Rus gençler huzuru İslam’da buluyor

Rus gençler huzuru İslam’da buluyor
 
Uyuşturucu ve alkol batağından İslam’ın huzuru ile kurtulan gençlerin hikayesi Amerikan basınına da yansıdı…

Bilhassa son dönemde, ırkçı saldırılar ile tüm dünyaya adını duyuran Rus gençliğinde, bir başka yüz daha var; son yıllarda İslam’la tanıştıktan sonra değişen hayatları ile çoğu Rus asıllı binlerce genç… Müslüman olan ve bu hayatı tüm gerekleriyle yaşamaya başlayan Rus gençler, Amerika’nın önde gelen gazetelerinden Washington Post’ta yer alan bir haberle ele alındı.

Gazetenin internet sitesinde, “İnanç arayışı içindeki genç Ruslar İslam’a dönüyor” başlığıyla yayımlanan dört sayfalık haberde, Almetyevsk şehrinde yaşayan Rustem Saraçev’in hikayesi üzerinden, bir kısmı Müslüman asıllı Rus ve Tatar gençlerin İslam’la değişen hayatları anlatıldı.

İlk defa bir camiye ayak bastığında, bir gece önce katıldığı partide sızana kadar içen bir Rus genci olduğu anlatılan Rüstem, vodkaya ayda 500 ruble harcadığını belirtti.

Şimdi ise, Volga’nın doğusundaki bir camide, uzun sakalı ve traş edilmiş saçlarıyla konuşmuş Washington Post muhabiri ile…

“NAMAZDAKİ HUZURDAN ETKİLENDİM”

Eylül 2006’da, bir Ramazan günü, daha 17 yaşındayken ayak bastığı bu camiye, neden geldiğini hatırlamıyor.

“Şok oldum,” diye hatırladığı o günü şöyle anlatıyor Rüstem Saraçev:

“Nerede olduğumu anlayamadım. Etrafımda sadece gençler vardı, hepsi bana çok iyi davrandı. Aralarında eski parti arkadaşlarım vardı. Onlardan biri olan Almas Tikhonov huzurla namaz kılıyordu. Sanırım en fazla onun bu duruşundan etkilendim.

O yıllardaki Rüstem’i “geleceği olmayan bir holigan” olarak niteleyen Rus genç, 2 yaşındayken Sovyetler Birliği’nin çöktüğünü, Çeçenistan’daki ilk savaşın o 9 yaşındayken başladığını, 12 yaşında ise 11 Eylül saldırılarının meydana geldiğini belirterek, tüm hayatının “paramparça” bir ortamda geçtiğini ifade ediyor.

Haberde Rus gencin inancının hayatına huzur getirdiğine vurgu yapılırken, “eğer herhangi bir siyasi faaliyeti olsaydı Rus yetkililer onu uzun zaman önce içeri atmış olurdu” ifadesi kullanılıyor.

“AİLEM SONUNDA MÜDAHALEDEN VAZGEÇTİ”

Camiye gitmeye devam ettikçe içinde hissettiği huzurun arttığını belirten Rüstem, bir süre sonra eski arkadaşlarının alaylarından ve hakaretlerinden etkilenmemeye başladı. İçmekten vazgeçmek birden gözüne çok kolay göründü, geceleri parti için evden kaçmak içinden gelmedi.

Kazan’a 4 saat uzaktaki Almetyevsk’te, insanların maddi yoksulluk değil manevi yoksunluktan muzdarip olduğunu anlatan Rus genç, İslamiyeti kabul ettiğinde herkesin “iman ile doğduğunu” öğrendiğinin özellikle altını çiziyor.

Anne ve babasının başta seçimine büyük tepki gösterdiğini belirten Rüstem, “Önceleri kavgalar ve tartışmalar vardı. Ama ben eve geç ve sarhoş geldiğimde bana daha çok kızarlardı. İçmekten vazgeçip hayatımı düzene sokunca, müdahale etmekten vazgeçtiler” diyor.

“İLK KURBAN..”

Bu yıl ilk kez, kurban ibadetini yerine getiren Rus genç, kestiği koyunun ihtiyaç sahiplerinin evlerine ulaşmasından duyduğu mutluluğu anlatırken, Almetyevsk’de şimdiye kadar en fazla kurban kesilen Bayram olduğunu da sözlerine ekliyor.

Rusya’da devam eden “radikallik” tartışmalarına ve ırkçı saldırılara rağmen, İslam’ın kendisine iç huzuru vermesinden başka bir şeyin önemi olmadığını kaydeden Rüstem, “Bir seçeneğim vardı: Ya sokak – Alkol ve sigara ve tüm bu şeyler,  ya da çok hoş bir atmosfer ve hoş insanlar” diye özetliyor değişen hayatını…

Rusya’da farklı geçmişlerden, farklı hayatlardan, farklı nedenlerle İslam’a yönelen binlerce genç olduğuna dikkat çekilen haberde, Rüstem Saraçev ve diğer genç Müslümanların dinlerini öğrenmek, imanlarını derinleştirmek için mücadeleye devam ettikleri kaydediliyor.

Dünya Bülteni – www.RisaleHaber.com

Benlik (Ene) Nedir? (Video)

Kırklarelinde evde yapılan ders halkasının bir yenisi daha eklendi.

Enenin, kendinden ziyade, başkasının manasını göstermesi nedir?

Enenin bilinmezliği, muamma olması, yaratılmasının gayeleri nedir?

Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatlarını anlamak  niçin eneye bağlıdır?

Hepsini bu sohbette bulabilirsiniz…

Abdulhamit Oruç’un tatlı diliyle anlattığı ilmi meselelerle sizleri başbaşa bırakıyoruz.

Peygamber Efendimiz (a.s.m) Uyarıyor; ‘Keşke’ Demeyin!

İmtihana tabi olan bir varlık olarak insanlar, Allah’la olan münasebetlerinde her zaman dikkatli olmak zorundadır. İnsanın zihninde taşıdığı fikirlerin, davranışlarına yansıttığı fiillerin, ağzından çıkardığı sözlerin hepsi değerlendirmeye tabidir. Küfür-iman tablosunun, günah-sevap cetvelinin kaynağı bu üç mekanizmadır. Bunların–imtihan malzemesi olarak–önemi aşağıda takdim edilen ilahî-nebevî olan şu değerlendirmelerde açıkça görülmektedir:

Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker.” (Bakara, 284) Bu ayetten zihin-fikir planındaki düşüncelerimizden de imtihana tabi olduğumuz anlaşılmaktadır. Buna göre küfrünü açığa vuran kâfir gibi, küfrünü gizleyen münafık da hesaba çekilecektir.

“Bugün mühür vuracağız ağızlarına, elleri Bize söyler, ayakları şahitlik eder, kendi yaptıklarına” (Yasin, 65) mealindeki ayetten ise, yaptığımız bütün fiillerimizden hesaba çekileceğimizi, organlarımızın aleyhimizde konuşup şahitlik edeceklerini öğreniyoruz.

“O sırada siz o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz. Halbuki o, Allah’ın nazarında pek büyük bir vebaldi!” (Nur, 15)

“Gün gelecek, dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek aleyhlerinde şahitlik edecektir” (Nur, 24) meallerindeki ayetlerde dillerimizden de, sözlerimizden de hesaba çekileceğimizi göstermektedir. Bu konuda şu hadis-i şerifi de hatırlamakta fayda vardır:

Hz. Muaz anlatıyor: Ben “Ey Allah’ın Resulü! Biz konuştuklarımızdan da sorguya çekilecek miyiz?” dediğimde, ‘Muaz! Annen hasretine yansın, insanları yüzüstü cehenneme atan dillerinin biçtiğinden başka bir şey midir?’ diye buyurdu.” (Kenzu’l-Ummal, h. No: 43579)

İnsanlar ince elekten geçiyor;

İnce elekten geçiyor ki, adalet yerini bulsun, herkes hak ettiğini bulsun, zalim ile mazlum arasında fark olsun. İnsanlık tarihi açıkça göstermiştir ki, cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değildir. Özellikle çağımızda bozulmamış her vicdan, günde belki bin kere; “mazlumlar için yaşasın cennet!,” “zalimler için de yaşasın cehennem!” diye feryat ediyor. Bu vicdanî duygular gösteriyor ki, Rabbimiz cennet ve cehennemin varlığını sadece indirdiği semavî kitaplar ve gönderdiği peygamberler vasıtasıyla bildirmekle yetinmemiş, aynı zamanda konuyla en yakın ilişkisi olan insanların vicdanına da bunu kazımıştır.

“Eğer-şayet-keşke”de elenen sözcükler: İmtihana tabi olan insan, öyle bir ince elekten geçiyor ki, insanın ‘keşke’ demesi bile başlı başına bir sorun teşkil ediyor.

Nitekim, Peygamberimiz (a.s.m) insanları uyarıyor: Sakın! ‘Keşke’ demeyin!

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurdu: Kuvvetli (iman, azim, teşebbüs kabiliyeti bakımından güçlü) mümin, zayıf müminden Allah’a daha sevimlidir. Her birinde hayır vardır. Senin için (her iki dünyada) faydalı olan şeylere rağbet et; Allah’tan yardım iste, âcizlik/tembellik gösterme! Şayet başına bir musibet gelirse; “eğer şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu (veya; keşke şöyle yapsaydım, o zaman şöyle şöyle olurdu)” şeklinde bir şey söyleme! Bilakis şöyle de; “Bu Allah’ın takdiridir, o neyi isterse onu yapar.” Çünkü, “LEV” (eğer, şayet, keşke) kelimesi şeytanın işine yarar/iş yapmasına kapı açar.” (Müslim, kader, 34; İbn Mace, Mukaddime, 10; Ahmed b. Hanbel, 2/366, 370)

Bu hadisin ifadesinden de anlaşılacağı gibi, şeytana iş yapma imkânı veren “LEV=eğer, şayet, keşke” kelimesinin ifade ettiği hususun kaderle yakın ilişkisi vardır. Geçmişe ait olaylar birer vukuattır. Vukuat ise birer mukadderattır, kaderin birer yansımasıdır. Bu gerçeğe rağmen, şayet kişi “eğer şöyle yapılsaydı böyle olmazdı” veya “keşke şöyle yapılsaydı o zaman bunlar başımıza gelmezdi” diye bir zihinsel hayıflanmaya başlarsa, şeytan zihnini bütün bütün karıştırır, içine vesvese verir. Adam mutezile gibi–kaderi inkâr edercesine–işin vukuunu tamamen sebeplere bağlar. Bu husus, itikadî yönden zararlı olduğu gibi, işin sonucunu değiştirebilecek bir fırsatı kaçırmanın teessüfünden bir moral çöküntüsü de yaşar. Zaten şeytanın yapmak istediği de budur.

Kuşkusuz, Allah’ın takdirine inanıp boyun eğen, sadece kendi cüzî iradesiyle yaptığı yanlışlığa işaret etmek isteyen kişinin durumu bundan farklıdır. (Nevevî, ilgili hadisin şerhi.)

Şeytana iş yapma imkânı sağlayan “keşke”lerden kurtulmanın tek yolu, sebepler dairesinde gereken tedbirleri aldıktan sonra Allah’ın âdil ve hikmetli olan kaderine teslim olmaktır. Teslimiyet ve tevekkül ise, şüphesiz güçlü bir imanın yansıması olacaktır. Aşağıdaki hadis-i şerifte bu ders verilmiştir:

“Bir kul, hayrıyla, şerriyle kadere iman etmedikçe; kendisine (hayır veya şerden) isabet eden bir şeyin yanlışlıkla onu atlamasının mümkün olmadığını ve kendisini atlamış olan bir şeyin de yanlışlıkla ona isabet etmesinin imkânsız olduğunu bilmedikçe iman etmiş olmaz.” (Tirmizî, Kader, 10)

Şeytana iş kapısını açan “eğer/keşke”den bir misal:

Uhud savaşında Müslümanlar 70 şehit vermişti. Savaşa katılmayan münafıklar, yakınlarının üzüntülerini artırmak için onların da kendileri gibi savaşa katılmasalardı kesinlikle ölmeyeceklerini söylemişlerdi. Allah, bunların–şeytanın vekili gibi–telkin ettikleri vesveselerinin yanlışlığına dikkati çekerek onların iddialarını reddetmiştir. Konuyu Kur’an’dan izleyelim:

“…Bir kısmınız ise can derdine düşmüş, Allah hakkında Cahiliye devrindekine benzer, gerçek dışı şeyler düşünüyorlar: “Bu işin kararlaştırılmasında bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!” diye söyleniyorlardı. De ki: “Bütün yetki ve karar Allah’ındır” Onlar aslında içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları bir şeyler saklıyor ve kendi aralarında: “(Eğer/keşke) Bu emir ve komuta işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz, öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: Siz evlerinizde dahi olsaydınız, haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı. Allah, sizin içinizde olanı sınamak ve kalplerinizi her türlü vesvese ve kirden arındırıp pırıl pırıl yapmak içindir ki bunu başınıza getirdi. Allah sinelerin özünü dahi bilir.”

“Ey iman edenler! Dini inkâr edip de Allah için seferde ölen veya gazalarda öldürülen arkadaşları hakkında: “(Eğer/keşke) Bizim yanımızda olsalardı, ne ölürler ne de öldürülürlerdi” diyenler gibi olmayın! Allah bunu, onların gönüllerinde bir hasret, bir yürek yarası olarak bıraksın diye yaptı. Hayatı veren de, alan da Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızı görür.”

“Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, bilin ki, Allah tarafından mağfiret ve rahmet, insanların topladıkları bütün mallardan daha hayırlıdır.” (Âl-i İmran, 154,156-157)

“Eğer/keşke” sözcüğünün kullanılmasının uygun olup olmaması, bunu kullanan kimsenin akidesiyle yakından ilişkilidir. Şayet “keşke/eğer şöyle olsaydı.. böyle olurdu/veya böyle olmazdı” ifadesini kullanan kimse, olmasını istediği şeyin vukuu durumunda, mevcut durumun–Allah’ın meşietini, iradesini, dilemesini göz önünde bulundurmadan–kesinlikle değişiyor olacağına inanıyorsa, bu yanlış bir düşünce olur ve şeytana yanlış telkin kapılarını açar. Yukarıda mealini sunduğumuz ilgili hadiste yer alan ve insanlardan söylenmesi istenen “Bu Allah’ın takdiridir, O neyi isterse onu yapar” ifadesi, insanları sebeplere fazla yer veren düşüncenin yanlışlığından kurtarmaya yöneliktir.

Yok “keşke/eğer şöyle olsaydı.. böyle olurdu/veya böyle olmazdı” ifadesini kullanan kimsenin maksadı–kesin kararın mutlaka Allah’a ait olduğunu göz önünde bulundurmakla beraber–Allah’ın kâinatta cari olan prensipleri çerçevesinde sebeplere hak ettikleri kadar bir değer vermek ise bunda bir beis yoktur. Buna Hz. Ebu Bekir’in hicret esnasında mağaradayken söylediği “Eğer onlardan biri ayağını kaldırsa/ayağının altına baksa mutlaka bizi görür” şeklindeki sözlerini misal verebiliriz. Hz. Ebu Bekir, Allah’ın izni olmadan onların kendilerini göremeyeceklerine kesinlikle inanıyor olmakla beraber, bu sözleriyle normal âdetullah denilen sebepler çerçevesinde onların kendilerini görmelerinin rahatlıkla mümkün olduğuna işaret etmiştir. (krş. İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi)

Kurtubî’nin de ifade ettiği gibi, “eğer/keşke” cümlelerinin kullanılmasını uygun görmeyen hadisin verdiği ders şudur: Maziye/geçmişte olmuş hadiselere kader penceresinden bakmak, Allah’ın emrine teslim olmak, kadere rıza göstermek, vukua gelmiş olan olumsuzluklara bakıp aşırı üzüntüye kapılmamak gerekir. Bu teslimiyeti göstermeyip de “eğer/keşke..”lerle olanları değerlendirmeye çalışanlara şeytan müdahale edecek ve onları imkânsız temenni ve kuruntularla hüzne boğacak ve Allah’a karşı olan teslimiyetini kırmaya çalışacaktır.

İşin reçetesi şudur:

Mutezileler gibi sebeplere fazla perestiş etmemek, Cebriyeciler gibi sebepleri bütün bütün yok saymamak için, Ehl-i Sünnetin şu formülüne göre hareket etmek gerekir. Şöyle ki:

Sebepler dairesi çerçevesinde düşündüğümüz zaman, sebeplere yapışmanın zorunlu olduğuna, onların Allah’ın hikmetini yansıtan bir zincirler halkası olduğuna, Allah’ın kâinatta cari kanunlarının manzumesi olan bu sebeplere riayet etmemek, bu ilahî nizama karşı bir isyan olduğuna inanmak gerekir.

İtikat dairesinde konuyu değerlendirirken de, sebeplerin gerçekte hiçbir etkiye sahip olmadıklarına, her şeyin yaratıcısının yalnız Allah olduğuna iman etmek gerekir. Buna göre, ilaç alacağız, fakat şifayı Allah’tan bekleyeceğiz. Koruyucu hekimlik çerçevesinde gereken tedbirleri alacağız, fakat koruyanın yalnız Allah olduğuna iman edeceğiz. Şair ne güzel söylemiş:

“Allah’a dayan, sa’ye(çalışmaya) sarıl, hikmete ram ol

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”

Niyazi Beki / Zafer Dergisi

Peygamberimizin Tevrat’taki vasıfları

Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (ra)’a rastladım ve: “Resulullah (sav)’ın Tevrat’ta zikredilen vasıflarını bana söyle” dedim.

Bunun üzerine hemen: “Pekala dedi ve devam etti: Allah’a yemin olsun! O, Kur’an’da geçen bazı sıfatlarıyla Tevrat’ta da mevsuftur (ve şöyle denmiştir):

“Ey Peygamber, biz seni insanlara şahid, müjdeleyici ve korkutucu (Ahzab 45) ve ümmiler için de koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulum ve elçimsin. Ben seni mütevekkil diye tesmiye ettim(isimlendirdim). O, ne katı kalpli, ne de kaba biri değildir. Çarşı pazarda rastgele bağırıp çağırmaz. Kötülüğü kötülükle kaldırmaz, bilakis affeder, bağışlar. Allah, bozulmuş dini onunla tam olarak ikame etmeden onunla kör gözleri, sağır kulakları, paslanmış kalpleri açmadan onun ruhunu kabzetmez.”

Hadis No: 5558-Buhari

Nur Dershanesi Nedir?

Isparta’nın Barla köyünde başlayan ve zamanla tüm dünyaya yayılan, asrımızın en muazzam sosyal hareketi olan Risale-i Nur İman ve Kuran hizmetinin, bu kadar kısa bir zamanda Türkiye’nin her tarafına ve yurt dışında 100’den fazla ülkeye yayılmasında hizmet metotlarının  önemi büyüktür.

Bu metotlardan birisi de Nur Dershanesi açmaktır. Üstad Bediüzzaman, kaldığı evine Nur Dershanesi adını vermiş ve bundan böyle Risale-i Nur hizmetlerinin yapıldığı, risalelerin okunduğu ve hakikatlerin yaşandığı mekanlara Nur Dershanesi denilmeye başlanmıştır. Bu mekanlara Nur Medresesi de deniliyor. Üstad Bediüzzaman, Nur Dershanelerinin önemine ve faydasına dikkat çekmiş ve Emirdağ Lahikasında şu teşviki yapmıştır, “Şimdi resmen din tedrisatı için hususî dershaneler açılmasına izin verilmesine binaen Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder; fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz. İman hakikatlerinin izahı olduğu için, hem ilim, hem mârifetullah, hem huzur, hem ibadettir. Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaallah Nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor.”

Nur talebeleri bu teşvik ve tavsiye neticesinde, hizmetlerinde bu metodu benimsemiş ve böylece yüzlerce, binlerce Nur Dershaneleri açılmış ve açılmaya devam ediyor. Hatta Üstad, Emirdağ Lahikasında herkesin kendi evini de bir Medrese-i Yusufiyeye çevirmesini tavsiye etmiş, böylece iman ve kuran hakikatlerini kendi hayatımızda tatbik edebilmemiz için pratik bir yol göstermiştir.

Her bir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alakadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi(sıradan) muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir

Nur Dershanesi, bir apartman dairesi olabildiği gibi müstakil binalar da olabilmektedir.. Hizmetin büyüdüğü yerlerde 4-5 katlı binalar, 1000 metrekareye varan salona sahip dershaneler de mevcut. Bazı mahallelerde, içinde kimsenin kalmadığı, sadece civardaki sakinlerin ders yapmak için kullandığı küçük küçük dershaneler, adeta zeminin süsüdür. Sırf okuma programı yapmak için kullanılan dershaneler genellikle havadar ve bahçesi olan mekanlardan seçiliyor.

www.NurNet.org


Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version