Etiket arşivi: dua

İyi eğlenceler!

SİZCE BİZ “yeni”liklere açık insanlar mıyız? Yeni olan her şey çok mu mutlu ediyor, çok mu heyecanlandırıyor bizi? Çok mu umutluyuz gelecekten yani? Şunu anlamaya çalışıyorum, gelmek üzere olan yeni bir yıl neden sevinç içinde kutlanır? Bu yıl özel bir yıl değilse, her yıl aynısı geliyorsa, geldiği gibi gidiyorsa mesela. Hani futbol takımları yüzüncü yıllarını bekler de büyük bir sabırsızlıkla, görkemli kutlamalar yaparlar bunun için. Veya özgürlük ilanının, bağımsızlığın yıl dönümleri vardır, kutlanır. Bu bile oldukça saçzmayken bir şeyin yıl dönümü olmayan bir yıl, herhangi bir yıl, her yıl gelen bir yıl neden çılgınca eğlenme hissi verir insanlara?

Altı üstü bir zaman dönümüdür bu. Takvim olayıdır. 31 Aralık ile 1 Ocak arasında hiçbir fark yoktur. Gece duyulan anlamsız gürültüler ve ilan edilen tatil dışında tüm diğer günlerden de bir farkı yoktur. Mevsimsel bir olayın kutlanması bir derece anlaşılır. Nevruz kutlanası bir şey olabilir, bahar bayramıdır, bir müjdedir, yıl içinde özel bir döneme işaret etmektedir. Bir gelenektir ayrıca.

Peki yılbaşı eğlencesi nedir?

Neden geleceğe ait tek bir düşüncesi, emeği, hayali olmayan, senenin her gününü bir öncekiyle aynı geçiren insan yığınları, giden yılın son, gelmek üzere olan yeni yılın ilk günü için herhangi bir gün muamelesi gösterememektedir. Çok mu umutlanırlar yeni bir yıl geldiği için. Bu yıla özel planları mı vardır. Elbette ki hayır. İthal ve kutsal para harcama günlerinde, harcadığı parayla toplumsal bir teselli bulmak suretiyle kendini kandırmak ve fırsat bulmuşken eğlenmektir tüm umut!

Neden mutlusun yeni yıl geldiği için? Neden 1 Ocak günü hediye alıyorsun birilerine? Noel baba hakkında herhangi bir fikrin var mı? Peki çam ağacı. Neden saat tam 12’yi gösterdiğinde kendini kaybettiğin konusunda bir düşüncen olabilir mi?

Yok. Keşke olsaydı.

Feci bir çakma noel furyasının içinde yuvarlanıp gittiğin konusunda en ufak bir fikrin olsaydı keşke. Bunun için arama moturuna sadece “noel” yazman ve tıklaman yeterli olurdu, vikipedi senin için güzel bir açıklama sunardı. Şaşırır mıydın acaba, ilgini çeker miydi veya.

Milattan önce Pagan ve Bizans kültürünün, milattan sonra bu günü dini bir güne dönüştürme ihtiyacı hisseden zevatın değişmez tercihidir 25 Aralık. Doğum günü yani “noel” olarak ilan edilen tarih söz gelimi Hz İsa’ya aittir. Oysa kendi kaynaklarında dahi birçok farklı rivayet vardır doğum zamanı konusunda. Yani bu bir sembolik gündür. Ve yılbaşına yakın bir tarih olduğu için de kutlama uzatılarak yılın ilk gününü de içine alır. Hatta çok açık sözlü olan vikipedi sana şunu da söyler, “Günümüzde Noel ağacının Pagan geleneklerinden gelen bir ritüel olduğu bilinmektedir.”

İnandıkları dine ait olmasa da dini bir günü ihya etme şansı da kalmıyor yani ellerinde öyle mi? İşte bu kötü. Zaten bir tarih karmaşası yaşıyorlar, tüm ritüelleri 5 günlük bir gecikme ile 24 saatlik bir zaman diliminde gerçekleştirmek durumunda kalıyorlar. Bir hristiyan olsam bundan rahatsızlık duyardım. Benim ritüellerimi kullanıyor, ama benim kutladığım şeyi kutlamıyorsun!

Evet, keşke gerçekten Hz İsa’nın doğum gününü kutlasalar. Daha masum olmaz mı? Peki hakkında bir çok iddia olan olan Piskopos Nikola’nın neden tüm alışveriş merkezlerimizde hortlatıldığına dair kimse kafasını yormaz mı? Ne yazık ki onu da Nasrettin hoca gibi resmediyorlar, oldukça başarısız bu taklitler de beni rahatsız ederdi bu benim dinimin bayramı olsaydı..

Bundan daha da rahatsız edici olanı şu ki, dünya çapında bir bilgi kaynağına hakkımızda şu not düşülmüş ve kepazeliğin sınırları ülkemiz sınırlarını çoktan aşmıştır: “Türkiye’deki Müslümanlar, İsa’nın doğumunu kutlamazlar. Aslında Türkiye’de noel kutlanmaz, yılbaşı kutlanır. Bununla birlikte birçok Türk vatandaşı 31 Aralık‘taki Yılbaşı gecesini, Hıristiyanların Noel kutlamalarına benzer şekilde (hindi yiyerek, Yılbaşı ağacı süsleyerek, Noel Baba’lı kartlar göndererek vs.) kutlarlar. Bu kutlamaların hiç bir dini içeriği yoktur. Sadece eğlenmek amacıyla kutlanır.*

Sadece eğlenmek. Ben de tam ondan söz ediyordum.

Siz dünyaperestler için ne kötü bir tarih aslında yılbaşı gecesi. Yeni bir yıl gelmektedir ve onun gelmesi için bir yıl da gitmektedir. Sayılı ömrünüzden koca bir yıl daha gitmek üzeredir. Siz değil misiniz en büyük derdi “zamana meydan okumak” olanlar. Yaşlanmakla derde kalanlar? Ciltlerinizi gerdirmek, kendinizi zinde tutmak, ömrünüzü uzatmak için tonla para harcamıyor musunuz? Bu giden yıl için gerçekten üzülmüyor musunuz? Bir yaş daha yaşlanmanız, ölüme bir adım daha yaklaşmanız sizi ürkütmüyor mu?

Zaten tüm bunları düşünmemek için sarhoşluğu ve çılgınlıkla kendinizden geçmeyi tercih ediyorsunuz değil mi? Geçen yıl kaybettikleriniz, kaybettiğiniz için üzüldüğünüz sevdikleriniz veya, bittiği için üzüldüğünüz tatlı anılarınız, yaşadığınız hayal kırıklıkları, kalp ağrıları, hüzünler.. Hepsini unutuyorsunuz yani saat 12’ye geri sayım yaparken? Peki gelecek yıl için üşüşen endişeler. Acaba bu yıl sizi neler bekliyor, acaba bir daha yeni bir yıl kutlayabilecek misiniz mesela. Belki bu son yılınızdır, belki sevdiklerinizden birilerini kaybedeceksiniz bu yıl, belki ileride asla hatırlamak istemeyeceğiniz felaketlerin üzerinde bu yılın tarihi yazılıdır. Bunlar hiç gelmiyor değil mi aklınıza.

Demek ondan bu kadar eğleniyorsunuz. Gerçekten oldukça eğlenceli olmalı!

Biz Müslümanların da bir yılbaşı gecesi vardır aslında. Hicri yılbaşı denir, Muharrem ayının birinci günüdür. Biz de kendi peygamberimize nispet ederek sayarız zamanı. Hicretle ilgili derin düşünceler yağar dünyamıza. Biz her yılbaşı gecesi, dünyadan hicret etmeyi dileriz aslında. Şirkten imana. Hırstan tevekküle. İsyandan, rızaya. Efendimizi ve çilelerini düşünür hüzünleniriz. Ve sıkı bir muhasebe sebebidir giden yılın son gecesi. Film şeridi gibi geçer gönlümüzün önünden giden yıl; sevinir, üzülürüz. Kendimizden saklamayız bunu. Gelecek yıl için endişeleniriz. Bu gayet normaldir. Bunu da saklamayız kendimizden. Bu duyguları bastırmak ya da uyuşturmak istemeyiz. Biz, tüm bunlar için sadece dua ederiz. Geçmiş yılın hatalarından tövbe eder, gelecek yılın zorluklarından O’na sığınırız. Dua vesilesi olur gelecek olan yıl. Elbet umutlanırız. Bu ay aynı zamanda haram aydır, içinde mübarek Aşure günü vardır, Kerbela günü vardır. Maneviyatla yüklü bir şekilde sarar bizi yeni yıl.

Yani böyle olmalıdır. Müslümana yakışan umut budur, mutluluk budur, eğlence de budur. Tövbesini, tevekkülünü, şükrünü ve umudunu yoğurur, geçmiş yılı dostunu uğurlar gibi uğurlar yeni geleni ise tertemiz bir bebek gibi dualarla karşılar.

Keşke bunu yaşayabilseydik. Keşke bunu yayabilseydik. Keşke kendimize sahte eğlenceler ithal etmeseydik. Keşke biz onları değil, onlar bizi taklit etseydi. Keşke sözde Müslümanlar biraz olsun akıllarını kullanabilseydi.

Sonradan uymak durumunda kaldığım bu takvime göre yeni bir yılın gelmesi beni hiç eğlendirmiyor velhasıl. Aksine şu içler acısı durum nedeniyle oldukça üzüyor. Dua sığınağının altına girip, gözümü yumup kalbimi söyletiyorum bende.

Yani “yeni yıla” dua ederek giriyorum!

Mübarek olsun!

*http://tr.wikipedia.org/wiki/Noel (Neyse ki bu bölüm Türkçe sayfasında yer almaktadır!)

Nuriye Çakmak

Karakalem.net

Duamız Nasıl Kabul Olunur?

Hz. Mûsâ’nın bir duası vardır. Çocukluğumdan beri okurum. Çok hoşuma gider. Okudukça okuyasım gelir. Beni öylesine kendine çeker ki, bir an için kendimi Hz. Mûsâ’nın yerine koyar, o şekilde okumaya çalışırım.

Burada “kul Mûsâ” vardır. Ağır bir görev almıştır. Tanrılık güden, halkını köle gibi çalıştıran, her çeşit baskı ve zulmü çekinmeden yapan, her türlü imkanı elinde tutan bir Firavun’un karşısına çıkacaktır.

Emri Rabbinden almıştır: “Firavun’a git, çünkü o iyice azdı.”

Kendisi bir fert, tek bir insan. Maddi gücü sınırlı. Âciz ve zayıf bir kul.

Ordulara hükmeden, Yaratıcıya kafa tutan birisi var karşısında.

Onunla nasıl baş edecektir? Nasıl konuşacaktır? Bir Allah’ın olduğunu, kendisinin de onun elçisi olduğunu nasıl anlatacaktır?

Her peygamberin yaptığı gibi o da elini ve gönlünü Rabbine açar ve şöyle yakarır:

“Gönlüme genişlik ver Rabbim!
“İşimi kolaylaştır.
“Dilimdeki tutukluğu çöz.
“Ta ki sözümü iyice anlasınlar.
“Ailemden yardımcı olarak da bana kardeşim Harun’u ver.
“Onunla beni takviye et.
“Onu vazifeme ortak et.
“Ta ki Seni çokça tesbih edelim.
“Ve Seni çokça analım.
“Muhakkak ki, bizi hakkıyla gören Sensin.”
“Ve Allah buyurdu ki: “İstediğin sana verildi, ey Mûsâ!” (Tâhâ Sûresi, 25-36)

***

Hz. Mûsâ, kardeşiyle birlikte Firavun’a giderler, görevlerini yerine getirirler. Hiçbir zarar görmeden döner gelirler.

Hz. Mûsâ kendi âcizliğini, çaresizliğini, güçsüzlüğünü, zayıflığını ve yalnızlığını sadece Rabbine açmıştır. Kimseden bir yardım ve destek istememiştir. Kimsenin kapısına gitmemiş, önünde eğilmemiştir.

Bunun için de, istekleri anında yerine getirilmiş. Yunus’un “Bir sinek bir kartalı kaldırdı vurdu yere” misalinde olduğu gibi, gün geldi, dünya hâkimi Firavun, orduları ve dünyalığı ile birlikte Kızıldeniz’in sularına gömüldü.

***

Rabbine olan kullukta örnek birisi olan Hz. Mûsâ’nın yanında, Tevhid’de alem ve sembol olan, Allah’tan başka gözü kimseyi görmeyen bir peygamber daha vardır. Kur’ân Hz. Mûsâ gibi onu da sıklıkla anlatır.

Bu peygamber Hz. İbrahim’den başkası değildir. Hz. İbrahim’in duası da çok içten ve çok samimi, çok kapsamlı ve içeriklidir.

Hani her şeyi, ama her şeyi Allah’tan isteme gibi bir peygamber ahlakı vardır ya, işte bu özellik Hz. İbrahim’de bütün açıklığıyla görülür.

Putlara dua edip, dileklerini onlara açan kavmine, maddeye kul köle olmuş halkına, “Dua ettiğinizde onlar sizi işitir mi? Size bir fayda verirler mi? Yahut zararları dokunur mu?” dedikten sonra, kendisi Rabbine yönelir, yüzyıllar sonra da Kur’ân’ın bize öğrettiği gibi gönlünü şu şekilde açar Yaratıcıya:

“Beni yaratan, bana doğru yolu gösteren Odur./Beni yediren ve içiren Odur./Hastalandığımda bana şifa veren Odur./Beni öldürüp sonra diriltecek olan Odur./Hesap gününde hatalarımı bağışlayacağını umduğum da Odur.”

“Ya Rabbi, bana ilim ve hikmet ver ve beni sâlih kullarının arasına kat./Beni arkamda hayırla yad edilmeyi nasip et./Beni nimetlerinle dolu Cennetin vârislerinden kıl.”

“Babamı da bağışla, çünkü o yolunu şaşırmışlardandır./Herkesin diriltildiği günde beni mahcup etme./O gün ki, ne mal fayda verir, ne de evlat.” (Şuarâ Sûresi, 78-88)

Hz. İbrahim, Rabbinden istediği her şeye nail olmuş, istediklerine kavuşmuştur. Duadaki sır şurada:

Hz. İbrahim, âciz ve zayıf bir kul olduğunu dile getiriyor. Kendisine ulaşan her türlü nimeti Allah’tan biliyor. Her çeşit musibete karşı Rabbinden yardım istiyor. Düşmanlarına karşı desteği sadece Ondan bekliyor.

Hz. İbrahim de o dönemin Firavun’u başta olmak üzere, Nemrut gibi tanrılık iddia eden ve kendisini ateşe atan bir zalim hükümdara karşı üstün gelmiştir.

Demek ki, muvaffak olanlar Mûsâlar ve İbrahimlerdir. Kulluğunun anlayan ve dile getirenlerdir.

Mehmet Paksu / Moral Haber

Dırdırcı Kadın ile Kazanılan Makam

Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği bir örnek vardır; Bir gemide dokuz cani, bir masum bulunsa, o gemi batırılamaz. Aynen öyle de bir insanda dokuz kötü huya karşılık bir iyi huy bulunsa, o kişiye kötü diyemeyiz. Onun iyi huyunu nazara alıp, halimize razı olacağız.

Mübarek alimlerden Zenbilli Ali Efendi hanımından hiç memnun değilmiş. Bir gün yolculuğa çıkmış. Yolda giderken, iki kişiye rastlamış. Beraberce yollarına devam etmişler. Bir müddet gittikten sonra acıkmışlar; adamlardan biri, ‘Allah’ım bize yemek gönder’ diye dua etmiş. Bakmışlar ki karşıdan bir adam elinde bir tabak yemekle geliyor. Karınlarını doyurmuşlar. Tekrar yola çıkmışlar; yine karınları acıkmış. Bu Sefer diğer adam dua etmiş, “Allah’ım bize yemek gönder.” Yine karşıdan bir adam elinde yiyeceklerle gelip, bunlara ikram etmiş. Bir müddet daha gitmişler ve yine mola vermişler. Sıra Zenbilli Ali Efendiye gelmiş. Biraz düşünmüş ve sonra şöyle dua etmiş; “Ya Rabbi bu kardeşler kimin hatırı için senden yiyecek istedilerse ben de onun hürmetine senden yemek istiyorum. Bakmışlar ki, karşıdan iki adam ellerinde çeşit çeşit yemeklerle, şerbetler geliyor. Adamlar çok şaşırmış ve , “nasıl dua ettin” diye sormuşlar. Zenbilli Ali Efendi demiş ki, “Önce söyleyin siz nasıl dua ettiniz?” Adamlar, “Biz duamızda “Allah’ım, bize karısının zulmüne sabredip erenler arasına karışan Zenbilli Ali Efendi hürmetine yiyecek gönder” diye dua ettik” demişler. İşte o zaman Zenbilli Ali Efendi, işin farkına varmış. Arkadaşlarına, “Benim yolculuğum burada bitiyor. Evime dönmem gerekiyor” demiş. O mertebeyi karısının eziyetlerine katlanarak elde ettiğini anlamış.

Hekimoğlu İsmail

Kaybolan Sevgiler Şimdi Neredeler?

Bugün bir başkayım, ağlamaklıyım. Coştun yine deli gönlüm, göz yaşım gibi çağlar mısın. Unuttuğumuz o kadar çok şey var ki, biri çıksa da hatırlatsa bunları tek tek. Ağlamak gibi, sevmek gibi, dostluk gibi, vefâ gibi.

Hele vefâ, eski İstanbul’da belki de bir semtin adı şimdilerde. Yıllardır aradığım, bir türlü ulaşamadığım ilkokul öğretmenimi buldum nihayet. Kader karşıma çıkardı bir gün. Hayattalar, sıhhat ve afiyetteler. Sevgili anneciğiyle beraber yaşıyorlar. Kimi kimsecikleri yok, bir başınalar. Birbirlerine karşı hiç tükenmeyen sevgileri var.  Sevgileri dostlar başına. Hiç de yalnız değiller. Allah’la beraberler. Severdim öğretmenimi. Çocukluk duyguları işte, ayıp olur mu söylesem acaba? Çocukça, safça bir sevgi miydi bu? Yoksa platonik mi desem. Ama üzerinden kırk sene geçmiş.

Şimdi, bu sabah vakti arayıp da kendisine onu ne kadar çok sevdiğimi ve hâlâ yüreğimde adını yıllardır unutmayıp hep andığımı söylemek istiyorum. Söyleyemeyip de saklamanın ne manası var?

Bir kırk sene daha beklemeye zaman var mı? Bu sabah bir cesaret, bir kuvvet var içimde, Rabbime şükrediyorum. Yüreğimde resmini gördüğüm tüm dostlarıma, gönülden sevdiklerime, tek tek ulaşıp sevgilerimi söylemek istedim. Ve söyledim de. Oh, hayat varmış. Söyleyememek de ayrı bir azapmış.

Kalbimin tam ortasında günlerdir nasıl bir ağrıydı ki bu, atsan atılmaz, satsan satılmaz. Gölge değil ki sessiz sedasız ardından gelsin. İçime oturmuş, ağır mı ağır çıkmıyor bir türlü. Perişan etti bu duygu beni. Bu derdi içimden atmanın sırrını, sevgili Peygamberimin bir tavsiyesinde buldum.

Hani bir gün ki sahabeden biri gelip; ‘Yâ Resulallah ben filân kişiyi çok seviyorum’ der. Hz. Peygamber ‘Madem bu kardeşini seviyorsun niye gidip de ona söylemiyorsun?’ Bu tavsiye üzerine o sahabe o adamın yanına varıp, sevgisini açıkça söyler ona. O da ‘sen gerçekten sadece ve sadece Allah adına mı beni seviyorsun, bunu söylemek için mi geldin?’ der. ‘Evet sadece bunun için.’ Adam da ‘Allah da ne muradın ve ne hayrın varsa sana versin.‘ der.

Selim Gündüzalp

Ramazan Duası

Ya Rabbim! Hamdolsun bir Ramazan ayına daha çıkardın, ihsan ettin, oruç tutturdun, namazlar kıldırıp dualar ettirdin. Hepsini Müslüman kardeşlerimle yaptırdığın için de hem birbirimize kuvvet hem de sevaplarda kat kat ziyade olma müjdesi verdin.

Oruçtaki açlıkla midemi, mideme ihsan ettiğin maddi nimetler sofrasını fark ettirdin. Bu aya mahsus ibadetlerle de kalb ve ruhuma gıda olacak alemleri, Cemalinden gelen Rahmetini, yakınlığını hissettirdin, fark ettirdin.

Afrika’da kuraklıkla imtihan olan kardeşlerimizin hallerini bildirip onlara yardım etmeyi, dua etmeyi, bu vesilelerle nefsimin mevhum rububiyetinin tahakkümünden çıkmayı, çeşmeden akan suyuma, sofraya gelen ekmeğime, rahatça kullanabildiğim azalarıma şükretmeyi öğrettin.

Ya Rabbim! Tadına doyulmaz teravihleri, cüz hiç bitmese dediğim mukabeleleri, imam az daha okusa dediğim Kabeden namazları, bizi ayetlerin mana derinliklerine daldıran tefsir dersleri, kulluğu dert edinmiş, gözleri affolur muyum diye ötelere bakan kardeşleri, gafil geçen gecesi bile çok tatlı olan seherleri ile Ramazan’ı bize gönderdin. Elhamdülillah Ya Rabbim..

Kadrini bilemedim, idrakine hakkıyla varamadım, Baki Baki diye atan kalbimi masivadan sıyırıp da secdeye “ben”siz gelemedim ama elhamdülillah, ihsanın büyüktür, lutfun geniştir, affın vasidir; affet, kabul et, eksiğimi tamamla, şuurumu ziyadeleştir, perdelerimi kaldır. Sanki bütün Ramazan huzurunda imişim gibi amellerimi kabul et. Faniyat tasasından sıyrılıp vaktin evvelinde Kabeyi hayalen nazarına alan adam gibi daim dergah-ı izzetinde aczimi, kusurumu, fakrımı ilan eder ve imdadıma yetişeceğine kesin iman ettiğim Rahmetini intizar eder bir vaziyette kabul et.

Kendimde katılık, anlayışsızlık, bencillik gibi kötü ahlaklara sebep olan tüm batıl zanlarımı temizle, kalbimi muhabbetinin nuruyla cilala, Ramazan ile inen bereketin ile aklımı hikmetine aç.

Bizlere bir dahaki Ramazan’a kadar manen ihsan ettiklerinde devam ve terakki ve hakkımızda hayırlı ise ömür ver.

Ya Rabbim! Kelamını anlayacak bir feraset, yaşayacak basiret, anlatacak ilim ve hilm lutfet.

Bu lutf-u maneviyi celbe vesile olan başta Habibullah(ASM) Efendimiz ve Bediüzzaman Hz(RA) ve bütün büyüklerin ruhlarına ve alem-i İslamın bütün efradına bize ihsan ettiğin hasenatı misliyle hediye ediyoruz, ahsen-i suret üzere ulaştır. Bi hürmeti Seyyid-ül Mürselin. Amin. Velhamdülillahi Rabb-il Alemin.

Nâbi

www.Nurnet.org