Etiket arşivi: meşveret

2012 YurtDışı Hizmet Meşvereti Konya’da Yapıldı

Yılda bir mutat olarak yapılan Yurtdışı Hizmet meşvereti bu sene 10 Mart Cumartesi günü Konya’da Merkez Dersanesinde yapıldı. Sabah 09:00’da başlayan meşveret 17:00’ye kadar sürdü. Yoğun katılımın müşahede edildiği toplantıda çeşitli konular üzerinde müzakereler yapıldı, tecrübeler aktarıldı, beyin fırtınası yapıldı.

Toplantı konularının ana başlıkları şöyleydi;

1. Heyetlerin Takdimi

2. Yurtdışına gidecek vakıfların dikkat etmesi gereken hususlar

3. Yurtdışı hizmetinin önemi

4. Mersin 2013 Akdeniz olimpiyatları

5. Diğer ülkelere hizmeti nasıl götürüceğiz?

ALİMLER ile RİSALE-İ NUR TERCÜMELERİ HIZLANDIRILABİLİR

Yurtdışı hizmetlerinde en önemli faaliyet, Risalelerin ilgili ülkenin ana diline tercüme edilmesidir. Böylece bir çok insana ulaşılıp onların da imanlarının kurtulması mümkün olabiliyor.  Bediüzzaman’ın ‘Ben bu hakikateri tüm dünyaya okutturacağım‘ hayalinin, bu faaliyetler ile gerçekleştiğini görüyoruz.

İman  ve Kuran hakikatlerinin tüm dünyaya  yayılması ancak Risalelerin tüm dünya dillerine çevrilmesi ile neşv-ü nema bulacak. Dolayısıyla yurtdışına hizmet etmeye giden gönüllüler öncelikle tercüme çalışmaları üzerinde yoğunlaşıyorlar.

Dünyanın hemen hemen her ülkesinde hem o ülkenin yerel dilini hem de Arapçayı mükemmel bilen Alimler bulunuyor. Risale-i Nur’ların da gayet itina ile hazırlanmış Arapça tercümesi var. Ülkelerde bu alimler ile irtibata geçilip, Risalelerin tanıtımı yapılıp, Arapça Risaleler kaynak olarak kullanılıp, tercüme çalışmalarında hızlı ve kolay bir yol izlenebilir.

RİSALE-İ NUR PERSPEKTİFİ İLE YAZILMIŞ DERS KİTAPLARINA CİDDİ İHTİYAÇ VAR

Türkiye’de bilim camiasından bir heyet, okullarda okutulmak üzere Risale-i Nur perspektifi ile Din dersi kitabı hazırladılar. 4 ciltlik bu çalışma ingilizceye çevrilip Filipinler’de 81 üniversitede ders kitabı olarak okutulmaya başlandı. Yapılan bu pilot çalışmada muvaffak olunmasının heyecanı ve aynı ihtiyacın ortaokul ve liseler için de şedit olduğu müzakere edilerek, tüm Dünyada bu örneklerin yapılmasının eğitim-öğretim alanında ciddi bir iyileştirme-geliştirme kazandıracağı üzerinde duruldu.

ESNAFLAR BU BROŞÜRLERE SAHİP ÇIKTI

Ankara KADDER-Kültürlerarası Eğitim ve Dostluk Derneği  (www.kadder.org.tr) broşür, afiş konularında tecrübesini arttırarak  profesyonel ekibiyle yeni çalışmalarını tamamlamışlar. Çeşitli dillerde yapılan bu ürünler, internet sitesinden indirilerek matbaada bastırabiliyor. Böylece yurdışına bu ürünlerin gönderilmesine gerek kalmadan, orada dijital kopyasıyla ürüne hızlıca sahip olabiliyorsunuz. Özellikle kitap fuarları için hazırladıkları afişler dikkatimizi çekti.

Yeni hazırladıkları, cazip ve vurucu özet bilgilere sahip broşürler ile  Risalelerin tanıtımı için yeni bir kapı açılmış durumda. Bu broşürler esnaflara dağıtılmış. Esnaflar şık kutusunda duran bu broşürleri dükkanında müşterilerin kolayca görebileceği bir yere koyuyorlar ve gelen giden müşteriler de bu hakikatlerden haberdar olma fırsatı yakalıyorlar.

TÜRKİYE’YE 26.000 MİSAFİR ÖĞRENCİ GELDİ

Yurtdışından Türkiye’ye geçen sene toplam 26.000 öğrenci okumaya geldi. Önümüzdeki senelerde bu rakamın 50.000’e, hatta yüzbine çıkacağı konuşuluyor. Her üniversite misafir(yabancı) öğrenciler için, kapasitesinin yüzde onu kadar kontenjan ayırabiliyor. Hemen hemen her şehirde bu öğrencilere rastlamak mümkün. Dolayısıyla her bölgenin bu konuya dikkatle eğilmesi gerek.

Lakin, bu öğrencilerin çok az bir kesimine ulaşılabiliyor. Bu gençlerin hizmeti tanıması ve yetişmesi çok büyük öneme haiz. İleride kendi ülkelerine döndüklerinde oradaki hizmetin zemberek kuvveti olabiliyorlar. Hatta Sudan’dan Türkiye’ye okumaya gelmiş ve hizmeti bilen 10’a yakın öğrenci şu an, orada, çeşitli üniversitelerde rektör ve rektör yardımcısı konumundalar.

ALİ, SABAH WASHİNG AKŞAM WASHİNG BU NE İŞİNG !

Yurtdışından gelen ve dersanede kalan misafir öğrencilerin, kültür farklılığında kaynaklanan, bize ters gelebilen hal ve hareketlerine karşı hoş görülü olmamız gerekiyor. Ali Güney Afrika’dan geliyor ve geldiği yer nehirlerin arasında deniz kıyısında tropikal bir bölge, sık sık suya giriyor. Türkiye’de dersanede kalırken sık sık banyo yapıyor. Sabah banyoda akşam banyoda. Bir gün yemekte kardeşlerden biri dayanamayıp şöyle diyor “Ali, sabah washing(banyo) akşam washing bu ne işing?”

Ali namazlarını muntazaman kılıyor ve 8 cüz ezbere biliyor. Bir gün dersanede boylu boyunca uzanmış, Kuran’ı da yere baş ucuna bırakmış, ezberden Kuran okuyor. O’nu tanımayan, geldiği ortamın kültürünü bilmeyen bir abimiz görse, Ali’nin fırça yemesi kuvvetle muhtemel.

63 ÜLKEDE RİSALE-i NUR DERSANESİ AÇILDI

Bölgelerin ilgilendiği ülke sayısı 83, Dersane açılan ülke sayısı ise 63. Bu haberler bizi sevindirmekle beraber, daha dünyadaki ülkelerin bir çoğuna el atılması gerektiğini görüyoruz. Dünyada 230 ülke mevcut. Dolayısıyla artık her ilin en az bir ülke, hatta ilçelerin birer ülke ile ilgilenmesi ihtiyacı zaruridir.

Fizibilitesi yapılmış ve konum itibariyle hizmet zemininin en müsait olduğu sıradaki ülkeler el atılmayı bekliyor. Bu ülkeler;

Etiyopya, Senegal, Mozambik, Tayland, Tayvan, GüneyKore, Nepal, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Angola, Moritanya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Portekiz, İrlanda, Romanya, Şili, Kolombiya.

ARTIK YURTDIŞINDAN  VAKIF GELİYOR

Yurtdışı hizmetlerinin bir meyvesi de Filipinler’de tezahür etti. Filipinler’den 1 vakıf Antep’e 1, vakıf da Ankara’ya gelmiş.

YURTDIŞI HİZMETİNE NASIL BAŞLANILABİLİR?

* Fizibilite ziyareti yapılmalı.

* İlgilenicek olan şehirdeki insan kaynakları envanteri çıkarılmalı.

* Ülkenin coğrafyası, etnik, sosyolojik, ekonomik ve kültürel yapısı ile ilgili bilgi muhteva eden bir dosya açılmalı.

* O ülkeden okumaya gelen misafir öğrencilerle irtibat kurulabilir.

* Ülkenin konsolosu ziyaret edilebilir.

* Dil eğitimi almak neredeyse zaruridir.

* İlgili ülkedeki kitap fuarları takip edilebilir. Orada stant açılabilir veya stantlar dolaşılıp, Risale tanıtımı yapılabilir.

* Konferanslar takip edilebilir. Türkiye’de konusunda uzman bir kişinin ilgili konuda Risale-i Nur perspektifiyle konuşma yapması sağlanabilir.

* Bütçe planlaması yapılmalı.

* Bölge esnafı ve işadamlarıyla ülke ziyareti yapılabilir.

Ayrıca emekli abiler yurtdışı hizmetinde istihdam edilebilir. Yurtdışında açılacak bir dersanede bir vakıf kardeşle beraber 2 emekli abinin kalması, hem vakıf kardeşe kuvve-i maneviye hem de destek olacak. Bir vakfın yurtdışında tek kalması hizmetin devamına halel getirebilir. Ayrıca ilgili ülke ile ilgilenen bölgeden esnafların okuma programı yapmaları veya bir miktar kalmaları şevke medar olabilir.

Üstad Bediüzzaman’ın kardeşler arasında “azami irtibatı” tavsiye etmesi çok manidar. Hususen yurtdışında kalan bir vakıf ve ilgili bölge arasında azami irtibatın olması hizmetin devamı için çok elzemdir.

25 KURUŞA KÜÇÜK KİTAP

Küçük kitap bastırıp, bunların hediye edilmesi çok bereketli bir hizmet tarzı. Ankara bölgesi bu konuda bir hayli mesafe katetmiş durumda. Çok sayıda kitap bastırdığı için uygun fiyata bu işi yapabiliyorlar. Farklı dillerdeki küçük risalelerin fiyatı 25 kuruş. Bu şekilde şimdiye kadar 600.000 kitap bastırılmış ve dağıtılmış. Bu aralar 100.000 kitap için görüşülüyor. İsteyenler KADDER vakfından Cezmi kardeş ile görüşüp, bu kitaplardan temin edebilir.

AMERİKA’DA KİLİSE BAKILIYOR

Her ülkenin kendine has bir kültürü var.  Amerika’da insanlar kolay kolay bir başkasına güvenmiyor. Oradaki gönüllü insanların gayretleri devam etmekle beraber,  dersaneye herkesin kolayca gelmesi her zaman mümkün olamıyor. Bu tür hizmetler için resmi ortamlar büyük bir avantaj sağlıyor. Bu gayeye kiliseler uygun bir ortam sağlıyor. Uygun kiliseler bulunup bunlar camiye çevriliyor. Buralarda yeni insanlara ulaşılıp onlara imani hakiketler sunuluyor.

Amerika’daki Nur Talebeleri şimdilerde kilise bakıyorlar. Onlara Rabbimizden muvaffakıyetler niyaz ediyoruz.

Ayrıca Avrupa’dan hizmetlerle alakalı güzel haberler duyuyoruz. Örneğin Almanya’nın en büyük hapishanesinde 7 yıldır Risale-i Nur dersleri yapılıyor. Bu dersler sayesinde bir çok mapus ahlak-ı islamiye ile ahlaklanıyorlar.

HRİSTİYANLARA İSA (A.S.) ‘ın BÜYÜKLÜĞÜNDEN BAHSEDİLMELİ

Hristiyanlara İslamı anlatırken dikkat edilmesi gereken hususlar üzerinde yaşanmış tecrübeler mülahaza edildi. Hristiyanların çoğunlukta olduğu Filipinler’de uzun yıllardır hizmet eden ve bir çok hristiyanın islamı seçmesinde muvaffak olan Muhammed Rıza’nın bu konudaki tespitleri çok önemli püf noktalarını içeriyor;

* İncil’in (matta, markos, luka, yuhanna) Türkçe ve ingilizcesi dikkatlice okunmalıdır.

* Kuran’da Hristiyanlardan bahseden ayetler, Peygamberimizin Hristiyanlar ile ilgili hadisleri ve Risale-i Nur’da bu konudaki bahisler iyice araştırılıp, mütalaa edilmeli.

* İsa (a.s.)’ın 5 büyük peygamber’den biri olduğu, müslümanların İsa (a.s.)’ı çok sevdiği, Cenab-ı Hakk’ın da O’nu çok sevdiğini bu yüzden, çarmıha gerilip, işkence yapılmasına izin vermediği ve kendi katına yükselttiği, ahir zamanda İsa (a.s.)’ın tekrar gönderileceği, Hristiyanların beklediği gibi, biz müslümanların da O’nu beklediği anlatılmalı.

* Hristiyanlağın aslında tevhid esaslı bir din olduğu, ancak Cenab-ı Hakk’ı sıfatları hakkında hata yaptıkları bilinmelidir.

* Hristiyanlar ile münasebetlerde direk İncil’in tahrif edildiği ve onların teslis (üçleme) yapmaları gibi konularla itham edilmesi aradaki iletişimin daha başlamadan bitmesine neden olmaktadır. Hristiyanlığın ve İncil’in eksikliğini gösterek değil, İslamın güzelliğini anlatarak onlara faydalı olabiliriz.

Murat Şekerci

www.NurNet.org

İstişare etmek hayatı nasıl kolaylaştırır?

İstişare etmek, ayetin emrine uymak ve sünnet-i seniyyeyi tatbik etmektir. Maddi ve manevi olarak hayatımızı kolaylaştıran bir faaliyettir. İştişare etmede rahmet, bereket ve huzur vardır.

Sosyal varlıklar olduğumuzdan, birlikte yaşamaya mecburuz. Fert olarak aciziz, zayıfız. Ömrümüz gibi aklımız ve görüş ufkumuz da kısa; tecrübelerimiz ise, yetersizdir.

Ama cemaatte olan kuvvet, fertte yoktur.1

Fert dâhî de olsa, cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır.2

Şahıs ne kadar güçlü ve dâhî de olsa, şahs-ı maneviye (fertlerin bir araya gelmesinden hâsıl olan mânevî şahsiyete) karşı mağlûp düşebilir. 3

Yaratılışımızın neticesi olan bu tesbitler, işlerimizi, hizmetlerimizi, meselelerimizi birlikte müzakere ve mütalâa etmeyi gerektirir. Zaten, “Yapacağın işi önce onlarla meşveret et.” 4 “Onların aralarındaki işleri, istişare iledir.” 5 âyetleri ışığında istişare farz derecesinde bir emirdir.

Şahısların, “Ben bilirim, ben yaptım, ben ettim!” veya “Bu işi yap, bu meseleyi hallet!” yaklaşımı, enaniyetin, istibdadın, diktatörlüğün eseridir.

Ben” yerine “biz” anlayışının ve “ekip ruhunun” işletilmesi ise, meşveretin, meşrûtiyetin, hürriyetin, demokrasinin gereği ve neticesidir. Buna binâen Bediüzzaman;

Her meselemizde emir, Risâle-i Nûr’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirtlerin (talebelerin) ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var” 6 diyerek, meâlini yukarıda verdiğimiz âyetlerin gereğine dikkat çekmiş olur.

İstişarenin bazı özellik ve güzellikleri şöyle sıralanabilir:

* Âyetin emri (âlimlerin çoğunluğuna göre vacip) ve sünnet-i seniyyenin gereği olduğu için vazifemizi ifa etmiş oluruz.

* Farz ve Sünnete uymanın feyzini, sevabını alırız.

* Meşveret üyelerinin her birisi bir süzgeç veya elek gibidir. Dolayısıyla meseleler daha arı, duru ve sâfî olarak belirir. Fikirler, düşünceler dağınıklıktan kurtulur.

* İstişare bir imecedir. Bu sayede yardımlaşır, dayanışır ve kaynaşırız.

* Tek noktaya saplanmaz, çeşitli alternatifler, çözümler üretmiş oluruz.

* İstidat (potansiyel hâlindeki yeteneklerimizi) ortaya çıkar, kabiliyetlerimizi geliştiririz.

* Hayatımızı kolaylaştırırız. Çünkü istişare; gönül, hedef ve işbirliğini netice verir.

* Ekseriyetin görüşüne iştirak etmek, bizi psikolojik olarak da rahatlatır.

* İstişarenin sonucu olumsuz çıksa da, yine bir sevap alacağımızı bilmek, çalışma ve hizmet şevkimizi arttırır. Zirâ, meşveret kararları ortak aklın meyveleridir.

Şu halde, değil şahısların, görüşleri azınlıkta kalan meşveret içindeki bir grubun dahi, çoğunluğun aldığı kararları eleştirmesi, bu kararlarla ilgili olumsuz tavır ve konuşmalarda bulunması doğru değildir.

Çünkü tenkit, istişarenin, cemaatin ruhuna, prensiplerine aykırıdır. İstişareye bağlı olanların vazifesi, istişare kararlarını kabul ile duyurmak, müzakere ve mütalâa ile katkıda bulunmaktır. İstişare âdâbı bunu gerektirir.

Ali FERŞADOĞLU

Dipnotlar:

1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 162.

2- Sünûhat, s. 52.

3- Emirdağ Lâhikası, s. 2 c., s. 120.

4- Kur’ân, Al-i İmrân, 159.

5- Şûrâ, 38.

6- Hizmet Rehberi, s. 175.

Doğu Meselesine Reçete

Madem yaşayan bilir, elbette bilen konuşur.” kaidesince, insanlık âlemini herc ü merce verip yenidünya düzenlerinin kurulmasına sebep olan Meşrutiyet, Cumhuriyet, Demokrasi gibi akımların ne anlama geldiğini sormuşlardı; şark seyahatleri esnasında Bediüzzaman’a.

Aynı zamanda hep beraber bu toprakların üzerinde omuz omuza yaşayarak ortak bir tarihe ev sahipliği yapmış arap, türk ve kürt milletlerinin de bizzat aralarında yaşayarak hissiyatlarına tercüman olmuştur.

Zira O kendi şahsını “Ben, Kürtçe düşünürüm; Türkçe ve Arapça yazıyorum.” diyerek tanıtmış;

Kendi eserlerini de “Her bir eser, Arab abasını iktisa ve Türk pantolonu giymiş külahlı bir Kürd’dür.” demekle tarif etmiş;

Hayatının en büyük gayesi olarak gördüğü ve uğruna büyük çabalar sarfettiği Şark Üniversitesinde de bu üç dilin esas teşkil etmesi gerektiğini “Lisan-ı Arabi vacib, Kürdi caiz, Türki lazım kılmak” tesbitinde bulunarak, gaflette olan büyük kafaların birbirleriyle boğuştukları bu meselenin de hal çaresini, yüz sene öncesinden bu zamanın bir hastalığına da tedavi çaresini sunmuştu.

Bu mukaddemeden de anlaşılacağı üzere, geçmiş bir asrı her yönüyle kendi şahsında yaşayarak kıyamete kadar gelecek insanlığa yol gösterip rehberlik edecek eserler meydana getiren bu zatı bedi-i zamanı dinleyip anlamaya çalışmanın ne kadar ehemmiyet kesbettiği herkesçe malum olmuştur.

Değerli, sahipsiz bir kavim” olarak tanımladığı Kürt milleti üzerinde asırlardan beri oynanan oyunların evvelen farkında olan Bediüzzaman, sırf bu niyet ve gaye ile İstanbul’a gitmişti.

Buradaki faaliyetlerinde kökü dışarda kendisi burada olan ifsat komitelerinin çok değerli kürt kavmine parmak karıştırmasına sed olabilmek ve yüz yıllar boyunca sırt sırta, omuz omuza beraberce barış ve huzur ortamı içinde diğer milliyetlerle beraber yaşamış bu milletin birlik ve bütünlüğünü muhafaza etmek gayesi ve emelindeydi.

Bediüzzaman, sadece yaşadığı dönemi değil, belki kıyamete kadar gelecek insanları nuruyla aydınlatacak nurlu eserleri kaleme alarak Kur’an eczanesinden aldığı ilaçları; gaddar, zalim ve kalbi fasid bu asrın manen hasta olan insanlarına hediye edip ellerine veren bir doktordu.

Ahir zaman doktoru ünvanıyla maruf bu zatı Alişan, evvelen içlerinde yaşayıp büyüdüğü Kürt milletinin üç tane hastalığa giriftar olup müptela olduğunu teşhis edip beyan etmişti.

Evet, bu üç tane hastalığı ve bu hastalıkları tedavi edecek reçeteyi şöylece izah edip ders veriyordu: Bizim düşmanımız Cehalet, Zaruret(fakirlik) ve İhtilaftır(ayrılıklar). Bu üç düşmana karşı San’at, Marifet(ilim) ve İttifak silahıyla cihad edeceğiz.”

Beşerin içtima-i toplum hayatında yaşanan bu manevi hastalıkların bertaraf olması, iyileşme göstermesi içinde teşhis edip tarif ettiği reçetenin de bizzat herkesin kendi âleminde nasıl yaşaması gerektiğini de şu şekilde beyan etmiştir: “Bizi bir cihette teyakkuza, uyanıklığa, terakkiye, gelişmeye ve büyümeye sevkeden kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zira husumette, kin ve düşmanlıkta fenalık var. Husumete vaktimiz yoktur.”

Ahir zaman imamı, İstanbul dönüşü hiç vakit kaybetmeden, Kürt milletinin umumi bir hastalığı olan cehaletin izalesi için maarif ve ilim silahını eline alarak dağ ve sahrayı bir medrese edip aşiretleri dolaşarak içtimaî, medenî, ilmî derslerle onları irşada çalışmıştır.

Bu meyanda olarak en evvel meşrutiyeti ders vermeye başladı. Zira Kürtler, fıtraten meşrutiyetçi, demokratik ve baskıya gelmez bir karakter ve huya sahip olmalarına rağmen; meşrutiyet ve demokrasinin hayatın her alanında yerleşmesi için yapılan faaliyetlere şüphe ile nazar edip, bu faaliyetleri gayet garip bir surette telakki ediyorlardı.

Bediüzzamanın, şark aşiretleri arasındaki seyahatleri esnasında, sorulan sorulardan da anlaşılacağı üzere kürtlerin, demokratik faaliyetler konusunda şüpheleri ve önyargıları açığa çıkarak kendini gösteriyordu.

Evvela; “Ey Seyda! İstanbul’a gittin. Bu inkılab-ı azimi gördün. Mühim işler içine girdin. Bize ne getirdin?” diye sorulan bir suale “Müjde getirdim.” cevabı üzerine “Müjde ne demek? Bazılar bize “sizin için fenalık var” diyorlar.” karşılığını vermişlerdi.

Bunun üzerine Bediüzzaman getirdiği müjdenin ne anlama geldiğini şöylece izah ederek ders vermişti; “Nurdan zarar gelmez. Gelirse yarasa gibi karanlığı seven, karanlıkta yaşayan insanlara gelir. Yalnız kürdistana değil, belki âleme işittirecek tarzda bağırarak müjde veriyorum ki: Umum islamın, bilhassa Osmanilerin, bahusus kürtlerin saadet güneşinin doğmasının yakın olduğunu görüyorum.”

Yaptığı açıklamaya, “Şu hükûmet ve Türkler nasıl olsalar, biz rahat edemiyoruz, yükselemiyoruz. Başımızı kaldırıp onların üzerinden âleme temâşâ etmek ve ellerimizi onlarla beraber sâfi suya uzatmak, kendimizi de bir kavim olduğumuzu göstermek nâsıldır? İstibdat nedir? Meşrutiyet nedir?” Diğeri: “Ermeniler ağa oldular. Biz sefil kaldık.” Başkası: “Dînimize zarar yok mu?” gibi gürültülü, karma karışık, intizamsız suallerle karşılık verip Biz öyle işitmedik. Öyle ise zihnimize gelen şüpheleri hallet.” ifadesiyle sordukları suallerinin cevaplandırılmasını arzu etmişlerdir.

Helaket ve felaket asrının adamına sorulan bu ve bunun gibi asırları aşan sorular, sadece geçmişte kalan o zamanı değil, belki hâlihazır zamanımıza da nazar edip ışık tutan bu soru ve cevaplar daha sonra “Münazarat” isminde müstakil bir eser olarak yayınlanmıştır.

Değerli Sahipsiz bir Kavim olan Kürtlerin Reçetesi” olarak anılıp neşredilen bu eserinde anlattığı ve Kur’ânın insanlığa ders verdiği Hürriyet ve “Meşveret Sisteminin” yansıması olan Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasinin, şark coğrafyasında neden bir türlü hâkim olup işlerlik kazanamadığını, tedavi çareleriyle açıklamıştır.

Muhteviyatında; milletimizin terakki ve tealisine ışık tutan ve tazeliğini her zaman koruyan küllî kaideler ve hayatdâr düsturlar vardır. Eser baştan sona ulvî fikirler ve hayatdâr düsturlarla, aynı zamanda da ferdî ve içtimaî hastalıklarımızın çareleri ile doludur. Muhtevası çok geniş olan bu eser, gerçekten, bir cemiyeti, bir milleti yahut bir devleti düştüğü buhran ve bunalımlardan kurtaracak harikulade bir metodlar manzumesidir.

Günümüzde yaşadığımız hadiselere ışık tutup, bu olayların arka planında oynanan oyunları deşifre edip aydınlatan, soruları ve bunların cevaplarını içinde barındıran “Münazarat” eserini okuma zamanı…

Hasan TAYFUR

www.nurnet.org

Asya Pasifik Meşvereti Endonezya’da Yapıldı

Bismihi Subhanehu

Esselamualeyküm ve Rahmetullahi ve Berakatuhu

Bütün zîhayatlar hayatlarının lisân-ı hâlleriyle Hâlıklarına takdim ettikleri mânevî hediyelerini ve lisân-ı hâlle hamd ve şükürlerini, o Zât-ı Vacibü’l-Vücuda biz de takdim ediyoruz ki, demiş:Rahmet-i İlâhiyeden ümidinizi kesmeyiniz.”

Hem hadsiz salât ve selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm üzerine olsun ki, demiş: “Benim insanlara Cenâb-ı Hak tarafından bi’setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır.”

Asya Pasifik meşveretinin ikincisi 16.Şubat.2011 tarihinde Endonezya’da olması münasebetiyle Ankara’dan Şemseddin abi, Bursa’dan Güven abi ve Habib kardeş, Gebze’den Semih abi, Tarsus’tan Mustafa abi ve Yozgat’tan Yakup abi olmak üzere 6 kişi 14 Şubat 2011 pazartesi saat 12:30 ‘da İstanbul’dan uçakla Katar’a oradan da Jakarta’ya hareket etmek üzere yola çıktık.

Uçakta Şemseddin abi görevlilere Arapça ve İngilizce risaleler verdi. Öğle ve ikindi namazlarını cemaatle uçakta kıldık, görevlilerden birisi Şemseddin abiye ben hıristiyanım, sizin bu namaz hususundaki samimiyetiniz beni çok etkiledi, sizi tebrik ediyorum” dedi. Yaklaşık 3.5 saat sonra Katar’a vardık. Aktarmanın uzun sürmesi ve o gecenin mevlid kandiline tevafuk etmesi mübarek geceyi orada hizb-ul hakaik dağıtarak, mesciddeki insanlarla tanışıp kitap ve broşür dağıtarak (yani bir nevi ihya oldu) geçirdik elhamdülillah.

15 şubat Salı günü Endonezya saati ile 15:15 ‘de Jakarta’ya indik. Allah razı olsun Ceyhun kardeşimiz bizi karşıladı ve Jakarta’daki Dersaneye  götürdü. Orada, Kayseri’den gelen abiler bizleri güler yüzle karşıladılar. Oradan Dersaneye yakın olan Syahida Inn denilen otele getirdiler. Ertesi gün yani 16 şubat sabah saat 08:45 ‘de otelin salonunda Kur’an tilavetiyle meşveret başladı. Geçen sene Japonya’da olan meşveret kararları tekrar müzakere ile arkasından Şemseddin abi yurtdışı hizmetleriyle ilgili çok güzel bir sunum yaptı ve ardından pasifik ülkelerden gelen ehli hizmet kardeşlerden hizmetler dinlendi. 17 şubat perşembe günü yeni gündemle ilgili akşama kadar hizmet konularıyla alakalı mütalaa ile geçti elhamdülillah. Allah razı olsun hasbi kardeşimiz hakikaten fedakarene ilgilendi, gece gündüz adeta seferber oldu.

Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir.

“Onların işleri aralarında şûra iledir.” âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.

Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr unvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.

Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb ı şer’iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.

18 Şubat’ta programda olan gezi ziyaretleri oldu, akşamında nurlara müştak olan Nabile ablamızın evinde kapıda hürmetle karşılanarak misafirperverliğin zirvesinde güler yüzle karşılayıp ağırlaması bizleri hakikaten çok etkiledi, Allah onlardan razı olsun. 19 Şubat cumartesi günü kalan bir kısmımız Endonezya’nın en meşhur ve en büyük cami olan İstiklal camiini ziyaret ederek, öğle namazını orda eda ettik. Camide birkaç imam sohbet veriyordu, sohbetten sonra tanışıp Türkiye’den geldiğimizi söyleyince yüzlerinde bir tebessüm belirdi, tanışıp Arapça ve Endonezya dilinden kitaplar verdik, Hasbi kardeş de adresini verdi. Camideki diğer insanlarla da tanışılıp kitaplar verildi.

Oradan gelirken Fethullah hoca efendinin kültür merkezine uğrayıp  tanışıldı, ikindi namazı orada kılındı. Muhabbetle oradan ayrılarak Dersanemize döndük. Bizler 20 Şubat’ta sabah erkenden Malezya’ya hareket ettik. Malezya’ya gelince bizi Emre abiler hava alanında  karşıladılar ve mülk Dersanemize getirdiler. O akşam da Ankara’dan gelen Fevzi Yağar abiler ve Japonya’dan gelen ehli hizmet abilerle dersler oldu.

21 Şubat Pazartesi günü Şemseddin abinin tanıdığı kişi ve kurumlara gidildi. Onlardan biri olan Muslih denilen bir vakfın yöneticisi bizi kapıda güler yüzle karşıladı, 35 tane ilköğretim ve ortaöğretim okullarının olduğunu söyledi. Hoş bir tanışma ve sohbetten sonra Şemseddin abi vasıtasıyla bir soru sorduk; ‘’Türkiye’de bizim hazırladığımız ilk ve ortaöğretim müfredatına uygun kitaplardan getirsek İslam dersi olarak okullarınızda okutur musunuz?’’ dedik. O da ‘’hay hay siz böyle bir şey getirseniz bizlerde bakar okuturuz, güzel olur’’ dedi.

Oradan muhabbetle ayrılıp Malezya’nın hatta uzak doğunun İslam teşkilatı olarak çok geniş ve kapsamlı ABIM denilen kuruluşa gittik. Orada da yetkili olan biri karşıladı, onunla da hoş bir sohbetten sonra Şemseddin abi nurların tercümesi olarak o yetkiliye sordu, o da şunu anlattı ‘’Malezya’nın Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde tüm dünyadaki İslam alimlerinin kitaplarını Malay diline tercüme eden bir heyet var, ben onlarla kontak kurayım Risale-i Nur külliyatını da Malaycaya tercüme ettirelim’’ dedi.

Şemseddin abi ertesi sabah Malezya’dan Türkiye’ye döndü. Bizimle Endonezya’ya gelen 3 kişi Filipinler’e gitmişti, 24 Şubat’ta Malezya’ya geldiler. Güven abi ve Semih abilerle akşamları derslere, İslam üniversitesindeki standa hafta sonu abilerle olan mütalaalı derslere iştirak edildi. Ayrıca İkbal hocanın ev dersine iştirak edildi. İslam üniversitesinde okuyan Yasin ve A.hakim kardeşlerin odalarında arkadaşlarıyla olan derslere iştirak edilip  tanışıldı.

Hülasa hizmetler dolu dolu ve şevke medar oldu elhamdülillah. Malezya’dan vizelerin kalkması da bu hizmetlerin bir ikramı olarak telakki edildi. Ayrıca Bangi’de oturan tercüman olan İbnur Azli ve Enver Fakrı hocalarla Dersanede dersler oldu, evlerinde çay içirdiler. Zaten İbnur Azli hoca yaklaşık 5 senedir evinde Kur’an kulübü adında resmi olarak ukm’deki hocalarla ve talebelerle Malayca ders yapıyor. İkindiden sonra akşama kadar malayca tercüme edilen Küçük Sözler tashih edildi ve tashih için haftada 2 gün biraraya gelerek tashihe devam kararı alındı.

Akşam İslam üniversitesinde hukuk fakültesinde doçent olan İkbal hocanın evine derse gidildi, orada yatsı namazını kıldıktan sonra malayca münacattan İkbal hoca ders okudu. Zaten İkbal hocanın evinde de malayca dersler oluyor. Dersten sonra hoş bir muhabbetle evinden ayrıldık.

Bangi Dersanesine gittik, bu Dersanede de malay talebeler kalıyor. Malay talebelerden Hayrul Enver isimli kardeş üniversiteden yaklaşık 10 malay arkadaş getirmiş, biz gelene kadar dersler yapmışlar. Biz de Prof. Adem abi ve Prof. Ramazan abilerle o malay talebelere malayca kitaptan dersler okuduk ve muhabbet ettik. Haftalık derse geleceklerine söz verdiler, zaten onların bir kısmı devamlı geliyormuş.

Bütün bunlar ile beraber 2011 yılının Ekim ayında Malezya İslam üniversitesinde yapılması kararlaştırılan Sempozyuma Prof. Dr. Ahmet Akgündüz abinin kendisine yazdığımız mektuba cevap olarak sempozyuma konuşmacı olarak katılmak istediğini ve ayrıca en az bir hafta kalıp üniversite ve benzeri kurumlarda konferanslar vermek istediğini söyledi. Son olarak Pidato Bahasa Malayu isimli Malay dili yarışmasında 61 ülkenin  katıldığı ve Malezya başbakanı Nejib Bin Rezzak’ın da katıldığı 10.000 den fazla kişinin hem salonda hem de televizyondan canlı olarak izlediği  programda Dershanede kalan İslam üniversitesinde okuyan İbrahim Dağlı kardeşimiz Dünya birincisi oldu. Bundan daha önemlisi, yaptığı konuşmasında konusu gereği Üstadın ismini vererek temel ahlakın anne ve babadan başladığını söyledi. Ve onunla yapılan röportajlarda “malaycayı nasıl öğrendin?” sorusuna cevap olarak Risale-i Nurların Tercümesi vesilesiyle öğrendiğini söyledi.

(Halil İbrahim Dağlı kardeşimiz Siirtli olup, Malezya İslam üniversitesi İlahiyat fakültesinde okuyor. Aynı zamanda İslam üniversitesi Talebe birliği başkanlığı yapıyor ve İslam ünv. Camii müezzini olarak seçildi.)

Bütün abi ve kardeşlerin selamlarını iletir dualarınızı bekleriz.

Malezya Nur Cemaati

20.02.2011

www.NurNet.org

Konya’da Yurtdışı Hizmetleri Değerlendirildi

İstanbul’dan yola çıkıp, yaklaşık 10 saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra, Konya Otogarına vardık. Yere ilk ayak bastığımızda Konya’nın düzlük coğrafyası, geniş yol ve sokakları ile düzenli şehir planlaması dikkatimizi çekti. İnsanlardaki huzur halinden, Mevlana’nın maneviyatının bu şehri adeta kucakladığını hemen farkedebiliyorsunuz.

Trafik sıkıntısının pek olmadığı bu güzel şehirde, yaklaşık 10 km mesafedeki merkezine kısa zamanda vardık. Mevlana’ın türbesini ziyaret ettik. Burası dünyanın her tarafından gelen turistlere ev sahipliği yapıyor. Biz oradayken yüzlerce turist vardı. Mevlana’nın “Ne Olursan Ol Yine Gel” çağrısı dünyanın dört bir tarafına ulaşmış.

Ardından, türbenin karşısındaki mezarlığı ziyaret ediyoruz. Burada Üstad Bediüzzaman’ın kardeşi Abdulmecid Nursi’nin mezarını ziyaret ediyor ve fatihalar gönderiyoruz. Sonrasında Şems-i Tebrizi Camiine gidiyor ve bu mübarek zatın mekanında dualar ediyor, içerdeki manevi atmosferden istifade etmeye çalışıyoruz.

Şems-i Tebrizi Camiinin hemen arkasındaki Dersanemize gidiyoruz. Burası 5 katlı olup, en üst katında büyük bir ders salonu var ve  uzun yıllardır hizmete devam ediyor.

Konya’nın bir çok yerinde Dersaneler mevcut olup, buraları adeta manevi bir istasyon gibi, iman hakikatlerini neşrederek, insanların manevi kuvvetlerine destek veriyor. İmanın bu dünyada dahi bir cennet hayatını kazandırdığına, bu mekanlardan istifade edenler şahit oluyor.

Ve meşverete başlıyoruz. Yurtdışı hizmetleri ile alakalı çok kalabalık bir grupla bir aradayız. Yurdışında hizmet edenlerin tecrübeleri paylaşılıyor, karşılaşılan sıkıntılara çözümler aranılıyor, hiç hizmetin gitmediği ülkelere nasıl hizmetin götürebileceği üzerine fikir teatileri yapılıyor, hizmette bulunan abi ve kardeşlerimizin gayreti, sebatı, ihlası bizlere hüsn-ü misal oluyordu.

Hali hazırda 72 ülkede devam eden hizmet faaliyetlerini duyuyor, lakin dünyada 230’dan fazla ülke olduğunu düşündüğümüzde, yol katetmemiz gereken daha çok mesafe olduğunu fark ediyoruz.

Çeşitli ülkelerdeki hizmetleri dinleyince mesrur oluyor, Risale-i Nur’daki İman ve Kuran Hakikatlerine tüm dünyada ne kadar ihtiyaç olduğunu tekrar hatırlıyoruz. Beyazı, siyahı bu hakikatlere sahip çıkıyor, imanını kuvvetlendiriyor, Müslüman olmayanlar ise İslamiyetle şerefleniyordu.

Bir çok ülkede müsait bir zemin oluştuğunda Dersane açılıyor ve kısa bir zamanda Dersane etrafında Risale-i Nur okuyanlardan müteşekkil küçük bir cemaat neşv-ü nema buluyor. Bizler de bu numuneleri duyunca , Üstad Bediüzzaman’ın tesis ettiği Dersane metodunun tüm dünyada ne kadar geçerli olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz.

Meşveret sonrasında,  kulaklarımızda;

“Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür seda, İslamın sadası olacaktır…”

hakikati çınlıyor ve “Nasıl insanlara daha faydalı olabiliriz? Kuran Hakikatlerini tüm dünyaya duyurmak için daha neler yapabiliriz?” mülahazalarıyla İstanbul’a dönüyoruz.

www.NurNet.org