Etiket arşivi: saadet-i dünyeviye

Hanımlar Nasıl Mutlu Olacak?

Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı Lâzımdır tâ dayansın.

Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları! Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri. {(**): Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir bîçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyane bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ı ulviyesini söndürür.}

Memnu’ heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları. ( Sözler, 727 )

Hanımların rahat edip hürmetle anıldıkları ortam, evleri ve aile hayatlarıdır. Fıtraten hassas ve nazik olarak yaratılmış hanımlar ailedeki manevî, hissî paylaşımları yönlendiren, geliştiren, ferdler arasındaki akışı sağlayan birer nazenin şefkat aynalarıdır. Bu aynalar aile hayatları dışında “ekmek kavgası”nın kıyasıya yaşandığı ortamlara girdiklerinde yapılarındaki ince hisler ve duyarlılık bozulur. Kendi ruh dünyasında çatışmalar yaşadığı gibi aile ferdlerini birbirine bağlama, problemleri çözme, çocukların terbiyesi, manevî alışverişlere zemin oluşturma gibi ailenin temelini oluşturan görevleri atıl kalır. Bunun neticesinde anne, baba, çocuklar arasında kopukluklar olur. Aynı sofrayı paylaşsalar bile fikir ve his olarak birbirlerine aks edecek sıcak bir ortam yakalanamaz. Birbirini anlama, destek olma, alakalanma gibi pek çok ruhî ve insanî ihtiyaç karşılanmamış olur.

Neden? Çünkü evin annesi sabahtan akşama kadar dışarıda bir sürü insanla uğraşmış, sinirleri yıpranmış, kendisi dolmuş ve deşarj olacak bir ortam ararken bir de ev işlerinin üstüne ailenin diğer ferdlerinin problemlerine yönelmesini beklemek insafsızlık olur.

Peki ne olacak? Evin annesi geçim derdini üstüne aldıysa, fizikî olarak anne olsa da mana olarak “babalaşmıştır”; yani artık evin 2 babası vardır.

Peki anne nerde? Anne yok; anne misyonunu yüklenecek kimse yok çünkü.

Peki annesiz aile devam eder mi? Sırf maddeyi paylaşmaya aile hayatı diyorsak, annenin muazzam terbiye misyonu olmadan da aile o kadar devam eder; yani etmez. Çocuklar ve eş ilgiye, şefkate, uyarılmaya, dertleşmeye, paylaşmaya, konuşmaya muhtaç bir şekilde maddî hayatlarına devam ederler; ama mana hayatlarında doldurulması müşkül kocaman gedikler açılmıştır. Güven, aidiyet hisleri tam tatmin olamamıştır. İhtiyacı olduğunda yanında olan bir annesi, eşi yoktur çünkü. Anne de yoğunluktan -kendi dahil- ailede kime ne olup bittiğini fark edemiyordur. Dış alemde mesul olduğu vazifesi ve onunla ilgili bir sürü sıkıntılar üstüne ailedeki karmaşık insanî sorunlar hanımı da zaman içinde çok yıpratır. Saçını süpürge etse de: “çocuğuma laf geçiremiyorum, onu anlamıyorum, o da beni anlamıyor” gibi yakınmaları duyarız. Halbuki çocuğunu veya eşini dinleyecek vakit, kendinde istek dahi bulamamıştır. Bu yüzden:

“Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede.” Demiştir.

Üstad Hz.(RA)’ın dediği gibi:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” (24.Lema)

Hanımların ailedeki en esaslı görevi çocuklarına manevî ders vermesi, sağlam bir ahlak üzere yetiştirmesi, hayata istikametli bir bakış açısı kazanmalarına gayret etmesidir. Bu çok zaman ve emek, ilgi isteyen manevî terbiyeyi ailede şefkatli bir otorite olan anneden başkasının vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla toplumun geleceğini oluşturan çocukların en ehemmiyetli muallimi olan annelerin vazifesi çok büyüktür. Hanımı dışarı çıkarıp çalıştırmak suretiyle evdeki dengelerin bozulmasına sebep olmak akıllıca bir iş değildir. Ailesinden kopuk, ahlakı kötü, manevî değerlere duyarsız bir evladın açtığı zararı annenin kazandığı binler maaşla dahi kapatmak mümkün değildir. Çünkü kaybedilen bir “insan”dır. Ergenlik yaşına gelmiş, karakteri oturmuş bir çocuk için “uzman desteği” de alsak ne kadar onun ruh dünyasında düzeltmeler yapabiliriz?

“Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı.”

Hanımın takvası yani manevi temizliği zînetidir; hanımı güzel gösteren suretten ziyade sîret yani ahlakıdır. Ahlakının güzelliği haşmet verdiği gibi, günahtan muhafaza olunmuşluğu da hanımın cemalidir. Fıtratındaki şefkat kendindeki kemalat olmakla beraber, evladı ile geçirdiği vakitler eğlencesidir.

Halbuki hanımlar evlerinden dış hayata çıktığında, dahil olduğu ortamda hevesleri uyandıracak, nazarları kendiyle meşgul edecektir. Böylece pek çok olumsuzluğun ortaya çıkmasına sebep olur. Aile hayatında bunca vazifeyi atıl bırakıp, dış alemde de verimi düşürecek durumların ortaya çıkmasına sebep olacak bir karar, hiçbir ehli aklın karı değildir ve olamaz. Bu yüzden rızık için -hakikaten mecbur kalmadıkça- dışarı çıkma vazifesini İslam hanımlara yüklememiştir.

Nabi

www.NurNet.org

Hanımların Mutluluğu Nerededir?

Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o bîçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. (24.Lema, 2.Nükte)

Hepimiz hanım olarak günlük ev işlerine yardım edecek kurs veya çalışmalara katılmayı severiz; ta ki o konudaki istidatlarımızı keşfedip çalıştıralım, daha kamil ve pratik işler yapabilelim.

Peki mahiyetimizdeki manevî istidat ve cihazların keşfi ve çalıştırılması hangi kursa devam etmekle olacak?

İnsan mahiyetinde hayra ve doğruya müteveccih olarak yaratılmış kalp, ruh, sır gibi cihazlar varsa da daim şeytandan ders alan, muzır ve şerir bir nefs-i emmare de taşımaktayız. Bu nefsin şerrinden kurtulup kalp ve ruhumuzun inkişafı için manevî bir terbiyeye ihtiyacımız var. Bunun da şartı önce İslam dairesine sonra da belli bir terbiye sistemine kendimizi dahil etmektir. Bu terbiye sistemi hak tarikatler olabildiği gibi, doğrudan doğruya Risale-i Nurdaki ihlas-uhuvvet-hatvelerle çizilen yol da olabilir. Asıl kendimize sormamız gereken “benim manevî bir terbiyeye ihtiyacım var mı?” sorusudur.

Risalelerden alıntıda belirtildiği gibi hanım olarak dünyada saadetli bir hayat yaşamamız ve fıtratımızdaki ulvî seciyelerin inkişafı İslam dairesi içine girme şartına bağlıdır. İslam dediğimiz zaman dinimizin amelî boyutu, emir ve yasakları kast edilir. Öncelikle emir ve yasaklara ittiba dairesine, sonra da ancak bu daire içinde alabileceğimiz “terbiye-i maneviye” altına girmeliyiz. Terbiye ise fiiliyatımızın ve iç alemimizin birbiriyle uyumlu ve hakikate muvafık olması anlamına gelir. Öncelikle davranış boyutunda kendimizi fark ediyoruz ve elden geldiği kadar “emredildiği için” emir ve yasaklara uygun yaşıyoruz. Bu hal bizde yerleştikçe fark ediyoruz ki bir de iç alemimiz var, o davranış iç alemimizin bir yansımasıdır aslında. Dolayısıyla iç alemimizin de Kur’an’a muvafık bir hal alıp almadığını kontrol etmeye başlıyoruz. Bu terbiye ve belli bir çizgide yaşama, yani yapılıp yapılmayacak davranışların belli ve birbiriyle tutarlı olması bize “şahsiyet” kazandırıyor. Hem iç alemimizde bir netlik hem de diğer insanlarla olan irtibatımızda seviyeli bir tutum gösteriyoruz.

Oysa böyle bir terbiyeden mahrum olan ve hanımlığı sadece maddi görüntüsü itibarıyla değerlendiren Rusya gibi toplumlarda hanımlara kıymetlerinin çok altında muamele edildiği binler tecrübe ile sabit bir gerçektir.

Elhasıl: Nasılki kadınlar kahramanlıkta, ihlasta şefkat itibariyle erkeklere benzemedikleri gibi, erkekler de o kahramanlıkta onlara yetişemiyorlar; öyle de o masum hanımlar dahi, sefahette hiçbir vecihle erkeklere yetişemezler. Onun için fıtratlarıyla ve zaîf hilkatleriyle nâmahremlerden şiddetli korkarlar ve çarşaf altında saklanmağa kendilerini mecbur bilirler. Çünki erkek, sekiz dakika zevk ve lezzet için sefahete girse, ancak sekiz lira kadar birşey zarar eder. Fakat kadın sekiz dakika sefahetteki zevkin cezası olarak dünyada dahi sekiz ay ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hâmisiz çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için sefahette erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker. Az olmayan bu nevi vukuat da gösteriyor ki; mübarek taife-i nisaiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe’ olduğu gibi, fısk u sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes’ud bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn. (24.Lema, 2.Nükte)

Hanımların sefahette kabiliyetleri yok hükmünde olduğuna yukarıdaki misal en açık delildir. Hamisiz bir çocuğa hem analık hem babalık yapmak gibi çok ağır bir yükün altına girmek tehlikesi hanımları sefahetten muhafaza eder. Sefahete girmeyen bir hanım düzenli, belli bir aile hayatını tercih edecek; bu da onun daha başka günahlardan muhafaza olmasını temin edip yüksek ahlakına vesile olacaktır.

Maalesef hanımların latif fıtratını menfaatine alet etmek isteyen bazı komiteler, sefaheti hoş göstererek toplumu aldatmakta; hanımları da bu sefahetin malzemesi ve bazılarını da temsilcisi haline getirmektedir. Hanımlara yüksek şahsiyeti ve ahlakı ile değil de dış görüntüsü ile değer biçen bu sistem, hevesleri sürekli uyanık tutarak insanların yüksek hedefler için çalışması yerine nefsî ve geçici şeylerle vakit tüketmesini normal gösterip toplumsal verimi çok düşürmektedir. Sonra da şahsiyet ve namusunu ayaklar altına aldığı hanımı yüksek bir paye vermiş gibi alkışlatıp başka gafillerin de aynı oyuna gelmesine teşvik etmektedir. Böyle sefahete alet, taraftar, dellal, temsilci olmak gibi afetlerden kendini muhafaza etmek aklı başında her hanımın vazifesidir.

Sefahette hakiki bir saadet olmadığı gibi ona taraftarlıkta da acı bir alay vardır. Maddesi ön plana çıkarılmış bir hanım kardeşimizin medya ile teşhir edildiğini düşünelim. Ne kadar para, şan şöhreti olursa olsun, namus, haysiyet ve şerefi ne hale gelmiştir o kardeşimizin? Onu alkışlamak onunla alay etmek değil midir? Vicadanen böyle acı bir alaya razı olabilir miyiz? Kaldı ki o halde olan biz veya bir yakınımız da olabilirdik?.. öyleyse sefahete, hususan hanımların alet edildiği sefahete hiçbir şekilde taraftar olmamalı, destek vermemeliyiz.

Bu hâdisenin bir sebebi şu olmak kavîdir ki; Risale-i Nur, aile hayatına büyük bir faide verip hanımların iffet ve namus ve ismetle ve saadetle hayat geçirmelerini temin ettiğinden, kadınlar Risale-i Nur’a çoklukla rağbet göstermektedirler. Buna bir hüsn-ü misal olarak hanımların neşrolunan birkaç makalesini din düşmanları görmüşler ve bolşeviklik hesabına bir takım uydurma bahanelerle hücuma geçmişlerdir. Fakat aslâ muvaffak olamayacaklardır. Onların maksadlarının tam aksine olarak, Risale-i Nur’un neşriyatı erkek ve kadınlar arasında hârika bir tarzda inkişaf etmektedir ve edecektir. (Emirdağ Lahikası-2, 219 )

Diyen Bediüzzaman Hz. nurların hanımlar aleminde inkişafıyla menfi komitelerinin ve hanımları alet ederek sosyal hayatı zehirlemeye çalışan din düşmanlarının faaliyetlerinin tesirsiz kalacağı müjdesini vermiştir.

Hâzâ min fadli Rabbi

Nabi

www.NurNet.Org