Kategori arşivi: Yazılar

Mevlid Kandiline Özel: “Kutlu Doğum sahibinden üç örnek!..”

1442. doğum yılını kutladığımız Efendimiz (sas) Hazretleri’nin düşündüren üç önemli örneğini arz etmek istiyorum bugün. İsterseniz birlikte okuyalım günümüze mesaj yüklü üç önemli örneği.

1- Mal senin borç benim örneği!.  

gül ve yapraklarıSıkıntı içinde kalan gerçek yoksullara yardımı ihmal edilemez görev bilirdi. Bu sebeple davet ettiği miskin derecesindeki gerçek muhtaçlara önceden hazırladığı yardımı sırayla dağıtmış, alanlar da sevinçle evlerine dönmüşlerdi. Tam bu sırada bir başka gerçek yoksul adam da uzaklardan koşarak gelip kendisine verilecek bir şey kalmadığını anlayınca mescidin avlusunda yığılakalmıştı. Efendimiz, bu gerçek yoksulun ümitsiz ve perişan halini görünce teselli etti:

– Üzülme sana da bir çare bulabiliriz, dedi!.. Bulduğu çareyi de hemen şöyle anlattı:

– Buradan doğruca çarşıya git, ihtiyaçlarını satan dükkânlara gir, ne lazımsa al, sonra dükkân sahibine de ki: “Mal benim, borç Resulullah’ındır!.”

Yoksul adam, şaşırarak böyle şey olmaz demek istemişse de Efendimiz, onu ihtiyaçlarını satan dükkânlara doğru yönlendirerek tembihini tekrarladı:

– İşte şuradan doğruca dükkânlara girecek, ihtiyaçlarını alacaksın, sonra da: “Mal benim borç Resulullah’ındır,  diyerek evine döneceksin, ödemesi bana ait olacaktır!”

Demek ki gerçek manada darda kalana yardım edemediği yerlerde borçlarını yüklenmeyi dahi göze alıyor, böyle örnek veriyordu ibret alacak imkân sahiplerine.

2- Hizmet eden mi, hizmet edilen mi olmak istersiniz?

Hizmet edilmeyi değil hizmet etmeyi seviyordu. Bu sebeple misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder, ikramda bulunurdu. Bir gün çölden biri gelip “Kim bu insanların efendisi?” diye sordu.

O sırada misafirlerine süt ikram eden Efendimiz de:

-“İnsanların efendisi, insanlara hizmet edendir!” buyurdu.  Bu sözüyle hem kendisine işaret ediyor hem de insanların efendisinin insanlara hizmet etmesi gerektiğini ifade ediyordu.

Nitekim bir yolculuk dönüşünde herkes hurmalıkta istirahate çekilmiş dinlenirken bazıları yemek yapmaya hazırlanıyorlardı. Biri, ben yemekleri yapayım, biri, ben de su getireyim, derken biri de, ben de ateş yakayım, deyince, Efendimiz (sas) Hazretleri de istirahat ettiği ağacın gölgesinden doğrularak, “Öyle ise ben de yakacağınız ateşe odun toplayayım.” buyurdu.  “Biz hizmetlerin hepsini de yaparız, siz dinlenin” diyenlere de:

– Bilirim ki siz hizmetlerin hepsini de yaparsınız, ama siz hizmet ederken ben seyirci kalmaktan mutluluk duymam. Hizmet edilen değil, hizmet eden olmayı tercih ederim.” dedikten sonra  kalkıp odun toplayarak  hizmete seyirci kalanlardan değil, hizmete iştirak edenlerden olmayı tercih etme örneği verdi bizlere…

3- Faydalı buluş kimde görülürse görülsün sahip çıkılmalı mıdır?   

Sahabeden Temimdari, Şam’daki Hıristiyanlardan aldığı zeytinyağı yakan bir kandili getirip Resulullah’ın mescidinin tavanına asmıştı. O günlerde Müslümanlar böyle bir kandilin varlığını bilmiyor, evlerinde de kullanmıyorlardı…

Az sonra Efendimiz (sas) gelip dumansız, külsüz tavana asılı olarak ışık veren kandili görünce, “Kim getirdi bunu?” diye sordu. Oradakiler suçlu gösterir gibi Temimdari’yi göstererek “Hem de Şam’da Hıristiyanlardan alıp getirmiş.” dediler. Arkasından da bir azarlama beklemeye başladılar.  Ancak Peygamberimiz tebessümle baktığı Temimdari’ye, unutulmayacak duasını şöyle yaptı:

– Sen bizim mescidimizi aydınlattın, Allah da senin kabrini aydınlatsın!.. Sözlerine şunu da ekledi:

– Unutmayın, faydalı buluşlar müminin kaybettiği öz malı gibidir. Kimde bulursa sahip çıkıp benimsemeli, Müslümanlara bu faydalı buluşu kazandırmalıdır!..

– Fatebiru ya ülil ebsar!.. Düşünün ey basiret sahipleri!

Hoş Geldin Ya! Hatemül Enbiya

İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen en son ve en büyük peygamber,Hatemül Enbiya Hz. Muhammed (sav) 571 yılında kameri aylardan rebiü’l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bu mübarek geceye “Mevlit Kandili” denir. 23.Ocak 2013 Çarşamba akşamı, Perşembe gününe bağlayan gece mevlit kandilidir.

Kur’an’ı Kerimde Hazreti Muhammed (asv) hakkında nazil olan Ayetlerden iki tanesi aşağıya yazılmıştır.

“Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen o’dur. Buna şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ın Resulüdür.” 1

“De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınız bağışlasın.” 2

Kur’an’ın i’cazını beyan eden, Kur’an’ın malı olan ve Kur’an’dan tereşşuh eden Risale-i nurun müellifi Bediül beyan ve Bediüzzaman Hazretleri, O’ Reisül Enbiya ve evliya için şöyle demiş:

“Cenab-i Allah (cc) bilerek ve hikmetle tasarruf ediyor.”madem yapan bilir, elbette bilen konuşur. Madem konuşacak; elbette zişuur ve zifikir ve konuşması bilenlerle konuşacak. Madem zifikirle konuşacak; elbette zişuur içinde en cemiyetli ve şuuru külli olan neviyle konuşacaktır. Madem insan neviyle konuşacak; elbette insanlar içinde kabil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.

“Ben, şu kâinat Hâlıkının mebusuyum. Delilimde şudur ki:

 Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte, parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamere bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız, beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız, iki üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte, iki yüz, üç yüz adamı tok ediyor.” 3 3- Mektubat 19 mektup

İnsanlığın akıl ve kalbinde yer alan “Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” sorularının cevaplarını çözecek ve kâinatın sahibini ilan ve ispat edecek bir zat lazımdır. İşte o zat ancak Muhammed (asv) gibi bir zat olacak ki sadece insanlar üzerinde değil; belki cansız varlıklar üzerinde de yansıması tezahür edecektir.

Kâinatın vekili olan Hz. Muhammed (asv) parmağı ile ay’ı ikiye bölmesi,  hayvan ve ağaçların o’nu tasdik etmesi belki Cenab-i Allah’ın müstemir (değişmez)  âdetini O’ habibi için değiştirmiş, onu önceki nebiler gibi bir kavme, bir bölgeye veya bir kıta’ya nebi olarak göndermemiş, O’nu bütün kavim ve kıtalara hatta bütün insanlara rahmet için göndermiştir. O’ Resuldür, O’ Hatemül Enbiyadır. O’ Seyidül Enbiya ve Evliyadır. O’ bütün varlıkların mebusudur. Çünkü sahibul miraçtır. Bütün âlemi geride bırakıp Kab-i Kavseyne yükselen, Cenab-i Zülcelâlın cemalini gören, bütün âlemin tehiyelerini mebusluk sıfatıyla hikmetlerle dolu adeta dört zarfı selam yerine Allah’a takdim edendir.

İşte, Mebusluk şanına yakışır o beyan-ı mübarek: “Ettahiyatu, Elmubarekatu, Essalâvatu, Ettayyibatu” dur.

Bütün tahiyyeler, bütün mübarekler, bütün salavatler ve dualar ve bütün kelimat-i Tayyibe Allah’a mahsustur. 3

Ettahiyyatu: Bütün zihayatların insan, cin, melek ve hayvanların yaptıkları ibadetleri sana takdim ediyorum.

Elmübarekatu: Bütün tohumların, çekirdeklerin kudretinle toprak altından çıkıp lisan-i halleri ile yaptıkları duaları sana takdim ediyorum.

Essalavatu: Bütün zişuurların insan, cin ve meleklerin yaptıkları makul dualarını sana takdim ediyorum.

Ettayyibatu: Bütün temiz ruhların enbiya, evliya, şüheda, Salihlerin, meleklerin yaptıkları ibadetleri sana takdim ediyorum, buyurmuşlardır.

Cenab-i Hak, lisan-ı hikmetle: O Hatemül Enbiyaya amirane “selam” etmiş,  melekler de bu müşahedeye “ Allah’tan başka ilah yok, Muhammed O’nun Resulüdür” şahadet etmişler,

İşte Peygamberimizin mebusluk payesi böylece ispat ve ilan edilmiş, beşere de İlahi emir ve talimi ulaştırmaya memur kılınmış, yedi gök ve sema âleminde ki sekineler ve ruhanilerle müşerref olmuştur.

Ayet-i Kerimede Cenab-i Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” 4

“Ya Rabbi bize dünyada ve ahrette güzellik ver ve cehennem azabından koru,” Sevgili Peygamberimizin insanlık için getirdiği güzellikleri hayatımızda tatbik etmeyi nasip et,Amin…., Kandiliniz mübarek olsun.

Rüstem Garzanlı /DİYARBAKIR

Kamu Yöneticisi

KAYNAK

1-Fetih süresi, 28,29,

2-Ali-İmran,31

3- Buhari, Ezan: 148,15

4- Enbiya, 107

Nurun Kahramanı Yapan Hakikatlar

Kuran ve sünnet yoludur bu yol

Bu yola girmek candan canandan geçmek..

Daba beteri tevkif takip mahkeme idamla yargılanma..

Daha niceleri var bu yolda çekilen sıkıntıda..

 

Nice canlar feda edildi bu yola nice..

Asımlar, aliler.. her birisi bu yolda can verdi..

Bu yolda yürümek hem kolay hem de bıçak sırtı..

Ayağını kaydırmamak istikameti muhafaza etmek

 

Üstadın meslek ve meşrebine sağdık kalmaktır..

Sadakat, ihlas, muhabbet, uhuvvet, tesanüd, istihdam..

Daha nice mehasin vardır bu yolda..

Sebat eden bu yolun sadık yolcularına muştular olsun..

 

Neler var neler bu yolda. Hoş ve hoş..

Nurani hadiseler meseleler var yürüyene..

Bu yolda Hafız Alileri o makama getiren tefanidir..

Binbaşı asımı kahraman yapan sıdktır..

 

Ahmed hüsrevleri yapan metanettir..

Mustafa sungurları yapan istihdamdır..

Bayram yükselleri yapan muhabbettir..

Nur talebesini bu mefhumlardır..

Allah hepimizi sadık eylesin davamıza..

 

Muhammed Numan

Geyik Muhabbeti!

Geçtiğimiz hafta ısrarlı talepler üzerine, bir yakınıma misafirliğe gitmiştim.

Misafirliklerde; genellikle geyik muhabbetleri revaçta olduğu için, hem vaktimizin boşa geçmesi, hem de zaman zaman gıybete girilmesi sebebiyle, bu tür misafirliklerden soğumuştum. Çünkü; müdahale edip faydalı konulara yönlendirdiğim zaman, ev sahibinin veya oradaki diğer davetlilerin “..yâ hocam, şimdi ağır konuların zamanı mı? Kaçıncı asırdayız? Zaten ayda yılda bir araya geliyoruz. Ne güzel vakit geçiriyoruz işte!” gibi şuursuz tepkilerle karşılaşıyordum.

Oysa vakit geçirmek için illâ gıybete, film veya maç izlemeye, münakaşalara ve geyik muhabbetlerine hiç gerek yoktu. Hatta hiçbir şey yapmasanız da vakit zaten geçip gidiyordu. Hâlbuki vakit sermayesi bizlere, GEÇİRMEK İÇİN değil, en güzel bir şekilde değerlendirilmek ve onunla ebedî hayat için kazançlar elde etmek için veriliyordu. Eninde sonunda gideceğimiz ve sınırsız olan o ebedi hayatımızın, makam ve mevkileri, şu kısacık sermaye ile kazanılacaktı…

Evet; altın, para, arsa, mal, mülk, gayrimenkuller, antika eşya v.s birçok sermayeler, bekletildiği zaman değer kazanabilir, hatta değer kazanmasa bile, stok edilebilir. Fakat zaman, yani vakit, asla STOK edilemediği gibi, bekletildiği zaman da böylesine kıymetli olduğu halde, tamamen boşa akıp gider. Bizlere sayılı olarak ve zimmetli veriliş gayesinin dışında harcandığı için de, bizlere bu sermayenin hesabının verilmesi kalır. Bizlere bahşedilen zaman, o kadar çok kıymetlidir ki, Yüce Rabbimiz bunu vurgulamak için “zaman” üzerine yemin bile etmiştir. Zamanımızı, boşa harcadığımız zaman bile, bunun hesabını vereceğimize dâir birçok îkaz ayetleri vardır. (Aşağıda birkaçını arz edeceğim, inşallah.)

***

Bu kez, bu misafirlikte sükût durmayı, sadece dinlemeyi ve pek müdahale etmemeyi kararlaştırmıştım. Aslında, müdahale edilmeyince, “acaba % kaç oranında ciddi ve faydalı konulara girilecek” diye de merak ediyordum.

Bu duygularla diğer konukları izlemeye başladım:

Nasılsınız, iyi misiniz?” .. gibi klasik muhabbetler, 3 buçuk saatin sadece beş dakikasına sığdırıldı. Futbol, maç veya siyaset muhabbeti (muhabbeti yerine, münakaşaları demek daha doğru olur) buradaki zamanın % 70’ten fazlasını kapsadı. Bir hayli canım sıkıldı. Çünkü; bizlere, Yüce Rabbimiz tarafından yaratılış gayelerimiz “.. İnsanları ve cinleri ancak ve ancak Rablerini tanıyıp kulluk etsinler diye yarattım” ve “..sizi, hanginiz daha güzel ameller işleyeceksiniz diye, imtihan ediyoruz” ve “şu kısacık fâni ömrünüzde, sakın gafillerden olmayın!” gibi ifadelerle bildirildiği halde, bu sorumluluk ve mükellefiyetin, hiç kimsenin UMURUNDA BİLE OLMAMASI çok ağırıma gidiyordu.

Bu kadar da lüzumsuz konuşmalara, daha fazla tahammül edemezdim.

Bir ara konuyu değiştirmek istedim:

-“Bugün, sabah namazımı Ataşehir’deki Mimar Sinan camiinde kıldım. Mısır’dan gelen dünya birincisi hafızlar Kur’ân ziyafeti verdiler. Binlerce kişi vardı. Hattâ bazı milletvekilleri ve bürokratları da vardı. Hârika oldu..” Gibi açış cümleleri kurdum, fakat sadece hatır için bir dakika kadar üzerinde duruldu. Ve hemen “keçiboynuzu” kabilinden boş konulara geçiliverdi. Böylesine gaflet içinde zaman harcanan bir odadan, başka bir odaya HİCRET zorunda kaldım.

Bunları niçin sizlere anlattım? Kısaca arz edeyim:

Saygıdeğer dostlarım. Her insan ölecek yaştadır, sadece yaşlılar değil.

Bakınız şair bu gerçeği, ne güzel ifade etmiş:

Bu günü düşünürüm, dün geçti, yârın var mı?

Gençliğe de güvenmem, ölen hep ihtiyar mı?…

Aslında tüm geyik muhabbetleri veya masiva denilen Allah’ın c.c. (ve rızasının) dışındaki her şey, lânete uğramış şeytanın, nefret ettiği şu insanlar için hazırladığı planları ve uygulamalarıdır.

İşte Nisa S., 118, 119. Âyetler: O şeytan ki: (Allahın lâ’netine uğrayınca) “Ya Rabbî, Senin kullarından mutlaka bir pay edineceğim (onları kendi tarafıma alacağım). Mutlaka onları saptıracağım, onları (şunu da edineyim, bu işimi de tamamlayayım, şöyle neşeli vakit geçireyim gibi) birtakım temennilerle oyalayacağım. ………” dedi. Kim ki Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinirse, apaçık bir hüsrana uğramış olur…

Oysa; Tekâsür suresinin sekizinci ayet-i kerimesinde:

Sonra o gün (yani kıyamet günü) her türlü nimetten mutlaka hesaba çekileceksiniz” buyrulmaktadır.

Bir hadis-i şerifte de şöyle buyruluyor:

“Ademoğluna kıyamet günü şunlar sorulmadıkça, asla yerinden ayrılamaz: Ömrünü nerede ve ne şekilde geçirdiğinden, İlmi ile ne yaptığından, Malını nerede kazanıp nereye harcadığından ve Bedenini nerede yıprattığından” [Tirmizî]

Evet dostlarım. Geyik muhabbetlerinden bile sıkılmakta haklıymışım, değil mi?

Diğer yandan Yüce Yaratıcımız Mü’minleri şöyle tanımlıyor:

O mü’minler ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” [Mü’min S., 3. Âyet.] Aslında sadece bu Âyet, Mü’minin davranış biçimini çok net anlatıyor.

Hz. Ebu Bekir de bu konuda şunları bildiriyor:

“Allahın c.c. Gazabını ve azabını, ancak Allaha c.c. itaat etmek ve emirlerini yerine getirmek önleyebilir”. (!) Yani geyik muhabbetleri değil…

NETİCE:

Cehennemle sonuçlanacak olan, mutlu bir hayatta hayır yoktur.

Cennetle sonuçlanacak olan, sıkıntılı bir hayatta dahi ŞER yoktur…

A. Raif Öztürk / moralhaber.net

İnsan, ebediyete meb’ustur (gönderilmiş, yollanmıştır) ve saadet-i ebediyeye (ebedî Cennetlere) ve şekavet-i daimeye (sürekli azâba) namzeddir (adaydır). Küçük-büyük, az-çok her amelinden (her türlü yaşantısından) muhasebe görecek. Ya taltif (iltifat ve mükâfat) veya tokat yiyecek. ..Artık, sen bilirsin…

Cumhuriyet Döneminde Bediüzzaman

Sürgün-Hapis yılları içinde yazılan Risale-i Nurlar

 9 Kasım 1922 Perşembe günü TBMM’de Bediüzzaman için kapsamlı bir karşılama merasimi yapılır ve verilen bir önerge üzerine de kürsüde gaziler için kısa bir tebrik konuşması yapar ve ardından da dua eder. Bediüzzaman Ankara’da bulunduğu altı aylık süre içinde, hayatının gayesi olarak gördüğü ”ŞARK ÜNİVERSİTESİ PROJESİ” için bir çok girişimde bulunur ve önemli görüşmeler yapar. 163 milletvekilinin imzası ile teklif onaylanır ve 2 Şubat 1923’te Meclis Başkanlığına sunulur. 17 Şubat’ta komisyona gönderilen ve o yılın bütçesinden yüz elli bin liranın tahsis edilmesini öngören bu kanun tasarısı, Eğitim ve Şeriat komisyonuna gönderilir ama bir netice çıkmaz. Ankara’da M. Kemal’ le geçen olaylı görüşmeden sonra ayrılıp Van’a gitmeye karar verir.Van’a gidiş biletinin üzerindeki tarih 17 Nisan 1923’tür. Bu biletin  en önemli özelliği özelliği, ESKİ SAİD’İ YENİ SAİD’E GÖTÜREN BİR BİLET” olmasıdır…

Bediüzzaman,  Van’da bir süre kalır, bir müddet sonra da  insanlardan uzakta olmak için  birkaç talebesini yanına alıp Erek dağına çıkar ve oradaki bir mağarada hayatını devam ettirmeye başlar. Hz. Muhammed’e peygamberlik gelmeden önce Hira Mağarası’nda bir süre insanlardan uzak kalması, ondan sonra gelen ümmetinin içindeki maneviyat dünyasının ileri gelenleri tarafından da uygulama alanı bulmuştur. Yaşadıkları ortamdan rahatsızlık duyanlar, insanlardan uzakta Rabbiyle baş başa kalacakları mekânları tercih etmişlerdir.

14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu’da yaşayan bilim ve tasavvuf alimi Hacı Bayram-ı Veli ise Ankara’da adıyla anılan caminin altında bir Çilehane yaptırır. Çilehane, manevi olgunluğu elde etmek üzere 40 gün süreyle insanlardan ayrılıp kalınan  küçük bir  odadır.  Orada yalnızca Allah’ı düşünmek, ona ibadet etmek,  onun isimlerini anmak, susmak, az yemek, az içmekten başka bir şeyle meşgul olunmazdı.

Bediüzzaman Erek dağında tam bir inziva hayatı geçirirken Şeyh Sait İsyanı patlak verir. İsyandan önce kendisine başvuranlara nasihat eder, ’’ bu milletin çocuklarına silah çekilmez’’  diyerek isyana katılmayıp hatta yatıştırıcı rol de oynar. Buna rağmen, isyandan sonra doğu’daki nüfuzlu aileleri batı Anadolu’ya sürgüne gönderen hükümet, onu da inzivada bulunduğu Erek dağından alarak sürgüne gönderir. Ve Bediüzzaman Said Nursi’’nin  40 gün değil, bir ömür sürecek çilesi bundan sonra başlar. 1926-1954 yılları arası onun hayatındaki çileli yıllardır. Bu çileli ömürle beraber ileriki yıllarda bütün dünyaya dağılacak ve çeşitli dillere çevrilecek olan Risale-i Nurlar’ın yazılması da bu çileli ömrün meyveleri olacaktır.

1926 yılının şiddetli bir kış mevsimine rastlayan Ramazan ayında (15 Mart-12 Nisan), kızaklara bindirilerek, Trabzon’a, oradan deniz yolu ile İstanbul’a götürülen Said Nursi burada yirmi gün kadar sürecek bir sorgulanmaya tabi tutulur. Bediüzzaman Said Nursi’nin, Şeyh Said isyanı ile hiçbir ilgisinin olmadığı sonucuna varılmasına rağmen Ankara’dan gelen bir emir üzerine Bediüzzaman’ın Burdur’da zorunlu ikamete tabi tutulması emrediliyordu.

             İstanbul’dan İzmir’e, oradan Antalya‘ya ve nihayet oradan da kara yolu ile 1926 yılının Mayıs ayında Burdur’a getirilir. Ancak Said Nursi’nin  buradaki sohbetlerinden endişe edilince, sekiz ay sonra bu kez onu Isparta’ya sürgün ederler. ’Nurun ilk kapısı’’  ilk sürgün yeri Burdur’da yazılmıştır

 25 Ocak 1927‘de Isparta’ya getirilen S. Nursi, burada da sohbetlerine devam etti ve her geçen gün etrafında insanlar toplanmaya ve çoğalmaya başladı. Ancak  bu durum uzun sürmedi,20 gün sonra da Barla’ ya gönderildi. Van-İstanbul-Burdur-Isparta-Barla hattında İLK UZUN SÜRELİ SÜRGÜN HAYATI başladı.

Barla,  Isparta’nın merkeze bağlı küçük bir beldesidir.  Bediüzzaman  Said  Nursî,’nin insanlarla irtibatını kesmek için 1926′ da başlayan sürgün hayatının bundan sonraki yılları, 1934′e kadar  kuş uçmaz kervan geçmez misali bir dağ köyü olan Barla’da göz hapsinde geçecektir. Fakat bu süre içinde de Risale-i Nurların da büyük bir kısmı kaleme alınır.

Burada ilk yazdığı eser Haşir Risalesi oldu.‘’Sözler’’,’’ Mektubat’’ ın tümü ve ‘Lem’alar‘’kitabının da Yirmi Altıncı Lem’a’ya kadarki bölümleri  Barla’da yazılmıştır.

Hükümet, S.Nursinin Isparta valisine gönderdiği şikayet  mektubunu  bahane ederek 25 Temmuz 1934tarihinde onu Isparta merkezine getirtir. Böylece Barla-Isparta hattı ile sürgün hayatının 2. kısmı başlar. Isparta’da kaldığı dokuz aylık zaman diliminde ‘İhtiyarlar Risalesi, İktisat Risalesi ve Hastalar Risalesi’ adı ile bilinen üç tane uzun risale yazılır ve etrafa dağıtılır.

 Ancak yüz yirmi talebesi ile birlikte Mayıs 1935‘te tutuklanıp ESKİŞEHİR HAPİSHANESİ‘ne konur. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi heyeti on bir ay sonra, son kez Bediüzzaman ve talebelerini muhakeme ederek, Bediüzzaman’a on bir ay hapis cezası ile Kastamonu’da mecburi ikamet cezası verir.

1936 Mart‘ında tahliye edilerek, Kastamonu‘ya gönderilir.BaştaAyetü’l- Kübra Risalesi olmak üzere Şualar kitabının Üçüncü Şua‘dan Dokuzuncu Şua‘ya kadarki risaleleri burada yazıldı . Kastamonu’daki  yine uzun yıllar sürecek olan 3.sürgünü de 1943 yılına kadar devam eder.

Kadir Gecesi’ne isabet eden 27 Eylül 1943 de, buradan alınıp önce Anakara‘ya, oradan da Isparta‘ya götürülür. Burada da bir ay nezarette tutulduktan sonra Denizli’ye götürülerek, civar illerden tutuklanarak getirilen talebelerinin olduğu Denizli Hapishanesinekonur. Kastamonu-Ankara-Isparta hattı Denizli hapishanesinde son bulur.‘’Eskişehir’de bana bir ayda çektirdiklerini burada bir günde çektiriyorlar’’ diye hapishane şartlarının kötülüğünü anlatır. Fakat her şeye rağmen hizmetine devam eder . On bir meseleden oluşan’’ Meyve Risalesi’nin dokuz meselesi ile On İkinci ve On Üçüncü Şualar ‘’burada yazılır.

Yargılama sonunda mahkeme heyeti, Bediüzzaman ve talebelerinin müdafaalarını dinledikten sonra, 16 Haziran 1944’te oy birliği ile tüm mahkumların beraatına ve hemen salıverilmelerine hükmeder. Buna rağmen savcı, mahkumları beraat ettirmeyerek cezalandırılmaları için diretir ve davayı Ankara’daki temyiz mahkemesine gönderir. Temyiz mahkemesi, 30 Aralık 1944’te bu başvuruyu reddederek Denizli Mahkemesi’nin beraat kararını onaylar.

Talebeleri ile birlikte tahliye edilen S.Nursi ‘yi, Denizli‘de halk büyük ilgi ile karşılar. Şehir Palas oteline yerleşen S.Nursi, burada bir buçuk ay kaldıktan sonra Afyon ilinin Emirdağ ilçesine mecburi ikamet etmek üzere ayrılır. Fakat burada yaşadıkları için de Bediüzzaman, talebelerine gönderdiği mektuplarda kendisine yapılanların “Denizli hapsini arattığını” ifade ediyor.

23 Ocak 1948′de başta Bediüzzaman olmak üzere, civar illerde bulunan çok sayıda talebeleri  de  tutuklanarak Afyon Cezaevine konurlar. Böylece, daha önceki mahkemelerin beraat kararları hiçe sayılarak, aynı iddialarla tekrardan dava açılır. Eskişehir ve Denizli hapishanelerinin şartlarını mumla aratacak Afyon hapishanesi ve mahkemesi süreci başlar. Mahkeme, nihayet 6 Aralık 1948’de kararını verir.  Bediüzzaman’a yirmi ay, bir çok talebesine de altı ve on sekiz ay aralığında değişen hapis cezasına hükmeder. Karar hemen temyiz edilir. Yargıtay altı ay sonra, 4 Haziran 1949 da Afyon Mahkemesinin ceza  kararını bozar. Bu karar üzerine Bediüzzaman ve talebelerinin derhal serbest bırakılması gerekirken, Afyon Mahkemesi ve özellikle gaddar savcısı, oyalama süreci başlatarak Bediüzzaman’ın yirmi ay hapiste kalması tamamlandıktan sonra serbest bırakır.

’Beşinci Şua’’ olan El Hücettüzzehra ‘’risalesini  burada telif etmeye başlamıştır.

 İnsanlık tarihi içinde hem yazarı hem de  eserleri, Risale-i Nurlar  kadar çile çeken, ömrü hapislerde ve sürgünlerde geçen yazdıklarından dolayı mahkemede yargılanan bir kişi gelmemiştir.

Yine Ankara’dan gelen emir üzerine Afyon‘da polis gözetiminde mecburi ikamete tabi tutulur. Yetmiş iki gün burada tutulan Bediüzzaman 2 Aralık 1949’da hapis öncesi ikamet ettiği Emirdağ‘a geçer. Demokrat Parti iktidarının ilk üç senesinde de Emirdağda ikamet etmeye devam eder.

Üç ay kadar İstanbul’da kalan Bediüzzaman tekrar Emirdağ’ına gelse de 23 Ağustos 1953’te Isparta‘ya yerleşmek üzere oradan da ayrılır. Bediüzzaman, bundan sonraki hayatını daha önce sürgün ve mahpus olarak gittiği yerlerdeki dostlarını ziyaretle geçirir. Merkez Isparta olmak üzere, sık sık kısa seyahatlerle Afyon, Emirdağ, Eskişehir, Eğirdir ve Barla’ya gider. Eski mekânlarını ziyaret eder, dostlarıyla görüşür, talebelerine “dersler” yapar. İstanbul, Ankara ve Konyaya gidip çeşitli ziyaretlerde bulunur. Kitapları için açılan mahkemelere katılır.

Bediüzzaman 23 Mart 1960 günü Urfa’daki İpek palas otelinin 27 numaralı odasında sabaha karşı vefat eder ve Balıklıgöl’deki  mezarlığa geçici olarak defnedilir.

                 DİĞER    ESERLERİN   YAZIM   TARİHLERİ

1-1911 ve 1912 yıllarında

Kızıl İcaz, Muhakemât, Münazarât, Hutbe-i Şamiye,  Deva-ül Yeis, Teşhis-i İllet, Divanı HarbiÖrfî ve Nutuklar.

2-Birinci Cihan Harbi esnasında da ‘’İşarât-ül İ’câz’ı-‘’ adlı eseri  Arapça telif etmiştir.

3-1948-1949’da ‘’Elhüccet-üz Zehra’’ risalesinin telifi ile eserler tamamlanmıştır.

1946’ ya kadar telifat orijinal olarak elle, Osmanlıca yazılıp çeşitli şekil ve tarzlarda etrafa gönderilmiş ve elle çoğaltılarak yayılmıştır.

1946’ da üç teksir makinesi alınarak, risaleler kolayca çoğaltılıp halkın istifadesine sunulmuştur.

1950 yılına kadar teksir makineleriyle çoğaltılan risaleler; 1950’den sonra yeni harfle Türkçe olarak matbalarda basılmaya başlanmıştır. Yeni harflerle matbada ilk basılan eser, Üstadımızın’’KüçükTarihçe-ihayat‘ı’’dır.

1954’ den itibaren de külliyatın matbalarda Latin harfleriyle bastırılması ve dağıtımı en yoğun biçimde gelişmiştir.

Dr.Selçuk Eskiçubuk

Kütahya