Kategori arşivi: Yazılar

Çocuklarınıza Niçin At Eti Yediriyorsunuz?

Biraz tuhaf gelmiş olabilir başlık.

Bir de konu; Avrupa’da patlak veren At Eti Skandalı ile eş zamanlı olunca.

Aman Hocam. Biz çocuklarımıza at eti filan yedirmiyoruz ki diyorsunuzdur şimdi eminim.

Ama emin misiniz?

et çeşitleri at etiBu sorumdan sonra da, Hocam bir bildiğin varsa, açıkla, hangi firmalar, hangi markalar? Hangi ürünler? diye zincirleme bir soru sarmalına girdiniz sanırım.

Avrupa’nın en büyük gıda zincir marketleri, Nestle gibi en büyük firmaları, Catering şirketleri, dondurulmuş gıda satan firmaları, peşpeşe piyasadan ürünlerini çekiyorlar.

Hiç düşündünüz mü Dostlarım?

Acaba neden Avrupalı Gıda Şirketleri, içeriğinde at eti bulunma ihtimaline karşı, hem de milyonlarca avroluk zararı göze alarak, ürünlerini piyasadan geri çekiyorlar.

Marketlere sattıkları ürünleri, piyasadan geri topluyorlar?

Niçin?

Çok basit; çünkü Avrupalı tüketiciler, çocuklarına at eti yedirmeme konusunda çok duyarlı.

Hassas.

Sorumlu.

Üstelik at eti onlara göre haram filan da değil.

Sadece sağlık ve imaj hassasiyeti dolayısı ile yapıyorlar, bunu.

Çünkü; At etinin karışmış olduğu ürünlerde, insan sağlığına zararlı bazı ilaç atıklarının bulunmasından endişe ediyorlar.

Bu da çocuklarının hormonal dengelerinin bozulması anlamına geliyor.

Bir de at etinin, sığır eti olarak yedirilmesi dolayısıyla keriz yerine konmanın getirdiği imaj kaybı var.

Bu kadar.

Peki makalemin başlığındaki sorumu yeniden tekrarlamak istiyorum;

Siz neden Çocuklarınıza At Eti Yediriyorsunuz?

Yemiyoruz da, yedirmiyoruz da diye düşünen Dostlarım.

Biraz düşünün.

Durum hiç de düşündüğünüz gibi değil.

Üstelik şu anda çocuklarınıza yedirdiğiniz et;

Avrupalıların piyasadan çektikleri etten en az milyon kat daha tehlikeli bir et.

Hem insan sağlığına zararlı.

Hem beyin fonksiyonlarını mahvediyor.

Hem dini açıdan zararlı. Hatta kati olarak haram.

Aile içi iletişimi bozuyor.

Düşünme melekemizi yok ediyor.

Duygusal kalitemizi düşürüyor.

Muhabbeti azaltıyor.

Bu eti yiyenlerde meydana çıkan belirtiler, birkaç gün içinde insanların yüzünün kızarmasına ve topluluk önüne çıkmayacak kadar mahcup olmalarına yol açıyor.

İnsanları birbirine küstürüyor.

Genlerimizi bozuyor.

Saldırganlaştırıyor.

Daha kırıcı yapıyor.

Karakteri bozuyor.

Bu eti yiyenler bir anlamda Yamyamlaşıyor.

Allah Allah dediğinizi duyar gibiyim.

Hocam, valla da billaha da biz böyle kokmuş bir at eti filan yedirmiyoruz çocuklarımıza dediğinizi duyar gibiyim.

Ama Münir Hocanız hiç yalan söyler mi?

Desteksiz atar mı?

Soruyu son bir kez daha soruyorum Dostlarım;

Siz neden Çocuklarınıza (Onların sağlığını, genetiğini, duygu ve düşünce sistemini temamen felç eden) At Eti Yediriyorsunuz?

Pardon. Özür. Tamam.

At eti yedirmiyorsunuz.

Yani at eti konusunda bu kadar hassassınız.

Tebrikler.

Peki son sorumu bir dahaki buluşmamıza kadar iyice düşünün Can Dostlarım;

Avrupalı’lar, dinan yasak olmamasına rağmen, At Eki Skandalında, içine at eti karşımasından şüphe ettikleri milarlarca avroluk ürünleri piyasadan toplayıp imha ederken…

Siz hala niçin; içine (at eti filan değil) direkt ölü kardeş eti karışmış gıybetlerinizle çocuklarınızı beslemeye (!) devam ediyorsunuz?

Niçin?

O hassas dimağları, o terü taze bedenleri, o sınava ve başarıya odaklanmış beyinleri ve masum duyguları niçin ölü kardeş yedirerek; DUMURA UĞRATIYORSUNUZ?

AVRUPALILAR, İÇİNE AT ETİ KARIŞMA İHTİMALİ OLAN ETLERİ PİYASADAN ÇEKERKEN;

SİZ; İÇİNDE ÖLÜ KARDEŞ ETİ BULUNAN KOKUŞMUŞ ÜRÜNLERİNİZİ (GIYBETLE DOLU SOHBETLERİNİZİ VE BİRBİRİNİZİ ARKASINDAN ÇEKİŞTİRDİĞİNİZ KONUŞMALARINIZI) NE ZAMAN PİYASADAN ÇEKECEKSİNİZ?

Münir Arıkan / Çocuk ve Aile

Tillo’lu Said

Tillo’da doğdu..

İsmi Said oldu..

Bilmezdi ki bu aydınlardan çıkan said..

Zamanın  Said’i ile adaş olacak..

 

Bediüzzaman gelmişti Tillo’ya..

İnzivaya çekilmişti orada..

Türbe-İ  Hatun-U Hasya’da..

Münacat etmiş Rahman’a..

 

Ya Rab bana Tillodan bir muavin ihsan eyle..!

Bu münacat kabul  olmuş arş-ı alada..

Mecazi mehdi getirmiş aslolan mehdiye..

Bir meczub vesile olmuş bu kahramana..

 

Üstadın Sungur’u açmış kapısını..

Yanında mecazi mehdi ve pederi..

Demiş o mecazi ben mehdiyim..

Rasulullahın (a.s.m.) selamı var size..

 

Sungur Ve Bayram’ı demiş onlara..

Bak üstadın ışığı kapalı kimse olmaz..

Bu saatte yanına giremez..

Dönmüşler kapıdan orada..

 

Varmışar bir han’a..

Konaklamışlar orada..

Sabah olmuş Ceylan’ı gelmiş han’a..

Üstad sizi ister yanına..

Ama bana lazım iki kişi..

Sizde var üç kişi..

 

Mecazi demiş siz gidin..

Ben daha gelmem..

Peder veled gitmişler..

Ceylan’ın peşine düşmüşler..

 

Üstad görünce saidim hoş geldin..

Ben 50 sene önce sizin oradaydım..

Demek seni ihsan etti Muhsin-i hakiki..

Hoş geldin safa geldin..

 

Pederi der bizimki düşmüş yola..

Ben mehdiyim diyen birisinin yoluna..

Üstadı demiş kardeşim o meczubtur..

Said asrın saidine refik olmuş..

 

Mahkemeler, tevkifler, takipler..

Bu saidin yolunda normal olmuş..

Ankarada nuru teksir etmiş..

Gayet metin bir muavini olmuş said..

 

Rahman razı olsun Tillolu Said Özdemir Ağabeyimden. Başımızda şefik ve nazır olarak sıhhatla görmek isteriz daim.. Said Özdemir ağabeyimizi.

İhlas nur neşriyatla hizmette..

Ta o zaman üstada sermaye verdi neşriyata..

Halen üstadından aldığı tarzla..

Tabetmeye devam eder..

 

Memleketi tenvir eder ihlas nur’la..

Sirac-un nur’u..

Tılsımlar mecmuası..

Zülfikar mecmuası’nı da tabetti yeni yazıyla..

 

Bir kardeş görür 3 defa üstadı rüyasında..

Said’e söyle yeni yazıyla tabetsin Sirac-un Nur’u..

2 defa unutur 3.defa rüyada tokat yer..

Unutur mu bir daha..?

 

Hemen söyler Tillo Kahramanına..

Yeni yazı ile tabeder ağabey..

Allah’ım razı olsun..

İhlas nur’la hizmet eden Kahramana


Muhammed Numan Özel

www.yozgatnur66.blogcu.com

Ahlakıyla geride kalanı, ibadeti de öne çıkaramıyor!

Yıllar önce bir gazeteci arkadaş, “Sizinle röportaj yapmak istiyorum.” dedi. “Buyur, gel…” dedim. Şöyle bir soru yöneltti: “Hiç ‘Keşke…’ dediniz mi?”

Herkes gibi hayata başladım, sonra kendimin heykeltıraşı oldum. Mermer sütunumu yonta yonta onu insana benzetmeye çalıştım. Hayal dünyasına dalıp mazinin tarlalarında dolaşarak “Ah keşke” diyeceğimiz çok şeyler olabilir amma neye yarar? Mazi elimizden çıkıp gitmiş, istikbale hükmedemeyiz. Öyleyse yaşadığımız zamanı en iyi şekilde kıymetlendirmek gerekir. Yine de bu soruya şöyle cevap verdim:

Keşke hiçbir menfi tavrım olmasaydı. “Kabul etmem, istemem, yapmam” gibi kelimeleri ya hiç kullanmasaydım veya çok az kullansaydım. Bu yaşa kadar her çeşit insanla tanıştım, pek çok insanla çalıştım. Gördüm ki, uzun vadede başarılı olan arkadaşlarımın bütünü tebessüm edebilen ve güzel görüp güzel düşünebilen kişilerdi. Bu yalnızca iş hayatında geçerli bir kural değil, aile hayatında da çok geçerli bir kural… Efendimiz’in (sas) hayatını okuduğumda hiçbir sahnede menfi bir tavrını göremedim. Mesela Peygamberimiz’in (sas) vefatından yıllar sonra bir gün, Ebu Hureyre (ra) çarşıya gider ve malını satmakla meşgul olan esnafa “Mescitte Resulullah’ın mirası taksim edilirken ben sizleri burada görüyorum.” der. Tabii bu haberi duyanlar mescide koşar. Amma kimse dağıtılan bir miras göremez ve geri dönerler. Ebu Hureyre’ye (ra), “Biz taksim edilen bir şey göremedik.” derler. “Sadece bazıları Kur’an okuyordu…” Ebu Hureyre (ra) şöyle cevap verir: “İyi ya; Resulullah’ın mirası da zaten Kur’an değil midir?” O zaman şöyle düşünürüz; mademki Efendimiz (sas) yaşayan Kur’an’dı; öyleyse O’nun mirasından en büyük payı, O’nun ahlakına en çok tâbi olanlar alabilir.

Okuyarak, anlayarak, ibret alarak ahlak anlayışını geliştirmek lazım. Mesela bir anlık sinirle, fevri davranmanın sonu ne oldu? Kavga etmenin, yanlış sözler söylemenin sonu nereye vardı? Kinin sonuçları ne oldu? Açıkça görüyoruz bunları.

Akıllı bir insan için akrabaları, komşuları, arkadaşları bir laboratuvardır. Onların sergilediği davranışlara bakıp, güzel ahlakın insanı hangi noktaya ulaştıracağını anlayabilir. Zaten biraz tefekkür yapınca anlaşılacak ki, Müslümanların en acil ihtiyacı, güzel ahlaktır!.. Ahlakı ve davranışları, karşısındaki şahsın hareketlerine göre şekillenmeyen, bulunduğu yerde bir ahlak abidesi gibi durabilen kişileri görünce, “Bundan daha büyük hizmet olur mu?” diye düşünüyorum. Ahlakıyla geride kalan bir kişiyi de ibadeti öne çıkaramıyor… Fazilet kulesi yokuştur; inilmez düşülür. Bir söz, bir hareket, insanı fazilet kulesinden düşürebilir.

Hekimoğlu İsmail / Zaman

Halife Hz. Ömer’den bir yönetici ve danışmanı dinleme örneği!

Öyle anlaşılıyor ki, samimi yöneticiler doğru sözlü danışmanlarını dinleyerek istişare ile karar verirlerse isabetli sonuçlar elde ederler.

Tıpkı dünyaya adalet örnekleri veren Hz. Ömer Efendimiz’in, yönetimi boyunca hep danışmanlarına sorarak yanlış kararlardan kurtulup isabetli kararlara imza attığı gibi.

Bugün sizlere, işte böyle bir yönetici ve danışman örneği sunmak istiyorum. Belki de bir daha ibretle okuyacak, takdirle düşüneceksiniz bu tarihî yönetici ve danışman olayını.

Bilindiği üzere on senelik halifeliği boyunca geceleri yatağında uyumayan Halife Hazret-i Ömer (ra) Efendimiz, yanına aldığı danışmanı ile Medine’yi bir uçtan bir uca sabahlara kadar dolaşarak halkın huzurunu sağlamaya özel bir dikkat ve hassasiyet gösteriyordu. Bir gece yine âdeti olduğu üzere yanına aldığı danışmanı Abdurrahman bin Avf’la birlikte sessizce yürüdükleri Medine sokaklarından birinde bir evden karışık eğlence seslerinin geldiğini duyarlar. Biraz daha yaklaşınca gelen seslerden bir tahmin yapan Halife, hemen yorumunu yapar:

– Ey Abdurrahman! der, bu evin içindekiler içmişler, sarhoş naraları atarak komşuları rahatsız ediyorlar! Ne dersin, huzuru bozan bu sarhoşlara ne türlü bir ceza verelim?

Halife’nin bu görüşüne danışmanı Abdurrahman bin Avf iştirak etmez!. Hatta iştirak etmemekle de kalmaz, aynı zamanda itiraz da ederek der ki:

-Bana kalırsa ceza verilecek olan, evinde özel hayatını yaşayan o insanlar değil, sokakta onların mahremiyetlerini araştıran bizleriz!.. Hatta der, onlar evlerinde bir suç işlemişlerse biz sokakta onların özel hayatlarını tecessüs ederek üç suç birden işlemiş oluyoruz.

Bu itiraz karşısında irkilen Halife, düşünmeye başlar. Neden sonra sorusunu şöyle sorar:

– Ne türlü suç işlemiş oluyoruz biz burada bu halimizle?

Danışmanı düşündüklerini tereddüt etmeden açık seçik şöyle sıralar:

-Allahu Azimüşşan, Hucurat Sûresi’ndeki ayetinde, “Zan ile hüküm vermekten kaçının!.” buyurdu. Biz ise gözümüzle görmediğimiz halde zan ile hüküm veriyoruz.

‘İnsanların ayıplarını araştırıp da ilan etmeyin!’ buyuruyor, biz ise evlerindeki gizli hallerini açığa çıkarıp ilan ederek cezalandırmak istiyoruz.

3- ‘Birbirinizin gıybetini yapmayın!’ buyuruyor. Biz gecenin bu saatinde hem zan ile hüküm veriyor hem evinin içindeki gizli ayıplarını meydana çıkarmak istiyor, hem de burada gıybetlerini yapıyoruz!. İşte bunlardan dolayı aslında cezalık işi biz yapıyoruz, ev sahibi değil ey Müminlerin Emiri!..

Kararlarını hep istişare ile veren koca Halife, danışmanından gelen bu açık seçik istişari görüşleri dinledikten sonra bir müddet sessiz sedasız olduğu yerde bekler.. En sonunda elini, doğru sözlü danışmanına uzatarak tarihi kararını şöyle verir:

Ey Abdurrahman der, tut şu elimden de bir an evvel buradan uzaklaşalım; yoksa ev sahipleri dışarı çıkar da bizi bu halde görürlerse, gerçekten de biz onlara değil, onlar bize ceza isteyebilirler!

Oradan hızla uzaklaşırken kendisini yanlış düşünce ve karardan kurtaran istişare arkadaşı danışmanına duyduğu memnuniyetini şöyle ifade eder:

– Kendi düşüncesini danışmanına sormak, doğrusunu duyunca da inat etmeyip hemen kabul etmek ne güzel bir istişare anlayışıdır. Hem yanlış düşünmekten hem de yanlışı uygulamaktan kurtuluyor yönetici, düşündüğü doğruyu açıkça söyleyen danışmanı sayesinde! Allah samimi yöneticiyi böyle samimi danışmanlardan hiçbir zaman mahrum eylemesin!

-Ne dersiniz?.. Dünyaya adalet dağıtan Halife Hz. Ömer’in danışmanından dinlediği doğruları hemen kabul etme örneğinden bizlere de mesaj var mı? Deve devrinden füze çağına verilen bu açık istişare örneğine bugün dünden daha fazla muhtaç değil miyiz? Biz her şeyi kendimiz biliyor, kimseye sorma gereği duymuyoruz demeye getirmiyoruz değil mi? Şayet böyle ise Halife Hz. Ömer Efendimiz gibi başarılı olmaya adayız demektir inşaallah..

Ahmed Şahin / Zaman

Abdullah İbn Ömer (ra)

Hazreti Ömer’in (ra) büyük oğlu ve Peygamber Efendimizin (sav) hanımı Hz. Hafsa’nın kardeşi olan Abdullah, 613 yılında Mekke’de doğdu. Annesi Zeynep bnt. Maz’un el-Cümeyhî’dir. Künyesi Ebu Abdurrahman’dır. Babasıyla birlikte Müslüman olmuştur.

Bedir ve Uhud savaşlarına katılmak istedi fakat Peygamberimiz(sav) tarafından küçük olduğundan dolayı izin verilmedi. Hendek Savaşına on beş yaşında katıldı.

 Hayber seferi, Mekke’nin fethi, Huneyn seferi, Suriye ve Irak’ın fethi, Yermük Savaşı, Nihavend Savaşı, Mısır’ın fethi ve Hz. Eyyüb el-Ensari’nin de aralarında bulunduğu İstanbul seferine katıldı. Yezid’in ölümünden sonra, halifeliğe aday gösterilmiş ancak, kendisi bu teklifleri kabul etmemiştir. Suffe Ashabı”nın da ileri gelenlerindendir. Abdullah ibn Ömer Ebu Hureyre’den sonra en çok hadis rivayet eden sahabedir, 2630 hadisi şerif rivayet etmiştir.

Bilmediği konularda asla fetva vermemiştir. İslam tarihinde müstesna bir yeri olan Hz. Abdullah, her hal ve hareketinde Peygamber Efendimizi (asm) örnek almıştır. Gece namazlarını ömrünün sonuna kadar terk etmemiştir. Hz. Peygamberin (sav) vefatından sonra Ona olan aşırı sevgisinden dolayı, yürüdüğü yollarda yürümüş, altında gölgelendiği ağacın altında oturmuş, o ağaçların kurumaması için sürekli sulamıştır. Servet bakımından sahabelerin ileri gelenlerinden olup yoksullara daima yardım etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i nur adlı eserinde Abdullah ibn Ömer’in iktisat-israf özelliğinden şöyle bahsetmiştir.

“Sahabenin Abâdile-i Seb’a-i meşhuresinden olan Abdullah ibni Ömer Hazretleri ki, Halife-i Resulullah olan Faruk-u Âzam Hazret-i Ömer’in (r.a.) en mühim ve büyük mahdumu ve Sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zât-ı mübarek çarşı içinde, alışverişte, kırk paralık bir meseleden, iktisat için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir Sahabe ona bakmış. Rû-yi zeminin halife-i zîşânı olan Hazret-i Ömer’in mahdumunun kırk para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek, o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister.

Baktı ki, Hazret-i Abdullah hane-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti.

Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti, o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?”

Herbirisi dedi: “Bana bir altın verdi.”

O Sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden, kemâl-i rıza-yı nefisle versin!” diye düşündü. Gitti, Hazret-i Abdullah ibni Ömer’i gördü, dedi:

Ya imam, bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.”

Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemal-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hissettir ve ne de bu israftır”

 Müslüman olan bütün kölelerini azat etmiştir. Sırf azat olmak için Müslüman olunduğu söylentilerine karşılık, “Bizi Allah ile aldatmak isteyenlere aldanmaya razıyız”  karşılığını vermiştir.

İmam Nâfi, Hz. Abdullah için: “Her zaman dualarında belirttiği gibi bin köle âzad ettikten sonra vefat etti” buyurmuştur.

Abdullah b. Ömer’in evinde misafir eksik olmazdı. Aksam yemeklerini yalnız yediği nadirdir. Mutlaka misafiri olur, olmazsa arar bulurdu. Kendisi de dostlarının evinde üç günden fazla misafir kalmazdı. Cuma’dan önce mutlaka yıkanır, abdest alır, güzel kokular sürünürdü. Her namaz için abdest alırdı.

  Abdullah b. Ömer musikiyi sevmezdi, Teganni ve saz seslerine kulaklarını tıkardı.

İbn Ömer sekil ve şemali hususunda babası Ömer’e çok benzerdi. Uzun boylu ve esmerdi

 Resûlullah(sav) efendimiz ona çok iltifat edip, Kıyamet günü herkesin beratı her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah’ın beratı ise, dünyada verilmiştir buyurarak onu medh ve sena etmiştir

Abdullah b. Ömer – “Yâ Rabbi, bana cennet vacip olmadan canımı alma” diye dua etmiştir.

  İbn-i Ömer Hazretlerine Irak halkından biri:

-“İhramlı kimse sinek öldürse ne lâzım gelir?” deyince sert bir tavırla:

-“Rasûlüllah’ın sevgili torunu Hz. Hüseyin’i katlettiniz de, şimdi sineğin katlini mi soruyorsunuz?” diye sitem etmiştir.

Hac mevsiminde adamın biri ucu zehirli bir mızrak ile Abdullah b. Ömer’i ayağından yaraladı. Vücudu zehirlendi. Bu zehirlenme vefatına sebep oldu. 692 yılında Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir.

Çetin KILIÇ /Lüleburgaz

Kaynaklar:

Hadis külliyatı, Risale-i Nur, Ehli Sünnet Büyükleri.