Etiket arşivi: Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez

Azınlıklar, Müslümanlara emanet, mabetleri yıkılamaz!

İslam dünyasının tarihte şahit olunmayan bir dönemden geçtiğini söyleyen Görmez, İslamafobia, ırkçılık gibi söylemlerle yüreklerde oluşan nefreti ortadan kaldırmak gerektiğini söyledi. İnsanlığın yeni bir durumla karşı karşıya kaldığını söyleyen Diyanet İşleri Başkanı “Dünyanın her yerinde Müslümanlar, başka medeniyetin mensupları ile birlikte yaşamaya başladılar. Bunun için bizim tarihte gerçekleştirdiğimiz birlikte yaşama tecrübelerini yeniden keşfetme zorunluluğumuz var.” ifadelerini kullandı.

Suudi Arabistan Baş müftüsünün ülkedeki kiliselerin yıkılması ile ilgili sözlerini eleştiren Görmez, “İslam dünyasında asırlarca varlıklarını sürdüren dini azınlıklar, Müslümanlara emanettir. Hiçbir Müslüman’ın bu emanetlere hıyanet etme hakkı ve salahiyetleri yoktur.” dedi. Batı’da İslam’ın uç yorumlarının kendisini hissettirmesinden yakınan Görmez bu durumun İslam’ın yanlış anlaşılmasına neden olduğunu söyledi. Heybeliada Ruhban Okulunun açılmamasının bu topraklarda inşa edilen medeniyete yakışmadığını dile getirdi. Yeni eğitim sistemine de değinen Diyanet Reisi, bunun yeni bir çatışma alanı haline getirilmemesini isteyerek, Kur’an-ı Kerim’in öğrencilerin yaşı dikkate alınarak öğretilmesi ve lafsının yanı sıra manasının da okutulması çağrısında bulundu.

– Bir kesim medeniyetler çatışması derken, Türkiye’yi temsilen Diyanet Reisi olarak Çin, AB ülkeleri ziyaretleriyle dünyanın değişik ülkeleriyle temaslar kuruyorsunuz. Buralarda İslam dünyasına nasıl bakılıyor?

Bundan 50 sene önce dünyanın büyük bir kısmında herhangi büyük bir Müslüman topluluktan söz etmek mümkün değildi. Bugün öyle bir dünyada yaşıyoruz ki içinde herhangi bir Müslüman azınlığın olmadığı ülke yok. Dünyanın her yerinde İslam kültürünün mensupları, başka medeniyetin mensupları ile birlikte yaşamaya başlamışlardır. Bunun için bizim tarihte gerçekleştirdiğimiz birlikte yaşama tecrübelerini yeniden keşfetme zorunluluğumuz var. Bizim elimizde olmadan birileri bir çatışma kültürünü besliyor, bir çatışma dili oluşturuluyor. Bu çatışma kültürünü de ortadan kaldıracak bir çabaya ihtiyaç var.

Diyanet olarak henüz yeterli olduğumuzu söyleyemeyiz ama çabamızın önemli olduğunu düşünüyorum. Birileri kültürler arası çatışmadan yangın çıkarmak istiyor. Bazı yerlerde bu yangın çıkmış vaziyette. Biz de Hz. İbrahim’in ateşine su götüren karınca misali bir şekilde yüreklerde oluşan nefreti ortadan kaldırmak için elimizden geleni sarf etmemiz gerekiyor.

– İslamofobia, ırkçılık nefret suçları gibi uluslar arası anlamda suç teşkil eden hastalıklar toplumlar arasında yaygınlaşıyor. Bunun önlemek için neler yapılmalı?

Maalesef İslam dünyasında bazı kesimler eczacı yöntemiyle tedavi olmayı deniyor. Eczaneden ilaç alarak tedavi olmayı denediğimiz zaman kendi sorunlarımızı çözmek bir yana, yeni sorunlar ortaya çıkarırız. Bütün İslam dünyasının bilgi kaynaklarını ve bilgi üretme düzeneklerini, metodunu ve İslam âlimi yetiştirme düzeneklerini gözden geçirme zarureti var. Bugün bizim sahip olduğumuz İslam müktesebatı hem İslam dünyasında kendi aramızda ortaya çıkan sorunlarımızı hem de dünyada ortaya çıkan yeni verili durumun üstesinden gelebilecek güç ve kuvvette değil. Dolayısıyla İslam dünyasının bütün bu sorunları çözümü için mevcut olan müktesebatını yeniden gözden geçirmeye ihtiyacı var.

– Yine Suriye, Irak, Afganistan gibi İslam coğrayasında iç çatışma görüntüsü var. Bunun önlenmesi adına diplomatik olarak ve kardeşlik hukuku açısından neler yapılabilir?

Müslümanlar arasındaki çatışma o kadar can yakmaya başladı ki birbirimize diplomasi uygulayarak sorunları çözebileceğimiz kanaatinde değilim. Bütün kardeşlerin yüreklerini birbirine açarak bunu ele almaları gerekiyor. Kutlu doğum haftasında bu başlığı seçme amacımız; İslam kardeşliğini yeniden nasıl bir retorik, bir söylem olmaktan çıkarıp bir ahlak ve hukuk haline getirebiliriz çabası. Gerçekten çok zengin bir İslam irfan geleneği var ve bu gelenek ‘Yaratıcı‘ eksenli bir kardeşlikten o kadar söz etmiştir ki bugün insanlığın buna ihtiyacı var. Ama biz Müslümanlar bunu ihmal ettik.

Özellikle irfan geleneğini, bazı anlayışlar gayri İslami ilan ettiler. Onun doğurduğu boşluk şuan pek çok sorununa yol açmıştır. İslam’ın daha çok tarihi, kültürü ve yaşanmışlıkları yok sayan, sadece dini metinleri bir kanun metnine dönüştürerek hüküm çıkarmaya çalışan bir anlayışın, modernizmin bir eserin olarak İslam dünyasını kuşatmaya çalıştığını hepimiz biliyoruz. Bu uçlar özellikle birbirleriyle mücadele ettiği için de ana yol dediğimiz yani Kur’an ve sünnetin bir şekilde dışlandığını görüyoruz. Bugün Batı İslam ikileminde İslam’ın kendisi görünürde yok. İslam’ın uç yorumları görünürde. Bu da İslam’a ve tüm Müslümanlara ve İslam’ın kitabına ve peygamberlerine mal edilmek isteniyor. Bu doğru değil.

– Suudi Arabistan’ın baş müftüsünün kiliselerin ortadan kaldırılabileceğine yönelik açıklamaları oldu. Kur’an, Sünnet ve İslam devlet ve topluluklarının müktesebatı açısından baktığınızda bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Böyle bir açıklamanın, İslam’ın kendi asli kaynaklarıyla, Hz. Peygamber’in (sas) kendi çağında Müslüman olmayan topluluklarla imzaladığı bütün anlaşmalarla, İslam Medeniyetinin tarih boyunca en büyük rüçhaniyeti olan farklı dinleri, kültürleri, mabetleri yanyana yaşatma tecrübesiyle hiçbir ilişkisi yok. Zayıf, üzerine hiç hüküm bina edilemeyecek olan ve doğrudan Hz. Peygamber’in ana uygulamalarına aykırı denilebilecek bir rivayeti esas alarak böyle bir açıklama yapmak doğru olmaz. Böyle bir şey söyleyebilmek için Kuran’ı Kerim’in din özgürlüğü ve farklı din mensuplarına verdiği hakları, Hz. Peygamber’in hayatındaki bütün uygulamaları bir kenara bırakmak lazım. Böyle bir fetva için, Hz. Peygamber’in Necran, Eyle, Yemen, Hicaz Hıristiyanlarıyla yaptığı ve bugün orijinal metinleri hala elimizde olan vesikaları yok saymak lazım. İstanbul’da, Endülüs’te, Bağdat’ta, Şam’da Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları tecrübeleri yok saymak lazım. Fatih Sultan Mehmet’in Galata ve Bosna’daki Hıristiyanlarıyla yaptığı sözleşmeler keza aynı. Bütün bunları yok sayarak ancak böyle bir şey söylenebilir. Ben açıkça ifade edeyim: Ortadoğu’da İslam dünyasında asırlarca varlıklarını sürdüren dini azınlıklar İslam medeniyetinin her bir Müslüman emanetidir. Hiçbir Müslümanın bu emanetlere hıyanet etme hakkı ve salahiyetleri yoktur. Biz batıda herhangi bir ırkçı ayrılıkçı kimsenin içindeki nefreti ortaya koymak için caminin duvarına ırkçı bir yazı yazmasından ne kadar rahatsız oluyorsak, İslam dünyasının herhangi bir yerinde asırlarca varlığını sürdürmüş olan deyr, manastır, kilise, havra yada herhangi bir mabet herhangi bir Müslüman tarafından en küçük bir yanlışa maruz kaldığında da aynı rahatsızlığı hissetmesi, bizatihi inancımızın bize yüklediği bir sorumluluktur.

– Yani İslam dini bunun hukukunu da oluşturmuş durumda…

Evet. Yüce dinimiz bizimle beraber yaşayan gayrimüslimlere nasıl davranacağımızı bize bırakmamış, hak, hukuk ve ahlak çerçevesinde prensiplere, ilkelere bağlamıştır. Düşünebiliyor musunuz bir Peygamber; “Müslümanlarla beraber, Müslümanların emanı altında yaşamayı kabul etmiş bir gayrimüslime eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allah’a eziyet etmiş olur.” buyuruyor. Geçenlerde Lübnan Maruni Kilisesi papazları beni ziyaret etti. Onlara Osmanlı arşivinden 4 belge hediye ettim. 1890 da Lübnan Marunilerinin başındaki Papaz Yohanna Efendi, Cebeli Lübnan Mutasarrıflığı’na bir yazı yazıyor: “Biz Roma’da din adamı yetiştirmek üzere papaz mektebi açmak istiyoruz. 10 bin altına ihtiyacımız var. Lütfen bize yardımcı olun.” Yazı İstanbul’a geliyor. Sultan Abdülhamit’e takdim ediliyor. Sultan 10 bin altının tahsis edilmesini istiyor. Ve en zor zamanımıza denk gelmesine rağmen Beytülmalden yardım gönderiliyor. Bizim tarihimiz bunun çok büyük örnekleriyle doludur.

KUR’AN ÇOCUKLARIN YAŞLARI DİKKATE ALINARAK ÖĞRETİLMELİ

– 4+4+4 eğitim sistemi ile Kur’an-ı Kerim ve Siyer seçmeli hale geldi. Bu eğitimi kimlerin vereceği ve eğitim içeriğin kaliteli ve müktesebata uygun şekilde verilmesi için neler yapılmalı?

Bu tartışmaların başladığı günden itibaren üzerinde en çok durduğum husus Türkiye’de din üzerinden bir ayrışma meydana gelmemesi yönünde. İnsan kaynağına gelince, Türkiye eş zamanlı olarak bu açığını kapatacak ölçüde ilahiyat fakülteleri açtı. Yani 23’ten 53’e çıktı ilahiyat fakültesi sayısı. Zannediyorum 53’le de yetinilmeyecek. Dolaysıyla Türkiye’de üniversite sisteminin çok kısa sürede bunun üstesinden gelebileceği kanaatindeyim.

– Yaygın eğitimde siz de Kur’an eğitimini milyonlara taşıyorsunuz…

Diyanetin görevi yaygın din eğitimidir. Milli Eğitim Bakanlığı daha çok örgün eğitim, hatta din eğitiminin de örgün kısmı tamamen MEB’in uhdesindedir. Eğer bize bir işbirliği çerçevesinde sorulursa, benim kanaatim: Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayla birlikte mutlaka belirli yaş seviyelerine göre Kur’an’ın içeriği hakkında da yani Türkçe anlamlarından da çocukların haberdar olması, en azından belli ünitelerin de bu konuya tahsis edilmesinin daha faydalı olacağı yönünde. Avrupa’dan Batı muhitlerindeki din eğitiminde, İncil eğitiminde bu çok gelişmiş bir konudur. Kur’an’ın muhtevasının yanı sıra çocukların yaşları da dikkate alınarak, içindeki muhtevasını tasnif etmek ve onu lafzını ve nazmı ile birlikte anlamını da çocuklara vermek mümkündür. Bunun gelişmiş dünyada çok güzel teknikleri vardır. Bunu Diyanet İşleri Başkanı olarak önemsiyorum.

– Gayrimüslimlerin sıkça dile getirdikleri Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasıyla ilgili düşünceleriniz nedir?

Anlayış itibariyle Türkiye’de yaşayan Ortodoks vatandaşların kendi din adamlarını yetiştirmek için Selanik’e, Yunanistan’a, yahut Ermeni vatandaşların din adamı yetiştirmek için çocuklarını Ermenistan’a göndermek zorunda kalmasının, bizim bu topraklarda inşa ettiğimiz medeniyetin büyüklüğüne yakışmadığına inanıyorum. Daha 6-7 sene önce üniversite bünyesinde böyle bir imkanın tanınması için çalışmaların başladığını biliyorum. Ancak azınlık cemaatler böyle bir yapıyı kabul etmediler. Geleneksel yapı içerisinde bunun olması gerektiğini ifade ettiler. Dolayısıyla onların da bu isteklerini dikkate alarak en güzel şekilde bu sorun çözülmeli. Din, inanç ve dini eğitim özgürlüğü e insan hakları konusunda ben uluslararası ilişkilerde egemen olan muadelet prensibinin doğru olmadığını düşünürüm. Yani “Başka ülkelerde veya yanı başımızdaki bir Müslüman azınlığa şu yapılıyor, öyleyse ben de bunu yaparım.” demeyi bir ilim adamı ve Diyanet İşleri Başkanı olarak doğru bulmam.

 FATİH UĞUR, CİHAN YENİLMEZ / Zaman Gazetesi

Suudi Arabistan’ın baş müftüsünün kiliselerin ortadan kaldırılabileceğine yönelik açıklamaları oldu. Kur’an, Sünnet ve İslam devlet ve topluluklarının müktesebatı açısından baktığınızda bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Böyle bir açıklamanın, İslam’ın kendi asli kaynaklarıyla, Hz. Peygamber’in (sas) kendi çağında Müslüman olmayan topluluklarla imzaladığı bütün anlaşmalarla, İslam Medeniyetinin tarih boyunca en büyük rüçhaniyeti olan farklı dinleri, kültürleri, mabetleri yanyana yaşatma tecrübesiyle hiçbir ilişkisi yok. Zayıf, üzerine hiç hüküm bina edilemeyecek olan ve doğrudan Hz. Peygamber’in ana uygulamalarına aykırı denilebilecek bir rivayeti esas alarak böyle bir açıklama yapmak doğru olmaz. Böyle bir şey söyleyebilmek için Kuran’ı Kerim’in din özgürlüğü ve farklı din mensuplarına verdiği hakları, Hz. Peygamber’in hayatındaki bütün uygulamaları bir kenara bırakmak lazım. Böyle bir fetva için, Hz. Peygamber’in Necran, Eyle, Yemen, Hicaz Hıristiyanlarıyla yaptığı ve bugün orijinal metinleri hala elimizde olan vesikaları yok saymak lazım. İstanbul’da, Endülüs’te, Bağdat’ta, Şam’da Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları tecrübeleri yok saymak lazım. Fatih Sultan Mehmet’in Galata ve Bosna’daki Hıristiyanlarıyla yaptığı sözleşmeler keza aynı. Bütün bunları yok sayarak ancak böyle bir şey söylenebilir. Ben açıkça ifade edeyim: Ortadoğu’da İslam dünyasında asırlarca varlıklarını sürdüren dini azınlıklar İslam medeniyetinin her bir Müslüman emanetidir. Hiçbir Müslümanın bu emanetlere hıyanet etme hakkı ve salahiyetleri yoktur. Biz batıda herhangi bir ırkçı ayrılıkçı kimsenin içindeki nefreti ortaya koymak için caminin duvarına ırkçı bir yazı yazmasından ne kadar rahatsız oluyorsak, İslam dünyasının herhangi bir yerinde asırlarca varlığını sürdürmüş olan deyr, manastır, kilise, havra yada herhangi bir mabet herhangi bir Müslüman tarafından en küçük bir yanlışa maruz kaldığında da aynı rahatsızlığı hissetmesi, bizatihi inancımızın bize yüklediği bir sorumluluktur.

– Yani İslam dini bunun hukukunu da oluşturmuş durumda…

Evet. Yüce dinimiz bizimle beraber yaşayan gayrimüslimlere nasıl davranacağımızı bize bırakmamış, hak, hukuk ve ahlak çerçevesinde prensiplere, ilkelere bağlamıştır. Düşünebiliyor musunuz bir Peygamber; “Müslümanlarla beraber, Müslümanların emanı altında yaşamayı kabul etmiş bir gayrimüslime eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allah’a eziyet etmiş olur.” buyuruyor. Geçenlerde Lübnan Maruni Kilisesi papazları beni ziyaret etti. Onlara Osmanlı arşivinden 4 belge hediye ettim. 1890 da Lübnan Marunilerinin başındaki Papaz Yohanna Efendi, Cebeli Lübnan Mutasarrıflığı’na bir yazı yazıyor: “Biz Roma’da din adamı yetiştirmek üzere papaz mektebi açmak istiyoruz. 10 bin altına ihtiyacımız var. Lütfen bize yardımcı olun.” Yazı İstanbul’a geliyor. Sultan Abdülhamit’e takdim ediliyor. Sultan 10 bin altının tahsis edilmesini istiyor. Ve en zor zamanımıza denk gelmesine rağmen Beytülmalden yardım gönderiliyor. Bizim tarihimiz bunun çok büyük örnekleriyle doludur.

KUR’AN ÇOCUKLARIN YAŞLARI DİKKATE ALINARAK ÖĞRETİLMELİ

4+4+4 eğitim sistemi ile Kur’an-ı Kerim ve Siyer seçmeli hale geldi. Bu eğitimi kimlerin vereceği ve eğitim içeriğin kaliteli ve müktesebata uygun şekilde verilmesi için neler yapılmalı?

Bu tartışmaların başladığı günden itibaren üzerinde en çok durduğum husus Türkiye’de din üzerinden bir ayrışma meydana gelmemesi yönünde. İnsan kaynağına gelince, Türkiye eş zamanlı olarak bu açığını kapatacak ölçüde ilahiyat fakülteleri açtı. Yani 23’ten 53’e çıktı ilahiyat fakültesi sayısı. Zannediyorum 53’le de yetinilmeyecek. Dolaysıyla Türkiye’de üniversite sisteminin çok kısa sürede bunun üstesinden gelebileceği kanaatindeyim.

– Yaygın eğitimde siz de Kur’an eğitimini milyonlara taşıyorsunuz…

Diyanetin görevi yaygın din eğitimidir. Milli Eğitim Bakanlığı daha çok örgün eğitim, hatta din eğitiminin de örgün kısmı tamamen MEB’in uhdesindedir. Eğer bize bir işbirliği çerçevesinde sorulursa, benim kanaatim: Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayla birlikte mutlaka belirli yaş seviyelerine göre Kur’an’ın içeriği hakkında da yani Türkçe anlamlarından da çocukların haberdar olması, en azından belli ünitelerin de bu konuya tahsis edilmesinin daha faydalı olacağı yönünde. Avrupa’dan Batı muhitlerindeki din eğitiminde, İncil eğitiminde bu çok gelişmiş bir konudur. Kur’an’ın muhtevasının yanı sıra çocukların yaşları da dikkate alınarak, içindeki muhtevasını tasnif etmek ve onu lafzını ve nazmı ile birlikte anlamını da çocuklara vermek mümkündür. Bunun gelişmiş dünyada çok güzel teknikleri vardır. Bunu Diyanet İşleri Başkanı olarak önemsiyorum.

Allah rızası için attım bir Tweet!

Sosyal medyada dinî konularda açılan sayfalar, gruplar ve hesaplar gün geçtikçe çoğalıyor. Bu sayfalar kim tarafından neden açılıyor? Paylaşımlar hangi konular üzerinde şekilleniyor? Uzmanlar, bunu nasıl değerlendiriyor? cevaplar, ‘din sörfü‘nde saklı!

Facebook, Twitter hayatımıza girdiğinden bu yana, tartışacağımız konulara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Bunlardan biri de sosyal medya ve din ilişkisi… Birkaç yıl önce tanışmamıza rağmen, insanî pek çok ihtiyaçta olduğu gibi dini anlatma ve öğrenme vazifeleri sosyal medyaya da kaydı. Bayramlar da, kutsal gün ve geceler de insanların kendi sayfaları üzerinden o günlere özel din içerikli video, fotoğraf, ayet, dua, hadis-i şerif gibi kısa vadeli paylaşımlarının alaka görmesi; sadece bu yönde paylaşımların yapıldığı sayfalar oluşturulmasına, hesaplar açılmasına ortam hazırladı sosyal medyada… Dinin internette görünmesi yeni değil elbette. İnternetin kitleler tarafından kabul görmesiyle yaşıt!

Ancak iki hafta önce, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, ‘DIB Mehmet Görmez‘ adlı Twitter hesabından hadis hocası olarak her cuma, hadisler paylaşacağını duyurması ve ardından sadaka üzerine birkaç hadis-i şerîf paylaşması, sosyal paylaşım sitelerinden bağımsız düşünemediğimiz modern toplumun dinî ihtiyaçlarını ne ile sağladığı sorusunu düşürdü aklımıza. Görmez, Diyanet’in aylık dergisinde kaleme aldığı başyazısında da aslında bizim aklımıza gelen sorunun cevabını veriyor yetkili bir mercî olarak. Her şeyin internetten yürüdüğü bir devirde, dinin de internet ve sosyal medyadan geri olmaması kanaatinde olduğunu söylüyor. Ve sosyal medyadan din içerikli paylaşımlar yapılmasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyor.

Peki, sosyal medyada din, Diyanet İşleri Başkanı’nı bile içine sürükleyecek kadar etkili mi?

Daha çok insana ulaşmamızı sağlıyor!

Soruların cevabını, sosyal paylaşım sitelerinde dinî içerikli paylaşımlar yapan hesaplar ve sayfalar üzerinden almak mümkün. O yüzden; sosyologların ‘din sörfçüleri‘ adını verdiği ekibe kısa süreli de olsa biz de katıldık. Ayetlerden hadîslere pek çok konunun yer aldığı sayısız hesap çıktı karşımıza. Sayfaların takipçileri ise oldukça çok… Bir milyon üyesi olan çok dini sayfa var. Mesela Twitter ve Facebook olmak üzere her iki paylaşım sitesinde bulunan ‘Namaz‘ sayfasının 1 milyon 800 bin üyesi var. Burada namazla ilgili ayetler, hadisler ve gerekli diğer bilgiler paylaşılıyor. Üyelerle konular üzerine tartışmalar gerçekleştiriliyor. Sayfanın kurucusu Kafkas Üniversitesi’nde okuyan Selahattin Günay, hesabı, 2 yıl önce namaz ibadetini sevdirmek, bilmeyenlere anlatmak, insanlara neden farz olduğunu göstermek için açtığını söylüyor ve ekliyor: “Böylece, normalde ulaşamayacağımız insanlara ulaşıyoruz.

Facebook’ta açılan ‘5 Vakit Namaz‘ sayfası ise şimdilik yeni olduğu için üye sayısı 15 bin civarında. Ancak sayfa kurucusu Ahmet Yasin Karakaplan’a göre bu sayı, gün geçtikçe artacak. Çünkü insanlar dinî konuları öğrenmeye meyilli.

‘Risale-i Nur Şakirdleri‘ sayfasında da Risale-i Nurlardan paylaşımlar yapılıyor, dinî konular Risale-i Nur referansıyla anlatılıyor. Site yöneticisi, neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduğunu, “Sosyal medyadan güzel şeyler yapılabileceğini göstermek istedim.” cümlesiyle ifade ediyor. “Benim için tebliğ yapmaya, dinimizi anlatmaya aracı oldu.” diyor.

166 bin üyesi olan bir başka sayfa ‘Son Peygamber Hz. Muhammed’in yöneticisi Alparslan Aksu ise diğer iki kullanıcıyla hemfikir. “Peygamberimiz’in nasıl biri olduğunu herkese anlatabiliyorum Facebook’ta kurduğum grupla.” diyor. Açılan diğer gruplara baktığımızda ise aktif ve üye sayısı çok olanlar günlük hadis, ayet ve dua paylaşımı için açılmış hesaplar. Bunlardan ‘Günün Hadisi‘ sayfasının 37 bin takipçisi var ve hadislere yapılan yorumlara bakılırsa üyeler, her gün hangi hadisin paylaşılacağını merakla bekliyor. Bu siteler içinde güvenilir olmayanlara da rastlamak mümkün… Din adı altında propagandalar yapıldığını gözlemlemek zor değil.

Twitter, günlük dinî paylaşımında aktif!

Twitter’da dinî paylaşımlar ise Facebook’a göre daha anlık ilerliyor. Daha çok günün ayetini, hadisini, sünnetini, günün duasını paylaşmak üzerine açılmış sayfalar. Hesapları açanlar ise kendini tanımlama kısmında muhakkak, hangi doğrultuda hesap açtıklarını ve neler yapacaklarını paylaşmış. Bunlardan ‘@hadis_i_şerif‘ hesabının 18 bin takipçisi var. Her gün saat 19’da bir hadis paylaşılacağı belirtilmiş. Ayrıca hesap sahibi, kendisi gibi dinî paylaşımları olan hesapları takip ediyor ve onlarla fikir alışverişinde bulunuyor. Bu durumu, Twitter’daki din sörfçüleri için kurulmuş diğer hesaplarda da görmek mümkün. 26 bin 218 takipçisi bulunan @hadis-i şerif sayfası, @islamisorularRT ile daima paylaşımlar hakkında twitleşiyor! Takipçilerse hesap sahipleri kadar aktif. İçlerinde @hergunhadis, @sünnet-iseniyye, @duahayattır sayfalarının da bulunduğu pek çok hesap, Twitter kullanan herkese o gün dini hatırlatmak için açıldıklarını ifade ediyor profillerinde. Takipçileri ise hemen hemen hepsinde bu durumdan memnun. Hatta onlar da zaman zaman bu sayfalara ayet ve hadis twitleri atıyor!

Peki, Haşmet Babaoğlu’nun 3 Şubat Cuma günü çıkan yazısının başlığında sorduğu gibi “Facebook ve Twitter tünelinin ucunda bir ışık var mı?” Sosyal medya dini, insanlara anlatmada ne kadar aracı olur? Orada yapılan paylaşımlar tebliğ olarak algılanabilir mi? Yoksa tebliğ düşüncesiyle yapılanlar sadece, insanların paylaşım ağında geçirdikleri vakte karşılık, ‘güzel işlerde bulunuyoruz‘ demek için vicdanî bir rahatlama şekli mi? Bundan sonra, sosyal medya kullanıcılarının hayatının içinde hep olacak din için, bakalım ilahiyatçılar ne diyor?

Din, sosyal medyanın tutsağı haline gelmemeli!

Prof. Dr. Talip Küçükcan (Marmara Üniversitesi-Din Sosyoloğu): Dini tebliğ açısından bakıldığında sosyal medya iyi bir imkân gibi. Bu açıdan sosyal medya, dinî bilgilendirme konjonktürel olarak yararlı bir enstrüman olarak görülebilir. Ancak geleneksel dinî bilgi üretimi, paylaşımı, dinî eğitim ve yayın faaliyetlerinin yerini alacak şekilde planlanamaz. Eğer böyle bir misyon yüklenirse ilk planda yenilik olarak görülen bu girişim, bir süre sonra modaya ayak uydurmaya dönüşür. İslamî eğitim ve tebliğ söz konusu olduğunda ‘insan’ unsurunun her şeyin temeli olduğunu hatırlamakta yarar var. Âlim-talebe ve mürşit-mürit ilişkilerini sanal ortama taşıdığınız andan itibaren popüler kültürün tutsağı olursunuz. Eğer yenilik ve sanal âlemde var olma adına sosyal medyayı kullanıyorsanız bilin ki o sizden çok daha güçlüdür. Sosyal medyanın etkisi göz ardı edilmemeli; ancak geleneksel din tebliğ yöntemleri onun tutsağı haline gelmemeli.

Bir şeyler öğrenmeye vesile olabilir

Prof. Dr. Muhit Mert (Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı): Eskiden telefon mesajlarıyla ayet, hadis gönderirdi insanlar… Bu da çok memnun ederdi gönderilen kişiyi. Facebook ve Twitter’dan dinî paylaşımlar bu mesajların mecra değiştirmiş hali. O yüzden; sosyal paylaşım sitelerinden dinî konular anlatılabilir. Hatta bu, birçok insana güzel şeyler öğretmeye vesile olabilir. Çünkü artık çoğu kişi vaktini buralarda geçiriyor. Onlara boşa vakit harcıyorsun diyemezsiniz ama o harcadıkları vakti hayra çevirmelerini sağlayabilirsiniz. Buna da tebliğ denebilir.

Dengeyi kaçırmamalı!

Prof. Dr. Abdullah Kahraman (Cumhuriyet Üniversitesi): İslamiyet, tebliğle gelişen bir din. Tebliğin üslubu doğru olduktan sonra yeri ve zamanı yoktur… Sadece, üslubu doğru tutturmak gerekir. Şunu unutmamak lazım; İslam bizimle çirkinleşiyor. İslam’la aramızdaki çirkinlikleri kaldırdığımız her hareket tebliğdir. İlla bunun sözlü olması gerekmiyor. Sosyal medya da bu anlamda bir fırsat. Eğer içinde bulunuyorsak gereksiz şeylerle oyalanmak ve vakit kaybetmek yerine Allah kelâmı paylaşabiliriz. Bu da tebliğ olur. Tabii bütün bunları yaparken dengeyi elde tutmak gerekir… Abartıya kaçarsak insanlar nefret eder.

Yanlış bilgiler de paylaşılabilir

Prof. Dr. Suat Cebeci (Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi): Sosyal medyadaki dinî paylaşımları tebliğ yapmak olarak görmemeli. Bu, tebliğ değil dinin öğretimidir. Dine davet de denebilir belki. Ya da insanları günlük uyarmak anlamına da gelebilir. Dinî bilgilendirmedir. Ama tebliğ değildir. Sosyal medyada dinin anlatılmasında ise mahsur yoktur. Dinin öğretilmesi, anlatılması için bir araç vazifesi taşıyabiliyorsa, bu aracı kullanabilir meraklılar. Yanlış fikirler paylaşılması dinî bilgilerin paylaşılmasına mani değildir. Ayet ve hadisler sahihse paylaşılabilir. Ancak dinî konular işin erbabına bırakılmalı. Bu konuda herkes bir söz söylememeli.

Yaygınlaştırma ve dönüştürme iç içe

Prof. Dr. Celaleddin Çelik (Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi-Din Sosyolojisi: Sosyal ağlar artık sadece boş zamanları geçirmek amacına matuf kalmayacak gibi. Elbette internetin mahremiyet temelinde geleneksel anlayış, tasavvur ve inanç dünyamıza etkilerinin bir dinî otorite tarafından değerlendirilmesi lazım. Sosyal ağlar, modern dünyada giderek bireycileşen ve yalnızlaşan insanların iletişim ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir elektronik muhit. Mahremiyetin ifşa edilmesi yönündeki geleneksel itirazlara rağmen dinî gruplar, hareketler ve eğilimler de bundan kendini uzak tutamayacaktır. Modern hayatı dönüştürmek üzere istifade edilen medya gibi kitle iletişim araçlarının, dinî anlayış, tasavvur ve faaliyetleri yaygınlaştırmakta büyük etkisi olduğu açıktır; ancak bu araçlar aynı zamanda onlardaki geleneksel kodları, algı ve yorumları da modernleştirme yönünde dönüştürmektedir.

Sevim Şentürk / Zaman Gazetesi

Görmez: Risaleler Zor Vakitte İmdada Yetişti

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, “İman tarihimizin en zor zamanlarında Risale-i Nur müsbet ilimlerin ilahî Kanunların bir parçası olduğunu anlatarak akıl ile vahy arasına gerilen perdeleri kaldırmıştır.” dedi.

RİSÂLE-İ NUR’UN EHEMMİYETİ

Mehmet Görmez, aylık yayınlanan İrfan Mektebi dergisinde “Tahkiki imanı ders veren Risale-i Nur eserlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna şöyle cevap verdi:

Modern zamanlarda iman hakikatlerini anlatmak ve insanın anlayabileceği bir dil ve üslup ile anlaşılabilir kılmak güçleşmiştir. Kur’ân’ın ayetlerini Kâinatın ayetleri ile yoğurmalı din ile müsbet ilimi telif etmek başka bir ifade ile müsbet ilim dediğimiz şeyler ilahî Kanunların bir parçası olduğunu anlatmak, akıl ile vahy arasına gerilen perdeleri kaldırmak herkesin kârı değildir. İşte İman tarihimizin en zor zamanlarında Risale-i Nur bunu gerçekleştirmiştir. Hem de milletimizin bir değeri olarak ortaya çıkmıştır.

“İSLÂM DÜNYASI’NDA BİR ÂLİM SORUNU VAR”

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İslâm İlimleri Fakültesi Projesi var. Bu fakültenin amacı ve gelinen nokta hakkında bilgi verir misiniz?” sorusuna ise Görmez, şu cevabı verdi: “Bütün dünyada ve İslâm dünyasında İslâmi ilimlere ihtiyaç şiddetle artmış bulunuyor. İslâm dünyasının bir âlim sorunu olduğuna inanıyorum. Hem geçmiş mirası geleceğe taşımakta, hem de İslâm’ı asrın idrakine sunma konusunda, meydan okumalara karşı koymada ilmi bir yetersizlikle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bugün bütün dünyaya İslâm Âlimi yetiştiren Ezher, Medine İslâm Üniversitesi, Pakistan İslâmabad İslâm Üniversitesi, Malezya İslâm Üniversitesi gibi önemli kurumlar yetmemeye başladı. İstanbul’da uluslararası nitelikte bir İslâm Üniversitesine ihtiyaç var. Bu fakültenin bir başlangıcı olduğunu düşünüyorum.”

İrfanmektebi.com