Kategori arşivi: Yazılar

Rızkın Belirsizliği ve Rızk/Risk İkilemi

Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez” der Kur’ân. Beş bilinmeyenlerden birisi de bu.

Diğer dördü de kıyametin kopma vakti, yağmurun ne zaman yağacağı, ana rahmindeki çocuğun durumu, bir de kişinin nerede öleceği

Bu dördünü ilk anda anlamak mümkün de yarınki kazancımızı bilmemek ne anlama geliyor?

Kazanç deyince iyi kötü, hayır şer, sevap günah gibi şeyler söz konusu olsa da daha çok “kâr, kazanç” getiren maddi gelirler, para pul gibi şeyler düşünülür.

Bunun da dinî ve Kur’ân’ı ifadesi “rızk“tır. Batılı dillerde “risk.” Endülüs Müslümanlarından sonra İspanyolca’ya, oradan da bütün dillere “rızk/rızık” “risk”e dönüşerek geçmiş.

(Biz “rızk”la Allah’ı düşünürken, Avrupalı rızk/risk ikilisinde kalmış.)

Hiç kimse rızkını kolay kazanmıyor. Her istediğinde rızkını temin edemiyor. Gönlünde yatan, hayalini kurduğu rızka her zaman ulaşamıyor.

O kadar istemesine rağmen zengin olamıyor, zengin olsa bile bütün isteklerine kavuşamıyor. Ulaşamama, kaybetme ve koruyamama riskini sürekli taşıyor.

***

Allah Rezzak’tır, bütün rızıklar Allah’tan geliyor, gerçek rızık sahibi O’dur. Âyetin anlatımıyla “Gökler ve yerin mülkü Allah’a aittir.”

Kur’ân bize Allah’ı Ganî/zengin, Cevad/cömert, Kerim/ikram eden olarak anlatıyor. Öyleyse Allah kullarının bütün isteklerini, istediklerini niçin ve her zaman bolca vermiyor, kısarak veriyor?

Birinci hikmeti şu: Beş gayb bilgisinde yer aldığı gibi, rızık, ecelle ile birlikte sıralanmış. Hiç kimse ecelini/ne zaman öleceğini bilemediği gibi, eline geçecek rızkı/nimeti bilemiyor.

İtikadi söylemiyle rızık perde-i gaybda ve müphem ve gayrimuayyen ve zahiren tesadüfe bağlı gibi görünüyor. (Şuâlar, 15. Şua)

Şöyle açalım cümleyi: Rızık gayb perdesinde saklı, kapalı/gizlenmiş durumda, çok açık ve belli değil görünüşte tesadüfe bağlı gibi…

Rızık niçin açık ve ortada değil herkes her zaman her istediğine ulaşamıyor? Çoğuna, çok kere ulaşmaya ulaşıyor da -yoksa zaten rızıksızlık olurdu- rızık şükrün ve hamdin/hamdetmenin membaı, kaynağı, duanın ve ibadetin madeni, temeli ve vesilesidir de onun için…

***

Kendisini bize Rezzak olarak tanıtan kerem ve ihsan sahibi Yüce Allah rızık isteme kapısı olan duayı, yalvarıp yakarmayı açık bırakmış ki bizler sürekli o kapıda duralım, ayrılmayalım. Muhtaç oldukça dilimizle, fiilimizle dua edelim, nimetler geldikçe şükrümüzü artıralım, kul olmanın verdiği zevkten mahrum kalmayalım.

Yoksa herkesin rızkı belli olsaydı, ne yiyip içeceği bilinseydi, eline neyin, ne kadar geçeceği bir plana göre işleseydi, o zaman minnet ve şükür kapıları kapanacak, dua ve niyaz yolları tıkanacak, kulluk ve ibadet vesileleri ortadan kalkacaktı.

İkinci hikmeti de Kur’ân’ın verdiği şöyle bir bilgiyle anlatır:

Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde taşkınlık ederlerdi. Onun için, Allah rızkı kendi dilediği bir ölçüde indirir. Şüphesiz ki O kullarından haberdardır ve onların her halini görmektedir.” (Şûrâ, 42:27)

Öyle değil mi?

(1) Çoğu aşırı zenginler ellerinin altında bulunan nimetleri ve imkânları Allah’tan bilmemekle manevi bir taşkınlık yapıyor.

(2) Onları muhtaç olanlarla paylaşmamakla ikinci bir taşkınlığa giriyor.

(3) Bir başka taşkınlığı da israfa girerek, gurura kapılarak, nefsini şımartarak, haramı helali gözetmeyerek o nimetleri aleyhine geçiriyor.

Dünyada sınırsız bir keyif ve aşırı bir zevk içinde yaşarken ebedi hayatını kaybetme riskine giriyor.

Mehmet Paksu / Bugün

Biz de Allah’tan Korkuyoruz, Ama Senin Ödün Patlıyor!

Bediüzzaman ibadet ve duayla meşgul olurken, saatlerce diz üstüne oturur, saygısından ayaklarını uzatmazdı.

Bu şekilde oturmaktan ayak parmakları yara olmuş, nasır bağlamıştı.

Talebesi Molla Resul’e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söyledi.

Molla Resul kendisinden yaşça büyük, âlim ve faziletli bir zattı. Bu sırada ateş yakmaya çalışıyordu.

Bediüzzaman’a:

Üstad’ım, biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı, dedi.

Bunun üzerine Bediüzzaman:

Molla Resul! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem Cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya

(Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler, Ömer Faruk Paksu)

Rumeli Bostanı

Ecdat yadigârı güzel vatanım benim,

Hayır! Dikenli tarla değil bostansın sen,

Dâhilerle dolu benim şeref ve şanım,

Övülmeye layıksın sana yanarım ben.

* * *

Mel’un kafirlerden seni kurtarmak için,

Sende şehid oldu, Sultan Hüdavendigar,

İstanbul’un fethine sen asker gönderdin,

Ne yazık ki seni ruhsuz bıraktı ağyar.

* * *

Beni senden kovamazdı başkası asla,

Güzel vatanımdan çıkardı din derdi beni,

Senin için her zaman didindim durdum,

Ben hâlâ sayıklayarak ararım seni.

* * *

Câmisi, tekkesi ve meşhur Taş Köprüsü,

Şelale gibi akan o güzelim Vardar,

Üskübün, çok canlıdır hitabet kürsüsü,

Osmanlı terbiyesi orada hâlâ var.

* * *

Üsküp’tür Rumeli’nin manevi lübbü,

Çünkü oradan fışkırdı ilim ve irfan,

Benim için orasıdır mücevherat küpü,

Ora yetiştirebildi, çok mükemmel insan.

* * *

Baş müderristi meşhur Âtaullah Hoca,

Onun meşhur talebesi Abdülfettah Rauf,

Sadullah, Mehmet ile Selim efendiler,

Kemal Aruçi Efendi gibi çok mâruf.

* * *

Bahtlı istikbalin için ey şanlı vatan,

Müjdeledi bizi Üstad Bediüzzaman,

Geleceğinizi münevver görmek için,

Risale-i Nura sım sıkı sarılın, aman.

* * *

Ey çeşit darbelere sahne olmuş vatan,

Kavli, fiilî dualar ederim sana,

Bostanında Nur’ların yayılması için,

Son demimle çalışmak hedefimdir anâ.

* * *

Rabbim! O sakinler heder olmasın diye,

Rahmetini gönder Rumeli Bostanına,

Şimşekvâri  Nur’ların yayılması için,

El açıp ben kalbimle duacıyım sana.

Abdülkadir Haktanır

6  Nisan  2002

Bu Kapı Açılacak, Alem-i İslâm Açılacak

Said Özdemir Bediüzzaman’ı ziyaretini şöyle anlatır:

“Üstad Hazretleri’nin huzuruna girdik, elini öptük. Sarıldı bize ve beni görünce;
-Nerelisin..? dedi.
Tillo.. dedim.. dedi;
Ben tam 70 sene evvel Tillo’daydım.. Orada 20 bin büyük zat var. Onları şefaatçı kılarak. . Buradan bana bir yardımcı çıkar, diye Cenab-ı Hakk’a dua etmiştim.. .Demek Cenab-ı Hakk seni gönderdi. “

“Bu arada ben dedim ki;

Üstadım ben bu memleketten gideceğim...’

Nereye gideceksin..? dedi. Ben dedim

Ya Mekke-i Mükerreme’ye ya Medine’ye gideceğim.’

Niye gideceksin..? dedi.

Benim acizane kanaatime göre bu memleket gittikçe bozuluyor…’ dedim.

“Kardeşim” dedi. ‘Ben Mekke-i Mükerreme’de veya Medine-i Münevvere’de olsa idim Türkiye’ye gelirdim.. Çünkü âlem-i İslâmın kapısı Türkiye’dir..’

“Bu kapı açılacak, âlem-i İslâm açılacak’ dedi.  Onun için buradan gitmek katiyen caiz değil.

…….

Said Özdemir, Bediüzzaman vefat edene kadar tam yedi yıl boyunca onun çok yakınındakilerden biri olur, hatta o kadar güvenini kazanır ki, Said Nursi, ona bir vekaletname bile verir: Hem parmak izi var, hem eski yazıyla, hem de yeni yazıyla yazılmış imzası var.

Şöyle diyor ;

“Ben gayet hasta ve perişan olduğum için gayet müstakim ve sadık bir vekil isteyordum. Cenab-ı Hakk’a hadsız şükür olsun ki bana tam bir hakiki kardaş, müstakim ve sadık Tillo’lu Said’i verdi. Ben de onu hakiki ve her cihetle bana ve Risale-i Nur’a hizmet için tevkil ediyorum. Benim vekilimdir. O, ne yapsa ben yapıyorum gibi kabul ediyorum.”

8 Ekim 1953,

İmza: Said Nursi.
Bediüzzaman’la Yaşayan Hatıralar

Bu Hayvanın Gıybetini Yapmayın

Bir gün camiin hücre kapısını açık unutmuştuk. Talebe arkadaşların küpte kavurmaları vardı. İçeri giren bir köpek, küpe kafasını sokup kavurmaları yemiş, sonra da kafasını çıkaramayınca küpü kırıp kaçmış. Talebe arkadaşların canı çok sıkılmıştı. Bir tertiple köpeği tekrar celbedip, sopa ile döveceklerdi.

Üstad vaziyeti öğrenince, onları vazgeçirmek istedi.

Molla Resûl: “Seyda biraz kıymamız vardı. Biz kıyamıyorduk ki, yiyelim. Halbuki bir köpek gelerek hem kıymayı yemiş, hem de küpü kırmış. Bize zarar verdi. Nasıl biz onu dövmeyelim?’ dedi,

Üstad: “Molla Resûl, senden soruyorum, vicdanen söyle, sen aç kalsan, paran da olmasa bir şey almaya gücün de olmasa, nihayet açık bir yerde bir et bulsan, yer misin, yemez misin? Halbuki aklın var, idrak ediyorsun ki, bu etin sahibi var’ diye konuştu.”

Molla Resûl, Üstad’ın bu konuşması üzerine bir müddet konuşmayarak sustu. Sonra cevaben: “Evet, yerim Seyda!’ dedi.

“Üstad tekrar dedi ki: “Bu hayvandır, aklı yoktur. Haramı helâli bilmiyor. Hayır ve şerri tanımıyor. Sahibinin kendisini döveceğini de bilmiyor. Elbette açık kapıdan girip, kıymalarınızı yemiş. Bundan dolayı cezaya müstehak mıdır? Sizden soruyorum, elinizi vicdanınıza koyarak cevap verin.”

Sonra Molla Resûl ve arkadaşları, köpekte kabahat yoktur diye kabul ettiler.

Üstad: “Madem öyledir. Bu hayvanın gıybetini yapmayın ve helâl edin!

Molla Resûl, Üstad Hazretleriyle biraz samimî konuşurdu, hem yaş itibariyle de Üstad’dan birkaç yaş büyüktü. Gülerek, Üstad’a hitaben: “Seyda içimizden gelmiyor ki, helâl edeyim. Fakat siz helâlleşmeye bizi ikna ettiniz’ dedi.”

Bediüzzaman’la Yaşayan Hatıralar…