Etiket arşivi: günah

Hicret (Şiir)

Asıl hicret, dinsizlikten  imana kaçmak,                          

Sonra, Allah’ı memnun etmeye çalışmak.

 

Ondan sonra, günah yapmamaya alışmak,

Sonra, sevaplı hayatın peşine koşmak.


Bu hayatın hesabına inanan başkadır,

Ona inanmayanın işi kargaşadır

 

Ateistten hayır beklemek, aptallıktır,

Ona güvenmek te, muhakkak bir saflıktır.

 

Haşre iman, kişiyi mutlak değiştirir,

İnsana, Cennet ve Cehennemi gösterir.

 

Sevabın neticesine, çok ümitlenir,

Günahının acısı de, onu titretir.

 

Ondan sonra, büyük günahlardan korunur,

Hedefi: Hâlikını memnun etmek olur.

 

Sonra  kararı, Allaha isyan etmemek,

Allahın rızası dairesine göçmek.

 

Bu durumda dini emirler,  kolay olur,

Böylece, Rabbin rahmetine kavuşulur.

 

Allah yolunda hicreti, emretti Kur’an,

Din yaşanamaz oldu mu, durulmaz bir an.

 

Masiyetten hicret, Müminin hedefinde,

Bâlâdan gelen emir’e uymak, gözünde .

 

Sonra, yapılmaz görünen işler oluyor,

Engel olacak dikenler, birden kuruyor.

******

Bizde, böyle bir imtihana tâbi tutulduk,

Hicret etmek için, hemen iknâ olunduk.

 

Çünkü, hidâyeti ruhuma vermişti Rabbim,

Din muhabbeti ile benim dolmuştu kalbim.

 

Böylece, âcz kuvveti ile çok şey yaptık,

Ne kadar çok kavileri, geride bıraktık.

 

Karar verip az paraya, her şeyimi sattım,

Şehitler diyarı vatana, adım attım.

 

Din için kaçtım, bıraktım o güzel vatanı,

Kabristanımda da, çok kefensiz yatanı.

 

Seyyareye bindirdim sekiz nüfusu,

Biraz eşya ile, ekmeği, soğanı  tuzu.

 

 Komşularla halallaştım, Bismillah dedim,

 Beni yoktan  yaradan Allaha, güvendim.

 

Ya Allah! Diye her şeyi aldım Göze,

Zaten Ona dayanan, ve illa çıkar düze.

 

Eğer bir kula Allahın tevfiki refik ise,

O kimse muhakkak bir gün çıkacak düze.

 

Ganî olan bir cömertten, iste  korkma,

O sana yaşamak için, bulacaktır lokma.

 

Hele Nur aşkı ile yola çıkılırsa,

Karşısında cılız kalır, kuvvet ve kese.

 

Sırp gümrükçü, bana denizemi bunları?

Zavallı bilmez, Allaha kul olanları.

 

Allah için hicret eden pişman olur mu,

Ne kadar zahmetle karşılaşsa yorulur mu.

 

Türkiye de ki Nur, beni kendine çeker,

Onun peşine, şuurlu muhakkak göçer.

 

Evet, ben hiç pişman olmadım geldiğime,

Çok şükretmem lazım, Rahim olan Rabbime.

 

Nurlarla bağlanınca, Allahın dinine,

Sonra acz tezkeresiyle, sığındık Kendine.

 

Gelmekteki  gayem yerini bulduydu,

Bununla benim ana isteğim olduydu.

 

Allaha duamız, bu yoldan ayırmasın,

Sonuna dek ayağımızı kaydırmasın. İnşaallah…

 

 Abdülkadir  HAKTANIR

www.NurNet.org

Mü’min Havf ve Reca Ortasında Olmalı!

Kur’an’ı Kerim şura süresi, ayet 25’te mealen şöyle buyurur: “O’ kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.”

Keza, “Ey kendilerine haksızlık edip ölçüyü aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar ve gerçekten O’ çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” Zümer, 53.

Tövbe ettikten sonra affolunmayacak günah yoktur. Ancak günahın affedilip affedilmeyeceğini bilinmez. Tövbe ettikten sonra Allah dilerse affeder, dilerse affetmez. Bunun için tövbe kabul şartlarına uygun olması gerekir.

Evet, böyle kudret sahibi olan Allah (cc) kullarını affediyorsa, kul neden O’na kulluk görevini samimi bir tövbe ile yapmasın. Günahlara hemen tövbe etmesin.
O zaman tövbe nedir? Sözlük anlamı: Dönmektir. Dinen, Allah’a yönelmektir. Yapılan kötülüklerden ciddi pişmanlık duymaktır. Kişi yaptığı günahlarından yürekleri yanıyorsa, vicdanı rahatsız ise, gözlerinde yaş akıyorsa, kalbi hüzün ve kederleniyorsa işte tövbe budur. Böyle bir tövbe sahibi, inşallah Rahman ve Rahim olan Allah’ın affına mazhar olur.

Evvela Kul hakkı dışında Allah’a karşı işlenmiş günah için tövbenin şartı nedir?

1- Günahtan tamamen vazgeçmek.

2- Yaptığına pişman olmak

3-  Bir daha ona dönmemek.

Allah’ın hakkı ödemek için bir daha hata ve günah işlememek üzere samimi bir tövbe ile Allah’ a yönelmek lazımdır. Bu arada kazaya kalmış namazları kılmak, tutmadığı oruçlarını tutmak, varsa zekâtı vermek, hacca gidebilecekse gitmek. Yani doğru bir tövbe ile Allah’a dönerse, tamamen borcunu ikmal edilemeyecek durumda olsa da, o zaman umulur ki Allah (cc) onu affeder.

Eğer kişi, kul hakkıyla ilgili bir kötülük işlemişse, hak sahibinin hakkını ödemek, onun rızasını almak, buda tövbenin kabul şartlarındandır. Yani üzerinde kul hakkı varsa, öncelikle alacaklı kişi ile helalleşmesi, hak sahibi ölmüşse baba – anne, evlatları veya yakınları ile helallik istemesi şarttır.

Her şeye rağmen gene de takdir Huda’nındır. Kimi affeder, kimi cezaya müstahaksa cezalandırır.  Tamamen O’nun bileceğidir. Biri kalkar kebair günahları işler,  insanlara zulüm eder, “nasıl olsa tövbe ederim. Allah’ta beni affeder,” Allah’a karşı, bunu demek kadar terbiyesiz ve edepsizlik olamaz. Böyle canilerin affı, ancak Allah’ın Kahhar ismine ve gazabına dokunmaktan başka ne olabilir?

O ZAMAN NE YAPMAK LAZIMDIR.

Bir kere yapılan günahlara karşı ciddi manada ve bir daha dönmemek üzere tövbe etmek.  Yapılan kusur ve hatalardan dolayı samimi ve içten af istemek, varsa üzerindeki kul hakkı ödemek şarttır. Tabir caiz ise Kul, Allah’a adım atarsa;  O’ kuluna koşarak gelir. Yeter ki tövbede samimiyet varsa…

Şanı Yüce olan Allah’ın affına bakın. Affedilmiş kimse daha sonra yeniden günah işlese, â’mal defterine eski günahları avdetmez. Çünkü onlar artık affedilmiştir. Sadece işlediği yeni günahları yazılır. Mü’min tövbeden sonra da durumu ne olduğunu bilmediği için, sürekli tövbe etmesi gerekiyor. Daima havf ve reca arasında, yani hem korku ve hem de ümit içinde olmalıdır. Zira Allah hem Gaffar’dır, hem de Kahhar. Bağışlaması da, kahrı da vardır…

Rüstem Garzanlı/Diyarbekir

16.1.2014

www.NurNet.org

Doğru Yolda Yürüyebilmek

yol üzerinde soru işaretiEvet aklı yerinde kalbi bozulmamış insan kendini ebedi azaptan kurtarmak için, ne pahasına olursa olsun eski olumsuz hayatını terk edip  doğru yolu bulmayı arayacaktır. Arkadaşları mı onlara ters bakacak, akrabaları mı ayağını kesip haksız olarak onlarla dargınlık tutacak, hiç mühim değil, yeter ki bu kardeşler, kendilerini ölü atomlardan yaratıp önlerine türlü türlü nimetler seren Allah’ı darıltmasınlar, üstelik  öbür hayatta Allah onlara vaad ettiği nimetleri elden kaçırmasınlar. Orada ki o güzel nimetlerden mahrum kalmamak için lazım olanı yapsınlar. Evet geleceği görmek için düşünüp çalışmak yine size düşüyor benim genç kardeşlerim.

Ah! Ölüm fırsatlarını ellerinden daha almayan kardeşlerim! Allah bizleri çok sevdiği için, bize taşıyamayacağımız yükü yüklememiş. Yasak ettikleri şeyleri için, yani sınırı tecavüz ederek herhangi bir günahı yaparsak, günahlarımızı bire bir yazıyor, hem belki pişman oluruz diye fırsat tanıyıp yedi sekiz saat geçtikten sonra sağ taraftaki melek solda olan meleklere yazmaya izin veriyor. Çünkü hüküm onda. Fakat Allah yap dediği şeylere Yani yapmamızı emrettiği şeylere  boyun eğip  yaparsak sağdaki melek sevaplarımızı, en az bire on, yüz, yedi yüz, yedi bin, Ramazan ayında Allahın emri ilebir sevap için 30.000 yazıyor. Ne mutlu aklını kullanıp nefsin, şeytanın ve iki ayaklı şeytanların oyunlarına gelmeyenlere.

Bunun için, genç erkek ve hanım kardeşlerime çok rica ederek yalvarıyorum! Aklı sağlam kalbi bozulmamış kardeşlerim! İlk önce Allahın yasaklarından kaçının, sonra  beş vakit namazı terk etmemeye kesin karar verin. Çünkü Allah’u Azimüşşan Kur’an-ı Keriminde namazı 119 yerde zikrederken onların içerisinde 70 yerde kılmamızı emrediyor. Düşünün bir patron işçisine ayni işi, iki üç defa emrederse, o iş çok ehemmiyetli olduğu meydana çıkmaz mı? Peki yalnız namaz değil, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah, bu kadar çok defa bu emri bize tekrarlarsa, demek bizim onu yapmaya çok ihtiyacımız var ki, Rabbimiz bize ısrarla onu emrediyor. Evet! Bu sözümü sakın unutmayın! Müslüman için namaz çok ehemmiyetlidir.. Namazın  ehemmiyetinden ötürü, burada birkaç ayetin manasını ortaya koymaya çalışacağım:

Allah’u Azimüşşan Kur’an-ı Kerim’de “Hem âilene (ve ümmetine) namazı emret, hem de sabırla ona devam et!”  (Taha 132)

Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım isteyin (Bakara 45)

Namazlara, özellikle orta namaza devam edin ve kalkın Allah için divan durun! (Bakara 238)

Sana vahy edilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar. (Ankkebût 45)

Onlar, Allah anıldığı zaman, kalpleri oynar, kendilerine gelen musibetlere sabrederler namazı devamlı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz şeylerden başkalarına dağıtırlar. (Hac 35)

Bir de namaz kılın, zekatı verin ve Peygamber’e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz. (Nûr 56)                                                                                                            (Şûrâ 38)

Ey iman edenler Cuma günü namaza çağırıldığınız zaman, hemen Allahın zikrine (anılmasına) koşun ve alım satımı bırakın; eğer bilirseniz o sizin için daha hayırlıdır. (Cuma 9)

Hadisi şeriflerde:

”Namaz dinin direğidir.”

“Ahirette ilk olarak namazdan suale tabi olacağız.”

“Şunu bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır.”

“ Sizin amellerinizin en hayırlısı vaktinde kılınan namazdır.”

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in şöyle söylediğini işittim:

“Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı, ne dersiniz?”

“Bu hal, onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!” Ondan sonra Aleyhissalâtu vesselâm:

“İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah kılınan namazlar sayesinde (namaz kılanın) bütün hatalarını siler” buyurdu.” (Buhari mevakıf:6 Müslim 282 ….)

Biz Müslümanlara, bu büyük kârı elde etmek çok kolay. Yeter ki karar kesin olsun ve eski hayattan kurtulmak için tesirli bir sebep olan, önümüzde dikilmiş ölümü akılla görebilmek ve ister istemez yapayalnız gireceğimiz o mezarı düşünebilmektir. Biz ancak bu şekilde eski kötü alışkanlığımızdan kurtulup Allah’ın dediğini yapabiliriz.

Evet başka hiçbir  alternatif yok, o mezar ağzını açmış bize bakıyor, ama bugün ama yarın, hiç şüphesiz ki bir gün oraya girilecektir. O mezar bizim karşımızda, insanları asan darağacı gibi dikilip dururken, akıllı insan için oraya giden yolu çim halı döşeseler, halının güzelliğinden kıvanç duyup zevk alınır mı? O yolun etrafında güzel kokulu güller, karanfiller, tatlı baklavalar serseler, önünde o darağacı dururken onlar insana lezzet verir mi? Hayır! Akıllı insan için, o ölüm problemini halletmeden ona hiçbir şey ne tat verir ne lezzet. Onun için biz dünya hayatımızla beraber ahiret hayatımızı da cennet yapmak için ibadetlerimizi, bilhassa namazımızı terk etmemeye çalışacağız.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Kaza

Haşirden sonra mahkeme kurulmuş. Ve Âdemoğulları, birer birer hesaba çekilmişler. Bazıları hiç sorgusuz Cennete giderlerken, diğerleri endişe içindeymiş. Çünkü hemen önlerinde Sırat Köprüsü varmış. Bir çoğunun aşağıya düştüğü, geçenlerin Cennet’e ulaştığı köprü…

Sayıları milyarlara ulaşan bir topluluk, bu köprüye doğru yola çıkmışlar. Bir daha geri dönmemek, gittikleri yer neresi olursa olsun, hiç ölmemek üzere. Hepsinin yüreğinde, korkuyla ümit arası bir duygu varmış. Allah’a ve Peygamberine inananlar, kusurları olsa bile af dileyenler, kâinata iman gözlüğüyle bakanlar, köprüyü de o gözlükle geniş görmüşler. Daha sonra uçar gibi geçmişler üzerinden. Ağırlığı fazla olanların dünya köprülerinden bile geçemediğini iyi bilenler, Sırat’a yaklaşırken, ince ince hesap yapmaya başlamışlar.

“Bu günahım şu kadar, diğerleri bu kadar, toplam ağırlıkları da şu kadar!.” diye. Bu hesabı yapanlardan bir adam:

— Ara sıra namazlara giderdim, demiş. Cuma namazlarına. Bayram namazlarını da hiç kaçırmazdım. Bu bakımdan namaz yüküm fazla sayılmaz.

Adam daha sonra, özellikle yaz aylarında ihmal ettiği oruçlarının; resmî bayramlarda, maaşını aldığında, çok üzüntülü ve çok sevinçli olduğu zamanlarda ya da güzel havalarda içtiği içkilerin; ay başlarında ve yıl sonlarında oynadığı kumarların yükünü hesaplayıp:

— Milletten çalmadım ya!. Bu da fazla bir yük tutmaz herhalde!. demiş. Biraz düşündüğünde, geriye tek bir günahı kalıyormuş ki, o da zaten kaza sonucunda oluşmuş. Bu yüzden de ona göre pek önemli değilmiş. Takımı maç kazanınca şevke kapılmış ve bütün ikazlara rağmen havaya ateş etmiş. Kazayla da küçük bir kızı vurmuş. Adam, dünyada da zaten muhasebeci imiş. Bu yüzden de bilirmiş hesabını. Yükünü gram gram hesapladıktan sonra, biraz da garanti payı koymuş üstüne. Sonuç gayet güzelmiş. Bu ağırlık, Sırat için hiç de fazla değilmiş.

Adam köprüye gelince biraz şaşırmış. Her köprüde hem geliş hem de gidiş varken, burası tek yönlüymüş. Hatta adım başında, “geri dönülmez!.” ikazı yapılıyormuş. Fakat onu şaşırtan şey daha başkaymış. Çünkü her iki yanda da korkuluk yokmuş. Adam, günah yüklerinden emin olduğu için, kenarlara yanaşmakta bir sakınca görmemiş. Zira bu noktalardan, manzara çok farklıymış. Köprünün alt kısmında, Cehennem fokur fokur kaynamaktaymış. Biraz sonra, köprü daralmaya başlamış. Bu yüzden de kalabalık iyice artmış. Adam, orta kısımlara geçmeye çalışırken, ayağı bir yere takılmasın mı? Bir anda uçmuş köprünün üstünden. Bir taraftan bağırarak düşüyor, diğer yandan hesabını kontrol ediyormuş. İçki yükü şu kadar, kumar yükü bu kadar, namaz şu kadar derken, küçük kızın ölümüyle sonuçlanan kazayı hesaba katmıyormuş. Alevlere büyük bir hızla yaklaşırken, bir adam ona köprünün üstünden seslenerek:

Kusura bakma kardeş!. diye özür dilemiş. Ayağım kazayla sana takıldı!.

Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi

On Birinci Gün

Yaşlı adam, son demlerini yaşıyordu. İhtiyarlık derdine, bir de ağır hastalık eklenmişti. Kendisiyle ilgilenen kişiler, ona iyi olduğunu söylüyorlardı ama, ciğerleri parça parça dağılıyordu sanki, her öksürüşte. Esasında hastalığından fazla, günahları üzüyordu yaşlı adamı. Özellikle gençliğinde pek çok hata yapmıştı. Bu yüzden de evlatları hayırsız çıkmış, her biri bir köşeye dağılmıştı. Eşi, beş yıl kadar önce vefat edince, büyük oğlu yurt dışına yerleşmiş, oraya gidince de, her şeyi unutmuştu. Kızı da bir serseriye kaçmıştı habersizce. Küçük oğlu, nispeten hayırlıydı. Arada bir kendisini ziyaret eder, yatağının baş ucuna birkaç kuruş koyardı. Hatta onu hastaneye bile kaldırmış, bazı masraflarını üstlenmişti.

İhtiyarın yalnızlığı, hepsinden kötü idi. Kendisinden ümit kesen doktorlar, sonunda onu evine göndermişlerdi. Durumu artık çok daha kötüydü. Birkaç seans kemoterapi tedavisi, vücudunun her yerini fosur fosur kabartmış, ayakta bile duramaz hale gelmişti. En çok ihtiyaç duyduğu zamanda, küçük oğlu da uğramaz olmuştu her nedense. Çok şükür ki komşuları vefalı insanlardı. Evlerinde ne pişse, ona da bir parça getirirlerdi.

Yaşlı adamın hemen baş ucunda, eski bir telefon bulunuyordu, çalmasını boşuna beklediği. Borcundan ötürü çoktan kesilmiş, üstü tozla kaplanarak rengini kaybetmişti. Gerçi çalışsa bile, arayan çıkmazdı ya!. O kadar özlemişti ki onun sesini. Bir zamanlar hâlini soran dostlarını. Dayanılmaz ağrılarla kıvrandığı bir gece, telefona uzanarak ahizeyi kaldırdı. Belki gurbet ellerdeki oğlunun, belki de kızının sesi gelirdi derinlerden. Belki de eşinin yumuşak sesini duyardı, çok uzaklardan. Ahizeyi bir süre öyle tuttu. Çıt bile çıkmıyordu. Tam yerine koymak üzere iken, telefondan biri seslendi ona:

— Günahların için tövbe ettin mi?

— Evet!. diye atıldı yaşlı adam, gelen sesin sahibini merak bile etmeden. Yıllar buyu af diledim Allah’tan. Günahlarım, çok fazla olmasına rağmen.

— Doğru!. diye cevap geldi, antika telefondan. Günahların, başındaki saçlar kadardır. İnşallah affedilir!.

Yaşlı adam, ağlamaya başladı. Gençliğinde pek umursamadığı, günün birinde affedilir zannettiği, belki de bu yüzden devam ettiği günahları, daha sonra binlerce kez tövbe etmesine rağmen demek ki silinmemiş, sırtında bir yük olarak bırakılmıştı. Yattığı yerden doğrulup pencereye bakınca, cama yansıyan görüntüsünü fark etti. Saçları bembeyaz, ama çok gürdü. Rahmetli babası, hatta dedesi gibi.

Gözyaşları bir ara kesilince, yorgun vücudunu tekrar yatağa attı. Telefonu yerine koymaktansa, yastığının altına sıkıştırdı. Şimdi artık bir arkadaşı vardı. Hayalî olsa bile, belki başka bir şeyler de söylerdi ona, yüzünü güldürecek, ruhuna bayram yaptıracak sözler. Aradan on gün geçti. Fakat ihtiyar adam, her an biraz daha artan acılarına değil, günahları için göz yaşı döküp ağlamayı, Allah’tan ümit kesmeyip tövbe etmeyi; telefondaki ses de, aynı sözleri tekrarlamayı sürdürdü.

— Günahların, başındaki saçlar kadardır!. İnşallah affedilir!.

On birinci gününde, yaşlı adam öleceğini anlamıştı. O geceki rüyası, daha önce gördüklerinden çok farklıydı. Rüyasında tamamen iyileşmiş, âdeta bir kuş gibi hafiflemiş, kendisini çağıran eşine koşmuştu. Daha sonra onunla birlikte uçmuştu, yamaçlarından şelaleler akan bir dağa doğru. Uyandığında, aceleyle kalkmaya çalıştı yerinden. Rabbinin huzuruna, taptaze bir abdestle varmalıydı. Peki ya daha sonra? Küçüklüğünden beri, ”Allah Kerim!.” diye tekrar ederdi. Kerim Rabbi, belki onu da affederdi. Duvarlara tutunarak lavaboya yanaştı. Üstündeki aynaya baktığında, nefesi bir anda kesilir gibi oldu. Nurlu yüzü iyice aydınlanmış, bütün vücudu titremeye başlamıştı. Tekrar tekrar baktı görüntüsüne. Arada bir elleriyle başını sıvazlarken. Evet, evet!. Gördüğü şey hayâl değildi. Belki de ilaçların tesiriyle, başındaki saçlar tamamen dökülmüştü. Bu sefer de sevinçten ağlıyordu ihtiyar. Yatağına doğru son kez adım atarken, telefondan yine aynı ses geldi:

— Günahların, başındaki saçlar kadardır!. Ve şunu sakın unutma ki, Allah Kerimdir!

Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi