Etiket arşivi: kuran

Said Nursi Hristiyanlığı Övmüş Müdür?

Bediüzzaman mevcut Hristayanlığı değil belki Gerçek İsevilik olarak adlandırdığı, tevhid dinine inanacak ahirzamandaki bir takım İsevilerden bahseder ki; Nursiye göre bunlar, İslamiyet ile omur omuza vererek dinsizliğe karşı mücadele edeceklerdir.

Hz. İsa’nın yeryüzüne ilk gelişinde tebliğ etmiş olduğu hak din, özünden uzaklaşmış ve tahrif edilmiştir. Kuran’da bildirildiği gibi, Hz. İsa’nın ardından üçleme ve Hz. İsa’nın ilahlaştırılması (Allah’ı tenzih ederiz) gibi çeşitli sapkın inanışlar Hıristiyanlığa dahil edilmiştir. Nursiye göre, Hz. İsa yeryüzüne geldiğinde öncelikle, Hıristiyanlığı bu sapkın inanışlardan arındıracaktır.

İki bin yıldan bu yana özünden uzaklaşma süreci yaşamış olan Hıristiyanlığı özüne döndürebilecek olan tek kişi Hz. İsa’dır. Kendisini bekleyen Hıristiyan dünyasına gerçek din ahlakını yani Kuran’da bildirilen İslam ahlakını anlatacak, Hıristiyan dünyası hak dine yönelecektir. Hz. İsa’ya tabi olanlar da gerçek İseviler olacaklardır. Nursi’nin ifadelerini incelediğimizde gerçek İsevilerin; Kuran ahlakına ve sünnete uyan, Hz. İsa’ya itaat eden kimseler olacağı anlaşılmaktadır.

Bu dönemde dinlerinin içine karışmış olan hurafelerden ve batıl inanışlardan yüz çevirerek gerçek İslam ahlakına yönelecek olan Hıristiyanlar ve samimi Müslümanlar, gerçek İseviler olacaklardır. Müslümanlar ve batıl inanışlarından kurtulan Hıristiyanlar, Hz. İsa vesilesiyle büyük bir ittifak kuracaklardır. Gerçek İsevilerin ittifakı yeryüzündeki din ahlakına karşı olan her türlü sistem ve uygulamanın tamamen ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır. (Mektubat, Onbeşinci Mektub)

Üstad Bediüzzaman’ın konuyla ilgili bazı açıklamaları şu şekildedir:

Ahir zamanda Hazret-i İsa (as) gelecek, Şeriat-ı Muhammediye ile amel edecek” mealindeki hadisin sırrı şudur ki: Ahir zamanda felsefe-i tabiiyenin (tabiat felsefesi) verdiği cereyan-ı küfriye (inkarcı hareket) ve inkar-ı uluhiyete (Allah’ı inkar) karşı İsevilik dini tasaffi ederek (arınarak) ve hurafattan tecerrüd edip (hurafelerden temizlenip) İslamiyete inkılab edeceği bir sırada, nasıl ki İsevilik şahs-ı manevisi, vahy-i semavi kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevisini öldürür; öyle de Hazreti İsa, İsevilik şahs-ı manevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevisini temsil eden Deccal’ı öldürür. Yani inkar-ı uluhiyet fikrini öldürecek. (Mektubat, Birinci Mektub)

“… felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfriye ve inkar-ı uluhiyete (Allah’ı inkar) karşı …” Bediüzzaman; Hz. İsa’nın, maddeciliğin ve sefahatin meydana getirdiği inkarcı harekete ve Allah’ın varlığını inkar edenlere karşı büyük bir mücadele yürüteceğini belirtmektedir.

“İsevilik dini tasaffi ederek (arınarak) ve hurafattan tecerrüd edip İslamiyete inkılab edeceği …” Bediüzzaman bu hikmetli açıklamasında Hz. İsa’nın ahir zamanda tekrar dünyaya geldiğinde, İslam dininin gereklerine göre hareket edeceği yönündeki hadisi tefsir etmektedir. Hz. İsa’nın mücadelesi çeşitli hurafeler ve geleneklerle özünden uzaklaşan Hıristiyanlığın özüne dönmesi ile başlayacaktır. Hz. İsa Hıristiyanlığı tüm batıl inanışlardan temizleyecek ve ona tabi olduklarını söyleyen tüm Hıristiyanlar gerçek din ahlakına yani İslamiyet’e döneceklerdir.

Ve Kuran’a iktida (uymak, tabi olmak) ederek, o İsevilik şahsı manevisi tabi; ve İslamiyet, metbu (tabi olunan) makamında kalacak. Din-i Hak, bu iltihak neticesinde azim bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevilik ve İslamiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; alem-i semavatta cism-i beşerisiyle bulunan şahs-ı İsa (as), o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık (Hz. Muhammed sav), bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey va’detmiş, elbette yapacaktır. (Mektubat, Onbeşinci Mektub)

“… Kuran’a iktida (uymak, tabi olmak) ederek, o İsevilik şahsı manevisi tabi; ve İslamiyet, metbu makamında kalacak.” Hıristiyanlığın Hz. İsa ile başlayacak olan hak dine dönüşümü, son kitap olan ve herkesin uymakla mükellef olduğu Kuran’a tabi olmakla neticelenecektir. Hz. İsa’nın şahsı ve ona tabi olan Hıristiyanlar İslam’a tabi olacaktır.

“Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevilik ve İslamiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak.” Hz. İsa öncülüğündeki Hıristiyanlık Kuran’a tabi olduğunda çok büyük bir güç oluşacaktır. Çünkü günümüzde dünya nüfusunun çoğunluğuna sahip iki din olan Hıristiyanlık ve Müslümanlık hem siyasi, hem ekonomik hem de manevi yönden çok büyük iki kuvvettirler.

Bu nedenle de dinsiz ideolojiler karşısında birleştiklerinde çok büyük bir güç kazanarak dinsizlik akımlarını fikren mağlup edip, dağıtacaklardır. İnsanları hayatlarının gerçek amacından uzaklaştıran bencil, sevgisiz, çatışmacı bir hayata iten maddeci felsefe ve dinsizliğin dünya üzerindeki etkileri, iki dinin birleşmesiyle ortadan kalkacaktır.

“Cism-i beşerisiyle bulunan şahs-ı İsa (as), o din-i hak cereyanının başına geçeceğini…“: İki dinin ittifakı ve Hıristiyanların Kuran’a tabi olması ile dünyada nüfus çoğunluğuna sahip olacak iki din, tek bir ses ve tek bir vücut gibi hareket edecek, bu hak dinin başına ise Hz. İsa geçecektir. Bediüzzaman bu sözünde Hz. İsa’nın yeryüzüne gelip, samimi olarak iman edenlerin başına geçeceğini Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde haber verdiğini hatırlatmış ve bu nedenle de bu haberin mutlak gerçekleşecek olan hak bilgi olduğunu söylemiştir.

Yukarıdaki ifadelerden de rahatlıkla anlaşılabileceği gibi, Bediüzzaman İseviliğin mevcut halini değil, belki ahirzamanda Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne inmesiyle başına geçeceği, hurafelerden arındırılmış ve tevhid dini olan hakiki bir İsevilikten bahsetmektedir.

www.bediuzzamansaidnursi.org

Konuşma tarzı, insanın kişiliğini ortaya çıkarıyor…

Dini konularda, ahiret, ölüm, cennet, cehennem ve namaz ile ilgili uygun olmayan espiriler ve açıklamalar yapmak, fıkralar anlatmak bir çeşit dinsizlik propagandasıdır.

İnsanı tanıtan en önemli özelliklerden biri konuşma tarzıdır. Hayata bakışı, inancı, fikir, görüş ve düşünceleri, insanın sözleriyle anlaşılır. Kalpte hissedilenler, zihindeki gizli düşünceler, istekler, idealler, hedefler ve korkular konuşmalara yansır. İnsanları birbirine tanıtan, dost kılan konulardan biri, sohbetleridir.

Kur’an’ın haber verdiği konuşma ve ahlak özellikleri samimiyetle uygulandığında ise saygılı ve hikmetli her söz kalplerde çok güzel etki oluşturur. İnsan, Allah’a sığınarak, samimi olmaya niyet ederek duygularını konuşmalarına aktardığında, oluşan ortam da samimi olur.

İnsan yaratılışı gereği, karşısındakini rahatsız etmeyen, samimi, saygılı ve alçak gönüllü bir üslupla edilen sohbetten büyük zevk alır. Görüşler farklı da olsa saygılı bir üslupla konuşmak, olumlu etki uyandırır, gerçek dostluğa zemin oluşturur.

Kişinin sürekli kendi doğrularını öne çıkararak, saygısız bir üslupla konuşarak bilmişlik yapması, rahatsızlık verici ortamlar oluşturur. Bu üslup, karşı tarafta son derece itici bir izlenim uyandırır. Baskın çıkacak şekilde, karşısındakinin sözünü keserek, hatta konuşma hakkı tanımayarak konuşmak, cehalet göstergesidir ve dinleyenler açısından eziyettir.

Uzmanlık gerektiren konular dışında, sohbete herkes katılmalı, görüşlerini açıklamalıdır. “Ben daha iyi biliyorum; o bilgisiz, konuşmasın” gibi düşünceler son derece yanlıştır. Diğerine oranla daha az şey biliyor da olsa bazı insanlar, Allah’ın lütfettiği hikmetle olayların herkesin bilemeyeceği karmaşık yönlerini fark edebilir. Konuyla ilgili detaylı bilgi sahibi olan kişi ise detaylarda boğulmuş ve konunun hikmetli yönlerini görememiş olabilir. Bu nedenle, her insanın fikrini açıklaması, yeni bakış açıları ortaya çıkarabilir.

Sohbet ortamlarında  konuşanı dinlememek, aynı anda ve tartışır bir üslupla konuşmak, sıkça rastlanılan davranışlardır. Televizyonlardaki tartışma programlarında bunun örneklerini görmek mümkündür. Kendi dalında uzman kişiler dahi zaman zaman kaba ve saygıdan uzak bir üslupla konuşurlar. Birçoğu, yüksek sesle ve büyüklenerek kendi sözlerini kabul ettirmeye çalışır. Dahası birkaç cümleyle özetleyebileceği konuyu, birkaç saate yayarak dinleyenleri sıkar.

Birçok insan, bir konuda ne kadar derin bilgiye sahip olduğunu ortaya koyabilmek için, dinleyenlerin hiçbir işine yaramayacak pek çok gereksiz konuşma yapar. Kimi zaman da kısa birkaç cümleyle anlatabileceği bir konuyu, iki-üç saatlik bir konuşmanın içinde boğar. Bu gibi konuşmalar karşıdaki kişinin kalbinde istenen etkiyi uyandırmadığı gibi aynı zamanda insanı sıkar. Hiç kimse böyle insanları dinlemekten hoşlanmaz.

Peygamberimiz (sav) de bir hadislerinde, gereksiz konuşmayla ilgili şu şekilde buyurur: “Allah’ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah’ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah’a en uzak olanı kalbi katı olanlardır.” (Tirmizi, Zühd 62, (2413). (5891)

Samimi inanan insanlar ise açık ve anlaşılır konuşurlar. Gereksiz konuşmazlar; üste çıkmak, son sözü söylemek gibi nefsani amaçlar gütmezler. Kur’an ahlakından kaynaklanan üslupları nezaketlidir; sakin bir ses tonuyla konuşur, karşılarındaki insana öncelik tanırlar. “… Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76) ayeti gereği mütevazı tavırlar sergilerler.

Dikkat edilmesi gereken konulardan biri de din ve kutsallar ile ilgili espriler ve alaycı sözlerdir. Bu şekilde konuşan kişinin sözü hemen kesilmeli, saygıya uygun olmayan esprinin yanlışlığı  anlatılmalı ve kişi kesinlikle uyarılmalıdır. Dini konularda espri, fıkra ya da alaylı bir söz karşısında gülmek, aynı yanlışa ortak olmak anlamındadır. Kur’an bu konuda inananları birçok ayetle uyarır.

O, size Kitap’ta: “Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır. (Nisa Suresi, 140)

Dini konularda, ahiret, ölüm, cennet ve cehennem ile ilgili uygun olmayan espriler ve açıklamalar yapmak, fıkralar anlatmak bir çeşit dinsizlik propagandasıdır. Müminler böyle bir hataya ortak olmaktan titizlikle sakınırlar. Bu yönde saygısız üslup kullananları samimiyetle uyarmak, Kur’an ahlakına uygun olan davranıştır.

Sonuç Olarak;
Müminler karşılaştıkları insanların, dünya hayatında kendileri için yaratılan imtihanın bir parçası olduğunun bilincindedirler. Kur’an ahlakını gereği gibi yaşamaya, insanlara güzel sözle yaklaşmaya ve insanların sözlerine en güzel şekilde karşılık vermeye çalışırlar.

Birbirine sevgi ile yaklaşan müminlerden birbirine muhabbet geçer; kalplerine ferahlık gelir. Sohbet ortamlarında söylenen onore edici, şevklendirici, cesaret ve ümit verici bir söz, samimi ve dürüst bir konuşma çoğu zaman çevredeki maddi nimetlerden çok daha önem taşır. Allah, cennette, müminlerin huzur dolu ortamlarda karşılıklı sohbet ettiklerini bize haber verir. Allah’ın cennetine kabul ettiği salih kullarıyla sohbetin yanı sıra her türlü yalandan, boş ve olumsuz konuşmadan uzak olmak, müminler için çok büyük nimet ve çok büyük bağıştır.

İçinde, ne ‘boş ve saçma bir söz’ işitirler, ne bir yalan. Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu). (Nebe Suresi, 35-36)

Peygamberimizin (sav) hadislerinde müminlerin dünyadaki samimi sohbetlerinin ahirette de devam ettiği bildirilir. Cennette müminlerin kendi aralarında sohbet ederlerken dünya hayatında yaptıklarını anımsadıklarından bir hadiste şöyle bahsedilir:

“Ehli cennet, cennette karar kıldıklarında kardeşlerden bazıları bazılarını görmek isterler. Birinin sediri diğerinin sedirine, berinin de ötekinin sedirinin yanına gider. Onlar buluşunca her ikisi de yaslanır ve dünyada aralarında olan şeyleri karşılıklı konuşmaya başlarlar. Birisi şöyle der: “Ey kardeşim, hatırlar mısın biz dünyada falan mescitte iken Allah’a dua etmiştik, İşte Allah da bizi bağışladı.” [Ramuz el-Ehadis-1, s. 29/12]

Fuat TÜRKER

www.nurdergi.com

Said Nursi’nin anlattığı hikaye bana ders oldu

Son Şahitler’den Kemal Taner, Bediüzzaman’la olan görüşmesini anlatıyor…

“Hapishaneye yanına görüşmeye gitmiştim. Namazı yeni kılmış, tesbih çekiyordu. Elini öptükten sonra kendilerine dedim ki:

‘Efendim, size birçok keramet gösterir, diyorlar. Halbuki ben sizden herhangi bir harikal hal ve veziyet görmedim. Eğer böyle birşey gösteriyorsanız, bana da gösterin, meselâ şu elinizdeki tesbih kendi kendine yürüsün.’

“Bediüzzaman tebessüm etti. Bana temsilî şu hikâyeyi anlattı:

“Bir adamın çok sevdiği, sevimli, sevgili bir tek oğlu varmış. Adam bu kıymetli yavrusuna, çok değerli bir hediye almak için, kuyumcu dükkânına götürmüş, Çok çeşitli elmas ve mücevherattan hangisini beğenir ve isterse oğluna alacakmış.

“Mücevherat dükkânında, kuyumcu adam, dükkânı süslemek için; tavana, çok çeşitli renklerde, kırmızı, yeşil, mavi, mor, pembe, sarı her renkte büyük balonlar asmış. Çocuk dükkâna girince mütemadiyen tavandaki balonlara bakarak, ‘Baba ben bu balonlardan isterim’ diye tutturmuş, başlamış ağlamaya. Adam, ‘Oğlum, ben sana çok pahalı ve kıymetli, elmas, mücevher alacağım’ diyormuş, Çocuk ise, ‘Ben balon isterim’ diye ağlayıp duruyormuş. Bu misali bana anlatan Bediüzzaman, sözlerine devamla:

Ben Kur’ân’ın elmas ve mücevherat dükkânının bekçisiyim, dellalıyım. Ben baloncu değilim. Benim dükkânımda, benim pazarımda, Kur’ân’ın ebedi ve ölümsüz elmasları var. Ben bunlarla meşgulüm. Ben Kur’ân nurunu ilân ediyorum, balonculuk yapmıyorum‘ dedi.

“Bediüzzaman’ın ne demek istediğini anlamıştım, yaptığım hareketten dolayı mahçup olmuştum.”

Necmettin Şahiner, Son Şahitler

Birbirine Güç Veren Çekirdekler

Sitemizi Takip Eden Bir Üyemizden :

Yazılarınızı her gün büyük bir keyifle okuyorum. Üzerlerinde çalışılmış, emek verilmiş, güncel konulara hitap eden, çok istifade edebildiğim ve büyük bir hazla okuduğum yazılar.

Öncelikle bu kutucuk izin verirse kendimi birazcık anlatmak isterim. Yaklaşık 10 yıldır şu anda bulunduğum şirkette çalışmaktayım. Kamuya ait özel bir şirket burası. Burada çalışan yaklaşık 2500 kişinin çoğu muhafazakar yapıda. Her cemaate her grupa ait arkadaşlar var.

2006 yılında şirketimizde işe başlayan bir ablanın vasıtasıyla 1 saatlik öğlen arasının yarım saatini Risale-i Nur okumalarına ayırdık. Benim bu gruba katılmam 2008 yılını buldu, evladıma yeni kavuşmuştum, doğum izni kullanmıştım.

En başta bir konu seçilip onun üzerinden atıflı yapılan dersler, zamanla seri kitap takibi olarak devam etti çok şükür. İlk başlarda yaklaşık 10-15 kişinin iştirak ettiği derslere  şu an düzenli olarak 7-8 kişi katılıyor. Günde yarım saat, şirketin ücra köşesinde bayanlar için yapılmış mescidi kullanarak kitap okuyoruz.

Lemalar ve Mektubat’ı bitirdik. Sözler’den 30. söz’deyiz.  Aylık program yaptık, çetele haline getirdik.

Pazartesi-Salı kitap okuyoruz.

Çarşamba her hafta seçtiğimiz bir esma üzerine tefekkür yapıyoruz, daha önce tefekkür ettiğimiz esmaları da düşünerek.

Perşembe, sorumlu arkadaş bir mektup seçiyor onu okuyup konuşuyoruz.

Cuma günü ise Cevşen ve diğer sair duaları okuyup hep birlikte dua ediyoruz.

Her gün mutlaka birbirimize ismen dua ediyoruz, günde 1 ayet bile olsa Kuran okumaya çalışıyoruz. Ayrıca haftalık/aylık hatim-yasin-tefrice-ihlas okumalarımız var. Programımızı bu şekilde yaptığımız için seri kitap takibinde çok ilerleyemiyoruz ama buna da şükür.

İçimizden sebatkar ve evinde de Derse başlayan arkadaşlarımızdan biri, bize, “Çekirdek” ismini vermiş.

Risale-i Nur’dan başka her hangi bir bağlantımız yok. Hepimizde farklı yayınevlerinin kitapları var. Kimisi sözlüklü tercih ediyor, kimi özellikle sözlüksüz. Zorlama yok, baskı yok şekil yok, ama hepimiz hep aynı saatte oradayız.

Sitenizi yaklaşık 1-2 aydır takip ediyorum. Derslerde “Nurların inkişafı“, diye hep değinirdik ama şimdi anlıyorum Dünyaya ne kadar yayıldığını, Dershaneler, Dersler inanamıyorum !

Hepimiz bu yapının “çekirdek“leriyiz, farkında olmadan birbirimize güç kuvvet veriyormuşuz bunu bir kez daha anladım.

Emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Allaha emanet olun.

www.NurNet.org

Bedir Savaşı

Sözlükte ‘olgun, tamam, kâmil’ demek olan “Bedir” ay’ın en parlak ve dolgun hâline denir.

Türkçede bu durum ‘dolunay’ tâbiri ile ifâde edilir.

Edebiyyatta güzellik sembolüdür.

Bedir, Mekke ile Şam yolu üzerinde yaya yürüyüşüyle Medîne’ye 3 günlük (160 km), Mekke’ye 10 günlük, Kızıldeniz sahiline 30 km uzaklıkta bir yerleşim yerinin adıdır.

Burada 17 Ramazan Cum’a / 14 Mart 624 târihinde Mekke müşrikleri ile Müslümanlar arasında savaş olmuştur. İslâm ordusu 305, müşrik ordusu 950 kişi idi. Müşriklerin 100 atlısı 700 devesi vardı. Çoğu zırhlı idi. Müslümanların ise 3 atlısı 70 devesi vardı. Müşrik ordusunun başkumandanı Ebû Cehil idi. Savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlandı. Ebû Cehil dâhil 70 ölü 70 esir bırakıp kaçtılar. Müsümanlar 14 şehîd verdiler. (Diyânet)

3/ ÂL-İ İMRÂN -13- Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta size büyük bir ibret vardı: Bunlardan biri ALLÂH yolunda vuruşuyordu. Diğeri ise kâfir idi. O kâfirler müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. ALLÂH, dilediği kimseleri nusratıyla destekler. Elbette bunda görecek gözleri olanlar için alınacak ibret vardır.

123- Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz hâlde ALLÂH size Bedir’de yardım etmişti. ALLÂH’dan sakının ki, O’na şükretmiş olasınız.

124- O zaman sen mü’minlere: “Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun.

125- Evet, sabreder ve (ALLÂH’dan) korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle yardım eder.

126- ALLÂH, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım, yalnız dâima gâlib ve hikmet sâhibi olan ALLÂH katındandır.

127- (ALLÂH bu yardımı) inkâr edenlerden bir kısmını kessin veyâ perîşân etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler (diye yaptı).

128- Bu işten sana hiçbir şey düşmez. (ALLÂH), ya onların tevbesini kabûl eder yâhûd onlara, zâlim olduklarından dolayı azâb eder.

 

8/ EL-ENFÂL -5- Nitekim Rabbin seni, hakk uğruna savaşmak için evinden çıkarmıştı. Oysa müslümanların bir kısmı o zaman bundan hoşlanmamışlardı.

6- Ve gerçek, gün gibi açığa çıktıktan sonra bile seninle münâkaşaya devâm etmişlerdi; sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlardı.

7- İşte o zaman ALLÂH size iki tâifeden (kervan veyâ kureyş ordusundan) birini vaad ediyordu ki, sizin olacaktı. Siz ise arzu ediyordunuz ki, şânı ve şerefi olmayan şey (kervan) sizin olsun. Hâlbûki ALLÂH, âyetleriyle hakk’kı yerine oturtmak ve kâfirlerin arkasını kesmek istiyordu.

8- Ki, hakk’kın hakk olduğunu tanıtsın ve bâtılı büsbütün yok etsin, varsın o günâhkârlar istemesin.

9- O vakit siz Rabbinizden yardım diliyordunuz. O da: “Ben işte ardarda bin melekle size yardım ediyorum” diye duânızı kabûl buyurmuştu.

41- Şunu da biliniz ki, ganîmet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka ALLÂH içindir. O da Peygambere ve ona yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara âittir. Eğer siz ALLÂH’a îmân etmiş, hakk ile bâtılın ayrıldığı o gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği o (Bedir) günü kulumuza inzâl ettiğimiz âyetlere îmân getirmiş iseniz bunu böyle biliniz. Ve biliniz ki, ALLÂH, herşeye Kadîr’dir.

42- O vakit siz vâdînin yakın bir yamacında idiniz, onlarsa uzak yamacında idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Öyle ki, şâyet onlarla sözleşmiş olsaydınız, öyle bir buluşma yeri için mutlaka anlaşmazlık çıkarırdınız. Fakat olması gereken (zafer)in olması için ALLÂH böyle takdîr etti. Tâ ki, helâk olan apaçık bir delîl gördükten sonra helâk olsun, sağ kalanlar da yine apaçık bir delîlden sonra yaşasın. Kesindir ki ALLÂH, işitendir, bilendir.

43- Şol zaman ALLÂH sana uykunda (rüyânda) onları az gösteriyordu. Eğer ALLÂH sana onları kalabalık gösterseydi korkacaktınız ve savaş konusunda anlaşmazlığa düşecektiniz. Fakat ALLÂH böyle bir şeyden sizi uzak tuttu. Çünkü O, gönüllerde yatanı da bilir.

44- Ve işte onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin gözünüze az gösteriyordu, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Çünkü ALLÂH o mukadder olan işi yerine getirecekti. Bütün işler ALLÂH’a döndürülür.

45- Ey îmân edenler, bir düşmân topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebât edin ve ALLÂH’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.

46- Ayrıca ALLÂH’a ve Resûlü’ne itâat edin. Ve birbirinizle didişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun, çünkü ALLÂH sabredenlerle berâberdir.

47- Çalım atarak ve halka gösteriş yaparak yurtlarından çıkanlar ve ALLÂH yoluna engel koyanlar gibi olmayın. ALLÂH onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.

48- Şeytân, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, “Bu gün insanlardan size gâlib gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.” demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: “Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben ALLÂH’dan korkarım. Ayrıca ALLÂH’ın azâbı çok çetindir.”

49- O sırada münâfıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar, (müslümanlar hakkında) “şu adamları dînleri aldattı” diyorlardı. Oysa her kim ALLÂH’a tevekkül ederse bilsin ki, ALLÂH gâlibtir, güçlüdür ve hikmet sâhibidir.

64- Ey Peygamber! Sana ALLÂH yetişir, arkandan gelen mü’minlerle berâber.

65- Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvîk et. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze gâlib gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kâfirlerden bin kişiye gâlib gelirler. Çünkü onlar hakk’kı ve âkıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.

66- Şimdi ALLÂH sizden yükü hafîfletti ve sizde bir za’f olduğunu bildi. O hâlde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmâna gâlib gelirler, sizden bin kişi olursa ALLÂH’ın izniyle ikibin düşmâna gâlib gelirler. ALLÂH sabredenlerle berâberdir.

67- Hiçbir Peygamberin, yeryüzünde ağır basmadıkça (kesin zafere ulaşıp üstün gelmedikçe) esîrleri olması lâyık değildir. Siz dünyâ malını istersiniz, oysa ALLÂH âhireti kazanmanızı murâd eder. ALLÂH Azîz’dir, Hakîm’dir.

59/ EL-HAŞR -14- Onlar müstahkem kaleler içinde veyâ duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbûki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır.

15- (Bu yahûdîlerin durumu) kendilerinden az önce, işlerinin günâhını tatmış olan, âhirette de kendileri için acı bir azâb bulunan kimselerin (Bedir’de cezâlarını bulan putperestlerin) durumu gibidir.