Jakarta’da İlk Hanımlar Dersanesi

6 Mart 2011, Jakarta, Endonezya – Yakınımızdaki UIN Syarif Hidayatullah Devlet İslam Üniversitesinden gelen genç, meraklı öğrenciler, entellektüeller, yanlarında çocuklarıyla misafirperver anneler Endonezya’nın başkenti Jakarta’da İlk Hanımlar Dersanemizin açılışına katıldılar. Hanımlar için bu Risale-i Nur çalışma merkezi -diğer adıyla Yayasan Nur Semesta (Dünya Nur Enstitüsü)– buradaki Nur talebeleri ve Nuriye kardeşin katkılarıyla kurulmuş. Nuriye hanım, Türkiye’de muhtelif dersanelerde 1 yıllık bir inceleme ve eğitim süreci sonrası memleketine döner dönmez hanımlar dersanesinde hizmet etmeye başlamış.

Nuriye hanım, Risale-i Nura ve hizmete karşı şevk ve gayret dolu.. Yeni bir dersane açmanın beklenen olumsuzluklarına rağmen capcanlı, kararlı, iyimser ve memnunâne hizmete devam eden bir kardeşimiz. Maşallah, çok da şaşırmamak lazım ki, kardeşimiz bu dersi daha 18 yaşında iken almış. Geçirdiği bir kaza sonrası hem kötürüm hem de âmâ olan kardeşimiz, bir buçuk ay boyunca bu büyük imtihanı kabullenemeyip şikayet etmiş ve kadere karşı “Neden ben?” sorusunu sorup ağlamış. Ne zaman Allah’ın kendisi hakkındaki takdirine razı olmuş, Cenab-ı Hakk kemal-i rahmetinden Nuriye’ye yürüme ve görme nimetlerini tekrar ihsan etmiş!

Nuriye henüz Risale-i Nurla tanışmadan önce Nur Kütüphanesi dediği kendi İslamî eserler kütüphanesini oluşturmuş. Üstadımızın mektupları ile tanışır tanışmaz da Nurlara gönülden bağlanmış.

Dersanenin açılışı biraz gecikmeli olarak Mevlid-i Nebevî (ASM) merasimi ile başladı. Resulullah (ASM)’ın amcası Hz.Abbas (RA)’ın soyundan olan Prof. Nabila Lubis, UIN Syarif Hidayatullah Devlet İslam Üniversitesi Arapça Bölümüne mensup olup, Küçük Sözler ve Lemalar’ı Bahasa -Endonezya diline- tercüme etmiş.

Prof. Nabila, Peygamber  Efendimiz (ASM) konulu bir konuşma yaptı. Aynı üniversitenin Arap Tarihi Bölümünde görev yapan kızı Prof.Dr. Amany Lubis de Risale-i Nurların müellifi vasfıyla, Bediüzzaman Said Nursi hakkında kısa bir biyografi sunumu yaptıktan sonra Türkiye’de yaşadığı güzel hatıralarını nakletti. Filipinler Risale-i Nur Enstitüsünden Sally Tayaban kardeşimiz de nur faaliyetleriyle ilgili bir sunum yaptı.

Daha sonra yaptığımız sohbette, dersaneye sık sık hanım kardeşleri getiren dersane müdavimlerinden Titin Mufarrohah, kendisi ve arkadaşlarının dersaneye her gelişlerinde manen bir iyileşme ve inkişaf hissettiklerini ifade etti. İslamî Araştırmalar Bölümü mezunu olan Titin, Rabbi ile daha yakın bir intisab kurmayı istemiş ama hayatı boyunca buna muvaffak olamamış. İslamiyetteki namaz gibi temel ibadetlerin hakikî hikmetini ve özünü aramış ve nihayet dersanedeki derslerde bulmuş. Bu yüzden Jakarta Hanımlar Dersanesi müdavimleri için, kırık kalplilerin, hakikî hikmeti arayanların, imanlarında daha derin ve manidar bir nazara kavuşmak isteyenlerin merkezi..

Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü / Sally Tayaban

yazının İngilizcesi için tıklayın : www.nurnet.org/first-womens-dersane-in-jakarta

İşgal Ettiği Makamın Uhrevi Sorumluluğunu Düşünmeyenler

İslam’ın sorumluluk sahibi halifesi Hz. Ömer Efendimiz’e son anlarında çevresindekiler tekliflerini şöyle yaparlar:

-Yerinize oğlunuz Abdullah‘ı tayin etseniz de sizden sonra o halifemiz olsa?

Bugünkü felsefeyle bakacak olursak tam bir fırsat, ‘hemen oğlumu yerime tayin ediyorum’ diyeceğini düşünüyor insan. Ama öyle demiyor sorumluluk sahibi halife. Bakın nasıl kısa bir cümleyle cevap veriyor:

-Bir evden bir kurban yeter!..

Yönetim sorumluluğunu yüklenmeyi kendini kurban etmek gibi riskli bir hizmet kabul ediyor, ‘ikinci kurbanı da bu evden vermeyelim, siz kendinize başka aileden bir kurban seçin’ demek istiyor.

İşte burada akla şöyle bir soru geliyor:

-Yönetim makamı kendini kurban etmek gibi ağır bir sorumluluk yüklüyorsa, neden bazı yöneticiler o makama çıkmak için her türlü yolu deniyor, çıktıktan sonra da halkın ayaklanması pahasına da olsa bir daha bırakmayı istemiyor, hatta ölmeyi, öldürmeyi bile göze alabiliyor o makamda devamlı kalabilmek için?

-Onlar bu makam ve mevkiin sadece dünyevi getirisine kilitleniyor, uhrevi hesap ve sorumluluğunu düşünmüyor da ondan. Onların tekrar ettikleri tekerleme malum:

– Bir baş ol da istersen soğan başı ol!

Demek ki böylelerinin hedeflerinde baş olmanın sadece dünyevi getirisi var, uhrevi götürüsü ve sorumluluğu söz konusu değil..

Bu durumda isterseniz bir göz atalım bazılarının akıllarına bile getirmedikleri baş olmanın uhrevi sorumluluk ve sonucuna.. Öyle basite alınıp küçümsenecek bir sonuç mu baş olmanın uhrevi sorumluluğu ve sonucu, bir görelim.

Mahşer halkı hesap yerine toplanacaklar. Orada yöneticiler yönettikleri halkla yüz yüze gelip hesaplaşma ve helallik dileme zorunda kalacaklar..

Yönettikleri insanlar haklarını helal etmezlerse, nasıl helalleşecekler bunca hak sahibi halkla yöneticiler? Bakın nasıl gerçekleşecek yönettikleri halkla helalleşme ve hesaplaşma hadisesi?

Önce kendi sevaplarını verecekler hak sahiplerine! Verdiği sevapları yetişmezse bu defa da hak sahiplerinin günahlarını yüklenecekler sırtlarına.. Hadisin ifadesiyle, ‘işte bu sonuç, adaletsiz yöneticinin tam bir iflası’ olacaktır. Çünkü sevabını tümüyle vermiş, verecek başka bir şeyi kalmayınca hakkını yediklerinin günahlarını yüklenmeye mecbur kalmış..

Ne dersiniz, yöneticiyi düşündürmesi gereken ağırlıkta bir sonuç değil mi bu?

İşte bundan dolayı Abbasi Halifesi Mansur, hacda büyük alim Abdullah bin Mübarek‘in şöyle bir sorusuna muhatap olur:

– Ey müminlerin emiri! der Abdullah bin Mübarek, görüyor musun şu gözyaşı döken hacıların halini? Bunların her biri sadece kendi nefislerinin hesabından korktuklarından dolayı gözyaşı döküyorlar; sen ise kendi nefsinden başka yönettiğin insanların da hesabını vererek helalleşmek zorunda kalacaksın, bu durumda senin ne kadar gözyaşı dökmen gerekecek acaba? Yönettiğin insanların içinde mazlumlar, mağdurlar, mahrumlar varsa.. bunların dertlerine deva olmamış, sıkıntılarını gidermemişsen .. hep karşına dikilecek, senden haklarını isteyecekler.. Nasıl ödeşeceksin bunca mazlum ve mahrumlarla? Sevabın yetecek mi, yoksa onların veballerini de yüklenmek zorunda mı kalacaksın mahşerde?

Artık gözyaşı dökme sırası, Halife Mansur’a gelmiştir bu ikazdan sonra.

Halkının isyan bayrağı açmasına rağmen, seçim yaparak emaneti ehline vermek istemeyen yöneticileri görünce insan şaşırıyor.. Bir yanda ‘bir evden bir kurban yeter’ diyecek kadar sorumluluk sahibi yöneticiler, bir yanda da 20-30 senedir halkına sormadan işgal ettiği makamını ölme, öldürme pahasına da olsa bırakmak istemeyen sorumsuz ve seçimsiz yöneticiler.. Ayetin ikazı kulaklarımızda çınlıyor bu seçimsizlik ve sorumsuzluk karşısında:

-Fatebiru ya ülil esbar!.. ibret alın ey basiret sahipleri!..

Ahmed ŞAHİN – Zaman

Almanya’da İnternet Ortamında Canlı Risale Dersleri Yapılıyor

Aziz, Muhterem Abilerimiz,

Evvelen: Almanya Nur Talebeleri olarak siz abilerimize en içten selamlarımızı yolluyoruz.

Saniyen: Şu an itibariyle amelinde bulunup, Cenabı Hakk’ın inayetiyle meyvelerini gördüğümüz bir yeni hizmet sahası hakkında sizleri bilgilendirmek istiyoruz. Cenab-ı Hakk’ın inayetinden umuyoruz ki bu meşveretinizden bizlere yol gösterecek fikirlerinizi bizlere ihsan eder.

Üstadımızın, Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle te’lifine mazhar olduğu Risale-i Nurların en ehemmiyetli hususiyetlerinden birisi asrımızın efkârının anlayışına ve idrâkine hitap edici mâhiyeti ve Kur’ân-ı Hakîm’in bu zamanın fehmine bir dersi olmasıdır.

Bununla birlikte, bu asra uygun hizmet metodları geliştirerek muhtaç olanlara, Risale-i Nurları ulaştırmakla biz Risale-i Nur talebeleri manen muvazzaf bulunmaktayız.

Zamanımıza göz gezdirdiğimizde görülecektir ki teknolojik gelişmelerin neticesi olarak sefahet ve dinsizlik, çok yollarla insanların maddi ve manevi fıtratlarını mahvetmek ve dünyevi ve uhrevi hayatlarını perişan etmek sonuçlarını doğurduğu gibi aynı şekilde imani ve uhrevi hizmetler için de münbit zeminler meydana çıkmıştır.

Cenab-ı Hakk’ın, insanların hali dualarına bir cevap olarak ihsan ettiği teknoloji, şüphesiz ki, bir dershaneye kendini atamayacak kadar uzakta olan, yalnız olan yahut hizmetin ulaşamadığı yerlerde yaşayan insanların da hal diliyle ettikleri “Allahım.. Bize bu asrın dersini anlatacak insanlara ulaşmayı nasip et” dualarının da bir neticesidir.

İslamiyet’ten ve İslamiyet’in simgeleri olan şeairden uzak kalmanın anlamının hakkalyakin seviyesinde hissedildiği yerler olan diyar-ı gurbette gün yok ki “bir Müslüman genç sefahet bataklığında boğulmuş”, “Şu Müslüman ailenin yuvası yıkılmış”, “Şu adam dinine ve imanına yüzde yüz muhalif şeyleri irtikab etmiş”,”O Müslüman ailenin çocuğu ailesini terketmiş” ve buna benzer onlarca, yüzlerce belki binlerce feryatlar duyulmasın…

Zübeyr Abi’nin Afyon Mahkemesi müdafaasında ifade ettiği gibi, burada kalbi olan her mü’minin yüreği sızlarken bizler ise kan ağlamakla kalmayıp manen vazifedar olduğumuz bu hizmeti nasıl başka mecralara taşıyabiliriz düşünceleriyle dershanesi olmayan, belki Risale-i Nurların okunmadığı nice kentlere, ülkelere ulaşmanın çarelerinin bulunması gerektiği gerçeğiyle üzülmekteyiz.

Bu mülahazalar ışığında,

1. Türkiye dışında yaşayıp sayıca çok az olan Nur Dersanelerimizden uzakta kalan kardeşlerimize ulaşıp iman, Risale-i Nur ve hizmet manalarını bu kardeşlerimizin âlemlerinde canlı tutmaya bir derece muvaffak olup Üstadımızın “müfritane irtabat” diyerek tarif ettiği intisabı, değişik bir vecihten teşkil etmek,

2. Türkiye’deki abilerimizin önderliği ve örnekliğiyle, İslamiyet ve iman manalarının canlı şahitlerini, muhtaç insanlarla tanıştırmak ve abilerimizin ağzından Risale-i Nur derslerini muhtaç olanlara ulaştırmak,

3. Yurtdışında, özellikle imkân olamayan, derslere ve hizmete ailece intisabı sağlayıp helal dairesinde Nur’un derslerini ailece dinlemek imkanını yurtdışındaki kardeşlerimize sunmak,

4. Risale-i Nurlar’dan bihaber olan yeni insanlarla tanışmak…

Niyetiyle www.nuryolcusu.net isimli internet sitemizi kurmaya ve sitemizde canlı olarak sesli Risale-i Nur sohbetlerini yapmaya Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle mazhar olduk.

Bu vesile ile birçok yeni ziyaretçi ile Nur’ları tanıştırıp kendilerini Nur Dersanelerine yönlendirmek hizmetine mazhar olduğumuz gibi, özellikle Almanya, Avusturya ve Fransa’dan kardeşlerin toplanıp birlikte ders yapma ve böylece mahrum kaldıkları diğer kardeşleriyle sohbet nimetine böylece bir derece kavuşmaları sağlanmış oldu.

Hizmetin uzağında kalıp bağları iyice zayıflamış kardeşlerimize yeni bir şevk gelip hizmete ve Risale-i Nur’a yeni bir gayretle sarılmaları, inayet-i ilahiye ile vuku bulmuştur.

Bunlarla birlikte sitemizde Cenab-ı Hakk’ın izniyle 7 Mart haftasından başlayarak 5 dilde Risale-i Nur dersleri yapılacaktır ki bu diller:

İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça ve Türkçe’dir…

Hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’nin bihakkın yerine getirilmesi için saikleri bulmak hususunda da memur olan Risale-i Nur talebeleri, çağımızda var olan meşru yolları kullanmak durumundadır. Yukarıda arz etmeye gayret ettiğimiz canlı sesli sohbetlerin yapıldığı internet sitemizin siz abilerimizin rehberliği ışığında hizmet-i imaniyede kullanılması en büyük dileğimizdir. Sizlerin tensibleri, tavsiyeleri ve hususan maddi ve manevi yardımları bizim için şu an çok elzem bir vaziyettedir.

Tüm abilerimize en samimi selamlarımızı ve dualarımızı iletir müstecab dualarınızı ve yardımlarınızı bekleriz.

Almanya Nur Talebeleri

Japonya Depremi

Esselamu Aleykum

Japonya’da yaklaşık olarak 150 yıldır deprem ölçümleri yapılıyor. Japonya, şimdiye kadar ölçülen en büyük depremi yaşadı ve artçı depremler de devam ediyor. Şu anda ölü ve kayıp sayısı 1400 civarında ve artmaya devam ediyor. Sular altında kalan insan sayısı ise 10 binin üzerinde.

Depremin merkez üssü, Tokyo’dan yaklaşık 350 km v e Nagoya’dan 700km uzaklıktaki Sendai şehri. Hamdolsun Tokyo ve Nagoya’da bulunan Nur Dershanelerimizde ve bu şehirlerde yaşayan arkadaşlarımızda herhangi bir olumsuz durum yok.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümatlı isyânından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından ve Hâlık-ı Arz ve Semâvat dahi, değil hususî bir rubûbiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecelli ile kâinatın heyet-i mecmuasında ve rubûbiyetin daire-i külliyesinde nev’-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyanından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri kâinat sultanını tanıttırmak için emsalsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve harb-i umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı nev’-i insanın yüzüne çarparak onunla hikmetini, kudretini, adâletini, kayyumiyetini, irâdesini ve hâkimiyetini” pek zahir bir surette Japonya’da gösterdi.

Bu deprem vesilesiyle, 125 milyon nüfuslu bu memleket insanlarının intibaha gelip iki cihan saadetini temin eden İslam nuruyla nurlanmalarını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.

Gerek Türkiye gerekse dünyanın dört bir tarafından telefon ve e-maillerle bizlerle irtibat kurup hal ve hatırlarımızı soran, bizi arayıp da ulaşamayan tüm dostlarımıza minnet ve şükranlarımızı arz ediyor müstecap dualarınızı istirham ediyoruz.

M.Emre AYHAN

Nagoya/JAPONYA

Tsunaminin ardından..

Hakikati arayan Japonlara neden bu musibet geldi?

Hulusi Ağabey’in Barla Lahikasının başlarında ifade ettiği gibi:

Evet, kat’î kanaat hasıl oluyor. Hattâ dikkatle bakılsa görülüyor ki, bu saray-ı âlem inkıraza hatve be-hatve yaklaşmakta. Her saat çatısından bir tuğla, duvarından bir kerpiç, sıvasından bir parça kopmakta, hattâ lâmbasının ışığı azalmaktadır. Eksilmez, yıpranmaz, yıkılmaz, değişmez zannolunan bu kervansaray elbette eskiyecek, yıpranacak, yıkılacak ve değişecektir. (Barla Lahikası, 84 )

Resul-i Ekrem(ASM)’ın nuru küre-i arzımızdan çekildikçe emektar dünyamız hatve be-hatve kıyamete yaklaşmakta, bunun alametleri de semavi musibetler suretinde görülmektedir. Üstadımız bu musibetlerin hakiki sebebi için:

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten.. (Kastamonu Lahikası, 111 )

Demek ki bu semavi musibet, deniz unsurunun gadaba gelmesi, zalimlerin cinayetlerine mukabil kaderin fetvası ile başlarına gelmiştir.

14.sözün zeylinde: “Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?” sorusuna,

Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle; ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir. (Sözler, 172 )

Demekle bizi zalimlerin hatalarına manen iştirakten yani zalimler gibi fiil, fikir, his sahibi olmaktan sakındırmıştır.

Kimdir “zalimler”?

اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً ayetinin ifade ettiği gibi insanda ciddi bir zulüm damarı ve Rabbini bilmemesinden kaynaklanan bir cehaleti vardır. Eğer insan , fıtratına sırr-ı imtihan olarak konan bu iki vasfı, Allah’a iman ve terbiye-i İslamiye ile had altına almazsa, bu kuvvelerin tesiriyle sırat-ı mustakıymden çıkar. Şahsî ve içtimaî hayatında zalim olur. Şu anda nev-i beşerin idaresinde zulmüyle öne çıkan insanlar böyle bir terbiyeden mahrum kalmış, talihsiz kimselerdir. İşte mahiyetimizde bulunan bu damarları istikamet altına almaya çalışmamak, başta nefsimize sonra da etrafımızda, içtimaî hayatı paylaştığımız insanlara zulümdür.

Hayatı yaşarken karşı karşıya geldiğimiz ve genelde herkesin hiç sorgulamadan yapageldiği fiillerin bazılarında insaniyetimize ve kulluğumuza münafi hallerin olabileceğini göz ardı etmemeliyiz. “Otokontrol” denen vicdanî mekanizmamızı işleterek önce yapacağımız fiili gözden geçirmeli, “acaba kulluğumda bunun nasıl bir yeri var, yeri var mı?” diye mihenge vurmalıyız. Altın çıkarsa saklamalı, bakır çıkarsa zararlı bir alışkanlıktı, deyip atmayı bilmeliyiz.

Bazen böyle zararlı fiilleri kendimiz yapmasak bile mihenge vurmadan, “olumlu” olarak etiketlediysek, başkalarının yapmasını normal karşılarız, hayatın akışı içinde bir yeri vardır zannederiz. Oysa mahiyet-i insaniyeyi boşa harcayan ve Allah’tan gafil olmaya iten: israf, tembellik, bencillik, tahakküm… vb. gibi fiiller ve bunların altında yatan hisler hepimiz için gayet tehlikelidir. Bunlardan kendimizi ve sevdiklerimizi muhafaza etmemiz, üzerimize bulaştıysa acilen kurtulma yoluna gitmemiz dünyevî ve uhrevî saadetimiz için elzemdir.

İşte Bediüzzaman Hz. bizi böyle zalimane fiilleri yapmak, fikren reddetmemekle zulmü iltizam etmek, hissen desteklemek ile zulme iltihak etmekten, zulme  manevi ortaklıktan sakındırmakla, “musibet-i semaviyenin nüzulune sebebiyet vermekten çekinin” demiştir.

Ya Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Amîn.

Nabi

www.Nurnet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version