Güney Afrika’daki hizmetler gelişiyor

Muhterem Abilerimiz;

Elhamdulillah Güney Afrikada’ki hizmetlerimiz (mingayr-i haddi ve liyakati ) inkişaf ederek, hem Cape Town’da hem de Johannesburg’ta devam etmektedir. Johannesburg şehrinde Nurlar, muhtaç ve müştaklarını yavaş yavaş buluyor. Haftalık dersler ve programlar devam ediyor.

Johannesburg’ta, bizleri şükran ve sevinç hisleriyle dolduran bir güzel ve ehemmiyetli hadise; siyahi kardeşlere ulaşıp, onlarla beraber omuz omuza Nurlardan istifade ve istifaza etmemizdir.

Dünyanın en büyük siyahi ve fakir bölgesi olan Soweto şehrinde Risale-i Nurlar çok takdir ve tahsinle karşılanıyor ve iştahla okunuyor. Bu bölgedeki kardeşlerimizle sürekli irtibat halinde muhaveremiz devam etmektedir. Kardeşlerin içinde öyleleri varki sonradan müslüman oldu ve her gün yüzer sayfa Risale okuyorlar. Elhamdulillahi heza min fadli rabbi.

Her Cuma mescidlerde binlerce Risale-i Nur dağıtılarak insanların Kuran hakikatlarından haberdar olmalarına gayret ediyor, irtibatımızı arttırıyoruz. Müsait olan kardeşlerimizle müsait vakitlerde şehrin farklı yerlerinde (parklarda, tepelerde ve yüksek yerlerde) Nurları sesli okuyarak hava zerrelerine bu hakikatları nakşetmeye çalışıyoruz.

Gayr-i müslim ülkelerde manevi hava bozuk olduğundan bu ülkelerde mümkün mertebe her yerde okumaya gayret ediyoruz. Gayr-i müslim olan komşularımızla irtibatımızı devamlı tutuyor, İslami ve imani hakikatlardan haberdar ediyoruz.

Hemen sol tarafımızdaki komşumuz bu geçtiğimiz ramazan ayında bizimle oruç tuttu. Risalelerden okuyor ve her gün ailesiyle internetten ve kitaplardan İslam hakkında bilgi edindiklerini, bütün konuşmaları ve sohbetleri artık nurlar, İslamiyet ve bizler olduğunu söylüyorlar. Hac dönüşümüzde bizi evlerine davet ederek, tam 2 saat haccı ve hissiyatımızı anlatmamızı istediler, soru yağmuruna tuttular. Böyle külli bir ubudiyet çok hoşlarına gitti, ağızlarından hayret ve tebrik kelimeleri dökülüyordu.

Güney Afrika hizmetleri yanında, yakın ülkelerde de Nurlar tanınmaya ve okunmaya başlandı elhamdulillah. Mozambique ülkesiyle uzun zamandır irtibatımız devam ediyor. Hemen hemen her ay bizi arıyorlar, kitap, cevşen ve dershane istiyorlar. Mozambique ülkesi çok iştiyaklı ve şevkli bir kitleye sahip.

Geçtiğimiz hafta komşu ülkelerimizden Bostwana’dan Nurları istediler. Biz de elimizde bulunan 23. Söz ve Tabiat Risalelerinden 1000 adet gönderdik. Bir kaç ay önce külliyat alıp gitmişler ve bizi ülkelerine davet etmişlerdi.

Kıymetli Abilerimiz; bu ve buna benzer hizmetler elhamdulillah her zaman oluyor. Cenab-ı Allah’ın inayet ve ihsanıyla inşaallah bir mülk belki de onlarca dershanemiz olur inşallah.

Kısaca ülke ve bölge hakkında bilgi verelim;

Güney Afrika, Afrika kıtasında en gelişmiş ülkelerden biri. Siyasi, ticari, ekonomik, eğitim ve daha bir çok alanda  diğer ülkelere liderlik yapiyor.

Afrika’da, Avrupa Birliği gibi bir birlik var, adı Afrika Birliği (Africa Union). 46 Afrika ülkesinin üyeliği ile oluşan bu birliğin Parlamentosu Johannesburg şehrinde.

Afrika’nın güneyindeki 22 ülkeye adeta başkentlik yapan Johannesburg, 11 milyonluk bir nüfusa sahip. 22 ülke, bu şehirden maddi ve manevi besleniyor.

Bizim bulunduğumuz şehir Johannesburg, merkezi bir yer, hizmetimiz cihetinden de çevredeki ülkelere merkez teşkil edecek bir konumda. Burada olacak bir mülk dersanemiz çok hizmetlere vesile olacak inşaallah. Medreseyi aldığımız bölge ise,  kısa bir zaman öncesine kadar tamamı gayr-i müslim olan bir bölge iken son bir kaç yılda bölgeye çok nezih bir mescid yapılmasıyla eğitimli ve seviyeli ve mütedeyyin insanların merakını mucip olup, müslümanların mülk alıp yerleşmeye başladığı bir bölge haline geldi. Şu an 750 civarında müslüman ailenin yaşadığı ve çevresinde çok sayıda müslüman işyerlerinin açıldığı, çok kariyerli, kaliteli ve güvenli bir bölge haline geldi.

İki yıldır bizim Nur Dershanelerimiz bu bölgenin etrafındaydı. Biz bu bölgeyi önceden bilmiyorduk. Sırf sevk-i İlahiyle bu bölgeye yakın yerden kiralamıştık. İki yıldır mümkün mertebe namazlarımızı bu bölgedeki mescidde kılıyor ve Nurlardan dağıtıyorduk. Elhamdulillah müslümanların ileri gelenleri bizleri az da olsa tanıyorlar. Bölgede Risale-i Nur Külliyatı alanların sayısı artti.

İki kişi var, bunlar Nurları 29 yil öncesinden Hindistan’daki medresedeki bir şeyh tarafından duymuşlar. Şeyhleri o zaman Risale-i Nur hakkında diyormuş; “şimdi öyle bir eser yazılmışki imani meseleleri vazıh ve mükemmel bir şekilde izah ediyor. Daha hiç bir izaha ihtiyaç bırakmıyor. Böyle bir eser bu zamana kadar daha gelmiş değildir“. Bu zatlarla tanışıp Nurlardan bahsedince hemen bir külliyat alıp, okumaya başladılar ve çevresindekilere de anlatıp okumalarını tavsiye ediyor. Bizlere diyorki; “bu insanlar bu eseri ve bu tarz bir tefsiri bilmiyorlar, yavaş yavaş bunlara anlatmalıyız.”

İşte çok yönde hizmet için faydalı olan bir bölgede satın alınmak üzere bir dersane bakıyorduk, burası nasip oldu. Mahallenin ismi Greenside (yani; Yeşiltaraf, ya da yeşil bölge.) adından da anlaşılacağı üzere yemyeşil bir yer. Dua buyrun Allah’in izni ve inayetiyle bir mülk dershane alalım.

Hürmet ve Muhabbetle

Johannesburg Nur Talebeleri

En Sevgiliyi Tanımalıyız

Efendimizi.. (s.a.v) çok sevmek  tanımakla mümkün….!

Aziz kardeşlerim herkes sevgiliyi anlatır. Ama Leyla’ya Mecnun’un gözü ile bakmayanlar onda bir şey göremezler.
Sözlerine  “Aişe binti Ebubekir Habibetü Habîbullah” (Ebubekir Kızı Aişe, Habibullahın Sevgilisi) diye başlayan mü’minlerin annesinden “En Sevgiliyi” dinleyelim. (1)

Yusuf’u gördüklerinde bu bir melektir diyen kadınlar
Benim efendimi görselerdi hançerlerini kalplerine saplardı.
” (2)

Bahar bahçelerine doğan güneşle, her bir parça toprakta ayrı ayrı renk ve kokularda çiçekler açar. Bu çeşitlilik güneşle toprak arasındaki cilveleşmenin dışa vuran yansımalarıdır.

Vefatında yüz bini aşkın sahabe bırakan kainat güneşi, her birinde ayrı bir renk, ayrı bir şahsiyet bırakıp gitti. Hz. Aişe’de O’nun cemalini görmek, kemalata aşık ruhlar için, bir ayrı bir saadet olsa gerektir:

Allah Rasülü (sav) çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek yüzü ayın ondördündeki dolunay gibi parlardı. Orta boydan daha uzunca, uzun boydan biraz kısaca, başı büyük saçı dalgalıydı. Saçları kendiliğinden iki yana ayrılırsa öylece bırakır toplamaz, bir tarafa meylederse de olduğu gibi bırakırdı. Saçlarını uzattığı zaman kulak memelerini geçerdi. Beyaz renkli ve geniş alınlıydı. Gür kaşlarının arasında öfkelendiği zaman kabaran bir damar vardı. Gayet güzel burunluydu ve kaşlarına yakın kısmında hafif bir yükseklik, parlayan bir nur vardı. Dikkatli bakmayan kimse O’nu hafifçe kıvrık burunlu zannederdi. Gür sakallı, iri gözlü, düz yanaklı, geniş ağızlıydı ve gülümsediği zaman inciler gibi parlayan dişleri vardı. Boynu sanki gümüşten bir huzmeydi. Endamı ve azaları uyumlu olduğu gibi etleri asla sarkık değildi. Karnı ile göğsü aynı hizadaydı. İki omuz arası geniş omuz kemikleri kalın idi. Genel olarak kılsız beyaz tenliydi. Ancak boğazın bittiği yerden göbeğe kadar iplik gibi uzanan kılları vardı. Göbek kılları da inceydi. İki memesi ve karnı kılsız, kolları, omuzları ve göğsü hafif kıllıydı. Bilekleri uzun, el ayası geniş, el ve ayak parmakları kalıncaydı. Ayak altı çukur, üst kısmı düzdü. Üzerine bastığı zaman hafifçe yayılırdı. Ölçülü ve dengeli bir yürüyüşe sahipti. Acelesiz, vakur fakat süratli, sanki yokuş aşağı iniyormuş gibi rahat yürürdü.

Dönerken tüm vücuduyla dönerdi. Gözleri yere bakar bir durumda olurdu. Yere bakışı göğe bakışından daha uzun olurdu. Anlamlı bakardı. Yürürken ashabını önüne alır, rastladığı insana ilk selamı o verirdi.

Hüzünlü bir hali vardı, daima düşünceli olur, rahat yüzü görmezdi. Uzunca sessiz durur, gereksiz yere konuşmazdı. Konuşurken kelimeler ağzının içini doldururdu. (konuşmasına önem verir yarım ağızla konuşmazdı) kelamında fazlalık ya da noksanlık bulunmazdı. Özlü söyler, veciz konuşurdu. Haşin değildi hiç kimseyi küçümsemezdi. Az da olsa nimete önem verirdi.” (3)

Resulullah yüz olarak insanların en güzeli idi. Renk olarak en nurlusu idi. Hiç kimse onun güzelliğini anlatamaz, ancak O’nun yüzü Bedir gecesinde aya benzetilebilirdi. Yüzünde inci taneleri gibi terler birikirdi. Bunlar miskten daha güzel kokardı.” (4)

O aşırı uzun değildi. Kısa boylu da değildi. Yalnız başına yürüdüğü zaman orta boylu olarak nitelenebilirdi.

İnsanlar O’nunla beraber yürüdüklerinde ancak omuz hizasında kalırlardı. O’ndan ayrıldıklarında yine uzun görünürlerdi.

İnsanlar arasında bir yere oturduğunda, O’nun omuzları diğer bütün oturanların omuzlarından daha yüksek görünürdü.

Sevinçli olduğunda yüzünün kıvrımları ışıl ışıl nur saçardı.

O’nun saçları kulaklarının yarısına kadar inerdi. Kulaklarını aşmayan gür saçları vardı. (5)

Ayakta ip eğiriyordum. Nebi nalinini dikmek için çabalıyordu. Baktım mübarek alnında terler toplanmış yanaklarından süzülüyor, ter damlalarından nurlar saçılıyordu. Cemalinin güzelliği karşısında şaşırıp kalmışım. Bana baktı, “ne oldu sana” dedi.

Dedim, “Alnın terlemiş, damlaları nurlar saçıyor. Şayet Ebu Kebir el-Huzelî, seni görseydi; ‘Aydınlık yüzünün gülümsemelerinde ortaya çıkan nurların izlerine baktığım zaman: O’nu emzirenin her türlü hayız lekelerinden, fesattan ve emzirme ayıplarından uzak olduğu görünüyordu’ beytine senin daha layık olduğunu anlardı dedim.

Rasullullah ellerindekileri yere bıraktı. Ayağa kalkıp yanıma geldi. İki gözümün arasından öptü ve “Allah sana hayırla karşılık versin ya Aişe! Senin bu sözüne sevindiğim gibi daha önce hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum” dedi. (6)

Onu kahkaha ile gülerken hiç görmedim, hoşlandığı bir şey karşısında ancak tebessüm ederdi. (7) Öfkelendiğinde ekseri sakalını sıvazlardı. (8)

Geceleri de gündüz gördüğü gibi görürdü. (9) “Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz ey Aişe” derdi. (10) Işıkta gördüğü gibi karanlıkta, gündüzde gördüğü gibi gece de görürdü. (11)

Az da olsa devamlı yapılan ibadet O’na sevimliydi. (12) Ramazan’ın son on günü girince ehlini uyandırır, geceleri ihya eder (uyanık kalır), gömleğini bağlardı.
Hz. Peygamber cemaatin huzuruna çıkacağı zaman saçlarını, sakalını tarardı. ‘Ya Rasulallah niye böyle yapıyorsun’ derdim. ‘Allah kullarından kardeşinin yanına çıkarken güzelleşenleri sever’ buyururdu.

Resulullah, yanında oturan bir kimse onları ezberleyecek şekilde tane tane konuşurdu. (13)

Resulullah kötü söz söylemez çirkin iş yapmazdı. Sokakta bağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Ancak affeder, vazgeçer ve genişlik verirdi. (14) Resulullah duada kısa fakat cami’ manalar ifade eden sözleri severdi. (15) “Bazen mizah yapar ancak yine de gerçeği söylerdi.” (16)

Resulullah’ı hiçbir zalime yardım ederken görmedim. Bir haddin uygulanmasında, Allah’ın koyduğu hudut çiğnendiğinde insanların en şiddetlisi idi. Bunun dışında iki emir arasında serbest bırakılmışsa kolay olanı tercih ederdi. (17)

Hiçbir ferdin ahlakı Resulullah’tan daha güzel değildi. Ashabından ya da ailesinden birisi O’nu çağırmaya görsün O hemen “Lebbeyk” buyurun derdi. Bunun için Kur’an (Allah Azze ve Celle) O’nun şanına “Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzere yaratıldın” buyurmuştur. (18)

(Ona ‘Ey Mü’minlerin annesi Rasulullah’ın ahlakı nasıldı’ diye soruldu)

O’nun ahlakı Kur’andı. Siz Mü’minîn suresini okumuyor musunuz? (19)

Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; Onlar ki, zekâtı verirler; Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; …. onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler; Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. İşte, asıl bunlar Firdevs’e vâris olacaklar ve bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.( Mü’min, 1-12)

O Tevrat’ta “Muhammed Allah’ın Resulüdür. O’nun ismi Mütevekkildir. Kötü kalpli, sert ve sokakta bağırıcı değildir; İncil’de ise: Kötü kalpli, sert ve sokakta çığırtkan değildir. Kötülüğe O’nun benzeri ile karşılık vermez bilakis affedici ve bağışlayıcıdır” şeklinde tarif edilmiştir. (20)

İki emir arasında muhayyer kalınca, günah olmadıkça kolay olanı tercih ederdi. O iş günah olursa O’na karşı insanların en uzağı Resulullah idi. O nefsi için intikam almaz ancak Allah’ın koyduğu hududun çiğnenmesi durumunda O’ndan Allah için intikam alırdı. (21)

Resulullah gecelerde içi kuru otla doldurulmuş, deriden bir yatak üzerinde uyurdu. (22)

Rasulullah (S.A.V) arkadaşlarının yanına kötü kokular saçarak çıkmaktan hoşlanmazdı. Gecenin sonu da olsa güzel bir koku sürünür, öyle çıkardı. (23)

Rasullullah için en güzel koku öd ağacı kokusu idi. (24)

O’nun bir sürme tası vardı. Uyumadan önce her iki gözüne sürme çekerdi. (25)

Başını sidr ile yıkar ve hafif kokulu misk sürünürdü. (26)

Başını evin sakfına (ya da gök kubbeye) kaldırdığında “Allah’ım seni tesbih ederim, hamd Sanadır ve Senden bağışlanma diler, affına sığınırım” derdi:

Bunlar nedir’ derdim.

Ben bununla emrolundum’ derdi. (27)

Gecenin evvelinde uyur; ahirinde uyanık olurdu. (28)

Onun iki elbisesi vardı. Cuma günleri giyinirdi. Sonra çıkarır beraber katlardık. (29)

Allah bana farzların ikamesini emrettiği gibi insanlara karşı müdarayı da emretti derdi. (30)

O’nun hastalıktan çektiği elemden daha şiddetli bir elem görmedim. (31)

O, taze kavunu severdi. (32)

O’ndan daha çok istişare eden bir kimse görmedim. (33)

Şiddetli bir kış O’na vahiy inerken gördüm: Vahyin ağırlığı ile, alnından terler boşanmak için sanki anlı çatlayacaktı. (34)

Rasulullah her yıl bir defa Kur’an’ı Cibril’e okurdu. Vefat edeceği yıl iki defa okudu.

O’ndan bir şey istendiğinde O’nu asla geri çevirmezdi. (35)

Ya Rasulallah sana feda olayım. Bir yere dayanarak (yaslanarak) yesen ya? Böylesi senin için daha kolaydır” dedim. O alnı yere değecek kadar başını yere eğdikten sonra, bana:
Hayır belki bir kul gibi yiyecek ve bir kul gibi oturacağım, dedi. (36)

Sevdiği bir şeyi gördüğü zaman ‘verdiği nimetlerle güzellikleri tamamlayan Allah’a hamd olsun’ derdi.” (37)

O’nun sözleri tane tane idi. Dinleyen herkes anlardı. Aynaya baktığında “Allah’ım yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir” derdi. (38)

Uyumak istediğinde Muavizeteyn surelerini okur, avucuna üfler sonra vücuduna sürerdi.

Hayra yormaktan ve tefe’ülden hoşlanırdı. (39)

Her şeye sağdan başlamayı severdi. -Hatta adımını atarken ve bir yere girerken- (40)

Rasulullah bir hastayı ziyaret ettiğinde elini ağrıyan yere koyar “Bismillah bir şey yok” derdi. (41)

O, hediyeleri kabul eder ve onlara karşılık verirdi. (42)

Takvadan başka hiçbir şey O’nun yanında insanın şerefini ne azaltır ne de eksiltirdi. (43)

O’na hoşlanmadığı bir söz ulaştığı zaman ‘sen şöyle şöyle söylemişsin’ demezdi. ‘Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar’ derdi. (44)

İki öğün yemek yese bunlardan biri mutlaka hurma olurdu. (45)

O’nun en çok sevdiği içecekler, soğuk ve tatlı olan içeceklerdi. (46)

Ben ay hali olduğum halde Resulullah başını kucağıma kor Kur’an okurdu. (47)

Vefat hastalığında bana şöyle dedi:

Ya Aişe Hayber’de yediğim yemeğin acısı kaybolmadı. O anda zehrin şiddetinden kalp damarlarımın koptuğunu hissettim.” (48)

DİPNOTLAR:
1-Et-Teratibü’l-İdariyye c.1, s.52
2-la edrî
3-Cem’ul-Fevaid, no. 8425 (sadece bu kısmı Hz. Hasan iyi bir vassaf olan dayısından nakletmiştir.)
4-Hasais’ül – Kübra C.1S.115
5-Şemail’ül  Muhammediyye, c.1, s.47
6-Hasais’ül Kübra, c.1 s.115
7-Ahlak’un- Nebi, c.1, s.503
8-Ahlak’un- Nebi, c.1, s.425
9-Hasais’ül Kübra, c.1, s.118
10-Hassais ’ül Kübra, c.1, s.120
11-Hasais’ ül Kübra, c.1, s.104
12-Şemail’ül Muhammediyye, c.1 s.203
13-Şemail’ül Muhammediyye, c.1 s.200
14-Şemail’ül Muhammediyye, c.1 s.287
15-Mevaridü’z -Zam’an, c.1, s.598
16-Ahlaku’n- Nebi, c.1 s.485
17-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.175
18-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.75
19-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.124;  Musannef-u İbn-i Ebi Şeybe, c.5, s.300
20-(Buhari ve Ebu Naim’den)   El-Hasais’ül Kübra, c.1, s.20
Gayetü’s-seûl Fi Hasais’ir-Rasul c.1 s.223
21-Gayetü’s- Seûl fî Hasais’ir-Rasul, c.ı, s. 102
22-Ahlaku’n Nebi, c2, s.495
23-Ahlaku’n-Nebi, c.2, s.61
24-Ahlaku’n- Nebi, c.2, s.68
25Ahlaku’n-Nebi, c.3, s.77
26-Ahlaku’n- Nebi, c.3,s.109
27-El-Mu’cemül – Evsat, c.7, s.166
28-Ahlaku’n-Nebi, c.3, s.124
29-Mecma’üz-Zevaid, c.2, s.176
30Hasais’ül Kübra, c.2, s.398
31-Hasais’ül –Kübra, c.2, s.475
32-Ahlaku’n- Nevebi, c.3, s.355
33-Ahlaku’n- Nebi, c.4, s.18
34-Hassais’ül Kübra c.1 s.198
35-Ahlaku’n-Nebi, c.1, s.295
36-Ahlaku’n- Nebi, c.1, s.391
37-Misbahü’z- Zücace, c.4, s.131
38-Ahlaku’n-Nebi, c.3, s.88
39-Ahlaku’n-Nebi, c.4 s.78
40-Ahlaku’n- Nebi, c.4, s.130
41-Mecma’üz – Zevaid, c.2, s.299; Musannefü İbn-i Ebi Şeybe, c.6, s. 154
42-Ahlak u’n –Nebi, c.3, s.467
43-Mecma’uz- Zevaid, c.10, s. 269
44-Et-Tedvi fi Ahbar-ı Kazvin c.12 s.121
45-Ahlaku’n- Nebi, c.3, s.276
46-Ahlaku’n- Nebi, c.3, s.308-434
47-Müsnedi Ebu Avane, c.1, s.261
48-Şerh-i Sünen-i İbni Mace, c.1, s.254 (Böylece Resulullah (s.a.v)’de Nübüvvet şerefi ile birlikte şehadet

Kaynak: Ramazan Balcı / Risale Haber

Şu kısa, fani ömrünü fani şeylere sarfetme ki, fani olmasın

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Biz, dünyada bulunan her şeyi ona bir zinet kıldık. Böylece insanlardan kimin daha iyi iş gerçekleştireceğini ortaya koymak istedik.

Ve elbette Biz onun üstünde ne varsa hepsini, kupkuru yapıp dümdüz edeceğiz.

[Kehf Suresi 18,7-8]

..…….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdular ki:

“Kim müslüman bir kişinin hakkını yalan yemin ile alırsa, Allah ona Cehennemi vacib, Cenneti ise haram kılar.”

Bir adam dedi ki: “Ya Resulallah bu az bir şey olsa da mı?”

Buyurdu ki: “Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile…

(Müslim)

.…….

Risale-i Nur’dan;

İ’lem Eyyühel Aziz! (Ey Aziz kardeşim bil ki)

Senin iktidarın kısa (gücün az), bekan az, hayatın mahdud (sınırlı), ömrünün günleri ma’dud (adetli, sayılı) ve her şeyin fanidir.

Öyle ise, şu kısa, fani ömrünü fani şeylere sarfetme ki, fani olmasın. Baki şeylere sarfet ki baki kalsın.

(Mesnevi-i Nuriye’den)

…….

Cevşen’den ;

17-
1-Ey kalplerde iman nurunu yakan ve kullarına huzur ve güven veren mümin
2-Ey bütün varlıkları ilim ve kontrolü altında tutan Müheymin,
3-Ey bütün mahlukatı yoktan meydana getiren Mükevvin,
4-Ey bütün yaratıklarına dünyadaki vazifelerini öğretip telkin eden Mülakkin,
5-Ey kulları için açıklanması gereken her şeyi beyan eden Mübeyyin,
6-Ey musibetleri hafifleten ve zorlukları kolaylaştıran Mühevvin,
7-Ey her şeyi münasip şekilde süsleyen Müzeyyin,
8-Ey dilediğini yücelten ve kullarına büyüklüğünü gösteren Muazzim,
9-Ey muhtaçların yardımına koşan Muavvin,
10-Ey her şeyi çeşit çeşit renklerle bezeyen Mülevvin,

Allah, kainatı yaratmadan önce ne yapıyordu?

Bu sorunun temelinde “zaman” ve “ezel” kavramlarının yanlış değerlendirilmesi yatmaktadır. İnsan, zaman ve mekân içerisinde yaşadığı için her hâdise ve hakikati zaman ölçüsüne göre değerlendirmekte ve ezel kavramını da zaman içinde düşünmekle yanlış bir kıyas yapmaktadır. Bu soru böyle yanlış bir kıyasın neticesidir.

“Zaman”, mahlûkatın yaratılması ile başlayan ve içerisinde “olaylar zincirinin birbirini takip etmesi”, “mahlûkatın birbiri ardınca akıp gitmesi” gibi hadiselerin cereyan ettiği mücerred bir kavramdır. Bütün mahluklar, bu zaman nehrinin içerisinde daima hareket etmekte ve akıp gitmektedirler. Mevcudatın yaratılması, değişimi, yaşlanması ve ölümü hep bu nehir içerisinde cereyan eder.

“Geçmiş, şu an ve gelecek” olmak üzere üçe ayrılan zaman, nisbî yani göreceli bir ifadedir. Yaşadığımız an, bir an öncesine göre gelecek idi, bir an sonrasında ise geçmiş olarak isimlendirilecektir. Bu ve benzeri bütün nisbetler ve izafetler mahlûkata göredir. Yâni, “asır, sene, gün, dün, bugün, yarın…” ancak mahlûkat için söz konusudur.

Ezel’e gelince, ezel zaman itibariyle bir sonsuzluk demek değildir.

Ezelde “geçmiş, şu an, gelecek, mekân ve mahlûk” yoktur. Zihin ezel hakkında bir zaman silsilesi tasavvur edemez. Zaman “devir, asır, yıl, ay, gün, saat, saniye, an…” gibi birimlere taksim edildiği halde, ezel için böyle bir taksimat yapılamaz. Ezel için bir başlangıç noktası da tasavvur edilemez.

Ezel, mutlak varlığın ancak mekân ve zamandan münezzeh olan Allah’a mahsus olmasından ibarettir. Bu gerçeği, Peygamber Efendimiz (asm.) “Allah vardı; beraberinde başka birşey yoktu.”(1) hadîsi ile beyan buyurmuştur.

O halde Cenâb-ı Hakk’ın ezelî olması demek, O’nun kıdemi demektir. Yâni, “yegâne ve tek bir” olan O Vâcib-ül Vücud’un“evveliyetine bir başlangıç olmadığı” manasındadır.

Cenab-ı Hakk’ın ezeliyeti, devam ve bekası hâdiselerin zaman içerisinde akışı şeklinde düşünülemez. O’nun kıdem ve bekâsı hakkında zaman, boyut, silsile, geçmiş zaman, şu an ve gelecek söz konusu değildir. Öyleyse, zaman kavramı maziye doğru hayâlen ne kadar uzatılırsa uzatılsın Cenâb-ı Allah’ın ezeliyeti ile mukayese edilemez. Zamanın başlangıcından geriye doğru hayâlen gitsek ve şu kâinat gibi milyarlarca kâinat daha yaratıldığını düşünsek bu hayâli ve vehmî zaman yine Cenâb-ı Hakk’ın ezeliyeti ile beraber olamaz ve O’nunla kıyasa girmez. Zira, böyle bir mukayese, Kadîm’i (evveli olmayanı) hâdis (sonradan yaratılan) ile, mahlûku Hâlık ile, sonu olanı, sonsuzla mukayese etmek demektir.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi; Cenâb-ı Hak Kadîm’dir, ezelîdir; zaman ise mevcudatın yaratılması ile başlamıştır. Mevcudat yaratılmadan önce zaman yoktu ki, Allah hakkında böyle bir soru sorulabilsin.

Bu soru ancak şöyle sorulabilir:

Ezelde Allah vardı. O’nunla beraber hiçbir şey yoktu. O halde ezelde Allah ne yapıyordu?

Bu soruya cevap vermeden önce şunu ifade edelim ki, ezelde bir şey yapmak Cenâb-ı Hakk’a -hâşâ- vâcib olmadığı gibi, birşey yapmamak da O’nun için bir noksanlık değildir. Zira O, mahlûkatı yaratmasa da sonsuz kemâldedir. Yâni, mevcudatı yaratmakla kemâlinde bir artış, yaratmamakla da bir noksanlık olmaz.

Bu kısa açıklamadan sonra, söz konusu soruyu iki maddede cevaplandıralım:

1) Cenâb-ı Hak ezelde, kendi Zâtını, ulûhiyyetine mahsus izzet ve azametini, cemâl ve kemâlini bizzat müşahede ediyordu. Kudsî Zâtını ulûhiyetinin şanına uygun bir surette hamd, tenzih ve takdis ediyordu.

Allah’ın zâtını kemâli ile bilmek ancak O’na mahsus olduğu gibi, kendisini kemâliyle takdis ve tahmid etmek de yine O’na mahsustur.

Marifetullah’ta en ileri mertebede olan Peygamber Efendimiz (asm.) mi’râc mucizesi ile Allahü Azîmüşşân’ı bizzat gördüğü halde O’nu hakkıyla bilmek ve lâyıkıyla takdis ve tahmid etmekteki aczini şöyle itiraf etmiştir:

Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni lâyıkı vechi ile bilemedim. Sana hakkıyla şükredemedim… “(2)

Diğer bir hâdis-i şeriflerinde ise “Sen kendini sena ettiğin gibisin.” buyurmuştur.(3)

2) Cenâb-ı Hak mukaddes varlığına, kudsî sıfatlarına ve esmâ-i İlâhiyesine tecelligâh olacak eşyanın hakikatlarını, mahiyetlerini, plân ve programlarını, manevî miktar ve suretlerini ezelde dâire-i ilminde takdir ve müşahade etmekteydi. (4)

O Zât-ı Zülcelâl, lütuf ve keremi ile dâire-i ilmindeki bu mahiyetlere harici vücud giydirmeyi irâde buyurdu. Ve “kün” emrini verip mevcudatı halk etti. Bu halk ve icad mahlûkat için bir ihsan, lütuf ve ikram idi. Yoksa, mahlûkatı yaratmakla O Zât-ı Akdesin kemâlinde bir artış olmamıştır.

Şu hususu önemle belirtelim ki, Cenâb-ı Allah’ın gerek kendi zâtını müşahede etmesi, gerekse ilmindeki eşyanın mahiyetlerini takdir ve tanzim etmesi zaman içinde değildir. Yâni bunlar bir zaman silsilesi içerisinde düşünülemez. Ezeldeki bu müşahede, bu takdir ve tanzimi insan aklı idrak edemez. Bunun hakikatine ne bir melek-i mukarrebin, ne bir nebiyy-i mürselin idrâk ve marifeti kavuşabilir. Bu hakikat, ancak Allah’ın malûmdur.

Dipnotlar:
—————————————
(1) Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed’u’l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946.

(2) Elmalılı Hamdi Yazır, H.D.K.D., Cilt 2, S:405.

(3) Ebu Davud, Salat 340, (1427); Tirmizi, Da’avat 123, (3561); Nesai, Kıyamu’l-Leyl 51, (3, 248-249)

(*) Merhum Elmalılı Hamdi Efendi’nin ifadesiyle, Allahü Azîmüşşân ezelde “inayet-i ezeliyesini, yani âlem-i takdir, halk ve icad fiillerini isdar ediyordu. Diğer bir tabirle “kün” emrini veriyordu. Âlemin yaratılması bunu takip etti. Binaenaleyh halk ezelî, mahlûk zamanî oldu.”

Mehmet Kırkıncı

Kaynak: Sorularla İslamiyet

London Christmas Holiday Risale-i Nur Reading Programs

There was 20 days Christmas holiday in England as all christian country. We decided to make 2 reading programs with high-school students and Risale-i Nur students who live at Nur Medresseh in order to benefit from this christmas holiday.

We would like to express the importance of high-school services here in London in a few words. That high-school students are good at Risale-i Nur knowledge is very important by 2 sides:

Firstly, this brings us to communicate English people better. Secondly, this brings us to have a well-educated  tradesman community. We made a 7 days long reading program outside London. Some of the members attended willingly, while others attended unwillingly. Unwilling ones were forced by their families. Reading program’s circumstance was very nice and hopefull.

We received many thanks messages from the families of students. Furthermore, students who attended the program by the force of families, changed their opinions! They are waiting the next reading program impatiently! A brother  made a speech on the last day of program and said: “We understood your goals. We are extremely excited. Please tell us what to do in order to live Islamic rules better, to tell people these fine truths and to serve people.”

We created a main group with high-school brothers. A high-school consulting group was created. Some decisions were given related to daily readings, Turkish and English friends to be interested and weekly discussing topics. We are looking for a place for the 15 days long Easter holiday in April.

Best Wishes,

London Risale-i Nur Students

info: ingiltere@www.nurnet.org

yazının Türkçe versiyonu için tıklayın : http://www.nurnet.org/londra-christmas-tatili-okumalari/ 

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version