Suresi tefsiri, 1; Müslim, Kader, 22, 25.

4. Ebu Davud, Sünen, 4.

5. Nahl , 78.

Kaynak: Köprü Dergisi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version