Menfi Milliyetçilik (Şiir)

Milliyetim İslâm benim kardeşlerim milyarlar,        

Tefrika yapamam ben, utanırım ederim âr,

Bu zamanda tarafgirlik ancak düşmana yarar,

Kardeşliği bozamam ben, kardeş kalbi kıramam.

 

Arnavutluk la Türklüğün yeri yoktur İslâm’da,

Ben illâ ki Müslüman’ım kavmiyet yok kafamda,

Çok şükür ki yer bulmadı ırkçılık havsalamda,

Peygamberin sünnetinden asla uzaklaşamam.

 

cocuklarBen ancak Müslüman’ım  bağlıyım Peygamberime,

Sevgilinin sevdasını yerleştirdim gönlüme,

O Zatı selamlamayı adet ettim kendime,

Kavmiyetçilik yapmakla, dine terslik yapamam.

 

Neme lazım kavmiyet ki, o dar kisve gibidir,

yırtılmaya çok müsait libasın kendisidir,

Milliyetle  övünmek, kardeşle kavga içindir,

Dindarlığım bana yeter, dinime ters olamam.

 

Ben illâ ki Müslüman’ım mü’minler kardeşlerim,

Din kardeşlik bana yeter milliyetle yok işim,

Yolsuz kan kardeşime, dindarı tercih etmişim,

Kavmiyet hatırı için ben dinimden olamam.

 

Ben ecdadın izindeyim başkalara benzemem,

Onlar gibi olmak gerek başka yolda gidemem,

Ecdadımdan ayrılmakla, dine terslik süremem,

Kavmiyeti sevmek için , ben dinimi atamam.

 

Ben ancak Müslüman’ım, gelemem oyunlarına,

Kat’iyyen giremem ben onların durumlarına,

Ayrımcılık yapamam ben, giremem saflarına,

Irkçılık menficiliktir ben onlardan olamam.

 

Ben dindaşlarımı severim onlar bana yeter,

Kavmiyetle övünen kişi yükselemez düşer ,

Menfi milliyetçiliği reddetmiştir Peygamber,

Türküm deyip, başkalara âsilik ben yapamam.

 

25. 3 1990

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Yeğenim Abdurrahman (şiir)

İmanlı bir mümindi, çok iyi bir Müslüman

Canımdan çok sevdiğim, Yeğenim Abdurrahman

 

İnsanlık abidesi, güzel ahlak timsali

Hal ve hareketleri, sanki melek misali

 

Çocukluğumuz geçti, Onun ile beraber

Onunla güzelleşti,  gördüğüm bütün yerler

 

İnançlı bir insandı, eşsizdi dindarlığı

Bize hayat verirdi, onun güzel varlığı

 

Yardımsever bir kişi, aynı anda cefakâr

Hem dürüst hem çalışkan, her zaman da vefakâr

 

Hem Amca-Yeğen idik, hem de iyi arkadaş

Onunla Bacanaktık, sanki olmuştuk kardaş

 

Dünya onun yanında, değersizdi pul kadar

Ona önem vermedi, göç edinceye kadar

 

İki bin on üç yılı Ocak yirmi dokuzda

Dünyaya veda etti, rahmet etti bir anda

 

Ruhu ve bedeniyle yürümüştü Rabbine

Halis, kâmil imanı,  gömülmüştü kalbine

 

Ey sevgili yeğenim sana sesleniyorum

Yerin rahat, mekânın cennet olsun diyorum

 

Unutmak mümkün mü hiç, yıllar geçse de seni                                                              

Çünkü senin yokluğun perişan etti beni

 

Çektiğin sıkıntılar sana olsun kefaret

Kıyametin şiddeti sana vermez eziyet

 

Allah’ın mağfiret ve rahmeti sana olsun

Haşrin Peygamberlerle, şehitlerle bir olsun

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

(13.02.2013 – Çarşamba)

Ahmed Şahin Hoca Efendiye (Şiir)

Dinin ahkâmını etraflıca bilen,                   

Bildiğini okuyuculara  veren ,

Lazım olanları önümüze seren,

Mü’minlere Sünnet yolunu gösteren,

Mümtaz bir şahsiyet Ahmed Şahin Hocam.

 

Davasına bağlı tasannu’dan kaçan,

Her halükârda nur-u marifet saçan,

Yazısıyla bizlere ufuklar açan,

Ana ihtiyaçlarımızla  uğraşan,

Mümtaz bir şahsiyet Ahmed Şahin Hocam.

 

Hayatında iki günü eşit yapmaz,

Onun fetvası doğrudur asla sapmaz,

Bütün ahkâmı bilir, değil tek namaz,

Durmaz kalemiyle bize eder vaaz,

Mümtaz bir şahsiyet Ahmed Şahin Hocam.

 

Ahmet hocam mü’minlere inci dizer,

Bazı kere çok hoş  vecizeler düzer,

Muhtaç olunan nasihatleri sezer,

Yazılarıyla halkın önüne serer,

Mümtaz bir şahsiyet Ahmed Şahin Hocam.

 

Hocam talebeyken Nur’ları tanımış,                

Sonra hizmete, bildiğini eklemiş,

Sivrilmeme hâli herkesçe sevilmiş,

Tüm cemaatlerce kabul görebilmiş,

Mümtaz bir şahsiyet Ahmed Şahin Hocam.

 

Şükür apartmandaki derse çok gittim,

Hocamın susmasına hayret ederdim,

Ben onun sukut ilminden çok ders aldım,

Bildiği hâlde konuşmazdı, hayrandım,

Mümtaz bir şahsiyet Ahmed Şahin Hocam.

 

Çok şükür hocamın malûmatı düzgün,

Müslümanların haline durur üzgün,

Müşkülatımızla uğraşır gece gün,

Aynı hizmet aşkı onda dün ve bugün,

Mümtaz bir şahsiyet Ahmed Şahin Hocam.

 

Hocam, otuz-kırk yıl yazıyor çok yerde,

Derman oluyor bir çok manevi derde,

Çünkü bilmeye cehlimiz büyük perde,

O bizle konuşur kitap ve gazetede,

Mümtaz bir şahsiyet Ahmed Şahin Hocam.

 

Bu zat çok ihtiyacımızı giderir,

Yaşadığımız bu devri  iyi bilir,

Manen çok bilgiler elimize verir,

Gazeteyle ayağımıza gönderir.

Mümtaz bir şahsiyet Ahmed Şahin Hocam.

 

Süleymaniyede Müezzinliğinen

Hocamızı tanıyan ve çok takdir eden

 

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Zekanın Hayırsızı

Nur Külliyatında cerbezenin, ‘kuvve-i akliyenin ifrat mertebesi’ olduğu ifade edilerek şu tarif getirilir: ‘hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik’ olmak. (İşarat-ül İ’caz, 23).

Bir misâl: Avrupa hayranı birisi, orada gördüğü bütün güzellikleri övgülerle sıralar, sonra başlar bizdeki noksanlıkları tek tek anlatmaya. Ve ortaya öyle bir tablo çıkar ki, sanki bütün güzellikler orada, bütün çirkinlikler de bizde toplanmış. İşte bu, Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle ‘Avrupa’nın mehasinini mesavimizle muvazene etmek’tir ve bir cerbezedir. Kaldı ki, Avrupa’nın güzelliği diye takdim edilen şeyler, ne oradaki insanların faziletlerinden, ne de Hıristiyan dininden kaynaklanmaktadır. Bunların tamamı, menfaat esasına bina edilen ve hassasiyetle uygulanan disiplinli bir sistemin meyveleridir.

Bu konuda bir hatıramı nakletmek isterim. Avrupa’da bir dostumdan şunları dinlemiştim: “Bizde belediyeler zemin katta oturanların kira ücretlerini düşük tutarlar. Buna karşılık, kar yağdığında evin önünün temizlenme görevini de zemin katında oturan kiracıya yüklerler. Bu görevin yapılıp yapılmadığını sıkça kontrol etmelerine gerek yoktur. Öyle bir ceza sistemi getirilmiştir ki, kiracı kar yağar yağmaz hemen dışarı fırlar ve evinin önünü temizler. Çünkü, oradan geçen bir adamın kayma sonucu ayağı kırılsa, onun bütün tedavi masraflarını o kiracı ödeyecektir. Bu ise çok büyük bir yük tutar.” Şimdi, kanun korkusuyla kapısının önünü derhal temizleyen sefih bir Batılıyı, bu konuda ihmalkâr davranan faziletli bir Müslümandan daha üstün göstermeye çalışmak tam bir cerbezedir.

Nur Külliyatında konunun bir başka yönü şöyle nazara verilir: “Cerbezenin tavr-ı acibi; zaman ve mekânda müteferrik şeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile her şeyi temaşa eder.” (Münazarat, 35) Üstadın bu ifadeleri, bazılarının hacılara sıkça çatmasını hatırlattı bana. Burada da bir cezbeze sözkonusudur. İnsan kuldur, hata yapabilir. Ama bu hatayı yapan hacı ise, hata her nedense, doğrudan, hacılar hanesine yazılır. Bütün hacıların işledikleri hatalar aynı hanede toplanır ve sonunda büyük bir hata kümesi çıkar ortaya. İşte, denilir, bütün bu hataları işleyenler hep hacılardır. Bu ulvî müesseseye böylece hücum edilir. Bu gibi sözleri dinleyen şahıs düşünemez ki, bu hatalar farklı şahıslarda görülmüştür ve bunları alt alta koyup toplamanın mantıkî bir yönü yoktur. Bu mantığa göre, bütün insanların işledikleri cinayetlerin, yaptıkları hataların, ettikleri zulümlerin tamamını toplayıp ‘insanlığı’ itham etmek gerekmez mi? Nur Külliyatından son bir cümle: “Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galib etmektir.” Cerbezeci insan, bir mü’minden bir tek kötülük görmüşse, bunu sünbüllendirir, çoğaltır, büyütür ve onun bütün iyiliklerini bu tek kötülükle örtmek ister. Bu da bir cerbezedir ve büyük bir zulümdür.

Alaaddin Başar

Tarihimizin İlim İrfan Merkezleri Medreseler

Medrese, Müslüman ülkelerde orta ve yüksek öğretimin yapıldığı eğitim kurumlarının genel adı. Medrese kelimesi  Arapça ders kökünden gelir. Medreselerde ders verenlere müderris denir.

Medreseler de hem dini ağırlıklı Fıkıh,Tefsir,Kelam,Akaid,Hadis gibi dersler verildiği gibi.Müsbet ilimler diye adlandırdığımız Sarf, Nahv (Morfoloji, cümle bilgisi), Mantık, Adab-ı bahis (Tartışma adabı), Belagat (Güzel konuşma, retorik), İlm-i heyet (Astronomi ve astroloji),Geometri, İlm-i hesap(Matematik) gibi dersler verilirdi.

Geçen akşam  Yazarlar Birliği toplantısında  Harran Ünv. İlahiyat bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç Dr. Cüneyd Gökçe hocamızın ‘Şark Medreselerinde Dil ve Eğitim” adlı söyleşisinden Medreseler ilgili bir kaç anekdot aktarmak istiyorum.

– Medreselerde eğitim sisteminde öğrenciler

1-Fakke

2-Talip

3-Mella (Arapça İllimle dolu anlamına geliyor).

– Doğuda ders veren  Müderrislere Seyda denir.

– Medresede tatil Perşembe ikindide başlar.Cuma günü ikindide biter.Medreselerde vaktini boşa geçirmek yoktur.Talebeler tatilde bile derslerini tekrar amacı ile birbirlerine bilmeceler sorarlar.

– Medreselerde süre ve sınıf yerine Sıra kitapları vardır.Yani 1.sınıf,2. sınıf,3. sınıf yerine 1. Kitap,2.Kitap,3. kitap yar alır.Süre sınırlaması yoktur.Bir öğrenci zeki ise çok kısa zamanda medreseden mezun olup icazet alabilir.

– Medreselerde Sarf, Nahv (Morfoloji, cümle bilgisini bilmeyen birisinin ilerlemesi düşünülemez.

– Medreselerde en önemli kitapların başında Molla Cami gelir.Kitabın asıl ismi El favadil Diyaiye Fi Şerhil Kafiye’dir.Daha sonra bu kitap çok ünlü olduğundan Molla Cami ismini almıştır.

– Hoca ve talebe arasındaki ilişki çok büyük bir saygı ve sevgiye dayanır.Talebe hocaya konuşurken 3. şahısla konuşur gibi konuşuyordu. Örnek: Zatı alilerin bizden bir isteği varımıdır ?

– Doğudaki medreselerin temelinde Arapça yer alırdı.Batı ve Karadeniz’deki medreseler  ise daha çok Kuran-ı Kerim ve kıraatine önem verirlerdi.Bu durum daha sonra bazı müderrislerin etkisi ile aynı oldu.

– Seyda yani bir müdderis her ilimden anlardı.Kendisine sorulan her soruyu cevaplayacak bilgi ve birikime sahipti.Bunun içine Matematikte,fizikte,fıkıhta,kelamda olsa her ilimde belli bir bilgi birikimine sahipti

– Medreselerde en son okunan kitap cem-ul cevami’dir.Bu kitaptan sonra talebeye icazet(Diploma) verilir.Böylece talebe artık Mella olur ve ders verebilecek seviyeye gelir.

Medrese eğitiminin verildiği dönemde öğrenci hem dini yönden hemde bilimsel anlamda çok iyi bir eğitim alırdı.

Bediüzzaman Hazretleri bu eğitimi; Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir.  Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.“ (Risale-i Nur / Münazarat) sözleriyle çok güzel açıklar.

Yani nasılki midemizin gıdası ayrıdır. Gözümüzün ve kulağımızın gıdası ayrı ayrıdır. Gözün gıdası güzel manzaralar, kulağın ise seslerdir. Aynen öyle de aklımızın gıdası ile kalbimizin gıdası da farklıdır. Aklın gıdası bilim, mantık ve fenlerdir. Kalbin gıdası ise sahibini (yaratanı) bulmak onu tanımak ve ona tesbih, namaz, dua ve ibadettir. Biri eksik oldu mu, insan da eksik olur.

– Evet birileri bize hep  medreseleri geri kalmışlığımızın sebebi olarak göstermeye çalıştılar.Batıdan getirilen bazı eğitim sistemlerini kurtarıcı olarak tanıtmaya çalıştılar.Ölçüsü ,bize uymayan bir elbiseyi giydirdiler.Bu elbise hep dikkiş attı.Hep yama ile kapatılmaya çalışıldı fakat nafile bir türlü yamalar da tutmadı.Günümüz eğitim sisteminin durumu bizim aktardığımız yanlışı destekleyen en iyi örnektir.

Başka bir durum da yukarıda bahsettiğimiz Medreseler Avrupa’nın Ortaçağ diye adlandırdığı karanlık döneminde İslam dünyasını aydınlatan İlim ve İrfan yayan merkezler konumundaydı.Avrupa için karanlık olan bu dönem İslam dünyası için günümüz de çağdaş  Avrupa  Üniversitelerinde kitapları okutulan büyük İslam alimlerinin yetiştiği dönemdir.

Hamit DERMAN

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version