Etiket arşivi: sevgi

İmansız Müslümanlık Olmaz

iman.Esaslarina.inanmanin.FaydalariEvet, sevaplı işlerin herhangi birisini yapmak için iman lazım. Bu zamanda o iman çok sağlam olması lazım ki, insan şahsi ve maddi menfaatlerini bir tarafta bırakarak, başkasının faydası için koşabilsin.  bu hizmetlerde başarılı olmak için bu mani’lere (engellere) karşı  gelebilmek lazım ki Allah’a karşı samimi olduğumuz kendini göstersin. Bize ders olması için, Allah c.c. Yusuf aleyhisselam nefsine itimat etmekten nasıl kaçtığını Ayet’i Kerime ile bize bildiriyor, mealen,

“Nefsimi temize çıkarmıyorum, çünkü nefis kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin rahmeti korur (bağışlar)”(Yusuf  53).

İşte Yusuf  Aleyhisselam Peygamber olduğu halde, nefsin şerrinden Allah’a sığınması, çok dikkatli olmamız için mühim bir sebeptir.

Manen kurtuluş çaresi bekleyen gençlerin boyunlarına sarılmak için, kollarımızı açık tutacağız. Evimizin kapılarını onlara her zaman sonuna kadar açık tutacağız. Yanımıza gelmelerine engel teşkil edecek sebeplerden uzak duracağız. Bu genç kardeşlere, imanın kıymetini ve Allah’ın emirlerine uymanın ehemmiyetinden bahsedeceğiz. Konuşurken karşımızda kimler var olduğunu düşünerek, onlara göre mevzu seçip onların seviyesine göre konuşacağız. Muhatabın seviyesine göre konuşmak, belagat’in ta kendisidir. Hele materyalist felsefesinin  teknesinde yoğrulup, karşımızda duran pırıl pırıl gençlere karşı, çok dikkatli olacağız. Her zaman hakkı ve doğruyu konuşacağız. Fakat her doğruyu her yerde konuşmak bizim hakkımız olmadığını bilerek konuşacağız.

Herkes için, faydaların  en faydalısı olan iman hakikatlerini anlatma hususunda doktor gibi olacağız. Doktor hastayı tedavi etmek için, affedersiniz, hiç çekinmeden hastanın nahoş kokulu yaralarına ve iltihaplarına kadar eğilir, tedavi etmeye uğraşıp netice almaya nasıl çalışırsa, bizde aynen onun gibi, her tarafımızı saran manen yaralı vatandaşlara, bilhassa tabiat fikri ile sırf dünya bilgileri ile yetişen gençlerimize kendimizi sevdirerek daha fazla onlarla uğraşacağız. Uğraşırken de   muhatabımızın kusuruna bakmadan, kardeşimize bir şeyler verebilmek ümidiyle çalışacağız.

Bakın Zübeyir Gündüzalp ağabeyin veciz ifadesine: “Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsaydı, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında, o kalbin atom zerratı adedince param parça olması lazım gelir.” Biz bu manzara karşısında   Kendimize, Allah’ın yardımı ile bana düşen bu görevi hakkıyla yapmayı başarabilirsem, belki kardeşimi  ebedi azaptan kurtulmasına sebep olabilirim deyip, bu düşünce ve gayret ile yaşayacağız. İşte bu inançla yaşamak insanı sevinçlere boğar. Çünkü karşımızdakini cehennem gibi bir azaptan kurtarıp, cennet gibi ebedi bir mutluluğu kazandırma ümidi, bizim için büyük bir şans ve mutlu olmaya sebeptir.

Bunu da bilmemiz lazım ki, Ehl-i sünnet vel-cemaat dairesinde, kim olursa olsun, onunla samimi olacağız. Bizimle görüşen kardeş, doğru yolda giden  başkaları ile de bağlı olabilir. Bu yüzden o kardeşin onları daha fazla sevmesi normaldir. Çünkü onu tercih etmeseydi onlara bağlanmazdı. Bunun için sünnetin ana yolu olan Risale-i Nurun geniş caddesi hiç kimseye küsmeye müsaade etmiyor. Bizim onlara küsme hakkımız yoktur. Onları değil kötülemek, belki onlarla övünmek suretiyle, bize, doğru bildiğimiz düşünce ile vazife yapmak düşer. “Zaman cemaat zamanıdır, şahsi dehalar, cemaatle gelen dalalet karşısında erir gider.” Hatta biz önderliği, kendimize değil başkasına verebilsek, bu davranış mükemmelliğin ta kendisidir. Mademki dinimiz bize ihlaslı (Allah’a karşı samimi) olmayı emrediyor. Öyle ise, Allah yolundaki hizmet düşüncemizde samimi olduğumuzu göstermek için, Hak yolda gidenleri kendimize kardeş kabul edeceyiz.  Enaniyetten  (benlikten) vazgeçip, Allah’ımızın rızasını kazanma yolunda vazife yapabilmek bizim için çok mühimdir. Bediüzzaman hazretlerinin “Ey ehli hak! Ey hakperest ehli şeriat ve ehli hakikat ve ehli tarikat , bu müthiş marazı ihtilafa karşı (Bölünme hastalığına karşı) birbirinizin  kusurunu görmemek için gözünüzü yumunuz.” sözü, bizim için değişmez bir prensip olduğunu kabul edeceğiz.

Evet! Başkasını iyi kendimizi kusurlu görmek bizim prensibimiz olacak. Hatta bu halimizi yapmacık bir halden kurtarıp, kendimizi ciddi kötülemeye çalışacağız. Herhangi dini meseleleri arkadaşımızla tartışırken bile, hakperestlik ve insaf düsturu olan, İnşallah arkadaşım haklı çıkar, temennisinde bulunacağız. Çünkü o haklı çıkarsa, biz bir şey öğrenmiş oluyoruz. Eğer biz haklı çıksak, hem hiçbir şey öğrenemiyoruz, hem de o hâl nefsimizin hoşuna gideceği için, gururlanmamız için kuvvetli bir sebeptir ki, bu meselede  biz zarar etmiş oluruz.

Kısacası, biz muhabbet (sevgi) fedaileriyiz. Allaha karşı âcizliğimizi, fakirliğimizi kabul ederek, bu iki hasleti, maneviyatta ilerlemek için, iki kuvvetli sebep bileceğiz. Bu güzel hasletlerde bulunan tükenmez zenginlikle, bütün canlılara karşı merhametli olmaya çalışacağız. Bütün insanlara ve bilhassa  Müslümanlara karşı, imanımızdan aldığımız kuvvetle, elimizden gelen her şeyle yardıma koşacağız. Evet! Mü’min imanının, gelişmesinin derecesine göre, sahibinde onun pratiği apaçık görünecek. Biz madem ki Müslümanız, uyuşuk duramayacağız; belki çok düşünüp tefekkür edeceğiz. Hizmet esnasında, siyaset ve menfaatten uzak duran biri olacağız, Zaten Risale-i Nur üç temel üzere kaimdir: SEVGİ, İLGİ, BİLGİ, Yeni gelen arkadaşa, önce sevdiğimizi kabul ettireceğiz, Sonra kendisi ile ilgileneceğiz, sık sık telefonla hal hatırını sormak için veya derse çağırmak için kaidesini arayacağız. Ondan sonra kafasında biriken şüpheleri silmek için, bizde mevcut bilgilerden kendisine vermeye çalışma gayreti ile hareket edeceğiz.  Kusuru başkasında değil, kendinde arayan, fedakâr ve herkesçe makbul olan bu metodu elimizden bırakmayacağız. Çünkü bu bütün insaf  dünyasınca kabul edilen bir metottur. Bu dünyayı ahiretin tarlası olduğunu kabul edeceğiz.Biz dünya için de ötekilerden fazla çalışacağız İster dünya ister ahiretle ilgili bütün hal ve hareketlerimizde Allah rızasından başka hiçbir şeyi düşünmeyeceğiz Kazandığımız paraları kalbimize değil cebimize koyacağız ki lazım olduğu zaman daha kolay çıkarırız, ahirete fazla sevapla gitmek için çalışacağız. Bu güzel hasletlere sahip olabilirsek, bize kim düşmanlık edebilir ki, sizden soruyorum? Selam ve dua ile Kardeşiniz

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Zamanın Sahabeleri Muhabbet Fedaileri

Zaman çoğunlukla insanların kendi menfaatleri doğrultusunda hayatlarını dizayn ettikleri ve insanlara menfaatleri doğrultusunda yaklaştığı bir zaman. Bencilliğin, menfaatin ön planda olduğu insani değerlerin ve dürüstlüğün toplumda alıcı bulmadığı bir dönem.

Bu dönemde bu kadar olumsuzluğa rağmen olumlu yönde yaklaşan insanlarda yok değildir. Toplumun manevi dinamikleri olarak kabul edebileceğimiz bu insanlar Muhabbet Fedaileridir.

Bu insanlar kendileri için yaşamazlar. Başkaları için yaşarlar.

Alkışları duymaz, eleştirilere kulak asmaz, yaptıkları şeyi gösterişsiz yaparlar.

Onlar içinde bulundukları toplumu aydınlatıp insanlığı yükseltme uğrunda onlarla bütünleşip onlarla içli dışlı olurlar.

Onlar bir tohum gibidirler. Kendileri çürürken yüzlerce başakları yeşertirler.

Onlar bir ışık gibidirler kendileri yanarken başkalarınıda aydınlatırlar.

Bu insanlar dünyayı bir amaç değil bir araç olarak görürler. Ben demezler her zaman biz derler. Onlar fedakârlık abidesidirler.

Herkes gezip oynarken bu insanlar kitap okuma ve okutma derdindedir. Acaba bugün kaç sayfa kitap okurum ve kaç sayfa kardeşimin kitap okumasına vesile olurum.Kardeşimin imanını nasıl kuvvetlendiririm derdindedirler. İnsanların manevi kurtuluşunu bir ideal olarak görürüler. Bir insanın manevi kurtuluşunu bir insanın idam sehpasından kurtuluşu gibi görürler.

Bu insanlar meyve ağacı gibidirler sesiz sedasızdırlar. Hiç bir zaman sesleri sedaları duyulmaz. fakat verdikleri hizmetlerle insanlara en kıymetli, değerli meyveleri verirler. Kendilerini insanların manevi hayatını kazanacak hazineleri dağıtmakla mükellef görürler. Her zaman pozitif düşünürler.

Üstadları gibi ve Üstad Bediüzzaman’ın  yolunda :

‘’Biz muhabbet fedaileriyiz husumetle vaktimiz yoktur.’’ düşüncesi ile her insana ve her olaya pozitiftirler.

İnsanlara sevgi ve şefkat ile yaklaşırlar. Bir insanın kalbini kırmayı Kâbe’yi yıkmayla eş görürler. Halim selimdirler. Fakat hiçbir zaman korkak ve ürkek değillerdir. Kendilerine haksızlık yapıldığında haksızlığa sesiz kalmazlar.

Kısacası onlar Muhabbet fedaileridirler ahiretini ve başkalarının ahiretini kurtarmak için dünyasını ve dünya namına değerli bildiği bütün değerleri bir kenara atmışlardır. Yalnız bir şeyi gaye edinmişlerdir. Allah rızasını Allah’ı razı etmeyi gaye edinmişlerdir. Allah onlardan razı olsun.

Hamit DERMAN

Kandilin Var Mı? – Neyim Var Ki? (Şiir)

KANDİLİN VAR MI?

Işıklar söndü bu gece, arıza varmış

koca şehirde her yer zifiri karanlık

arızayı aradım, telefonlar kilitli

bir ara ulaştım nöbetçi memura

dedi: Bu gece yapılmaz, arıza büyük

 gelişmiş ülkeler taşırken meşalede ışık

ışıktan mahrum yerler hep geride kalmış

düşünürken bunları ruhumu sıkıntı sarmış..

 

Ey ışık!

bizi esir etmişsin de, haberimiz yok

bir gecelik karanlık, bize gösterdi bunu

 

Kabre girince mahşere zaman çok

kimin sarayında bol ışık, kiminde mum bile yok….

 

NEYİM VAR Kİ?

Adalet terazisi tartacak bir gün

 toz kadar iyilikleri,

 kıl kadar kötülükleri

 al kan ile mürekkepleri….

 

Yok ne elimde mürekkep lekeleri,

 ne bedenimde kan izleri

tartılacak değerli neyim var ki

 kalbimden hiç çıkmayan

 ümit ve sevginden gayri….

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

İffetli Evler, Çıplak Evler

Yaşlı kadın, usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelinin sesleri geliyordu:

“-Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!..”

Salonun en kuytu yerine geçti, yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce:

“-Babaanneciğim, gel beraber yiyelim!..” dedi.

Yaşlı kadın mânidâr bir şekilde iç çektikten sonra:

“-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşaâllah!” dedi.

Evin gelini:

“-Aman anneciğim, eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer.” dedi. Yaşlı kadın:

“-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır.”

Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı:

“-Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti… Anlat bakalım, merak ettim!..” dedi.

Yaşlı kadın söze başladı:

“-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımız uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Aslâ babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.

Babamız gelir, «Besmele» çeker, «Haydi buyurun.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe… Sonunda da sofra duâsını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç âilece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum!..”

Torunu:

“-Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim!” dedi.

“-Hayır, yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum, hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı, «Deli İbram» derlerdi. Vallahi, o bile o kadar mutluydu ki, anlatamam. Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır; «Aba acıktım, aba su ver!» derdi. Hangi kapıyı çalsa, boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder, hamamcı arada yıkardı. Cumaları esnaf elinden tutar, namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı..

Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı.”

Bu sırada gelini, oturduğu yerden kalktı, mahcup bir edâ ile salonun perdelerini çekti.

“-«Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur.» derdi büyüklerimiz… Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu orta asmazdı, ev ahâlisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip; «Kız, baban bugün avluya çıktı, senin şalvarın asılı idi, utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as!.. Üstüne uzun bir tülbent ört, sonra mandalla… Altında ne olduğu görünmesin!.. İffetimiz, edebimiz bir giderse, ortada îmanımız kalmaz!..» dedi. Tabiî ben 12 yaşlarındaydım, annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım, karşı komşu, bütün çamaşırları asmış uluorta, ben utancımdan hemen içeri girdim.

Bugün yemekler dışarıda yeniyor, «göz hakkı» oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu yenenlerde… Hiç şifâ olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, «Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabiî ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara gidiliyor.

Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde… Evin içinde yaşananlar, aslâ dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar… Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor, değil mi Leylâcım!..” dedi gelinine… Leylâ mahcup bir şekilde:

“-Evet anneciğim.” diyebildi.

Torunu:

“-Babaanneciğim, şimdi facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedileri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!..”

“-Aayy ne ayıp… İnsan hiç yediğini söyler mi?”

“-Âh anneciğim, her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyecek-içeceklerin, aldıkları eşyâ ve kıyâfetlerin, hattâ beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar…”

“-Yavruuum, sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene… Evler çırılçıplak kaldı desene…” dedi gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:

“-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük… Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada… Tabiî ki, hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Bedenin iffeti, tesettürdedir. Unutma, hayâ, îmandan bir şûbedir. Bakın size, benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım. Hikâye dedimse, adı hikâye… Aslında bir hadîs, hadîs-i kudsî hem de… Yani mânâsını Allâh’ın Peygamber Efendimize haber verdiği, sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle ifade ettiği bir hadis… Bu hadîs-i kudsîye göre:

“Allah Teâlâ, Âdem -aleyhisselâm-‘ı yarattığı vakit Cebrâil -aleyhisselâm- ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl. Ona dedi ki: «Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!..»

Âdem -aleyhisselâm- aklı tercih etti. Cibrîl -aleyhisselâm- hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve ilim dediler ki:

“-Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden aslâ ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz.

Cibrîl -aleyhisselâm- da öyle ise yerlerinize yerleşin!..” diye emretmekle akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde yerleşti.”(Mahmud Sami Ramazanoğlu, Musâhabe)

İşte bu hadîs-i kudsîde de anlatıldığı gibi, hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir, hem de göze hitâp eden şeyleri kontrol altında tutmak…”

Gelini:

“-Haklısın anneciğim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı.” dedi.

Torunu kaşığı sessizce bırakıp:

“-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım, anneciğim!” dedi.

Babaanne de söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allâh’a hamd etti.

Rukiye Gönüllü

Mutlu olmak için eşinize hoşgörülü davranıp ilgi gösterin!

Bireyselliğin çok ön plana çıkartıldığı, herkesin kendini göstermek, ön plana çıkarmak için uğraştığı günümüzde, hep takdir edilen olma isteğinin artış gösterdiği belirtildi. Uzmanlar, bu durumun aile yaşamına yansıtılmasıyla, aile saadetini yakalamanının zorlaştığına dikkat çekiyor.

Psikolog Ümran Akıncı, kadın ve erkeğin ikisinin de çalıştığı durumlarda, eşlerin çok yorgun olduklarını belirterek, birbirlerinden daha çok yardım beklediklerine bunu bulamayınca sorun yaşadıklarına dikkat çekti. Kadınların çalışmayıp evin içinde kendilerini her gün temizlik ve yemek gibi işlerle harap edip, eşleri eve geldiğinde onlardan yardım beklediğine dikkat çeken Akıncı, “Her iki taraf da gerekli yerlerde susmayı, dinlemeyi, alttan almayı, anlayışlı olmayı, eleştirmemeyi ve eksik aramamayı, övmeyi, takdir etmeyi, teşekkür etmeyi, zeytinyağı misali üste çıkmamayı öğrenmeli. Hep tek taraflı övgü, ilgi, anlayış, hoşgörü ve saygı göstermek diğer taraf için hem yorucu hem de bunaltıcı olsa gerek.” dedi.

Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Psikolog Ümran Akıncı, işten yorgun gelen ev reisinin hanımı tarafından mutlulukla karşılanmak istendiğini söyledi.

Akıncı şunları kaydetti: “Türk toplumu modelinde kadınların geneli, eşleri kapıdan girer girmez günün en olumsuz ve kötü haberlerini verirler; çocukların yaramazlıklarını, kavgalarını, ödevlerini yapmamaları gibi ne kadar can sıkıcı haber varsa bir çırpıda sayarlar hemen. İyi güzel de; akşama kadar bin bir türlü insanla karşılaşmış, ekmek parası kazanmak için çalışıp didinmiş aile reisi evine gelir gelmez bunları duymak ister mi acaba? Kadınlar kendilerini beylerinin yerine koyarak bir düşünsünler bakalım.

Kendilerini güler yüzle karşılayıp, gününün nasıl geçtiğini halini hatırını soran bakımlı bir hanım karşılasa daha iyi olmaz mı? Hanımlar akşama kadar yorulmuş, yorulmadıysa da sıkılmış, ‘bey gelsin de konuşalım’ diye beklerler, beyler işten gelince de; konuşamayıp içlerini dökemedikleri için daralıp bunalıyorlar. Beyler biraz dinlenip de hanımlarının gönlünü alsa, akşama kadar yollarını gözleyen hanımları ile biraz ilgilenseler dünya tersine dönmez elbet.”

AİLE DIŞINDAKİLERE GÖSTERDİĞİMİZ İLGİ, NEZAKET VE SAYGIYI EVDEKİLERE DE GÖSTERELİM

Aile dışındaki insanlara gösterilen nezaket, güler yüz, hoşgörü, anlayış ve sabrın evdeki eş ve çocuklara da gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Akıncı, ‘nasıl olsa evdekiler çantada keklik’ anlayışının yanlışlığına dikkat çekti. Evde saksıdaki bir çiçeğin bile gerekli su, güneş ve ilginin verilmemesi halinde kuruduğuna işaret eden Akıncı, hanımların eşleri ile iletişim yolu bulamamaları halinde kayınvalidelerini gözlemlemelerinde yarar olduğunu dile getirdi.

Aile saadetinin empati yapmaktan geçtiğine işaret eden Akıncı, eşlere şu tavsiyelerde bulundu: ‘Kayınvalideler oğulları ile nasıl iletişim kuruyorlar? Her annenin oğlu paşadır, kraldır, padişahtır. Biz hanımlar da beylerimize evin padişahıymış gibi davransak daha çok hoşlarına gitmez mi acaba? Tabii bu arada erkekler de çok havaya girip hatunlarına köle muamelesi yapmadan onların kraliçesi gibi davranmaları gerekir. En nihayetinde her hanımda kendi anne ve babasının nazlı çiçeği, prensesi, gözünün nuru, kınalı kuzusu değil midir? Her iki tarafta gerekli yerlerde susmayı, dinlemeyi, alttan almayı, anlayışlı olmayı, eleştirmemeyi ve eksik aramamayı, övmeyi, takdir etmeyi, teşekkür etmeyi, zeytinyağı misali üste çıkmamayı öğrenmeli. Hep tek taraflı övgü, ilgi, anlayış, hoşgörü ve saygı göstermek diğer taraf için hem yorucu hem de bunaltıcı olsa gerek. Ancak böyle bencil eşler kendilerinin hiç farkında olmazlar nedense. Genellikle karşıdakini suçlayıp dururlar.

Her insanın her gün yapamasa da arada bir durup kendine bakması gerekir. ‘Ben ailem için ne yapıyorum, onlara nasıl davranıyorum, nerede eksik ve yanlışlarım var?’ gibi sorularla özeleştiri yaparak kendini sorumluluk sahibi bir anne, baba, eş haline getirmek için çaba harcaması gerekir. Unutmayın ki yuvayı dişi kuş yapar ve idare eder. İlm-i siyaset kavramındaki siyaset kelimesinin ‘seyis’likten geldiği gözetildiğinde; idarecinin yükünün ağır olduğu açığa çıkar. Her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır. Başarı da mutlu olmanın ilm-i siyasetini bilmekten geçer.”

Cihan