Etiket arşivi: yaratılış

Hem Hâkim Hem Mahkûm Olunamaması (Yaratılış Delilleri) (Video)

Allah’ın varlığına iman edilmez ve -hâşâ- Allah inkâr edilirse her bir zerrenin hem hâkim hem de mahkûm olduğu kabul edilmek zorunda kalınır. Hâkimlik ve mahkûmluğun bir zatta bulunması ise mümkün değildir. Şöyle ki:

Nasıl ki bir binayı meydana getiren taşlar bir ustaya is­nat edilmez ve kendiliğinden oluştuğuna itikat edilirse, her bir taşın hem hâkim hem de mahkûm olduğu kabul edilir. Hâkimdir, çünkü bir araya gelerek bir bina yapmaya karar vermiş­lerdir. Hem de mahkûmdur, çünkü bu kararlarından vazgeçip binayı terk edemezler.

Aynen bunu gibi, -eğer bu vücudu Cenab-ı Hak değil de atomlar yaratmışsa- vücuttaki zerreler bu kusursuz organları meydana getirmek için bir araya gelmişler ve bu organları yapmaya karar vererek hâkim ve kanun koyucu vasfını kazanmışlardır.

Evet, bir araya gelmişler ve mesela kalbi yapmaya karar vermişlerdir. Bu karar bir hükümdür, bu kararı veren hâkim olur. Daha sonra da koydukları bu kanuna itaat ederek kendilerini mahkûm etmişlerdir. Zira hiçbir zerre meydana getirdiği organı terk edememektedir. Bu da bir mahkûmiyettir.

Başka bir bakışla: Bir atom diğer atomları emrine itaat ettirip hâkim olmuş. Hem de başka atomların emri altına girerek mahkûm olmuştur.

Hâlbuki hâkimiyet ve mahkûmiyetin bir şahısta toplanması mümkün değildir. Dünyada hem hâkim hem de mahkûm olan kimse gözükmemiştir. O hâlde Allah’ı inkâr edebilmek için, vücuttaki sayısız hücrelerde bu iki sıfatın bulundu­ğunu kabul etmek gerekir? İşte küfrün içinde böyle binlerce batıl fikir bulunur.

Allah’ın varlığına dair delillerin işlendiği “Allah’a İman” isimli eseri burada tamamlıyoruz. Ancak sakın zannedilmesin ki, Allah’ın varlığına ait deliller sadece yirmi beş tanedir. Hayır asla! Allah’ın varlığına ait daha birçok delil vardır. Bazıları şunlardır:

Vicdan delili, nübüvvet (peygamberlik delili), Kuran delili, ehl-i ihtisasın ittifakları delili, mevt (ölüm) delili, ibadet delili, ziynetler delili, mümaselet (birbirine benzeme) delili, tesanüt (birbirine dayanma) delili, inayet delili, rahmet delili, tasarruf delili, tahvil (halden hale girme) delili, zaaf delili, cehl (cehalet) delili, hâkimiyet delili, icatta kolaylık delili, azamet delili, güzellik delili, infial delili ve daha bunlar gibi onlarca delil…

Eserimizin başında da dediğimiz gibi, başta Allah’a iman ve diğer iman hakikatlerinin ispatı hususunda söz hakkı Bediüzzaman Said-i Nursi ve Risale-i Nur külliyatına aittir. Çünkü Kuran’ın feyziyle hiçbir eser iman hakikatlerini Risale-i Nur külliyatı kadar net ve berrak bir şekilde ispat edemez.

Bizim yaptığımız bu çalışmanın hedefleri şunlardır:

1. Risale-i Nur okumayan kardeşlerimizin Allah’ın varlığı hakkındaki şüphelerini yok etmek.

2. Bu kardeşlerimize Allah’ın varlığının delillerini öğreterek, kâfirlerle girdikleri münazaralarda onların galibiyetine bir vesile olmak ve Allah’ın varlığı hakkında şüphe içinde olan Müslümanlara bir ab-ı hayat yetiştirmelerini sağlamak.

3. Bu eserde yazılan hakikatlerin menbaı ve kaynağı olan Risale-i Nur’a dikkatleri çekip onlar ile Risale-i Nur arasında bir köprü olabilmek. Zira “Meyvedeki lezzeti hisseden, ağacını merak eder.” sırrınca, bu eser bir meyve olup Risale-i Nur külliyatı bu meyvenin ağacıdır. Ümidimiz şudur ki: Sizler de bu meyvenin ağacını merak edin ve o ağaca kavuşun.

4. Bu eser Risaleleri okuyan kardeşlerimiz için de istifadelidir. Her ne kadar onlar Risale-i Nur’ları okusalar da, Risalelerde geçen bazı hakikatleri anlayamayabilirler. İşte bu eser onların ufkunu açmak ve anlayışlarını geliştirmek hususunda Risale-i Nur’da anlatılan hakikatlerin şerhleridir.

Netice: Bu eserdeki yirmi beş delil ile ispat ettik ki Allah vardır ve birdir. Değil yirmi beş, bu eserde anlatılan tek bir delil bile Allah’ın varlığını ispat hususunda kâfidir. Eğer Allah’ın varlığı hakkında diğer delilleri ve izahlarını öğrenmek istiyorsanız biz sizleri Bediüzzaman Hazretleri’nin “Âyet-ül Kübra” isimli 7. Şua eserine havale ediyoruz. İnanıyoruz ki o eseri okuduğunuzda bir tek yaprakta bile Allah’ın varlığına dair onlarca delili görebileceksiniz.

Seyrangah.Tv

Tesadüf Saçmalığı (Yaratılış Delilleri) (Video)

Bu delilde âlemin tesadüfler sonucu olamayacağına dair misaller verecek ve “Kâinat tesadüfen oldu.” sözünün saçmalığını ortaya koyacağız. Şöyle ki:

1. Misal: Biz İzmir’den Kars’a gideceğiz. İzmir’den kalktık, ‘A kazasına’ geldik. Önümüze çıkan iki yoldan birini seçtik. Seçimimiz isabetliymiş, ‘B kazasına’ vardık. Orada önümüze üç yol çıktı. Kafadan atıp üçüncü yoldan gittik. Yine doğru çıktı, ‘C kazasına’ vardık. Orada önümüze dört yol daha çıktı… Sonunda Kars’a en yakın olduğumuz noktada önümüze bin yol çıksa ve biz yine kafadan atıp 375. yolu seçsek ve Kars’a varsak… Bu durum tesadüf ile izah edilebilir mi? Kars’a tesadüfen vardığımız kabul edilse bile, devamlı seyahat ederken önümüze çıkan binlerce yoldan her zaman doğru yolu bulmamız, her halükarda bir rehberin varlığına ve bize yol göstermesine bağlanmak zorunda kalınır.

Bir atomun hareketi de misalimizdeki bizim hareketimizden farklı değildir. Önünde gidebileceği milyarlarca yol vardır; ama o hep en iyi yolu seçer. Bir mahlukun vücut bulması, atomun milyarlarca ihtimal içinde en iyi yolu seçmesinin sonucudur. Atomun seçebileceği milyarlarca yol arasından en iyisine girmesi, ancak ve ancak bir müdebbirin emriyle ve bir tercih edicinin tercihiyle olabilir. Başka bir surette olamaz.

Şimdi ey kâfir! Bir insanın, önüne çıkan yollardan birini seçerek tesadüfen Kars’a ulaşabileceğini kabul edemezken, nasıl olur da şuursuz ve akılsız atomların milyarlarca yol içinden en uygununu seçebileceğini kabul ediyor ve mahlukların yaratılışını atomların tesadüfî seçimlerine bağlıyorsun. Bunu kabul edene hiç akıllı denilebilir mi?

2. Misal: Art arda altı kez atılan bir zarın ilk önce 1, sonra 2, sonra 3, sonra 4, sonra 5 ve daha sonra da 6 gelmesi olasılığı (1/6)6 yani 46.656 ihtimalde 1′dir. İnsanın kulak kemiklerinin sayısı ise altıdır. Bu altı kemiğin tesadüfen ortaya çıktığı kabul edilse bile, bu kemiklerin şu andaki mevcut sıralarıyla dizilme ihtimali 46.656′da 1 ihtimaldir. Bu sadece bir insandaki kulak kemiklerinin tesadüfen dizilme ihtimalidir. Bir de bu dizilişin şu anda yeryüzünde bulunan 7 milyar insanda aynı şekilde olduğu düşünülür ve bütün insanların aynı şekle sahip olmalarının ihtimalini bulmak istersek, 46.656 rakamını 7 milyar kere çarpacağız. İşte eğer sonucu telaffuz edebilirseniz, bu kadar ihtimalde bir ihtimaldir. Allah’ı inkâr eden neyi kabul etmek zorunda olduğuna bir baksın ve bundan utansın!

3. Misal: Yine elimize bir zar alıp attığımızda o zarın 4 gelme ihtimali altıda birdir. İki zarı aynı anda atsak, ikisinin de 4 gelme ihtimali 36′da birdir. İki zarı iki defa atıp her ikisinde de iki zarın 4 gelme ihtimali ise 1.296′da birdir. Dört defa peş peşe attığımızda her iki zarın da her defasında 4 gelme ihtimali ise 1.679.616′da birdir. Acaba iki zarın dört defa peş peşe 4 gelme ihtimali 1.679.616′da bir ise, bir insanın vücudunda bulunan 206 kemiğin birbirine uygun olarak gelme ihtimali acaba kaçta kaçtır? Yani şunu düşünelim: Faraza bütün kemiklerim tesadüfen yaratıldığını düşünüyoruz. Bizler bu kemikleri aldık ve bir torbaya koyduk. Her defasında bir kemik çekeceğiz ve iskeletimizin dizilişini oluşturmaya çalışacağız. Yanlış bir kemik çektiğimizde, o ana kadar çektiğimiz doğru kemikleri tekrar torbaya koyup baştan başlayacağız. Acaba 206 kemiği doğru olarak çekebilme ihtimalimiz kaçta kaçtır? Trilyonlarla ifade edilemeyecek kadar çok… Ve şunu unutmayın, biz bu hesabı kemiklerin tesadüfen yaratıldığını kabul ederek yaptık. Bir de kemiklerin tesadüfen yaratılmasını hesaplamaya kalksak… Bir de bunu bir insanda değil -madem yaratılan her insan aynı kemik yapısına sahip- bütün insanlarda yapsak… Ve buna bir de diğer hayvanları eklesek… Acaba böyle bir ihtimal hesaplanabilir ve rakamlarla ifade edilebilir mi? İşte ey Allah’ı inkâr eden akılsız adam! Allah’ı inkâr etmek ile nasıl bir ihtimalin vukuunu kabul etmek zorunda kalıyorsun buna bir bak ve aklını tamamen kaybetmemişsen bundan dön!

4. Misal: Şimdi Ayasofya Camisi’nin tabiat olayları tarafından kendi kendine, mimarı olmadan yapıldığını düşünelim. Bu nasıl olabilir? Kuzeyden esen rüzgâr 10,7 ton su getirir, buraya döker. Güneydoğudan esen rüzgâr 4,3 ton kadar demir getirir. Batıdan esen rüzgâr 11,5 ton kireç, doğudan esen rüzgâr 2,37 ton tuğla… Diğer bir taraftan esen rüzgâr ise tuğlaları dizer. Başka bir rüzgâr çimentoyu yerleştirir ve böylece Ayasofya Camii meydana gelir. Yine bir rüzgâr tarladaki dikenleri toplar. Bunlar, koyunlar üzerlerinden geçerken tüylerini koparıp halı dokurlar ve halı caminin içine düşer. Diğer bir rüzgâr, oduncular yemek yerken baltalarını alıp ağaçları keser ve bir marangozhaneden geçerken uygunca doğrar. Kazara çiviler bunun üzerine gelir, çekiçler çarpar ve minber caminin içine kendiliğinden düşer… Herhâlde Ayasofya Camisi’nin ustasını inkâr edip camiyi tesadüfe havale ettiğimizde bundan daha mantıklı bir açıklama olamaz.

Şimdi cami ile hücremizi mukayese edelim: Bu cami 1200 metrekare, bizim hücremiz ise 5-10 mikron. Bu camiye 5-10 çeşit malzeme, bizim hücremize ise 30.000 çeşit bileşim lazım. Bu camiye lazım olan maddeler kilolar, tonlarla ifade ediliyor; hücrede ise maddeler mikrogram ile ifade edilecek kadar hassas, zerre kadar değişme olsa hücre bozulur.

Şimdi soruyoruz ey Kâfir! Caminin kendi kendine meydana gelmesini kabul edemezken ve buna gülerken, bundan daha acayip bir muhal olan bir hücrenin kendi kendine oluşabileceğine nasıl imkân veriyorsun?

5. Misal: Bir maymunu daktilonun karşısına oturtalım. Maymun daktilonun tuşlarına rastgele dokunsun, böyle rastgele yapılan hamleler neticesinde anlamlı bir kelimenin oluşması mümkün müdür?  Ya anlamlı bir cümlenin oluşması?  Ya da anlamlı bir sayfanın?  Peki, anlamlı bir kitabın oluşması ihtimal dâhilinde midir?  Elbette hayır! Böyle bir maymunu daktilo başına oturtsak, ‘A’ harfini yazma ihtimali 29`da 1′dir. “AT” yazma ihtimali ise (1/29.29), yani 841′de 1′dir. Mesela 7 harfli “TESADÜF” yazma ihtimali (1/297) yani 17.249.876.309′de 1′dir. Bu ise zaman bakımından da imkânsızdır.

Acaba insan ve diğer canlılar, yedi harfli bir kelimeden daha mükemmel değil midir? Canlıları bir kenara bırakarak tek bir DNA’ya baksak, bir DNA molekülünde yaklaşık olarak 3.5 milyar nükleotid, yani 3.5 milyar harf bulunur. Yedi harften oluşan bir kelimenin tesadüfen oluşma ihtimali 17.249.876.309′de 1 ise acaba bir tek DNA’daki 3.5 milyar harfin tesadüfen oluşma ihtimali nedir?

6. Misal: Dünya üzerindeki bütün elverişli atomları kullanmak şar­tıyla, dünyanın yaratılışından bu yana kadar geçen zaman içinde bir tek proteini tesadüfen elde edebilme ihtimali 1/10161 dir. Yani 10 rakamını 161 defa kendisiyle çarpın ya da 10 ra­kamının sağına 161 tane sıfır koyun. İşte bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimali, bu kadar ihtimalden sadece bir ihtimaldir.

Fa­kat iş bu kadarla da bitmiyor. Zira en küçük bir canlı için 238 protein daha gerekmektedir. Bu kadar proteinin tesadüfen oluşma ihtimalini telaffuz etmek isterseniz, trilyon kelimesini 9.975 defa tekrarlamanız gerekir ki bu yaklaşık iki saatinizi alır, sonra çıkan rakamı 10 ile çarpınız. İşte bir canlıdaki proteinle­rin tesadüfen oluşması ihtimali bu kadar ihtimalden bir ihtimal­dir.

Hâl böyleyken, kâinatın tesadüfler sonucu meydana gel­diğini iddia edenin aklından şüphe edilmez mi?

Seyrangah.tv

Ramazan Coşkusu Tüm Dünyada

ramazan-coskusu-tum-dunyadaÇin’in başşehri Pekin’de Müslümanlar, 11 ayın sultanı Ramazanda ilk iftarını dualarla açtı. İftar öncesinde Niucie Camisi’nin külliyesinde gönüllü olarak çalışan Müslümanlar hummalı bir hazırlık yaptı. Ardından bir bölümü camide imece usulü hazırlanan, bir bölümünü dışarıdan getirilen yemekler iftar sofrasında servis edildi. Ezanın okunmasıyla hurma, meyve ve şerbetlerle orucunu açan Müslümanlar namazlarını kıldıktan sonra yemeğe devam etti. İftarın ardından konuşan Niucie Camisi’nin imamlarından Ma Şemseddin, her akşam iftar için Müslümanları beklediklerini vurgulayarak, cemaatten özellikle israf hususuna dikkat etmelerini istedi. Ramazan ayı boyunca birçok etkinlikleri olduğunu belirten Ma, camide hergün iftar yapılacağını, Kuran-ı Kerim okunduğunu ve arzu edenlere ders verildiğini anlattı.
MESCİD-İ AKSA’DA HATİMLİ TERAVİH
Filistinliler, ilk teravih namazında Mescid-i Aksa’yı doldurdu. 3 imamın görev yaptığı teravih, hatimle kılındı. Eski şehrin içinden Mescid-i Aksa’nın kapılarına açılan yollar, her yıl olduğu gibi bu yıl da özel olarak ışıklandırıldı. Ramazan ayı boyunca çeşitli dernek ve vakıfların sponsorluğunda Mescid-i Aksa’nın avlusunda kurulacak iftar sofralarında, Filistin’in farklı bölgelerinden ve yurtdışından gelenler oruçlarını açabilecek.
PARİS’TE RAMAZAN ÇADIRI
Fransa’nın başşehri Paris’te kurulan iftar çadırından Müslümanlara, evsizlere ve Romanlara yemek dağıtıldı. Fransa İslami Yardımlar Kuruluşu’nun öncülüğünde ve çeşitli özel şirketlerin sponsorluğunda Saint-Denis Porte de Paris semtinde iftar çadırı kuruldu. Ramazanın ilk iftarını kurulan çadırda yapmak isteyen Müslümanlar yemek kuyruğunda iftar saatini bekledi. İftar çadırına ayrıca, evsizler ve Romanlar da yoğun ilgi gösterdi. Saint-Denis Porte de Paris’de kurulan ve Ramazan ayı boyunca açık kalacak çadırda her gün 700 kişilik yemek dağıtılacak.
KABİL’DE CAMİLERE AKIN
Afganistan’da vatandaşlar teravih namazı için camileri doldurdu. Başşehir Kabil’de bulunan Vezir Ekber Han Camisi’nde teravih öncesi imam tarafından yapılan vaazda, Ramazan ayının ve orucun önemine vurgu yapıldı. Zaman zaman sıcaklığın 40 dereceyi geçtiği ülkede halk, ortalama 17 saat oruç tutacak. Ramazan boyunca devlet dairelerinde memurlar öğlene kadar yarım gün mesai yapacak.
MADRİD’DE ELLER SEMAYA AÇILDI
İspanya’da yaşayan yaklaşık 1,6 milyon Müslüman, Ramazan ayının ilk teravih namazını kıldı. İspanya’daki Müslüman toplumu, Ramazan başlangıcı olarak Arap ülkelerindeki takvimi esas alıyor. Madrid Merkez Mescidi veya diğer adıyla Ebu Bekir Mescidi’nde toplanan ve çoğunluğu Araplardan oluşan Müslümanlar, teravih namazını kıldıktan sonra İslam dünyası için dua etti.
MOSKOVA’DA ÇADIR CAMİ
Ramazan, Rusya’nın başşehri Moskova’ya bereket ve coşkuyla geldi. Ülke genelinde 20 milyon Moskova’da ise 2 milyon Müslüman iftar ve teravih namazı için mescitleri doldurdu. İnşaatı devam eden Moskova’daki Merkez Camii’nin yanı başında kurulan çadır cami ise inananlara hizmet veriyor. Kurulan geçici çadırda ibadetlerini yerine getiren Müslümanlar, Ramazan ayında burada zaman geçirmeyi seviyor. Gönüllü kuruluşlar tarafından verilen iftar yemeği büyük ilgi görüyor. Her gün özel programların düzenlendiği camide, her namaz öncesi ve sonrası hatimler okunuyor. Haftanın farklı günlerinde farklı hocalar ilmihal dersleri ile cemaati bilgilendiriyor.
GAZZE’DE CEMAAT SOKAKLARA TAŞTI
Gazze’de bu yıl Ramazan ayı Türkiye’den bir gün sonra başladı. İlk teravih namazını Al Abiyad Camisi’nde Filistin Başbakanı İsmail Haniye kıldırdı. Namaz sonrasında, cami içerisine kurulan bir masada konuşan Haniye, “İslam ve dinimiz kimliğimizin esasıdır” dedi. Cami, namaza gelen cemaate yetmeyince dışarılara da saf tutuldu. Namaz sonrasında cami içerisindeki cemaate baklava ikram edildi.
ROMANYA’DA MISIR VE SURİYE İÇİN DUA EDİLDİ
On bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif, Romanya’nın başşehri Bükreş ve soydaşların ağırlıkta bulunduğu Dobruca bölgesindeki 60’ın üzerinde camide kılınan ilk teravih namazıyla başladı. Bükreş Camii’nde kılınan ilk teravihe genç, yaşlı, çoluk, çocuk Müslümanlar akın etti. Huşu içinde ibadetlerini yerine getiren Müslümanlar, Mısır ve Suriye başta olmak üzere dünyadaki Müslüman kardeşleri için barış, huzur ve kardeşlik duası yaptı.
ABD CAMİLERİNDE İFTAR
ABD’de ise New Jersey ve New York eyaletlerindeki Türk camilerini tercih eden vatandaşlar ilk teravih namazını huşu içinde kıldı. Camiler Akşam namazından sonra gelmeye başlayan kadınlı erkekli cemaatle doldu. Ramazan ayının birlik ve beraberlik ayı olduğunu söyleyen Paterson Ulu Camii İmamı Mustafa Bağacan, insanların özellikle bu mübarek ayda ibadetlerine daha dikkat etmesi gerektiğini hatırlattı. Oruç ve teravih namazı ile ilgili cemaati bilgilendiren Bağacan, Ramazan boyunca camiide her akşam iftar vereceklerini de müjdeledi.
Yeni Asya

Âlemin Yaratılış Sebebinin Birisi de Duadır

Memleketimizin birçok yerlerinde havaların ısındığı ilkbahar aylarında türbe ziyaretleri yapılıyor. Anadolu yöresinde bu ziyaretler daha revaç görmektedir. Tarikat şeyhleri, din âlimi, ilim ve irfanla ömrünü sırat-i müstakim üzere geçiren Allah’ın sadık dostları, Hayatta iken insanların teveccühlerine mazhar oldukları gibi; vefatlarından sonra da türbeleri ziyaret edilir, dualarla ilgi ve alaka devam eder.

Türbe ziyaretlerine kimi Allah rızası için gider, duada bulunur. Kimi maksadı aşarak maddi manevi istek ve dileklerde bulunur, Dua ve dileğin kabulü için mezar civarında bulunan ağaçlara bez-çaput bağlayanlar, ölüyü vesile kılıp adakta bulunanlar, türbenin taşlarını öpenler,  dilek taşlarına taş yapıştıranlar, çocuk sahibi olmak için türbenin toprağını başına dökenler, nazardan, afat ve musibetlerden korunmak için türbenin üzerindeki beze sarılarak batıl inançlara itibar edenler var.

Bu batıl ve maksadı aşan ziyaretler ölünün ruhunu rahatsız ettiği gibi, yapılan boş ve afakî duaların ve ziyaretlerin de kimseye faydası olamaz. Şark’ta darb-ı mesel bir söz var. “ Huda dağı saman yapabilir, işlek’in başını da içine koyabilir. Ama yapmadığı şeyi yapmaz.” Yani esbab-i kabul dairesinde yapılmayan, lüzumsuz ve malayani dualar boşa çene çalmaktan ibarettir.

Diyarbakır yöresinde uzun zaman müftülük yapmış nüktedan ve hazır cevap merhum Mehmet Uyanık, camide biri dua ederken, “Ya Rabbi bana iman ver, Ya Rabbi bana iman ver” durmadan bu isteğini tekrar edince, rahmetli müftü de “Yarabbi bana da bir kamyon ver; bir otobüs ver.” duada bulunur,

Adam, “ Sen ne diyorsun, iman istesene, durup dururken kamyon, otobüs Allah’tan istenir mi?”

Müftü: “ Kardeşim senin herhalde kamyonun; otobüsün var,  Benim de imanım var, işte ikimizde olmayanı istiyoruz” der,

Evet, bu hadisede alınan mesaj bu olsa gerek: Elbette iman’da; mal’da istenir, fakat kabul ola bilecek duaya âmin demek lazımdır. Esbaba başvurmadan sadece kavli dualarla isteklerde bulunmak eksikliktir.   Allah’ın ve Resulünün emirlerine riayet edilirse, farz olan emirler noksansız yapılırsa, helâl dairede çalışır, haramdan uzak kalırsa istikamet üzere iman ister, keza insan fiilen çalışıp helal kazanç elde ederse elbette kamyon da, otobüste isteyebilir. Hem ahiret hem de dünya ikisi için de fiili ve kavli çalışmak lazımdır. Yoksa, durup dururken ne iman gelir, ne de otobüs….

Bediüzzaman, fiili ve kavli dua için şöyle diyor:”… Zira sebeplerin bir araya gelmesi ve hal ve fiille yapılan dualar, Cevad-ı Mutlak’ın isim ve unvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.” 1

Bediüzzaman, başka bir eserinde  “….Duanın tesiri büyüktür. Özellikle dua devam ederse netice vermesi galiptir, hatta âlemin yaratılış sebebinin birisi de duadır. diyor,2

Zaman zaman Kur’an’ın Ayet’lerinden belirli bir sayıda (Ayetül kürsü, fatiha-i şerif, İhlâs süresi vs.)  ayetleri bir gayeye maksat yaparak çocuğum şu okulu kazansın, ben şu işe gireyim, zengin olayım gibi dua ve dileklerde bulunanlar da oluyor. Ayetleri okuyup dilek ve arzusu yerine gelmediği zaman bu kez Kur’an’a ve hadislere karşı inanç ve itikadı kırılıyor. Bu nedenle Kur’an’ın Ayetlerini dilek ve maksatlara vesile değil, esbab-ı kabul dairesinde dua ve ibadet niyetiyle okunmalıdır.

Cenab-i Allah (cc) “ Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını arttırır.” buyurur.3

Mü’min, Kur’an’dan feyz almasını bildiği, bu maksatla okuduğu, dinlediği için, Kur’an ayetleri kendisine şifa ve rahmet vesilesidir. Buna karşılık, hastanın ilaçtan yararlanmak istemeyişi onun hastalığını artırdığı gibi, zalimin Kur’an’dan uzak durması da onun hüsranını artırır.

Fatiha suresinde: İyyake na’büdü ve iyyake neste’in, ayet-i Kerimede Cenab-i Allah mealen şöyle buyurur: “Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.” 4

Allah’tan başka kimseye ibadet edilmesin, medet ve yardımda o’ndan beklensin. Aksi takdirde ölmüş bir insandan, taştan, topraktan, ağaçtan ve bezden imdat ve medet beklemek tamamen batıl ve hurafe bir davranıştır. Ancak Allah ve Resulünün değer verdiği şeylere kıymet ve değer vermek lazımdır.

Peygamberimizin değer verdiği her şeye, sahabe-i kiramda kıymet ve değer vermişlerdir. Örneğin: Hz. Ömer (ra) bir umre’de, Haceru’l Esved’i öperken şöyle buyurmuş: “Biliyorum ki sen bir taşsın, ne bir faydan ne de zararın vardır. Ben Resulullah’ı (asm) seni öperken görmeseydim, asla öpmezdim.” 5

İşte Hz. Ömer, (ra) haceru’l evsed’i öpmesi, peygamberimizin onu öpmesi içindir. Dolayısıyla haceru’l esved’i öpmek sünnettir.

Allah(cc) bazı yerlere kutsiyet lütfetmiştir. Örneğin Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram ve Ravza-i Tahire gibi mukaddes mekân olarak kılınmıştır. Bu kutsiyet tamamen Allah’ın tasarrufu altındadır. Hacerü’l Esvet taşı aziz kılmıştır, hikmeti de ancak o’ bilir. Bize düşeni ise mübarek saydığı şeylere bizim de saygı göstermemizdir. Mübarek olan mekânlara indirilen rahmet ve bereketten istifade ederek bolca dua etmek,  batıl ve hurafe şeylerden uzak kalmaktır. Saygılarımla,

16.5.2013

Rüstem Garzanlı / Diyarbekir

Kamu Yöneticisi

 

ALINTI LAR:

 

1- 23. Söz, 1.mebhas,

2- 24. Mek.1.zeyl.

3- İsrâ,82/ Diyanet yay.

4- Fatiha,5.  “

5- Tecrid-i Sarih terc.

 

Muhakkak Biz İnsanı Ahsen-i Takvimde Yarattık

Cenabı Allah (c.c.) Kuranı Kerimde: „Muhakkak biz insanı Ahsen-i takvimde (en güzel bir biçimde) yarattık“, buyuruyor.  Bununla beraber İnsanı yeryüzünde halife olarak tayin ettiğini Bakara suresinin 30.ayetinde bildirmektedir. Yaratılışındaki donanım sayesinde Allah’a muhatap bir varlıktır. Bu demek oluyor ki, insan, tüm azaları ve duyguları ile, Allahın tüm isim ve sıfatlarını tanıyıp bilecek bir mahiyeti var.

İnsan, azaları ve duygularıyla, âlemlere bir pencere acar. Mesela gözleriyle renkler âlemini seyreder. Burun sayesinde kokular âlemini seyreder. Kulağın duymasıyla sesler âlemini dinler. Dokunma hissi ile maddi âlemi hisseder.

Bu şekilde insan, Allahın tüm isim ve sıfatlarını anlayıp idrak edecek güce sahiptir. Yaratılışındaki bu donanım sayesinde Allah’a hakiki bir kul olabilmektedir.

Allah insana kâinata halife olacak mahiyeti verdiği gibi, kâinatın en zelil ve en adi konumuna düşecek mahiyeti de vermiştir; tercihi insana bırakmıştır. Ya iman ve ibadet ile kâinata halife olmak, ya da inkâr ve isyan ile mahlûkatın en zelil ve hakiri olmak vardır.

  

“İnsanın mahiyet aynası, kainat aynası ile, mana ve keyfiyet bakımından, birbirine denktir.”

Tasavvuf ilmin büyüklerinden Seyyid Muhammed Efendi (k.s)  insanı tarif ederken şu kıymetli bilgilere rastlıyoruz.

“İnsan’a dikkatlice baktığımızda, kâinatın küçültülmüş bir misali olduğunu da görürüz. Allah’ın isim ve sıfatları kâinatta tecelli ederken, aynı isim ve sıfatlar insanda da, okunaklı bir şekilde tecelli ediyor.

İnsanın bu geniş mahiyet aynasındaki manalar ancak iman nuru ile okunabilir. Küfür ve inkâr hali bu yazıları okunmaz hale sokuyor. Bir benzetme olarak söyle diyebiliriz. Nasıl lambasız ve ışıksız eşya görünmez ise, iman ve hidayet olmadan da insan’a verilmiş manalar görünmez ve okunmaz.

İşte bu manaları göremeyen ve okuyamayan maddeci filozoflar, insanı konuşan bir hayvan olarak tarif ediyorlar. İnsana bu bakış farkı, iman ile küfrün farkıdır. İman, insanı kâinata halife ve sultan yaparken, küfür insanı hayvandan daha aşağı bir mevkie indiriyor.” 

Ahsen-i Takvim Suretindeki İnsan Nasıl Hayvandan Aşağı Düşer?

Kur’an ahlâkının en önemli şartı Allah’ın büyüklüğünü takdir etmek ve yalnızca O’nu ilah edinmektir. Oysa kibirli bir kişi kendisini Allah’tan bağımsız bir varlık olarak görür ve Allah’ın kulu olduğunun şuuruna varamaz. Allah’ın kendisine vermiş olduğu özellikleri kendi çabasıyla kazandığına inanır, büyüklenerek nefsini yüceltir. Kısacası kendi nefsini ilah edinir, onu Allah’a ortak koşar. Şu ayet ne de güzel tarif ediyor bu olayı: “…Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar. Onlarla itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz.” (En’am Suresi, 121)

Alçakgönüllülüğün en büyük göstergelerinden biri de Allah’a ve resulüne itaattir.

Kuran’da itaat konusu birçok ayette geçer. İtaatin nasıl olması gerektiği bütün detayları ile  tarif edilir. İtaat, Kuran’a göre kalben ve fiilen, samimiyetle yerine getirilmesi gereken çok hassas bir konudur. Resule itaat etmek büyüklenen kişilerin son derece ağırlarına gider. Oysa takva, güzel ahlak, akıl gibi üstün özelliklere sahip olan resule itaatsizlik etmek,  Allah’a da itaat etmemek demektir.

Müminler ise Kur’an ahlâkını tam olarak yaşamaya çalışırlar, ancak hata yapmaları da çok doğaldır. İnsan tatmin bulmuş melek değildir, birçok eksikleri vardır. Eksiklerini unutup kendini üstün görmek ve büyüklenmek çok büyük yanılgı olur. Kendisini itaatten çıkmış şeytan gibi görmek istemeyen insan, kayıtsız şartsız Allah’a boyun eğmeli, nefsini ezerek itaat etmelidir.

Özet olarak insan, iman olursa, kâinata bir halife, Allah’a aziz bir kul, Peygamberimiz (asv)’e şerefli bir ümmet, insanlığa faydalı bir dost, Ahsen-i takvime tam bir model oluyor. İman olmaz ise; konuşan bir hayvan, zelil bir mahlûk, esfel-i safiline yuvarlanan bir taş gibi oluyor.

Ahsen-i takvim; Allah’a tam ve güzel bir kul olmaktır; esfel-i safilin ise şeytana maskara olmaktır.

Arif Ağırbaş

arif.agirbas@hotmail.de

https://twitter.com/Arif_Agirbas