Kategori arşivi: Yazılar

Cuma Namazı

Bu yazı: “Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi” başlıklı yazımızın 5. Bölümüdür. Yazının diğer bölümlerine ulaşmak için tıklayınız…

CUMA SABAHI abdestlerini alıp otomobile atladıkları gibi merakla Petersburg’un yolunu tuttular. Heyecanlıydılar. Çünkü ilk defa bütün Müslümanlar’la birlikte namaz kılacaklardı. Yolda, akıllarına takılan soruları Abdülveli’ye sormaya devam ettiler.

Şehre vardıklarında adresi bulmak için hayli vakit kaybettiler. Tam camiye vardıklarında namazın kılınıp cemaatin camiden çıkmakta olduğunu gördüler. Cumaya yetişemediklerini anlayınca üzüldüler. Yetkili biriyle görüşmek istediler. Cemaat kendilerini imama yönlendirdi. İmam, Türkiye’den yeni gelmiş bir gençti. Karşısında heyecanla sorular sorup bir şeyler öğrenmek isteyen Ruslar’ı görünce heyecanlandı, cemaate seslendi:

– İçinizde Rusça bilen yok mu? Gelin şunlara bir şeyler anlatın!

O sırada tevafuk eseri olarak Azerbaycanlı Emin ile yine Türkiye’den gelen Dr. Ali İhsan Bey oradaydılar. İmamın talebi üzerine yaklaşıp onlara muhatap oldular. Yeni Müslümanlar büyük bir merakla sorularını sıraladılar. Biraz ayakta sohbet ettiler; ardından caminin bir köşesine çekildiler. Zira onlar öğrenmeye açtılar. Anlatılanları can kulağı ile dinlediler.

Sohbet çok hoşlarına gitmişti. Zira sorularına mantıklı cevaplar veren kişilerle karşılaşmışlardı. Bu yüzden Emin’le Ali İhsan’ı ısrarla Novgorod’a davet ettiler. Ali İhsan yanında bulunan Rusça Ayetü’l-Kübra’yı kendilerine hediye etmek istedi. Fakat Ruslar, kitabın ismine ve mahiyetine bakmadan:

– Bizim bütün sorularımıza cevap veren bir kitabımız var. Başka kitaba ihtiyacımız yok. Fakat sizin sohbetiniz çok güzel, ne olur gelin, bize anlatın, diye yalvardılar. Aslında sordukları soruların cevapları o kitaplarda vardı. Ama bunu bilemezlerdi. Ali İhsan, bu derece makul düşünen insanlara en iyi hediyenin Risale-i Nur’lar olduğunu düşünerek kitaplardan takdim isteğini tekrarladı. Fakat her defasında aynı cevapla karşılaştılar:

– Bizim kitabımız var. Siz bize sohbete gelin! Buna pek bir anlam veremeseler de daha fazla üstelemediler. Evet, Yirmi Üçüncü Söz gönüllerinde öyle bir taht kurmuştu ki, adeta ona rakip olabilecek bir kitabın varlığına razı olmuyorlardı. O kadar ki, kendilerine verilen kitabın, ismine ve yazarına bile bakmadan, “Bizim kitabımız var!” diyorlardı. Bunun farkına varan Emin ve İhsan da ısrar etmediler, ama davetlerine mutlaka katılacaklarını söyleyerek yanlarından ayrıldılar.

İlginç Manzara

SOFİA VALENTİNOVNA’NIN yattığı üç yüz iki numaralı odanın önüne gelen Abdülkerim ve Resul kapıdan içeri girdiler.

İçeride onları beklenmedik bir manzara bekliyordu. Sofıa Valentinovna yatağı üzerinde oturmuş, başını iki eli arasına alarak derin düşüncelere dalmıştı. Kendinden geçmişçesine hoparlörden gelen sesi dinlemekteydi. Evet, daha üç gün önce stüdyoda kaydederken kendini kaptırdığı Yirminci Mektup’tu bu! Sofİa önce hayal gördüğünü sandı. Hatta bir ara sesin beyninin içinden gelip gelmediğine şüphe etmişti. Başını kaldırıp Abdülkerim’le Resul’ü karşısında görünce, rüyadan uyanır gibi oldu.

Abdülkerim elindeki hediye paketini masanın üzerine bırakırken Resul de cebinden çıkardığı Hastalar Risalesini masaya koydu. Her ikisi birden “Sofia Hanım geçmiş olsun!” dediler! Sofia Valentinovna’nın gözlerinden sel gibi yaşlar aktığını görünce ayrı bir şaşkınlık daha yaşadılar.

Resul gözlerine inanamadı. İçinden, “Mucize olarak taştan suyun akmasına inanırdım, ama bu kadının gözünden yaş geleceğine inanmazdım” diye geçirdi. O soğukkanlı adam Abdülkerim de neye uğradığını şaşırmış bir haldeydi.

Odaya sessizlik hâkimdi. Adeta aralarında sessiz ve sözsüz bir konuşma başlamıştı. Diller lâl kesilirken, kalpten kalbe kurulan gizli bir hat ile çok şeyler ifade edildi.

Neden sonra Sofia, biraz kendine geldi. Bitkin bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Dilinden şu cümleler güçlükle döküldü:

– Benim onca dostlarım ve yakınlarım var. İki gündür burada olduğum halde, hiçbiri ziyaretime gelmedi. Fakat siz, en uzak sandığım, hatta düşman bildiğim kişiler, beni ziyarete geldiniz!

Sofia bunları söylerken tekrar hıçkırıklara boğuldu.

Abdülkerim’le Resul de çok etkilenmişlerdi. Konuşacak halleri kalmamıştı. Sessizce oradan ayrıldılar. Öylesine etkilenmişlerdi ki, yol boyunca ağızlarını bıçak açmadı.

Konuşsalar, sanki içine girdikleri o lahutî halin büyüsü bozulacak, sırrı kaybolacaktı…

Gece Boyu

Resul dershaneye vardıktan sonra uzun süre gördüklerinin etki¬sinden kurtulup kendisine gelemedi. Bir türlü hayalini ondan ayıramadı. Düşündü, düşündü. Gece uykusu kaçtı. Aklında, hayalinde hep Sofia vardı. Karşılaştıkları esnada, o soğuk ve haşin kadın geldi gözlerinin önüne… Ardından Kur’an nurunun sıcaklığında eriyip akmış son hali. Bir insan, hele onun gibi katı kalpli biri bu kadar kısa zamanda böyle değişebilir miydi? Bu soruya cevabı kendi iç dünyasında verdi: “Allah’ın hidayeti yetişirse, evet!

Resul’un Sofia hakkındaki kanaatleri tamamen değişmişti. Ona karşı beslediği kırgınlık, küskünlük, yerini şefkat ve acımaya bırakmıştı. Öyle ki, “Neden ona o kadar kırıldım ve düşmanlık ettim?” diye kendini suçlamaya başladı.

Keşke onun yerine nefsimi suçlasaydım. ‘Nefis cümleden edna, vazife cümleden ala’ diyebilseydim. O hakaretlerini nefsime alıp birer ihtar ve ikaz olarak kabul edebilseydim” dedi.

Resul, Sofia’nın kendisine bağırmalarını bile artık başka türlü yorumlamaya başlamıştı.

İlk karşılaştıklarında o bağırmalarıyla adeta kendisine:

– Nerde kaldınız? Neden daha önce bu hakikatleri bana yetiştirmediniz? Neden hayata veda edeceğim zamana kadar geciktiniz, der gibi olduğunu düşündü.

Resul’ün o gece boyunca, yaşadıklarından bu dersleri çıkardı, durdu.

Alo Resul!

Ertesi sabahın ilk vakitlerinde, Resul’ün telefonu çalmaya başladı. Gece boyu gözüne uyku girmediğinden isteksizce telefona uzandı.

-Alo?

– Resul, sen misin?

– Evet buyurun!

– Ben Sofia Valentinovna!

– Ne, Sofia Valentinovna mı?’

– Evet, ta kendisi… Radyoevindeyim, sizi bekliyorum. Abdülkerim’i de getirmeyi unutma!

Resul önce rüya gördüğünü sandı. Sofia’nın sesi hiç de hastalıklı değildi. Oysa akşam sesi çıkmayacak derecede durumu ağırdı. “Bir yanlışlık olmasın” diye düşünerek,

– Sahi, siz Sofia mısınız?

– Evet, Sofia’yım ve radyoevindeyim.

– Akşam hastanedeydiniz, nasıl olur efendim?

– Çabuk gelin, her şeyi size burada anlatacağım!

Resul, telefonu kapattı, rüya görmediğinden emin olmak için odada ileri geri giderek duvarlara dokundu. Uyanık olduğuna kanaat getirince şaşkınlığı daha da arttı. Acaba kendileri çıktıktan sonra ne olmuştu? Ölümcül hasta olan Sofia hastaneden nasıl çıkmıştı? Oysa başhekim durumunun çok ağır olduğunu, en az dört ay daha hastanede kalacağını söylemişti. Ayrıca hastanede güçlükle çıkan sesi, eskisi gibi dinç çıkıyordu. Üstelik sabahın erken saatinde radyoevinden arıyordu! “Bu nasıl iştir?” diye başladığı sorular zinciri Resul’ün zihninde dolanıp durdu. Hemen Abdülkerim’i aradı:

– Alo, Abdülkerim…

– Buyur Resul!

– Az önce Sofia Valentinovna aradı. Bizi radyoevinde bekliyor.

– Ne! Radyoevinde mi?

– Evet radyoevinde!

– Bir yanlışlık olmasın Resul?

– Hayır, bizzat aradı, sesi de çok iyiydi, “Her şeyi orada size anlatacağım” dedi.

Abdülkerim de şaşkındı. Çünkü akşam bıraktıkları kadının sabah hastaneden çıkmasına imkân yoktu. “Bunda bir iş var” deyip, arabasına atladığı gibi dershanenin yolunu tuttu. Resul zaten çoktan hazırlanmış, dış kapının önünde kendisini bekliyordu. Hemen radyoevine doğru hareket ettiler.

– Nedir bu işin aslı sence Abdülkerim?

– Vallahi anlayamadım, kadın ölümcül hasta idi?

– Hem de sesi eskisi gibi, hiç hasta değilmiş gibi çıkıyordu. Bu işte bir iş var! Hele bir gidip bakalım.

devam edecek…

Kardeşlik Ahlakı

Bu yıl gerçekleştirilecek Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin ana temasını “Kardeşlik Hukuku ve Kardeşlik Ahlâkı” olarak belirleyen Diyanet İşleri Başkanlığı, konu ile ilgili bir de internet sitesi hazırladı.

“Kardeşlik Ahlakı” isimli yayına başlayan sitede, “kardeşlik” konusu ile ilgili ayet ve hadislerin yanı sıra şiirler, hikâyeler, makaleler, hat yazıları, özlü sözler, hutbeler ve örnek vaazlar da yer alıyor.

Sitede, Diyanet İşleri Başkanlığının Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri çerçevesinde hazırlattığı afişler, tanıtım filmleri ve TV reklamları da bulunuyor.

Bizlerde sizler için siteden Hadis-i Şerifleri toparlayıp sunduk. Sizlerde siteye girip istifade edebilirsiniz…

Sizden biriniz kendisi için sevdiğini mü’min kardeşi için sevmedikçe gerçek mü’min olamaz.” (Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim, “Îmân”, 71, Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyâme”, 59.)

Müslüman müslümanın karde­şidir. Ona zulmetmez; onu yardımsız bırakmaz; onu tahkir etmez. Üç defa kalbine işaret ederek Takva şuradadır. Müslüman kardeşini hakir görmesi kişiye kötülük olarak yeter. Her müslümanın namusu, kanı, malı ve onuru müslümana haramdır.” (Müslim, “Birr”, 32)

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez. Kim, din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir…” (Buhârî, “Mezâlim”, 3; “İkrah”,7; Müslim, “Birr”, 58;Tirmizî, “Hudud”,3.)

Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter…” (Buhârî, “Mezâlim”, 3; Müslim, “Birr”, 58.)

Müslümanın, din kardeşine üç günden fazla dargın durması helal değildir.” (Müslim, “Birr”,26; Ayrıca bkz. Buhârî, “Edeb”, 57, 62; Ebu Davud, “Edeb”, 47; tirmizî, “Birr ve Sıla”,21.)

Müminler birbirini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler.” (İbn Hanbel, IV, 271; Buhârî, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”, 66.)

Zandan sakının. Zira zan sözün en yalan olanıdır. İnsanların özel hallerini araştırmayın, konuşmalarını dinlemeye çalışmayın, birbirinizin alışverişini kızıştırmayın, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeşler olun.” (Buhârî, “Edeb”,58; Nikah”,46)

Her iyilik bir sadakadır. Kardeşini güler yüzle karşılaman, kovandan ihtiyacı olan bir şeyi kardeşinin kovasna boşaltman da bu tür iyiliklerdendir.” (Tirmizi, “Birr”, 45)

Din kardeşini güler yüzle karşılaman bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme!” (Müslim, “Birr”, 144)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: «Cennetin kapıları, Pazartesi ve Perşembe günleri açılır. Din kardeşi ile arasında düşmanlık olan kimse hariç Allah’a hiç bir şeyi eş koşmayan her kul bağışlanır. “Bu iki kişiyi aralarında anlaşıncaya kadar bekletiniz, barışıncaya kadar bekletiniz! denilir.» (Muvatta, “Husnu’l-Hulk”,4; Müslim, “Birr “, 35; Tirmizi,” Birr”, 76; Ebu Davud, “Edeb”, 47.)

Ebü’d-Derdâ (r.a.)Resûlullah (sav)’i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir:

Kim gıyabında bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.” (Müslim, “Zikir”, 86. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, “Vitir”, 29.)

Müslüman, hasta kardeşini ziyaret ettiğinde dönünceye dek cennet bahçelerinde demektir.” (Müslim, “Birr”, 41; Tirmizî, “Cenâiz”, 2)

Ebû Kerîme Mikdâd İbni Ma’dîkerib radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebi (s.a.s.)şöyle buyurdu: “Din kardeşini seven kişi, ona sevdiğini bildirsin!” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 113 ; Tirmizî, “Zühd”, 53)

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayın!” (Ahmed b.Hanbel, II,478. Müslim,” Îmân”, 93-94. Ayrıca bk. Tirmizî, “Et’ime”, 45, “Kıyamet”, 56; İbni Mâce, “Mukaddime”, 9, “Edeb”, 11)

….Kul din kardeşine yardımcı olduğu sürece, Allah da onun yardımcısı olur…” (Ahmed b. Hanbel, II,252; Müslim, “Zikir”, 38; İbn Mâce, “Sunne”, 17; Tirmizi, “Hudud”, 3)

Ahmet Can / NurNet.Org

Kur’an günleri

Mektep programlarımız zaman içinde dinden ve milliyetten sıyrılarak ortaya Nasrettin Hoca’nın leyleği makaslayıp “şimdi kuşa benzedin” demesi gibi bir güdüklüğe bilinçli olarak uğratılmıştır.

Okuyup yazan kesim batının bakış açısına göre hem din karşıtı olmuş, bu üç kıtada at oynatan ve cihana ilmi öğreten, millet millet olmasını bile illet ile zayi etmiş bir millet haline gelmiştir. Bu bilinçli olarak yapılmıştır, Bediüzzaman tehlikeyi görmüş, “Çocuklarınızı okutun yoksa bu din elden gider” demiş.

Askeri Rüştiyelerin 1294 tarihli devlet salnamesindeki programlarındaki dersler şöyle! Sarf, Kavaid-i Farisi, İlmihal, İmla-yı Türki, Hüsn-i Hat, Resim, İkinci sınıfta Nahiv, Hesap, Coğrafya, Farisi, İmla-yı Türki, Fransızca, Hüsn-i Hat, Resim, son sınıfta Mantık, Tatbikat-ı Kavaid-i Arabiye, Hesap, Hendese-i Hattiye, Coğrafya, İlm-i Mevalid, Kavaid-i Osmaniye, Fransızca, İmla-yı Türki, Hüsn-i Hat, Resim”

Bu derslerin arasında modern edebiyat ve modern bilimler ile birlikte İslam dininin temel dersleri de vardır. Hem dünyaya hem de ahirete açılan pencereleri vardır bu müfredatın. O günden bugüne bu derslere bir bakın ne kadar bilinçli olarak ayıklanmış ve ne ararsan bulunur derde devadan gayri türünden bir program ve hiçbir derde deva olmayan bir nesil ortaya çıkarılmıştır.

Bu dersleri okuyan Kur’an okur ve anlamını verir, vaaz da verir hutbe de, batı edebiyatını da okur, Arap ve Fars edebiyatını da. Bize yutturulan modernizm bizi hem İslam dünyasından, hem İslam’dan hem de batıdan koparmıştır, soylarını araştır bunları yapanlar ya dönmedir veya ezeli düşmanımız insanların kurt postuma bürünmüş olanlarıdır. Ne gariptir ki bunu bize modernizm diye yutturmuşlar, aslında bizim cevherimizi bozmuşlar dejenere etmişlerdir.

Harb okullarında okutulan programlar konusunda Mehmet Esat konuşur. “Ezcümle evailde mekatib-i askeriyede Nuru’l-İzah ve Dürr-i Yekta ve Halebi tedris olunduğu gibi, muahheren, daha sonra yani 1284 Ramazan-ı Şerifinde idadiyelerde Amali nam risale-i manzume tedris olunup havi olduğu adab-ı İslamiye ve fezail-i Celile-i Subhaniye ve Kur’aniyenin fevaid-i meslekiyesiyle hakikaten tathir-i vicdan ve tenvir-i dil ü can ediliyordu.

Keza Ramazan-ı Şerifde intişar-ı İslam nam eser-i celil tedris olunup Asr-ı Saadetin, Sultanü’l-Mücahidin ve Resul-i Kevneyn Efendimizin (Asm) Sahabe-i Güzin hazeratının intişar-ı din-ı mübin için kıtaat-ı malumeye ne suretle ihtiyar-ı sefer ettikleri beyan edilirdi.” (Mehmet Esat, Mirat-ı Mekteb-i Harbiye)

Şu an nereden nereye geldiğimizin resmidir bu.

Kur’an bir din kitabı olduğu kadar bir sanat kitabıdır.

Onda peygamberlerin karşılaştığı bütün olaylar her insanın hayatında karşılaşabileceği ve onları esas alarak davranacağı bir olaylar ve insanlar fihristidir.

Hz. Hızır’ın bir yıkılmakta olan duvarı yapması, daha sonra büyüyecek yetimlerin hazinesini gizlemesi, onları düşünmesidir, yine Hızır’ın gemiye gelmesi Salih insanların gemisini kurtarmak içindir.

Hz. Musa’nın milletinin umursamazlıkları karşısındaki sabrı bize binlerce derstir, Yahudilerin ve İsrail oğullarının umarsızlıkları her insanın karşılaşabileceği davranış modelleridir. Peygamberlerin sabır örnekleri her insan için gereklidir.

Kur’an’ın derinliğini Bediüzzaman anlatır.

Şu kainatın büyük kitabının ezeli tercümesi, her varlığın Allah’ın varlığı için gösterdiği konuştuğu farklı dilleri tercüme eden ebedi bir kitap,
gayb ve görünen âlemdeki her şeyi bize haber veren bir kitap,
yerde ve gökte Allah’ın yeri ve göğü inşada kullandığı isimlerini okuyan ve belleten bir kitap,
olayların arkasındaki manaları ortaya çıkaran bir kitap,
Allah’ın gayb cihetinden gelen iltifatlarının kitabı,
İslamiyet manevi âleminin güneşi, temeli, geometrisi, yüksek âlemlerin haritası,
Allah’ın zat, sıfat ve esması ile kutsi işlerinin izah kitabı,
açık izahı, kat’i delilleri, derinlikli tercümesi,
İslam âleminin terbiyecisi, büyük insanlık olan İslamiyet’in ışığı, insanların âlemdeki sırlarını gerçek çözümleyen hikmeti,
İslamın hayat suyu ve ışığı, insanlığı saadete götüren yol gösterici hidayet rehberi, şeriat kitabı, dua kitabı, hikmet kitabı, ibadet kitabı, emir davet, fikir, zikir, kitabıdır.

İnsan Kur’an okurken orda olan

Allah’ın kahramanları olan peygamberler ile konuşur, onlar ile dostluklar kurar ve onları hayatına rehber eder. Oradaki kötülerin akıbeti ile uyanır, onlardan uzak kaçar. Olayları görür ibret alır, insanları görür ibret alır. Hafızasında onu tutan insanlar ve olaylar zincirine göre kendini yönetir. Belagat, sanat, incelik, zerafet, daha neler neler öğrenir.

Bediüzzaman okullardan kovulan din yerine

Medrese modeli getirmekle her yaşa hitab eden bir üniversite açmış, onun eserleri her yaşa hitab eden eserlerdir. Medresetü’z-Zehra, nasıl bir uygulamadır buradan görelim. Yıkılan bir okul geleneği yerine milleti ve devleti kurtaracak bir proje ve uygulama. Ne kadar derin düşünülmüş. Ne kadar icraatın farkında, yapılması lazım gelenin farkında.

İkinci Şua’nın Üçüncü Meyvesi hem bir sanat kitabı, hem estetik kitabı, hem tevhid kitabı, hem psikanalitik kendini toplama ve derleme kitabı, hem aleme bir armonik bakış açısı geliştiren bir tevhid yorumudur. Bu yüzden Bediüzzaman “Bu risale benim nazarımda çok mühimdir, onu anlayarak okuyan imanını kurtarır inşallah” der. Kim anlayarak okudu ise Münker Nekir ondan soru soracak, dikkat edelim hanımlar beyler.

İşte şimdi ne oldu? Bak arkadaşım ne oldu?

Kur’an okullarda ders kitabı oldu.

Bugün bizim eşsiz bir bayramımızdır, herkes bir davulcu zurnacı bulsun bulunduğu şehrin sokaklarında çaldırıp bu günü kutlasın, ben sabahtan davulcu zurnacı aradım. Buna sebeb olanlardan bütün mülk ve melekût âleminin sakinleri memnun. Allah bu inanılmaz azametli icraatından dolayı Allah onlardan Âdem babamızın yere ayak bastığından bu güne bütün hayırlı işlerin saliseleri adedince memnun olsun.

Bugün bayram günü

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

Peygamberimiz Neden Çok evlendi?

Evlilik müessesesi insanlık tarihi kadar eskidir. Bir erkekle bir kadının evlenip aile kurmasının ise bir çok nedeni vardır. Bu nedenlerin en başında neslin devam ettirilmesi ve şehvani duyguların tatmini gelir. En öncelikli gaye ise,neslin devam ettirilebilme hususudur.

Peygamber (asm)’ın evliliklerini bu açıdan incelediğimizde, neslinin Hz. Hatice’den devam ettiğini görürüz.O zaman akıllara şu soru gelebilir: Peygamberimiz o halde, neden çok evlendi?

Bu soru, bir çok müslümanın zihnini yormaktadır. Peygamberimizi (haşa) kadın düşkünü gibi göstermeye çalışan insanların da bu husustaki emekleri! çok büyüktür.

O halde Peygamberimizin evliliklerine bir göz atalım.

25 yaşındayken ilk evliliği,40 yaşında dul bir kadın olan Hz. Hatice ile gerçekleşmişti.Bu evlilik Hz. Hatice vefat edene kadar devam etmiştir.Peygamberimiz,Hz. Hatice vefat ettiğinde 50 yaşındaydı.İkinci evliliği,53 yaşında dul olan Hz. Sevde ile olmuştur.3 yıl sonra Hz. Sevde de vefat etti.

Enteresan olan,peygamberimizin bir çok kadınla evli olma hali,53 yaşından sonraki dönemi kapsamaktadır ki,bu hayatının sadece son 10 yılını içerisine alır.Malumdur ki,bir erkeğin şehvani duygularının en yüksek olduğu yaşlar ortalama 15-45 yaş arasıdır.Bu hakikat,53 yaşındaki peygamberimizin,hiç bir zaman nefsani duygulardan dolayı bir çok hanımla evli olmadığına delil olarak yeter bile.

Peygamber (asm) ki,Mekkeli müşriklerin,davasından vazgeçme şartıyla başlarına reis yapıp,en güzel kadınlarla evlendirmek istedikleri kişi.Peygamberimiz bu teklife karşı şöyle cevap vermişti:Sağ elime güneşi,sol elime de ayı verseniz,vallahi ben bu davadan yine de vazgeçmem.40’lı yaşlarda aldığı bu teklifi neden reddetmişti ki peygamer,madem kadın düşkünü birisiydi?

Peygamberimizin diğer evliliklerinin bir çoğu da zaten yaşlı ve dul kadınlarla olmuştur.Bunlardan bazılarını sıralayalım:Hz. Sevde,53 yaşında ve dul
Hz Zeynep b. Huzeyme,60 yaşında ve dul
Hz. Ümmü Seleme,4 çocuklu ve 65 yaşında dul
Hz. Ümmü Habibe,55 yaşında ve dul
Hz. Meymune,2 çocuklu ve dul

Eğer nefsi duygular yüzünden de değilse,neydi evliliklerinin nedeni?

Peygamberimizin evliliklerinde bir çok hikmet mevcuttur.Bunların en başında,peygamberimizin özel hallerinin ümmete ulaşmasıydı.Zira peygamberimizin sözleri gibi hareketleri de hüküm kaynağıdır.Bu özel hallerin ümmete ulaşabilmesi ancak hanımları vasıtasıyla mümkündü.Peygamber hanımları da bu görevi eksiksiz yerine getirdiler.Dini hükümlerin bir çoğunu bizler bugün hanımları sayesinde bilmekteyiz.
Siyer kitaplarına baktığımızda bu hükümlerin sayısının hiç de azımsanmayacak çoklukta olduğunu görebiliriz.En çok hadis rivayet eden kadın olan Hz. Ayşe’yi,bunun en güzel ispatı olarak sayabiliriz.

Diğer önemli nedenlerinden birisi de,ümmetin hanımlarının,bizzat peygamberimizin hanımlarından bir çok dini meseleleri öğrenmeleriydi.Erkekler için sorularına cevap bulmak daha kolaydı.Peygamber efendimizi görüp,her sorusunu sorup cevap alabilmekteydiler.Hemcins olmaları hasebiyle,mahrem olan meseleleri de rahatlıkla konuşabilmekteydiler.

Hanımlarda ise durum böyle değildi.Peygamber efendimizle her zaman görüşmeleri mümkün olamıyordu.Bu yüzden peygamberimiz bir çokla eşle evlenmiş ve sahabe hanımlarına her sorularına,özellikle de mahrem sorularına cevap vermişlerdir.Böylelikle dini bilgiler daha çabuk ve hanımlara da ulaşabiliyordu.

Peygamberimizin çok evlenmesinin bir hikmeti de,sosyal güvenlik sağlayıp,aynı zamanda da dini daha köklü olarak daha çok insana ulaştırmak içindir.Peygamberimizin evlendiği eşleri,çeşitli kabilelerdendi.Böylelikle peygamberiz bu kabilelerle bir gönül bağı kurmuş,hem de aynı zamanda Müslümanlara dost olarak kazandırmıştır.Müslümanların o zamanda aleyhinde olan düşmanlarını göz önünde bulundurduğumuzda,bunun ne kadar gerekli olduğunu daha iyi anlayabiliriz.

Peygamberimizin,yukarıda da zikrettiğimiz evliliklerini incelersek,bir çok dul kadınla da evlenmiş olduğunu görürüz.Peygamberimizin çok evli olmasının bir hikmeti de,dul olan kadınları himaye etmek,namus ve iffetlerini korumak istemesidir.
Kadın haklarını! Savunan feministlere burdan selam ediyorum!

Öte yandan,o zaman şartlarında çok eşli olmanın normal olduğunu da gözler önünde bulundurduğumuzda,peygamberimizin her evliliğinin bir hikmeti olduğunu ve ona kadın düşkünü imajını vermek isteyenlerin,iddialarında ne kadar haksız olduklarını görebiliriz..

Hüseyin Tuğrul
h.tugrul92@gmail.de

İman ve İslam Kardeşliğinde Yükselmek

İnsan, başına bir dakika sonra ne geleceğini bilemediği için her an hazırlıksız durumlarla karşı karşı kalabilir. Bu ister olumlu ister olumsuz karşılamalar olsun, eğerci başımıza gelecek olayları tahkiki iman gözü ile tezahür etmez isek, duygularımızı yaşanacak olaylara kontrolsüz teslim etmiş oluruz.

Yaşanan olumsuzluklar bizi derin düşüncelere itebilir, günlerce zihnimizi meşgul edebilir, hatta o kadar etkilenebiliriz ki Depresyonlar geçirebilir ve içinden çıkamayacağımız haller yasayabiliriz. Bu sıkıntılardan kurtulmanın yolları elbette var. Biz müminler kaza ve kaderin Allah (C.C) tan geldiğine iman etmekle bu sıkıntıları bertaraf edebiliriz. Bu İman hakikatine inanmayan veya bilmeyenler, bilmediklerinin düşmanları oldukları için başlarına gelen sıkıntılardan kurtulamazlar. Ayrıca enaniyetlerine güvenip cevreden gelecek yardım ellerine de el uzatmazlar.

Mümin ise yaptığı hatadan dolayı tövbe etmeli ve kendini yüce yaratıcının rahmet kucağına bırakmalıdır ve yaptığı hatayı iyi analiz edip tekrar aynı hataya düşmemek için hatasından ders çıkarmalıdır. Eğer hatalarımızdan ve dönmemiz gereken yoldan dönemediğimiz zaman sadece kendimizi kaybetmiş olmakla kalmayıp, sevdiklerimizin ve ailemizin yavaş yavaş bizden uzaklaştığını görür ve bir zaman sonra onları da kaybettiğimizi anlarız.

Hayatimizi sürdürdüğümüz dünya durağı bir imtihan yeri olduğunu unutmamalı, o sebepten dolayı da her an imtihana tabi tutulacağımızın farkında olarak hayatimizi devam ettirmek ve düştüğümüz hatadan ve günahtan çıkamamaktan korkmamız gerekir. Madem hayat kısa ve imtihan büyük, o zaman bu durumdan kurtulmanın yegâne yolu iman hakikatlerini hayatımıza yansıtmaktan geçiyor. İmanımızı ne kadar güçlü tutabilirsek, içinde bulunduğumuz ahir zaman fitnesinden ve zorluklarından o kadar az tahribat ile dünya hayatinin imtihanlarından sabır ile geçmiş oluruz.

Bir diğer yol ise, nasıl ki on bin kişilik bir düşman ordusuna karşı koyabilmek için, karşısına en az o kadar bir ordu ile yada daha fazlası ile çıkmak gerekir, aynen bunun gibi yaşadığımız bu hayatın içindeki manevi hayatımıza hücum eden düşmanlara karşı İslam kardeşliği, birlik ve beraberlik, güçlü aile bağları ve cemaat şuuru ile karşı koyabiliriz.

İnsanlarla birlik olmak, onlarla fikir alışverişinde bulunmak, yaşadığımız aktüel meselelere iman ve İslam penceresinden bakabilmek, menfaatin olmadığı ilim ve irfan`a talip insanlarla birlikte olmanın faydalarını ve güzelliğini, kendi alemimizde nasıl manevi inkişaflar verdiğini yasayarak anlayacağız.

Vakit geç olmadan, kendimizi, sevdiklerimizi ve ailemizi kaybetmeden. Nefsimiz ve enaniyetimiz maneviyatımızı eritmeden, biz nefsimizi ve enaniyetimizi bu büyük İslam kardeşliği havuzuna atıp eritmemiz gerekir. Göreceğiz ki nefsimiz ve enaniyetimiz eridikçe, Ruhumuzda inkişaflar (yükselmeler) olacaktır.

 Zübeyir Kılıç