Etiket arşivi: dua

Kabul olmuş dualar, kapıyı açan anahtarlar..

Hepimiz dua ederiz. Çeşitli isteklerimizi Rabbimize yöneltiriz. Bazen kabul olur, bazen olmaz. Duaların kabul olmasında farklı etkenler vardır. Çeşitli örneklerle bunu anlamaya çalışalım.

Kabul olmuş dualar ile lgili bir yazı yazmayı çoktan düşünüyordum. Yaşadığım son örnekler artık yazının vaktinin geldiğini gösterdi. Önce sözlerden ilgili paragrafları birlikte okuyalım.

Dua bir sırr-ı ubudiyettir. Ubudiyyet ise, hâlisen livechillah olmalı. Yalnız aczi izhar edip, dua ile ona iltica etmeli. Rububiyyetine karışmamalı. Tedbiri ona bırakmalı. Hikmetine itimad etmeli. Rahmetini ittiham etmemeli. Evet hakikat-ı halde âyât-ı beyyinâtın beyânıyla sâbit olan: Bütün mevcûdât, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer husûsî ibâdet, birer has secde ettikleri gibi; bütün kâinattan dergâh-ı İlahiyeye giden, bir duadır. Ya istidad lisaniyledir. (Bütün nebâtatın duaları gibi ki; herbiri lisan-ı istidadıyla Feyyaz-ı Mutlak’tan bir Sûret taleb ediyorlar ve Esmâsına bir mazhariyyet-i münkeşife istiyorlar.) Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır. (Bütün zîhayatın, iktidarları dâhilinde olmayan hâcât-ı zaruriyyeleri için dualarıdır ki; her birisi o ihtiyâc-ı fıtrî lisanıyla Cevvad-ı Mutlak’tan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde Bâzı metâlibi istiyorlar.) Veya lisan-ı ızdırarıyla bir duadır ki: Muztar kalan herbir zîruh; kat’î bir iltica ile dua eder, bir hâmi-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-ı Rahîm’ine teveccüh eder. Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa daima makbuldür.

Dördüncü nevi ki; en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır; Biri, fiilî ve hâlî; diğeri, kalbî ve kâlîdir. Meselâ: Esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı; müsebbebi îcad etmek için değil, belki lisan-ı hal ile müsebbebi Cenâb-ı Hak’tan istemek için bir vaziyyet-i marziyye almaktır. Hattâ çift sürmek hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nevi dua-yı fiilî, Cevvad-ı Mutlak’ın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabûle mazhariyyeti ekseriyyet-i mutlakadır. İkinci kısım; lisan ile kalb ile dua etmektir. Eli yetişmediği bir kısım metâlibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: «Dua eden adam anlar ki: Birisi var; onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına meded eder

İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma, ona yapış, â’lâ-yı illiyyîn-i insâniyete çık. Bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını, kendi duan içine al. Bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi iyyakenestain de. Kâinâtın güzel bir takvimi ol.(Sözler s.331-332)

Bu hafta sonu dört tane kabul olan duaya şahit oldum. İkisi insanda, diğeri hayvanda biri ise bitki de tecelli etti.

Vakıfta eski gazetelerin arasında yaklaşık altı ay önce bir tıp kitabına raslamıştım. Bu kitap tıp fakültesinde okuyan bir kardeşe lazım olur diye eski okunmuş gazetelerin yanıana koydum. O gün bu gündür kitabı verecek birini araıyordum. Cuma günü liseli kardeşlere ders yapmak için davet edilmiştik vakfa gittim, alt katta üniversitelilerin sohbeti olacaktı. O sohbete tıp fakültesinde okuyan bir kardeş geldi. Çağırdım yanıma geldi. Bak bu kitap senin işine yarar mı dedim. Bir karıştırdı.”Hocam Allah (cc.) razı olsun bende böyle bir kitap (kaynak) arıyordum.“dedi.

Diğer olay; evin terasında tam bir haftadır bir kedi durmadan bağırıyor. Biz yanına varınca bir yerlere kaçıyordu. Bu gün komşularla apartman kapılarını açtık. Arkasından da kovaladık. Açık olan kapının birinden çıktı gitti. Aşağıda arkadaşlarından birisi bekliyormuş birlikte çektiler gittiler. Demek ki onun bağırması bir fiili dua imiş yeni fark ettim. O kedi yukarıdan bağırdıkça aşağıdaki kediler Apartman kapısının önüne gelip bekliyorlardı. Aç kalmasın diye, süt ekmek ve ciğerde veriyorduk. Suda koymuştuk. Bunlara çok az rağbet ediyordu. Bağırmaya devam ediyordu. Tüm mahalle bu bağırtıdan rahatsız olmaya başlamıştı. Acıyorduk mahsur kaldı hayvancağız diye. Daha sonra kalan sütü indirdim aşağıya, demek ki onun rızkı imiş ki hemen geldi. Ona verdim artık.

Üçüncüsü ise Lale soğanlarının duası.Üstad hazretlerinin Mesnevi Nuriye’de şöyle güzel bir sözü var.”Her bir varlık için bir kemal noktası tayin etmiştir Rabbimiz. O noktaya varması için o canlıya her türlü yardımı yapıyor. Geçmişteki baş örtüsü yasağı sebebiyle Hollanda’ya okumak için giden kızım. Yaz tatiline gelirken Bursa’ya lale soğanları getirmişti. Biz onları bir kenara koymuştuk. Fakat unuttuk nereye koyduğumuzu. Ev sahibi su sayaçlarını ayırmak istediğini söyledi. Sayaç takılacak yerin önünde de kitaplık vardı. Mecburen o kitaplığın yerini değiştirdik. Bu sırada ortaya çıktı lale soğanları. Hilafsız hepside çillenmiş filiz çıkarmışlardı. Kendilerini isbat etmek istiyorlardı.Ve Rabbim bu gün lale soğanlarını toprakla buluşturdu. Elhamdülillah.

Bu yaşadıklarım bana Üstad hazretlerinin arabasını tamir eden Bursa’daki Ömer Ustanın (Ömer Ekler) bir hatırasını yad ettirdi.

Ömer ağabeye Tahiri Mutlu ağabey üstadın arabasını tamir için getirmiş. Kendi tamirhanesi yok. Tabiki başka birirnin tamirhanesinde tamir etmiş arabayı. Tahiri ağabey Yeşil Şible dershanesinde kalıyormuş. Şimdi Ömer Usta kendi kendine düşünüyor “Ben, şimdi üstadın arabasından nasıl tamir parası alırım.” diye. Bu halde dershaneye geliyor. Kapıdan girerken Tahiri Mutlu ağabey, Ömer Usta’nın sırtını sıvazlıyor. Ömer kardeş üstadın arabasından artık para almazsın değil mi?”diyor. Tamam almayacağım da yalnız bana dua et de benim de bir tamirci dükkanım olsun. ” diyor.

O gece Tahiri Mutlu ağabey güzel bir dua ediyor. Sabah kiralık dükkan ararken; Üstadın arabasının tamir edildiği dükkanın bitişiğindeki Sivaslı birine ait çok büyük bir cam dükkanı boşaltılmış. Normalde çok tembel olan dükkan sahiplerinden biri de o gece canla başla çalışıp dükkanı boşaltmışlar. Ömer Usta soruyor niye boşalttınız diye. Onlarda: Bizde bilmiyoruz niye boşattığımızı.” diyorlar.

Evet duayı yapan kim? Bediüzzaman sadakatle hizmet eden Tahiri Mutlu ağabey. Böyle sadık bir müminin ve talebenin duasını Rabbimiz redder mi?

Son bir örnek: Osman Zengin ağabeyin derse götürdüğü komşusunun Allah cc. razı olsun. Duasından sonra geçirdiği trafik kazasında arabanın işe yaramaz hale gelmesine rağmen kendisinin sağ-salim kurtulması olayı da kabul olmuş bir dua misalidir.

Kısaca dua, rahmet hazinesinin anahtarıdır. Yeter ki Rabbimizden istemesini bilelim. Yani ne isteyeceksek ihlasla, samimi bir şekilde isteyelim. Ve de O’na teslim olup, tevekkül edelim.

İşte ey aciz insan ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış alayı illiyin-i insaniyete çık.

Erdoğan AKDEMİR

erdoganakdemir@mynet.com

Duamızın kabul olması için nelere dikkat etmeliyiz?

Soru: Dualarımızda yanlış ve noksanlar mı var acaba, diye şüpheye düşüyorum. İsteklerimiz gerçekleşmeyince kabul olmayan dualar yaptığımızı sanıyorum. Bilgi verebilir misiniz dua yapma konusunda? Neleri nasıl bir niyetle okuyarak dua yapmalıyız?

***

Elbette hepimiz dualarımızın kabul olmasını dileriz. Bunun için ilk tedbir olarak dualarımızı kabul şartlarını yerine getirerek yapmaya dikkat ederiz.

Bu sebeple dualarımıza salavat-ı şerife ile başlarız, sonunda da salavat-ı şerife okuyarak bitiririz.

-Niçin dualarımıza salavat-ı şerife ile başlar, salavat-ı şerife ile bitiririz?

Çünkü salavat-ı şerife Efendimiz (sas) Hazretleri’ne yapılan duadır. Rabb’imiz Resul’ü için yapılan duaları kabul buyuruyor, reddetmiyor. Öyle olunca biz de dualarımızın başında ve sonunda salavat-ı şerife okuyarak kabul olan iki dua arasına almak isteriz dualarımızı. Böylece iki makbul dua arasında kalan duamızın da kabul olacağını ümit ederiz..

Duada dikkat edilmesi gereken ikinci önemli husus:

-Dua, kalb ve kafa birliği içinde yapılmalı, ağız dua ederken kalb ve kafa başka mevzularla meşgul olmamalı, dilinden dökülen duaları kalb de farkında olarak tasdik etmelidir. Yani ağzıyla dua eden kimsenin kalbi de söylediğinin farkında ve tasdikinde olmalıdır. Yoksa kalb başka şeyler düşünüyor, dil ise ezberlediği başka şeyleri söylüyorsa dille kalb arasında kopukluk var demektir.

Buna ‘gafil kalb duası’ denmektedir. Hadiste “Gafil kalbin duası kabul olmaz.” ikazında bulunulmuştur.

Demek ki duada esas olan, kalbdeki sızlanma ve inlemeler dile aksetmeli, dil kalbin feryatlarını ürperti içinde Rabb’ine arz ediyor halde olmalıdır ki, duanın kabul olma şartı olan kalb ve kafa birliği sağlanmış olsun.

-Duamız kabul olmuyor, zannıyla dua terk edilmemelidir.

Çünkü şartlarına uygun yapılan duada boş dönmek yoktur. Zaten içimizden dua isteği gelince bilmeliyiz ki, Rabb’imiz elimizi boş çevirmeyecek, isteğimizin ya aynını, yahut da daha hayırlısını verecek; hatta dünyada vermese de ahirette verecektir. Çünkü bir şeyler vermeyecek olsaydı, boşa çevireceği elimizi Zat’ına doğru uzatma arzusunu bize ilham etmeyecekti.

Nitekim bu önemli anlayışı Hazret-i Bediüzzaman şöyle vecizeleştirmiştir:

-Vermek istemeseydi, istemek hissi vermezdi!

Gerçekten de Rabb’imiz vermek istemeseydi, istemek hissi vermeyecek, boşa çevireceği elimizi dergahına doğru uzatma arzusu uyandırmayacaktı.

Ancak, gerçek böyle olmasına rağmen bizler bazen ümitsizleşiyor, isteğimiz dünyada yerine gelmezse duamız kabul olmadı, vehmine kapılıyor, duamız boşa gitti, zannına bile düşebiliyoruz.

Halbuki şartlarına uygun yapılan duada boş dönmek yoktur.

Çünkü dua bir ibadettir. İbadet olunca, elimize peşin bir şey geçmese dahi, dua ibadetimizi yerine getirmiş, kulluk borcumuzu eda etmiş oluruz. İşte bu ibadet borcumuzu ödemiş olmak dahi başlı başına bir borç ödemesidir.

Namaz borcu gibi dua borcumuzu da yerine getirmiş olmamızın ifadesidir.

Kaldı ki, hangi nimetin hangi duamız hürmetine bize geldiğini de pek bilemiyoruz. Belki sahip olduğumuz nimetlerin birçoğu kabul olmadığını zannettiğimiz dualarımız hürmetine gelmiş bulunmaktadır.

Aleyhissalat-ü Vesselam Efendimiz, merhamet ve kerem sahibi Rabb’imizin Zat’ına uzanan elleri boş çevirmeyeceğini haber verdiği hadisinde şöyle buyuruyor:

-Allah (cc) merhamet ve ikram sahibidir. Kulun eli O’na doğru ümitle uzansın da o eli boş çevirsin, hayırla doldurmasın, Rabb’im bundan haya eder!.

Yeter ki duamız edebine ve usulüne uygun olarak yapılmış olsun. Bir ibadet şuuru içinde, kalb ve kafa birliği içinde ürpererek yapılsın, ağzın söylediğinden kalb ve kafa habersiz bulunmasın.

Bediüzzaman Hazretleri, kulun yaptığı duasını şöyle tarif etmektedir:

-Dua bir ibadettir. İbadetin faydası ise ahirete bakar. Dünyevi istekler hasıl olmazsa ‘O dua kabul olmadı.’ denilmez. Belki ‘Daha hayırlı şekilde kabul edilerek karşılığı ahirete tehir edildi.’ denir, vakti bitmeyen dua ibadetine devam edilir..

Ahmed Şahin / Zaman

 

Neden Peygamberimize (A.S.M.) salat ve selam ederiz?

O, kâinatı okur, bir elindeki kitabıyla. Tesbihatıyla âlemleri çınlatır. Ve açar ellerini, Rabbinden sonsuzluk ister, kurtuluş ister, kavuşma ister, mutluluk ister.

Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin. (Ahzâb Sûresi, 33:56) “

Bu ayetin tasvir ettiği kâinat, Âlemlerin Rabbinden inen rahmetlere gark olmuş, gökleri ve yeri rahmet dualarıyla çınlayan bir kâinat idi. Ayet, o duaların ve rahmetlerin odak noktasında ise Ahirzaman Peygamberi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı gösteriyordu.

Bu tasvirleri destekleyen başka âyetler de vardır. Meselâ Enbiyâ Sûresinin bir âyeti, Peygamberimize hitaben, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” buyurur. Bütün âlemlere bir rahmet olarak—âyetin vurgusuyla: ancak rahmet olarak—gönderilen zat için gökler ve yer dolusu rahmet dualarının edilmesinden daha doğal ne vardır?

Bediüzzaman Hazretleri, eserlerinin çeşitli yerlerinde bu manzarayı pek güzel bir şekilde yorumlar. Onun bu yorumu, geçmiş ve geleceğiyle birlikte tüm zaman ve mekânları kuşatan bir bakış açısından çekilmiş bir fotoğraf gibidir:

Orada, bütün varlık âlemini arkasına almış, Yer ve Gökler Rabbini zikreden ve Ona niyazda bulunan bir büyük zat vardır.

O, göklerde ve yerde ne varsa bir kitap gibi okur ve okutur.

Onun nuru altında hiçbir şey karanlıkta kalmaz.

Herşey canlanır, herşey Rabbini zikretmeye başlar.

Yaratılan ne varsa, onun getirdiği kitapla bir anlama kavuşur, bir değer kazanır.

O, bir kâinatı okur, bir elindeki kitabıyla.

Tesbihatıyla âlemleri çınlatır.

Ve açar ellerini, Rabbinden sonsuzluk ister, kurtuluş ister, kavuşma ister, mutluluk ister.

Bütün bunları, ardınca dizilen insan ve cin âlemleri için ister.

Gökler ve yer onu huşu içinde dinler, ona âmin’ler söyler.

İşte o âmin’ler, göklerden ve yerden ona giden salâvatlardır.

Alemlere rahmet olarak gönderilen için, her an âlemler rahmet duası eder, ona her an Alemlerin Rabbinden rahmetler iner.

Dualar gibi, her an onun arkasında dizilenler de artar.

Mahlûkat kafileleri birbiri ardınca dünyaya gelirler.

Ümmetine hergün yeni yeni fertler katılır.

Katılanlarla beraber, rahmete olan ihtiyaçlar da artar.

İhtiyaçlar arttıkça dualar ve âmin’ler de çoğalır.

Çünkü onu gönderen, onunla bütün âlemlere rahmet etmek istemiştir.

Onun için, o rahmet timsalinin mertebesi de sürekli bir yükseliştedir. Sebep olduğu hayırlar onun defterine geçer; salât ve selâmlar onun kadrini yüceltir.

Böylece, o, arkasına aldığı âmin’lerle, Rabbinin katında, niyazı reddedilmeyecek bir mertebeye erişir.

Nihayet, o içten niyazlarla, o güçlü âmin’lerle bir saadet yurdu açılır.

O gün, onun âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olduğunu herkes gözleriyle görür.

Ve inananlar, salât ve selâmlarıyla kendileri için ne büyük bir yatırım yapmış olduklarını anlarlar.

İşte, salâvatın bu anlamı ve önemi sebebiyledir ki, o Yüce Peygamber, “Kim bana bir salât ederse Allah ona on salât eder” buyurmuştur.

Duamın hepsini salâvata ayırayım mı?” diyen bir Sahâbîye onun verdiği şu cevapta da yine aynı hakikatin ifadesi vardır:

İşte o zaman Allah senin bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını da bağışlar.

Alem dolusu salavat..

Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin. (Ahzâb Sûresi, 33:56)

ALLAH Resulünün büyüklüğünü muhteşem bir tablo içinde tasvir eden bu âyet, biz mü’minlere de bu tablonun içinde yer alma çağrısı yapıyor.

Âyetin ilk olarak verdiği haber, Yüce Allah’ın ona salât ettiği şeklindedir. Allah’ın salât etmesi, rahmet anlamını taşır. Ayetin ifadesinde, bir de süreklilik vardır. Bu ise, “Âlemlerin Rabbi, sürekli olarak ona rahmet ediyor, ona rahmetini indiriyor” demek olur.

Bundan başka, Allah’ın meleklerinin de sürekli olarak Peygambere salât etmekte, yani rahmet duası etmekte oldukları haber veriliyor.

Şimdi, âyetin şu kısmının tasvir ettiği âlemleri bir düşünün:

Öyle bir âlem—yahut âlemler—ki, her an Rabbinden gelen bir rahmet yağmuru altındadır.

Bir yandan Âlemlerin Rabbinden rahmet inerken, bir yandan da, o yüce âlemleri dolduran, hadde hesaba gelmez, tasavvurlara sığmaz melek ordularından Ona rahmet duaları yükselmektedir.

İnen rahmet yağmurlarının, yükselen rahmet dualarının odak noktasında ise bir sevgili kul var:

Âhirzaman Peygamberi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.

Âyetin ikinci cümlesi, bizi de bu muhteşem tablonun içinde yer almaya çağırıyor:

Ey iman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle ona tâbi olun ve ona selâm verin” buyuruyor.

Bu İlâhî buyruğun yeryüzünde nasıl yankılandığını hep beraber görüyoruz:

Âlemlere rahmet olarak gönderilen o Peygamber yeryüzüne ineli beri, bu gezegen, hiç durmadan ona salât ediyor.

Ona teslim olmuş gönüllerden her saniye milyonlarca salât ve selâm yükseliyor.

Hiç durmuyor salât ve selâmlar.

Yeryüzü, bir nefes aralığı bile vermeksizin, geceli gündüzlü onu selâmlıyor, ona rahmet duaları ediyor.

Koca dünya, bir yandan da minarelerinin diliyle onu yad ediyor.

Henüz güneşin doğmadığı yerlerde onun adı yankılanmaya başlıyor.

Günün kapanışındaki ezanlarda yine onun yâdı var.

Gece ve gündüz birbirinin peşi sıra bu gezegeni dolaşıp dururken, ezanlar da dalga dalga birbirini izliyor. Ezansız bir an geçmiyor yeryüzünde.

Ve her ezanda onun elçiliği âlemlere bir kez daha ilân ediliyor.

Gece ve gündüz gibi, ezanlar ve salât ü selâmlar sarıp sarmalıyor bu şirin gezegeni.

Ve dünyamız, yüz binlerce minaresinden ve milyarlarca gönülden yükselen nida ve dualarla uzayın uçsuz bucaksız derinliklerinde uçup giderken, geçtiği her yerde salât ve selâmlardan yankılar bırakıyor.

Şöyle bir manzaranın bir anlık bir kesitini bile bir fotoğraf karesi halinde gözlerimizin önünde canlandırmamız, bu dünya şartlarında elbette ki mümkün değildir.

Düşünün ki, bu hadise, asırlardır gece ve gündüz demeden sürüp gidiyor.

Üstelik artarak, büyüyerek, gittikçe gürleşen sadalarla yankılanıyor bu ezanlar, bu salât ve selâmlar.

Her an, ona rahmet duası eden ve selâm gönderen dillere yenileri ekleniyor.

Yeryüzü onu böylece milyarlarca dille yad ederken, yüce âlemlerin sakinleri de yine ona rahmet duaları ediyorlar—Rablerinin onlara öğrettiği şekilde.

Yeriyle, göğüyle, âlemler rahmet duaları içinde çalkalanıp dururken, bütün âlemlere böyle bir duayı ilham edenin sonsuz rahmeti de onun üzerine inmeye devam ediyor.

Âlemleri kuşatan bütün bu duaların ve İlâhî rahmetin tam odak noktasında bulunan bir kimsenin asırlar boyunca bu salât ve selâmlarla nasıl bir mertebeye yükseleceğini düşünün, düşünebilirseniz!

Veya, bu kadar uzun bir hesaba girişmek yerine, onun herhangi bir andaki yükselişini düşünmeye çalışın:

Siz bir soluk alıncaya kadar, göklerden ve yerden ona edilen salât ve selâmlar, Âlemlerin Rabbinden ona inen rahmetler nasıl bir yekûn tutar?

Çok şükür ki, âyet, bizden böyle ağır bir hesap istemiyor.

Onun yerine, bize bir çağrı yapıyor:

Allah’ın melekleriyle ve iman eden kullarıyla beraber, o muhteşem tablo içinde yer alarak, âlemlere rahmet olan Zâta (A.S.M.) salât ve selâm gönderme çağrısı.

Ümit ŞİMŞEK

Birbirine dua eden insanlar topluluğu haline nasıl gelebiliriz?

Dua kitaplarımızda dikkate verilen şu misal hep hatırımızda olmalıdır.

Resûlullah (sas) Hazretleri ashabına şöyle buyuruyor:

-Allahü Teâlâ’ya günahsız dille duâ edin! Diyorlar ki:

-Yâ Resûlallah, günahsız dilimiz yoktur, nasıl günahsız dille dua edeceğiz?

Şöyle açıklar günahsız dille dua etmeyi:

-Sizin diliniz kendiniz hakkında günahlıdır, ama başkaları hakkında günahlı değildir.

Öyle olunca siz başkaları hakkında günahsız olan dilinizle dua edin, onlar da sizin hakkınızda günahsız olan dilleriyle dua etsinler. Böylece günahsız ağızlarla birbirinize dua etmiş, makbul duaları almış sayılırsınız…

Öyle ise çevremizdeki insanların makbul duasını almak için onların kalp ve gönüllerini kazanmaya gayret etmeliyiz ki, bizden memnun olan insanlar bize günahsız ağızlarıyla dua etsinler, biz de günahsız ağzımızla onlara dua edelim, böylece günahsız ağızlarla karşılıklı dualaşan bahtiyar bir toplumu da oluşturmuş olalım!

Günahsız ağızla duaya bu açıdan baktığımızda çok önemli bir birlik beraberlik hikmeti de dikkatimizi çekmektedir.

– Çünkü çevremizdeki insanların kalbini, gönlünü kazanacak bir sevgi saygı içinde muhatap olmamız gerekir ki, onlar günahsız dilleriyle yaptıkları duâlarına bizi layık görsünler. Hatta kendimizi sevdirdiğimiz çevremizdeki bu insanlar bizi görünce sadece ‘Allah razı olsun!’ deseler bu da bize makbul dua olarak yetip de artar bile. Çünkü her müminin hayatının hedefidir Allah’ın rızasını kazanmak… Siz çevrenizi memnun ediyor, memnun ettiğiniz insanlardan da böyle dualar alıyor, ‘Allah razı olsun’ dedirtebiliyorsanız ne mutlu size.

Böylece günahsız ağızla yapılan duaya önem verme hassasiyeti, birbirine dua edecek kadar karşılıklı sevgi saygı içinde olan bir toplumu da oluşturmuş oluyor.

Böyle olmaz da, çevremizi memnun edecek sevecen ve saygılı bir hâl ve ahlâk üzere olmazsak, elbette günahsız dille yapılacak dualardan da mahrum kalırız, kimse bizim için gönülden ‘Allah razı olsun’ diye dua etme gereği duymaz, günahsız ağızlardan dua alma bahtiyarlığımız da söz konusu olmaz.

Ot gibi bitip ot gibi giden nice insanlar vardır ki, şahsî menfaatlerinin dışında hiç kimseye bir iyilik etme, kalp ve gönlünü kazanma gereği duymaz, toplumun sevgisini kazanacak bir İslâmî hizmetle meşgul olma ihtiyacı hissetmez. Öyleleri için günahsız ağızların duasını alma gibi bir bahtiyarlık da söz konusu olmaz…

Duaya bu açıdan bakınca denebilir ki, her insan çevresindeki konu komşu ve dostlarını memnun etmeye özel bir gayret göstermeli, kalbini, gönlünü kazanmaya önem vermelidir. Çünkü sevgi ve saygısını kazandığı insanlar onu görünce sadece bir ‘Allah razı olsun’ demeleri bile büyük bir kazançtır. Allah’ın rızasından daha büyük bir kazanç duası düşünülemez mümin insanın hayatında.

Öyle ise herkes çevresine ‘Allah razı olsun’ dedirtecek iyilikler yapmalı, toplumun duasına sebep olacak hizmetlerde bulunmalı, kendini sevdiren bir tevazu ve tebessüm içinde topluma muhatap olmalıdır.

Ülke çapında tüm insanlar böyle düşünürler de günahsız ağızlarla birbirinin duasını alma niyeti içine girerlerse nasıl bir birlik beraberlik meydana gelir, ne türlü bir kucaklaşma ve kardeşlik duygusu hasıl olur düşünebiliyor muyuz?..

Kaldı ki, bir müminin diğer mümine duâ etmesi, o mümine iyilik etmesi demektir. Rabb’imiz ise, bir iyilik edene on sevap vereceğini bildirmektedir. Öyle ise müminlere dua eden kimse, dua ettiği insanlar sayısınca iyilik sevabı da kazanmakta, böylece sevap kazancı sınırsızlığa, yukarı yükselmektedir.

Zaten namazlarımızdaki Tahiyat’tan sonra okuduğumuz ‘Rabbena atina..’ duasında

‘Rabb’im beni, annemi, babamı ve tüm müminleri affeyle!’ diye dua etmekteyiz. Namazdaki tüm müminleri şamil bu duamızı, namaz dışındaki hayatımızda da günahsız ağızlarla tekrarlamak ise, birbirine dua eden insanlar topluluğu haline gelmemizi sağlamaktadır. Bu da bilinçli yaşayan insanlar topluluğu demektir.

Ahmed Şahin / Zaman

Cihad mı üstün, ana-baba hakkı mı?

Cihad mı üstün, ana-baba hakkı mı? Çocuklar, yalanla aldatılabilir mi? Kur’an’ın ilk emri ‘Oku‘dan mesaj yüklü misaller neler? Ahmed Şahin Hoca yazdı.

Işık Yayınları, “Kur’an’ın İlk Emri Oku!” kitabını, okuyucusunun istifadesine sunmuş.

Gürol Akci’nin hazırladığı 224 sayfalık kitapta Asr-ı Saadet’ten ibretlik örnekler de sıralanmış, mesaj yüklü misaller de sunulmuştur. İlgi duyarak okuduğum bu misallerin bazılarını kısaltarak sizinle paylaşmak istedim. Benim gibi sizin de etkilenerek okuyacağınızı sandığım örneklerin eksiksiz asıllarını ise kitaptan incelemek gerekmektedir.

***

Önce ilim, sonra zikir ve dua…

Hz. Adem’i meleklerden üstün kılan fark ilimdir. İlmin üstünlüğünü şu örnek olay da açıkça ifade etmektedir. Abdullah bin Amr anlatıyor:

Resulüllah (sas) Efendimiz, bir gün mescide girdiğinde iki yanda iki grup insan gördü. Bir grubu ilimle meşgul oluyor bir grubu da dua ve zikirle iştigal ediyordu. Buyurdu ki:

Bu iki grubun ikisi de hayır üzeredirler. Ancak onlardan birisi diğerinden daha hayırlı bir meşguliyet içindedir. Çünkü onlar ilimle meşgul oluyorlar, hem kendileri öğreniyor hem de başkalarına öğretiyorlar. Diğerleri de zikir ve dua ile meşguller. Zikir ve dua da ilimle birlikte olursa aynı değerde olur.

Bundan sonra kendisi de ilimle meşgul olanların içine girip oturarak buyurdu ki:

Ben de ilimle meşgul olan bir muallim-öğretmen olarak gönderildim. Bir saat ilimle meşgul olmak, uzun zaman nafile ibadetle meşgul olmaktan hayırlıdır…

İlmin de faydalısı faydasızı olduğuna işaret eden Efendimiz (sas), duasında şöyle niyazda bulunuyordu:

Allah’ım! Faydasız ilimden, ürperme hissinden mahrum kalpten, doymak bilmeyen nefisten, kabule layık olmayan duadan Sana sığınırım!

***

Cihad mı üstün, ana-baba hakkı mı?

Bir adam mescide gelerek Allah Resulü’nden (sas) cihada gitmek için izin istedi.

Efendimiz (sas), adama sordu: Hizmetine muhtaç annen baban var mı hayatta?

Adamın, evet var, demesi üzerine buyurdu ki:

Öyle ise senin cihadın, yardıma muhtaç anne-babana hizmette bulunman, onların kalplerini gönüllerini kazanıp dualarını almandır!..

***

Çocuklar, yalanla aldatılabilir mi?

Abdullah bin Amir, çocukluk günlerinden kalma bir hatırasını şöyle anlatıyor:

Resulüllah (sas) Efendimiz, bir gün bize gelmişti. Ben de çocuktum, oynamak için dışarıya çıkıyordum. Annem beni yanına çağırarak, ‘Gel bak sana ne vereceğim!’ dedi. Bunun üzerine Resulüllah (sas), ‘Çocuğa ne verecektin?‘ diye sordu. Annem de, ‘Hurma verecektim‘ deyince şöyle hatırlatmada bulundu: “Eğer söz verdiğin şeyi çocuğa vermeyecek olsaydın, onu yalanla aldatmış olma günahına girmiş olurdun. Sana bir yalan günahı yazılırdı. Dikkat edin, çocuklarınızı yalanla aldatmaya alışmayın.

Yalan söyleme konusunda Efendimiz’in ikazları çok şiddetliydi. Buyurdu ki:

Size günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Biz de, ‘Ver ya Resulellah‘ dedik. Bunun üzerine buyurdu ki:

İlk en büyük günah Allah’a şirk koşmak, sonra anne-babaya itaatsizlikte bulunmak, sonra da yalan söylemek, yalancı şahitlik etmek. Bu son günahı söylerken iki dizi üzerine gelip tekrarlayarak buyurdu ki: Yalan söylemekten sakının, yalan söylemekten sakının!.. Bu sözünü o kadar çok tekrarladı ki, artık susmayacak sandık!..

***

Deniz suyu ile abdest alınır mı?

Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:

Beni Müdliç kabilesinden gelen bir adam şöyle sordu:

Biz bazen gemide uzun yolculuk yapıyoruz. Bu sırada yanımızdaki su ancak içmemize yetiyor. Bu durumda deniz suyu ile abdest alabilir miyiz?

Allah Resulü buyurdu ki: “Alabilirsiniz. Denizin suyu temiz, içinde yeni ölen balığı da helaldir.”

****

Kadınların mescidde özel vaaz günü isteği…

Ebu Said el Hudri anlatıyor:

Kadınlar, erkeklerden ayrı olarak bize bir gün tayin etseniz de biz de o gün gelip sorularımızı sorsak, bilmemiz gerekenleri öğrensek, dediler.

Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.s), hanımlar için özel bir gün tespit etti. O günde mescidde toplanarak istedikleri soruları sorup ihtiyaçlarını öğrenme imkânına kavuştular, bilgilerini çoğalttılar.