Cuma Duası – Celcelutiye Duasının Meali

Bismillahirrahmanirrahim

1- “Bismillah ile başladım; ruhum, O’nun sayesinde o besmele içinde saklı olan çok sırları keşfetti.”

2- “İkincisinde O’nun yarattıklarının en hayırlısı olan Hz. Muhammed’e salavat getirdim. O Muhammed ki (dünyadan) bütün dalalet ve yanlışlıkları gidermiştir.”

3- “Ey İlâhım, Senin ismine dayanarak dua ettim. Hep açık olan ve gittikçe parlayan Ehad ve Bedi’ isimlerinle Sana yalvarıyorum.”

4- “Kadîr ve şanı yüce olan isminle Senden istedim. Ey güçlü (kadîr) Allah’ım, Sen işlerimi kolaylaştır.”

5- “Ey Hayy ve Kayyûm olan Allah’ım, daima, umut ederek Sana yalvarıyorum. Ehad ve Bedi’ isimlerini şefaatçi yaparak yüksek sesle bağırıp Sana yalvarıyorum.”

6- “Denizin ortasına vurulan kılıç gibi olan isimlerinle ey yaratanların en hayırlısı olan Allah’ım; hadiseleri yönlendiren, savaş ve barışı sağlayan isimlerinle Sana yalvarıyorum ki, bu fitne ateşi söndürülsün!”

7- “Ey İlâhım, her derde, her işe ânında müdahale eden ve süratli bir şekilde icabet eden Allah, Ehad ve Bedi’ isimlerinle sana yalvarıyorum.”

8- “Ki kalbin hayatını canlandırasın, yani ondaki kirleri gideresin. Kayyûmiyetinle onu ayakta tutasın, o kayyûmiyet sırrı onda hep var kalsın, ve daima parlasın.”

9- “Bu Hayy ve Kayyûm nûrunun çok şimşeklerinden bir ziya üzerime parladı, yüzüme (kalbime) bir parıltı geldi ve şimşek çaktı.”

10- “Ve kalbimin üzerine rahmet sağanakları döküldü. Kerîm olan, Mevlâ’mız Allah’ın hikmetiyle… Ve bu şekilde, bu rahmet, hikmet, kerem hakikatleri konuştular.”

11- “Bundan sonra her yönden Nurlar beni kuşattı. Ve büyük olan sahibimiz Allah’ın haşmeti, bizi yüceltti.”

12- “Allah’ım Seni tenzih ederim, Sen yaratanların en hayırlısısın. Ve çok mükemmel bir şekilde çok çok yaratansın ve biat (antlaşma) yapanların en iyisisin!”

13- “Allah’ım, beni maksadıma ulaştır, bütün ihtiyaçlarımı gider. Hece harfleri seklinde toplanan Hurûf-u Mukattaa hakkı için…”

14- “Muskama emanet olarak bırakılan harflerin sırrı hürmetine; İsimlerinin nûrunun parlaklığı hürmetine; yüce olan Ruhların hürmetine;”

15- “Bana nurlardan parlak bir feyiz akit; üzerime gelsin, Nûr isminle kalbimin ölülüğünü dirilt!”

16- “Ey Allah’ım, bana bir heybet ve celâl giydir. Düşmanların ellerini ilim sayesinde benden uzaklaştır.”

17- “Allah’ım, benimle her nevi düşman ve kıskançlık arasına perde koy, yüce olan ve barışı sağlayan Kadîr ve Azîz isimlerinin hürmetine!”

18- “Tecelli etmekte olan Celâl ve büyüklüğünün nûruyla; Merhamet ve Şefkatinle; çok çok bereketli olan Kuddüs isminle, Sen bu karanlıkları aydınlığa çevir.”

19- “Ey bu milletin Rabbi olan Allah’ım, Sen Nûr ile ihtiyacımı yerine getir. Öyle bir Nûr ki, tecellisi seri olur. Ve hemen iş biter.”

20- “Her bir peygamberini bir İsm-i A’zam’a mazhar edip onları mucizelerle muvaffak ettiğin gibi, Sen Kâfi isminle işlerimi kolaylaştır.” (Mucize değil de Sen bana yetersin!)

21- “Ey yüce büyüklük Sahibi, Sen sadece bana (ilmî) bir keramet ver; ilim esrarı bana açılsın çünkü Sen bütün akılların ve zekâların sahibisin. Onlar ancak Seninle açılıyorlar.” (Burada ” Halîm ” kelimesi şefkatli manasından ziyade aklı, zekâyı hikmet dairesinde kullanan ve taşkınlıklara yol vermeyen zat demektir. Ki Araplar böyle kişilere akıllı (hikmetli) manasında “Halîm” derler. Bu hakikat Sabûr isminin bir nevî tecellisidir.)

22- “Beni her türlü korku ve şiddetten kurtar; esprisi, kesin olan, hikmetli bilimsel ve kuşatıcı bir söz ile…”

23- “Ey Celâl Sahibi Allah’ım, beni “kün” kef’ i ile koru, ey heybetten ve başarısızlıktan dolayı kırılan kırık kalpleri tamir eden ve onları canlandıran Allah’ım!”

24- “Bana (ilimden) bir deniz ver, ve o denizin karasının en hayırlı kısmini bana nasip et; çünkü Sen benim sığınağımsın, ve bütün sıkıntılar, ancak Seninle gider…”

25- “Ve üzerime rızkı rahmet seli gibi yağdır. Çünkü insanlar azsa da Sen onların umudusun.”

26- “Sen düşmanlarımızı sağır, dilsiz ve kör et; (bizim ne yaptığımızı bilmesinler…) Ey güçlü Allah’ım, Sen Celâl ve büyüklüğünle onları kekeme eyle!” (Millete yanlışı anlatmasınlar!)

27- “Alîm ve Ganî isimlerinle beraber Kudretinin dairesinde, Ism-i A’zam’ınla yanlış yapmaktan korundum.”

28- “Bütün insanların kalplerini üzerime cevir. Ve Selâm isminin hürmetine bana onlardan bir kabul duygusu nasip et!”

29- “Ya İlâhî işlerimi kolaylaştır, ve bize izzet ve yücelik ver. Alî ve A’lâ isimlerinin hürmetine!…”

30- “Ve üstümüze örtünü sarkıtıver; kalplerimize şifa ver; Sen, korkulardan dolayı hastalanan kalplere şifanın ta kendisisin!”

31- “Ey Allah’ım, bütün çalışmalarımızı bize bereketli kil, ve her şeyi kolaylaştıran “Hû” isminle bütün zorluk düğümlerini çöz!”

32- “Ey İlâhî, Allah, Hû, Hàyra’l-Hàlikîn isimlerinle; ve bütün rızıkların, güzelliklerin onun cömertlik hazinesinden gelişip gelen Cevad isminle Sana yalvarıyorum.”

33- “Senin gücünle, her yönden gelen bütün düşmanları reddediyoruz, geri gönderiyoruz! Ve Sen Ism-i A’zam’ınla, uzaktan onlara vurup, onları dağıtıyorsun!”

34- “Ya Rabbi, ya Ze’l-Celâl Allah’ım, çöl kelerinin gelip kendisine şikayette bulunduğu, Hz. Muhammed hürmetine Sen o düşmanlarımızı rahmetinden mahrum et!” (Onları başarısız kıl!

35- “Ya İlâhî, umudum Sensin, efendim Sensin; eğer bana tam isabet edecek bir ok atmak istemişlerse, Sen onların okunu yamult!” (onlara dönsün!)

36- “Ya Rabbi, kesin olan iraden ile bütün zarar verenlerin tuzaklarını ve içlerinde sakladıkları kinlerini benden çevir.”

37- “Ey kendilerinden dilekte bulunulanların en hayırlısı, ve ihsan edenlerin en hayırlısı; ey umut edilenlerin en hayırlısı, Sen gelmiş geçmiş bu ümmete rahmet eyle!” (Onları başarılı kıl!)

38- “İsmi Nûr ve güzellik olan yıldızımı parlat; günler ve çağlar boyunca, ey sürekli parlayan Nûr olan Allah’ım!”

39- “Senin Allah, Ehad, ……, Celâl, Celîl, Bedi’, ………, isimlerin hep parlamaktadırlar.”

40- “Bütün dualara kesin cevap veren isimlerini sayarak……….” “O isimlerinin ortaya çıkıp parlamasıyla çevrenin bereketiyle…..”

41- “Nûr lambasi, tutuşturuluyor, gizlice açıklanıyor. Lambaların lambası tutuşturuluyor, gizlice aydınlanıyor.”

42- “Celâl ve Hàlik isimlerinin nûruyla; ve kibriyanla; çok bereketli olan Kuddüs ismiyle; bu fitne ateşi söndürüldü.”

43- “Allah, Hû, Samed, Cebbar, Kahhar isimleriyle ve savaş deniziyle yükselen düşmanlık ateşi söndürülecektir.”

44- “Allah, Hak, ……, Cemîl, Vedûd ve Mucîb, ………. isimlerinin hürmetine…….”

45- “Mürîd, Cemîl, Zâhir isminle taksim edilen; yüce ve yüceltilen ayetlerin (ve tefsirlerinin) şanı hürmetine…….”

46- “……….”

47- “……….”

48- “………..” (1)

49- “Selâm isminle duamı kabul et, ve benimle beraber ol; düşmanlara karşı bana Sen kâfi gel; çünkü onlar çok azdılar.”

50- “Ey yüceler yücesi, Sen gerçekten yücesin; Sen gerçek Haksın, diğer işler sadece araya giren bir rüzgar esintisi gibidir.”

51- “Senin dergahına gelen ve iltica eden bütün havl (kasdî güç) ve şiddetli saldırı, ancak Seninledir ve Senin bu kuvvetinle ancak zulmet dağılır.”

52- “Tâhâ, Yâsîn ve Tâsîn ile bizim için ol, mutluluğumuz için Tâ Sîn Mîm ile bize dön!”

53- “Kâf Hâ Yâ Ayn ve Sadlarıyla; bizi kuşatan her kötü gözden korunuruz!”

54- “Hâ Mîm, Ayn sonra Sîn ve Kaflarıyla; Selâm isminle her nevi kötülükten korunuruz!”

55- “Kaf ve Nûn ve onlardan sonraki Hâ Mîm ile yine korunuruz, Ve Duhan suresinde sağlam bir sır vardır.”

56- “Elif Lam ile ve Nîsâ sûresiyle, ve Mâide ukùduyla; En’âm ve Nûr surelerinde bir nur parlamıştır.”

57- “Elif Lâm sonra peşlerindeki “Ra” sırrıyla; Nûr isminle bütün ( süflî ) ruhanilerin üstüne çıktım.”

58- “Elif Lam sonra Mîm ve Ra’sı ile Ruhların mecmaına yükseldim. Fakat gerçek Ruh çok yücedir.”

59- “Kitabın ( Kur’an’ın ) bütün Hâ Mîm’ lerinin sırrıyla üzerime Nûr isminin fazlı aksın, ey bölümlere ayrılmış Nûr!”

60- “Amme, Abese, Nâziat ve Târik sûrelerinle Ve’s-semâ-i Zâti’l-Burûc ve Zilzal sûrelerinde…..”

61- “Tebâreke, sonra Nûn sonra Seele Sâil sûreleri hürmetine. Hümeze, Ve’ş-şemsi Küvvirat surelerinde………”

62- “Ve’z-zâriyât-i zerven, Ve’n-necmi izâ hevâ, Veikterabet sûreleriyle bana işler yakınlaştırıldı.”

63- “Bütün Kur’an sûrelerinin içinde hizip ve ayet olarak, okuyanın okuduğu ve manen nâzil olduğu kadar sırlar vardır.”

64- “İste ey Allah’ım, Senin fazlınla bu şekilde yazdırdığın üstün kitaplar hürmetine Sana yalvarıyorum.”

65- (Mealen) “Rahman ve Rahim isminin tecellisiyle yeni ve harika olarak Esmâ-i Hüsnâ’na dayanılarak yazılmışlar, ve Hakîm ismiyle taksim edilmişler.”

66- “……….. Senin Esmâ-i Hüsnâ’n sırrıyla fetih ve nasrı (ilâhî yardımı) süratli netice verirler.”

67- “Kibriya ve Hâkimiyetinin nuruyla ey efendim; ve Âyetü’l-Kübra ile beni ani felaketlerden emin kil!”

68- “Ey İlâhım, zuhûr ve kemalâtının hakki için ve bu şekilde odaklanan Esmâ-i Hüsnâ’n ile beni dağınıklıktan kurtar…”

70- “Bunlar Nûr harfleridir. Yüce ve yüksektirler. Asâ-yi Mûsa ismiyle de karanlık dağıldı.”

71- “Ya Rabbi onun sırrıyla Sana yalvarıyorum. Gayet zillet içindeki birinin yalvarışıyla… Ki; onunla insanlar hidayet buluyor…”

72- “Bu manadaki bütün kelimelerin şan ve şerefi, üstünlüğü vardır. Günler ve çağlar devam ettikçe; ya Rabbi Sen şefkat et!”

73- “Ya Rabbi, gerçekten ben Seni çağırdım; bütün ayetlerle ve ayetlerin içindekileriyle Sana yalvardım!”

74- “İste bütün bunlar nur kelimeleridir, onların özelliklerini topla. Ve manalarını tahkik et; bütün hayır onlarla tamamlanır…”

75- “İste ya Rabbi, bana muahhar bir yardımcıyı daima hazır et: Allah’ın ifriti; onunla bütün sıkıntılarım gider…”

76- “O ifrit içinde bana itaat eden bir hizmetkarı muahhar kıl; Fatiha ve peşinde gelen Kur’an hurufâtı hürmetine…”

77- “İste ya Rabbi, Senin o Ism-i A’zam’ınla Sana yalvarıyorum ki; onunla dua edildiği zaman bütün işler kolaylaşır.”

78- “Ya İlâhî, Sen zayıflığıma acı, zellelerimi bağışla; o dua sayesinde ki, bütün peygamberler onlarla dua etmiş ve yalvarmıştır…”

79- “Ey Hàlikım, ey Efendim, ihtiyacımı kaza et. Ya Rabbi bütün işlerim Sana teslimdir…”

80- “Ya Rabbi, Hz. Muhammed’in sana olan yakınlığıyla (velayetiyle) sana yalvarıyorum; ve Onda birleşen Esmâ-i Hüsnâ’n ile Sana yalvarıyorum.”

81- “Sen cömertliğinle, af ve safhınla tövbelerimizi kabul etmekle miskin olan kuluna muamele et; beni kötü bakışlardan koru!”

82- “Beni hayra, doğruluğa ve takvaya muvaffak eyle; ve yüksek cemaat ile Firdevs Cennetine yerleştir.”

83- “Hayatımda ve öldükten sonra, ve kabrin karanlıklarını üstümden atıp, nuru görünce bana şefkatle muamele et.”

84- “Ve haşirde ya İlâhî amel defterimi beyaz kıl; eğer tartılarım hafif gelirse Sen onları ağırlaştır.”

85- “Beni hızla Sırat sınırından geçir. Beni ateşin (Cehennemin) ve içindekilerin sıcaklığından koru!”

86- “Ve islediğim bütün günahlarda bana müsamaha göster. Çok çok kabarık olsa da benim bütün günahlarımı affet…”

87- “İste ey şanı yüce Ism-i A’zam’ı taşıyan! Sen tehlikeli bütün durumlardan kurtulacaksın, sonunda selamete ereceksin.”

88- “Dövüş, çekinme; savaş, korkma; vahşilerle mamur olmuş bütün her yere bas!”

89- “Karşıla, kaçma; dilediğin her düşmanla mücadele et; her yeri kuşatmış olsalar da kralların şiddetinden korkma!”

90- “Korkacağın bir yılan olmayacak; göreceğin bir akrep olmayacak; ve sallanarak sana gelen bir arslan olmayacak!”

91- “Kılıçtan korkma, hançerin darbesinden korkma, mızraklardan korkma, ve okların şerrinden de korkma!”

92- “İste bunu okuyanın mükâfâtı Zât-i Ahmediye’nin şefaatidir. Ve cennetlerde saf olmuş hurilerle beraber haşrolacaktır.”

93- “Ve bil ki, Hz. Muhammed Mustafa peygamberlerin en hayırlısıdır. Ve Allah’ın dağınık (çeşit çeşit) yaratıklarının en üstünüdür.”

94- “Her ihtiyacın anında O’nun ( A.S.M ) makamını kendine şefaatçi yap; Ondan iste ki zulümden ve azgınlardan kurtulasın…”

95- “Ya Rabbi, her gün ve her saat, her nesne hareket ettikçe, Sen, seçkin olan Hz. Muhammed Mustafa’ya salât ve rahmet indir.”

96- “Sen o Seçkine ve bütün ailesine salât indir; yer bitkileri ve rüzgarın esintileri kadar.”

97- “Yeri ve göğü dolduran bir salât ile Ona salavât indir. Parlayan gök gürlemeleriyle beraber, yağan bulutların yagmuru kadar…”

98- “Ey Muhammed ( A.S.M ), bizzat Allah ve meleklerinin sana salât ve selam etmesi Sana yeter.”

99- “Sen de daima, yalvararak O’na selam ve barış elini uzat. Güneş doğup günler ve çağlar geçtikse…”

100- “Haşim ailesinden temiz olanlara da selam et. Hacıların hac edip verdikleri selam sayısınca…”

101- “Ya Ilâhî Ömer ile beraber Ebu Bekir’den razı ol; sâbit-kadem olan Haydar ile beraber Osman’dan da razı ol:”

102- “Ve böylece bütün Âl ve Ashaptan da razı ol, Evliya, Salihler ve içlerinde barınanlardan da razı ol…”

103- “Bu Hz. Muhammed’in amcasının oğlu olan Ali’nin makalesidir. Yaratıklarla ilgili bütün bilgi sırları ve gizli bilgiler onda toplanmıştır.”

Dipnot:

(1) Bu isimlerin meali tam bilinmemektedir. Bu üç beytin geniş izahı için bk. Nursi, Bediüzzaman, Şualar, 8. Şua.

Süryanî papaz Aziz Günel Bey bu üç beyte söyle meal vermiştir;

“Rahatlık buldu, kanallara girince;

Yükseldi zirveye yürüyerek çıkınca;

Kanallardan geçerken yardıydı vadileri;

Mayalanmış, büyümüş ve yükselmiş bir gelişme ile;

Şişmiş, süratli yükselmiş dağlar

Onun varlığıyla kâinat mamur olmuş”

Sorularla İslamiyet

Aleyhissalatu Vesselama Karşi Ecnebilerin Takdiri

“Tarihteki Yüz Büyük İnsan” adlı kitabıyla bütün dünyada yankılar uyandıran Amerikalı bilim adamı Prof. Michael Hart’a kitabın ilk yayınlandığı tarihten on yıl sonra, Kahire’de çağırıldığı bir ödül töreninde, El-Ahram Gazetesi muhabirlerince sorulan; “kitabınızın yayınlanmasının üzerinden 10 yıl geçti neredeyse. ‘100 ünlü Adam’ adlı kitabınızda birinci yeri Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ayırmıştınız, hâlâ bu görüşünüzde ısrarlı mısınız?” şeklindeki soruya şu cevabı vermişti:

“Bu ünlülerin ilk listesi. Bu sayı 200-300’e bile çıkarılsa Hz. Muhammed’in (s.a.v.) listenin başındaki yeri sabittir.

Ben ünlüleri incelerken bazı sabit kriterler ortaya koydum. Bunlardan biri de, ünlülerin insanlık tarihinde bıraktıkları geniş ve derinlemesine izlerdir. Benim, ünlülerin en ünlüsü olarak Hz. Muhammed’i (s.a.v.) tercihim ise, O’nun hem peygamberliği, hem de dinî ve dünyevî seviyede fevkâlâde başarılı olmasıdır. İnsanlık ahlâkı, felsefî ve hukukî olarak İslâm’dan daha mükemmel bir din görmemiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vefatından sonra da İslâm, dünyanın doğusunda ve batısında yayılmaya devam etti. Dünyada hâlâ bir çok insan kalpleriyle ve akıllarıyla İslâm’a yöneliyor. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) davet ettiği din, 14 yüzyıl önce medeniyetin ve kültür merkezlerinin dışındaki bir bölgede doğmuştu. Ve zor şartlar altında yol aldı. Buna rağmen İslâm, dünyanın her yönüne yol buldu. Ve inanıyorum ki Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi, her yönüyle mükemmel bir insan, bir daha gelmez.”
Prof. Dr. Michael Hart

“Kral ve vezirler gibi azamet ve debdebe perdeleriyle gizlenmiş değildi. Kendi hırkasını kendi yamalar, kendi ayakkabısını kendi tamir ederdi. Harbe gider, ashabı ile istişare eder, emirlerini onlarla beraber verirdi.

Nasıl bir insan olduğunu her yönü ile kavminin bilmesi için böyle yaptı. Ona artık, siz ne isterseniz öyle deyiniz. Dünya’da taç ve ihtişam sahibi hiçbir imparatora, yamalı bir hırka içindeki bu insan kadar hürmet ve itaat edilmemiştir. Yirmiüç yıllık dünya imtihanı, gerçek bir kahraman için lüzumlu bütün unsurları taşımaktadır.”
Thomas Carlyle (Meşhur İngiliz Düşünür)

“Daha eski dinler, insanların ruhları üzerindeki hakimiyetlerini günden güne kaybetmekte oldukları halde, Hz. Muhammed’in dini bütün kudret ve hakimiyetini muhafaza etmektedir.”
Dr. Gustave le Bon (Fransız sosyolog ve amatör fizikçi)  

Derleyen Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Resulullah (asm)’ı gamlandıran ve düşündüren ve neye müştak olduğunu biliyor musunuz?

Bir gün Hazret-i Fahr-i Alem (S.A.V.) Efendimiz, Ebu Zerr’i Gıfari (R.A.)’a buyurdular ki:

Yâ Ebâ Zerr Allah güzeldir, güzeli sever. Benim niçin gamlandığımı ve düşündüğümü ve neye müştak olduğumu biliyormusun, yâ Ebâ Zerr?

Oradakiler:
— Bilmiyoruz yâ Resûlallah, gamını ve  düşünceni bize haber ver yâ Resûlullah.

Resûlullah (S.A.V.) bir Aah! dedi:
— İştiyakım benden sonraki ihvanıma kavuşmak içindir. Onların durumları Enbiyaların durumları gibidir. Onlar Şühedaların menzilesindendirler. Babalarından ve kardeşlerinden sadece Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için ayrı düşerler. Malı Allah için terk ederler. Nefislerini tevazu ile hor hakir ederler. Şehevata ve dünya fuzûliyyâtına rağbet etmezler. Allah’ın beytlerinden bir beytde Muhabbetullahdan dolayı mağmum ve mahzûn olarak toplanırlar, kalplerini Allah’a verirler. Ruhları Allah’a bağlı, onları bilmek Allah’a ait. Onların birinin hastalanması bir sene ibadetten efdal olur.

— Eğer istersen anlatayım yâ Ebâ Zerr?

— İsterim yâ Resûlullah.

— Onların birisi öldüğü zaman Allah indindeki şereflerinden dolayı semada ölenler gibidirler.

— Eğer istersen daha anlatayım yâ Ebâ Zerr?

— İsterim yâ Resûlullah.

— Onlardan birisi elbisesindeki bir böcekten müteezzi olduğu vakit ona Allah indinde yetmiş Hac ve gazve ecri ve İsmâil zürriyyetinden kırk köle azad etmiş sevabı yazılır. Onlardan da her birisi onikibin kişiye muâldir.
— Eğer istersen daha ziyade edeyim yâ Ebâ Zerr?

— Evet yâ Resûlullah.

– Onlardan birisi ehlini hatırlayıp da gamlandığı vakit her bir nefesine bir derece yazılır.

— Eğer istersen daha ziyâde anlatayım mı yâ Ebâ Zerr?

— Evet yâ Resûlullah.

– Onlardan birisinin arkadaşları arasında iki rekat namaz kılması Nuh (A.S.)’ın Cebel-i Lübnan’da binyıl ibadet ettiği gibi ibadet eden bir adamın ibadetinden daha efdaldir.

— İstersen daha ziyade anlatayım mı ya Eba Zerr?

— İsterim yâ Resûlullah.

– Onlardan birisinin tesbihi, kıyâmet gününde bütün dünya dağları kadar altın tasadduk edip de gelen bir kimsenin ecrinden daha fazladır.
— İstersen daha sayayım mı yâ Ebâ Zerr?

— Evet yâ Resûlullah, dedim. Mefhar-i Mevcudât (S.A.V.) Efendimiz saymaya devam ederler.

– Onlardan birine bir kere nazar etmen Allah indinde Beytullaha nazar etmenden daha sevimlidir, ona nazar  eden Allah’a nazar etmiş gibidir. Onun sevindirdiği kimse Allah’ın sevindirdiği kimse gibidir.

— Eğer istersen ziyâde edeyim yâ Ebâ Zer?

— Evet yâ Resûlullah.

– Onların yanında günahlarda ısrar ede ede hantallaşan bir topluluk oturunca Allah onlara nazarı rahmeti ile nazar edip, günahlarını onların hürmetine affetmeden kalkmazlar. Yâ Ebâ Zerr, onların gülmeleri ibadettir, şakalaşmaları tesbihtir, uykuları sadakadır. Allah onlara her gün yetmiş kere nazar eder. Ben bunlara müştakım yâ Ebâ Zerr.

Resûlullah (S.A.V.) bitkin bir şekilde saçlarını düzeltti, sonra başını kaldırdı, ağlıyordu, gözyaşları gözlerinden inci daneleri gibi dökülüyordu, bir kere daha “Allah” dedi. Onlara müştakım, onlara kavuşmak istiyorum, sonra Nebi (S.A.V.) Efendimiz:

Allah’ım! Onları muhafaza et, muhaliflerine karşı onlara yardım et, kıyamette gözümü onlarla nurlandır.

Dikkat edin, Allah’ın o velileri ki onlara  korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus Sûresi: 82)

buyurdular.

Yolculuk Nereye…

Yol ve yolculuk gerçeği insanlık aleminin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Bunun sonucu olarak ‘hayat yolu, yolculuk, doğru yol, yanlış yol, eğri yol, uzayan yollar, bitmeyen yollar, kara yolculuğu, hava yolculuğu, deniz yolculuğu, uzay yolculuğu, ahiret yolculuğu kavramları içinde geçer, hayat yolculuğumuz… Ömür sermayesinin hatırı sayılır bir kısmının yollarda ve yolculukta geçtiği hayatın bir başka gerçeğidir.

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece

Aşık Veysel

Ömür sermayemiz, takvim yapraklarının teker teker düşmesiyle eksilirken, uzun ince yol, gelmesi kaçınılmaz bir sona doğru akıyor. Yılbaşları birbirini takip ederken, insanoğluna, “Yolculuk nereye?” sorusunu yöneltiyor.
Her günün başında, sonunda hep o soru var. Yolculuk nereye…Bu bütün insanlığın hayat hikayesi…Bu ifadenin dışında hiçbir insan yok.

Adem (as)’le başlayan ve binlerce yıldır dünyaya gelen her insanın rol aldığı bir yol hikayesi bu…Hayat yolu hikayesi…Aslında, yazılan bütün hikayeler ve romanlar bu yol hikayelerinden kesitlerdir…

Yaşadığımız hayat yolu hikayeleri tek düze değil… Kışı var, baharı var, yazı var, güzü var.Gecesi var, gündüzü var. Dünyada yaşayan insanlarda bir değil. İyisi var, kötüsü var, zengini var, fakiri var, işçisi var, patronu var… Dünyada karşılaşılan her durum, her olay imtihan sorusu… Hayat yolu hikayemiz, sorulara cevap vermekle geçiyor.. Hayat yolu düz değil, inişli ve çıkışlıdır. Hz. Mevlânâ hayatını üç kelimede özetliyor: “Hamdım, piştim, yandım.” Devam ediyor: “Bu dünya bir ağaca benzer. Bizler de bu ağacın yarı ham, yarı olmuş meyveleri gibiyiz. Ham meyveler ağacın dalına iyice yapışır; oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve köşke ve saraya layık değildir. Bu dünyadan başka hayat tanımayanların, ham meyveden bir farkı yok. Onlar dünyadan hiç ayrılmak ve hiç çıkmak istemezler. Çünkü Allah’ın huzuruna, O Yüce Sultanın sarayına, Cennete çıkacak ne yüzleri vardır, ne de olgunlukları.” İyilerin çekmedikleri bir eza, bir cefa yok bu dünyada. Onlara dadanan düşmanların sayısı hesaba gelmez ama neticede kazanan yine hep iyilerdir. Onların yolundan gidenlerdir. Hayat böyle… Hayat yolu düz değil. Hayat yolunda yolculuk yapanlardan, iyilerin, doğruların zahmet çektiklerini görürsünüz. Zahmetlerin bir hikmeti var elbette…

Nedir hikmeti? Bir gün, bir grup mümin, zalimlerin zulmünden şikâyetçi olmak üzere Mevlânâ’ya gelirler. Hz. Mevlânâ onlara şöyle bir ders verir: “Kasaplar pazarında hiç köpek kesiyorlar mı? Öldürülmeye en çok onlar layık olduğu halde, kesilen ve kesilmek zahmetine katlanan yine koyunlardır. Allah’ın yardımı da müminlere daha fazla olduğu için, zahmetleri de daha çok olacaktır. Onlar hakkındaki rahmet ise, o zahmete göredir. Sonsuz ve sayısızdır.” Koyunların yaşadığı zahmet ve sıkıntılar, hep onların değerli ve kıymetli oluşlarındandır. Köpeklerin kesilmemesi ve o sıkıntıları yaşamamaları ise kıymetlerinden değildir. Bu dünya da iyi insanların derecelerinin yükselmesi ve arınmaları için bir fırsattır. Unutmamak gerekir, burası hizmet yeridir, ücret yeri değildir.

Allah insanı, yol almak için yaratılmıştır: İnsanın emaneti yerine getirebilmesi, İsmet Özel’in derin bir idrakle dile getirdiği gibi, “yola çıkmaya hüküm giymesiyle” mümkündür. Çünkü, insanın “yolda” olması, yol almasının garantisidir. İnsan dışındaki bütün mahlukat ta devamlı hareket hainde, yol almaktadırlar. Atomlardan hücrelere, karıncalardan kartallara, dünyadan gökyüzündeki güneşe, aya, yıldızlara, gezegenlere kadar bütün cisimler hareket ederek yol almaktadırlar…

İnsan, Güneş etrafında saatte 108 bin km hızla yol alan dünya gemisine, ezelde “Elest” meclisine çağrılan ruhlardan sırası gelenler, emr-i İlâhî ile, harika bir şekilde ceset elbisesini giyerek binmişler ve dünya yolculukları başlamış…

Yüce Yaratan, Ezelî Hitabı Kur’ân’ın Yasin Sûresi’nde, gezegenimizin de içinde bulunduğu Güneş Sistemi’nin yolculuğunu, “Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir. Ay’a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.” (Yasin süresi, 38-39-40) şeklinde ifade eder. Bu seyahatte dünya gemisine sırası geldiğinde insan olarak binenler, geminin “Kimsin? Vazifen ne? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun” parolalarındaki ayrıntılara uymak zorunda olmakla birlikte; yolculuğun takdir edilen bir kısmında başka bir aleme alınarak, yolculuğun haşre kadar olan kısmını burada geçirirler. Kabir alemi denilen bu safhada amellere göre karşılaşılacak sefa veya cefa, yolculuğun bir başka veçhesi…

Dünyevî ve uhrevî bütün seyahatlerimizde yol göstericimiz olan Kur’ân-ı Hakim ve Yüce Rasûlün (asm) hadislerinden, fen ve din ilimlerini mezcederek yaptığı yorumlarla bilgi çağı insanının ufkunu genişleten ve bir pusula görevi yapan Bediüzzaman ise, tefsirinde, herkesin başına gelen bu büyük yolculuğu, “İnsan bir yolcudur. Âlem-i ervahtan dünyaya, sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder” sözleriyle özetler.

Gemi, şu an geri dönmeyecek bir yolculukla çok büyük bir hızla seyir halinde, üstündeki ve karnındaki yüz milyarlarca yolcuyu indireceği kainat okyanusunun Haşir İskelesine yanaşıp yolcularını boşaltmak üzere…

Tekrar soralım, yolculuk nereye? Yolculuk, hiç şüphesiz oraya… Rabbin huzuruna… Oraya nasıl varmalı? İnsan, dünyaya, Rabbin bünyesinde sakladığı türlü çeşitli potansiyellerle gelir. Sonra bu potansiyel imkanlar, gün yüzüne çıkar, insanın gücünü, kuvvetini meydana getirir. Bir süre böyle “Güçlü” olarak devam eder insan hayatı. Sonra şakaklara ak düşer, güç azalır..

Son nefes, insanın son gücüdür. O da gittiğinde, insanda, dünya varlığından bir şey kalmaz. Bu durumda insanı, yolcuların son durağı, sonsuzluk kapısı gibi duran kabre götürürler. Kabre konulduğunda, insanın malı, mülkü, unvanları her şeyi ama her şeyi bu tarafta kalmıştır. Artık hayatın gerçeği, sonsuzluk alemidir ve orada Rabbin huzuruna çıkılacaktır. Orada mutlak anlamda, şeksiz şüphesiz ve tartışmasız emir ve hüküm Allah’a aittir. Adalet tam tecelli edecektir. Hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır.‘Kim zerre kadar iyilik yaparsa karşılığını görür. Kim zerre kadar bir kötülük işlerse o da onun karşılığını görür’ Zilzal Süresi, 7-8

Yolculardan, Gemi Sahibinin emrine harfiyyen itaat edenleri sonsuzluk aleminin rıhtımda bir sürpriz bekliyor. Yaver-i Ekrem (asm) başta olmak üzere, yaratılış aleminin güneşleri, ayları ve yıldızları olan Enbiyâ (as) ve gemi Sahibinin en sevgilileri onları karşılamaya gelmişler. Allah’ım bu hâl ne muhteşem ve sürur verici bir hâl!

Haşir rıhtımından ve Mizan meydanından sonra, aktarmalı olan yolculuğun geri kalan kısmında, gemide 50-60 yıllık sürede kazanılan amel ve rıza-yı İlâhîye göre, Sırat’a uğrayıp oradan Burak’a binerek ruh ve hayal sür’atinde 50 bin senelik bir mesafeyi bir anda katederek Cennet ve Saadet-i Ebediyeye uçmak mümkün. Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve merhameti gereği, Mizan’da yüzünün akıyla hesabını vermiş olanların Sırat Köprüsü başında, yine Rabbin sevgililerinden olan uğurlayıcıları olacak. Yüzleri ayın on dördü gibi parlayan ve ebedî imtihanı kazandığı anlaşılan bu bahtiyarlara, adeta dünyadaki günlük hayatın telâkisindeymiş gibi naz ve niyazla sorulan “Yolculuk nereye?” sualine gülümseyerek ve heyecanla ”İnşallah, Cennet ve Saadet-i Ebediyyeye” diye cevap vereceklerdir. (http://www.saidnursi.de/gundem/basindan-secmeler/3254-yolculuk-nereye.html)

Burada bu ulvî halleri düşünüp hayal ederken, bunun mutluluk ve heyecanını dünyadayken bize yaşatan Bediüzzaman’ın “Sizlere Müjde! Ölüm yokluk değil, hiçlik değil… Başta şefiimiz olan Habibullah Aleyhissalatü Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir.….. Ey insan, bilir misin nereye gidiyorsun! Dünyanın bin sene mesudane hayatı bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi bir saat Rü’yet-i Cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelâl’in ve bir Baki-i Zülkemal’in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve saadet-i ebediyesi olan Cennete çağrılıyorsunuz. Öyleyse kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz…” müjdelerini kalbimizin derinliklerinde hissedelim…

Evet, yolculuk nereye…

İnsan sonsuzluk alemine giden bir yolcudur.

Bu öyle bir yolcu ki ruhlar aleminden anne karnına, oradan dünyaya teşrif eden bir yolcu. Sonra çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabre giren bir yolcu. Sonra kabirden, berzahtan, haşirden, sırat köprüsünden, cennet veya cehenneme varacak olan bir yolcu. Bu kadar yollarda kendisine elbette bir çok hazırlık yapması gerekir.

Varacağı sonsuzluk yurdunda rahat etmesi de bu yapacağı hazırlıklara bağlıdır. Çünkü, eken biçer. Dünya ahiretin tarlasıdır. Bir memleketten başka bir memlekete gitmek üzere olan bir kimse hazırlık yapar. Çünkü gideceği yerde kendisine bir çok şey lazım olabilir. Hazırlık yapan kimse orada kalacağı müddet içinde rahat eder huzurlu olur. Bir pikniğe giderken bile bir çok hazırlık yapılır. Bir şehirden bir şehire seyahat eden kimse, yanına eşyasını almak zorundadır. Dünyada hazırlığını yapan ebedi alemde karşılığını görecektir. İnsan dünya da ebede giden bir yolcu olduğu şuuru içinde yaşamalıdır.

‘Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.’ Şeyh Edebali

‘Allah’ın sırrı sensin, kalbine yolculuk et.’ Şems-i Tebrizi

‘Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.’ Ankebut Süresi, 64

Gitme Ey Yolcu…

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:

Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım:

Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?

Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!

Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan

Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan?

Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,

Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!

Bana Vahdet gibi bir yar-ı musaid lazım!

Artık ey yolcu bırak, ben yalnız ağlıyayım!

Mehmet Akif Ersoy

www.NurNet.org

Mehmet Abidin Kartal

Karınca Cumhuriyetinde Yaşamak

Batı dillerinde Cumhuriyetin bir anlamı da bir milletin kendi kendini yönetmesidir. Bu yönetim şekli yalnızca tek tabanlı değildir, sosyalist, demokratik, laik veya dindar temelli de olabilir. Geçmişte İslam dünyasındaki dört halife dönemi, Rusya, İran ve Libya devletler bunlara örnek olarak verilebilir.

Dört halife döneminde seçimle iş başına gelen halifeler, hem halife hem de cumhurbaşkanı olarak gerçek adaleti ve şer’i hürriyeti taşıyan dindar cumhuriyetin örneğini vermişlerdir.

*Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.(ŞUALAR, 14.Şua)

Hayvanlar dünyasında da tek başına yaşayanlar, sürü halinde yaşayanlar olduğu gibi cumhuriyetçi bir yaşam sürenler vardır, mesela arılar ve karıncalar böyle bir sistem içinde yaşarlar.

*Orada benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayat’ım ispat eder. Hulasası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hali bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu  karınca  ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum. (T.HAYAT)

Karınca bir böcek türüdür. Dünyada en fazla bulunan ve en çalışkan canlı türlerinden biridir. Günümüzde yaklaşık olarak 12 bin karınca türü tespit edilmiştir.  Karıncalar insanlara oranla yaklaşık 20 milyon kat daha fazladır. Evet karıncalar o kadar çoktur ama bir tanesi bile dünya gibi cansız varlığa değişilmez, çünkü o küçüktür ama canlıdır ve şuurludur.

* Hayat sebebiyle karınca küreden büyük olur

Ger mîzanü’l-vücudla karıncayı tartarsan, onda çıkan kâinat küremize sıkışmaz.

Bence küre hayvandır. Başkaların zannınca meyyit olan küreyi ger getirip koyarsan,

Karıncanın karşısına, o zîşuur başının nısfı bile olamaz.(LEMAAT)

Yaşayış tarzları ise çok ilginçtir. Birbirleriyle dayanışma içinde olan karıncalar, örgütlenerek topluluklar halinde yaşamaktadırlar.  Karıncalar sosyal varlıklardır. Karıncalar arasında rekabet diye bir şey yoktur. Herkes uzmanlaştığı işi en iyi şekilde yerine getirir. Karıncalarda ben duygusundan önce biz duygusu vardır. Karıncaların hayatına bakıldığında onlar sanki bir emir almışlar ve onu yerine getiriyorlar gibidir. Herkes kendi görevini yapar.

* Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz bırakmayan Kudret-i Ezeliye;(H.ŞAMİYE)

* karınca o memuriyet cihetiyle Firavunun sarayını harap ediyor.(A.MUSA)

*masnuatın bütün kabileleri mikroptan, karıncadan tâ gergedana, tâ kartallara, tâ seyyârâta kadar Sultan-ı Ezelinin gayet vazifeperver memurları olduğu bilinmesi (ŞUALAR, 2.Şua)

*…karıncalar gibi, cenazeleri toplayan sıhhiye memurları (LEMALAR, 30.Lema)

Kraliçe karıncaların tek görevi soyu devam ettirmektedir.  Birden fazla kraliçe aynı kast da bulunabilmektedir. Bu kraliçelerin asıl görevi üremeyi sağlamak ve kast içindeki karıncaların sayısını arttırmaktır.

Erkek karıncalar, kraliçe karıncaların üremesi için dölleme görevini yerine getirirler. Ancak neredeyse tamamı da kraliçeleri dölledikten sonra ölmektedir.

Asker karıncalar, koruma ve avlanma görevi yaparlar.

İşçi karıncalar, hepsi dişidir. Temizlik, besin arama ve yuva inşa etmeyle görevlidirler. 

İşçi karıncalar sosyal varlıklardır, buldukları bütün yiyecekleri alıp yuvalarına götürürken çok hırslıdırlar, yetecek miktarın çok üstünde yiyecek toplarlar. Halbuki arılar kanaatkârdır bu yüzden sanki başlar üstünde uçarken karıncalar bazen ayaklar altında kalır ve ezilirler.

*Hattâ, hayat-ı içtimaiyeye sahip olan mübarek karınca dahi, güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Çünkü, kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlâhî ile ihsan eder, yedirir. (MEKTUBAT, 28.Mektup)

Karınca gibi sanatlı ve çalışkan bir hayvanı bilerek çiğnemek de dinimizce yasaktır, hayvanları gereksiz yere öldürmek de. Bu nedenle bizler, dilimizde kullanılan “karıncaezmez” sözüne uygun bir yaşam sürmeliyiz.

*Acaba bir şeriat, “Karıncaya bilerek ayak basmayınız”dese, tazibinden menetse, nasıl benî adem’in hukûkunu ihmal eder? (BEYANAT VE TENVİRLER)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version