Ahlakıyla geride kalanı, ibadeti de öne çıkaramıyor!

Yıllar önce bir gazeteci arkadaş, “Sizinle röportaj yapmak istiyorum.” dedi. “Buyur, gel…” dedim. Şöyle bir soru yöneltti: “Hiç ‘Keşke…’ dediniz mi?”

Herkes gibi hayata başladım, sonra kendimin heykeltıraşı oldum. Mermer sütunumu yonta yonta onu insana benzetmeye çalıştım. Hayal dünyasına dalıp mazinin tarlalarında dolaşarak “Ah keşke” diyeceğimiz çok şeyler olabilir amma neye yarar? Mazi elimizden çıkıp gitmiş, istikbale hükmedemeyiz. Öyleyse yaşadığımız zamanı en iyi şekilde kıymetlendirmek gerekir. Yine de bu soruya şöyle cevap verdim:

Keşke hiçbir menfi tavrım olmasaydı. “Kabul etmem, istemem, yapmam” gibi kelimeleri ya hiç kullanmasaydım veya çok az kullansaydım. Bu yaşa kadar her çeşit insanla tanıştım, pek çok insanla çalıştım. Gördüm ki, uzun vadede başarılı olan arkadaşlarımın bütünü tebessüm edebilen ve güzel görüp güzel düşünebilen kişilerdi. Bu yalnızca iş hayatında geçerli bir kural değil, aile hayatında da çok geçerli bir kural… Efendimiz’in (sas) hayatını okuduğumda hiçbir sahnede menfi bir tavrını göremedim. Mesela Peygamberimiz’in (sas) vefatından yıllar sonra bir gün, Ebu Hureyre (ra) çarşıya gider ve malını satmakla meşgul olan esnafa “Mescitte Resulullah’ın mirası taksim edilirken ben sizleri burada görüyorum.” der. Tabii bu haberi duyanlar mescide koşar. Amma kimse dağıtılan bir miras göremez ve geri dönerler. Ebu Hureyre’ye (ra), “Biz taksim edilen bir şey göremedik.” derler. “Sadece bazıları Kur’an okuyordu…” Ebu Hureyre (ra) şöyle cevap verir: “İyi ya; Resulullah’ın mirası da zaten Kur’an değil midir?” O zaman şöyle düşünürüz; mademki Efendimiz (sas) yaşayan Kur’an’dı; öyleyse O’nun mirasından en büyük payı, O’nun ahlakına en çok tâbi olanlar alabilir.

Okuyarak, anlayarak, ibret alarak ahlak anlayışını geliştirmek lazım. Mesela bir anlık sinirle, fevri davranmanın sonu ne oldu? Kavga etmenin, yanlış sözler söylemenin sonu nereye vardı? Kinin sonuçları ne oldu? Açıkça görüyoruz bunları.

Akıllı bir insan için akrabaları, komşuları, arkadaşları bir laboratuvardır. Onların sergilediği davranışlara bakıp, güzel ahlakın insanı hangi noktaya ulaştıracağını anlayabilir. Zaten biraz tefekkür yapınca anlaşılacak ki, Müslümanların en acil ihtiyacı, güzel ahlaktır!.. Ahlakı ve davranışları, karşısındaki şahsın hareketlerine göre şekillenmeyen, bulunduğu yerde bir ahlak abidesi gibi durabilen kişileri görünce, “Bundan daha büyük hizmet olur mu?” diye düşünüyorum. Ahlakıyla geride kalan bir kişiyi de ibadeti öne çıkaramıyor… Fazilet kulesi yokuştur; inilmez düşülür. Bir söz, bir hareket, insanı fazilet kulesinden düşürebilir.

Hekimoğlu İsmail / Zaman

Halife Hz. Ömer’den bir yönetici ve danışmanı dinleme örneği!

Hz-omerÖyle anlaşılıyor ki, samimi yöneticiler doğru sözlü danışmanlarını dinleyerek istişare ile karar verirlerse isabetli sonuçlar elde ederler.

Tıpkı dünyaya adalet örnekleri veren Hz. Ömer Efendimiz’in, yönetimi boyunca hep danışmanlarına sorarak yanlış kararlardan kurtulup isabetli kararlara imza attığı gibi.

Bugün sizlere, işte böyle bir yönetici ve danışman örneği sunmak istiyorum. Belki de bir daha ibretle okuyacak, takdirle düşüneceksiniz bu tarihî yönetici ve danışman olayını.

Bilindiği üzere on senelik halifeliği boyunca geceleri yatağında uyumayan Halife Hazret-i Ömer (ra) Efendimiz, yanına aldığı danışmanı ile Medine’yi bir uçtan bir uca sabahlara kadar dolaşarak halkın huzurunu sağlamaya özel bir dikkat ve hassasiyet gösteriyordu. Bir gece yine âdeti olduğu üzere yanına aldığı danışmanı Abdurrahman bin Avf’la birlikte sessizce yürüdükleri Medine sokaklarından birinde bir evden karışık eğlence seslerinin geldiğini duyarlar. Biraz daha yaklaşınca gelen seslerden bir tahmin yapan Halife, hemen yorumunu yapar:

– Ey Abdurrahman! der, bu evin içindekiler içmişler, sarhoş naraları atarak komşuları rahatsız ediyorlar! Ne dersin, huzuru bozan bu sarhoşlara ne türlü bir ceza verelim?

Halife’nin bu görüşüne danışmanı Abdurrahman bin Avf iştirak etmez!. Hatta iştirak etmemekle de kalmaz, aynı zamanda itiraz da ederek der ki:

-Bana kalırsa ceza verilecek olan, evinde özel hayatını yaşayan o insanlar değil, sokakta onların mahremiyetlerini araştıran bizleriz!.. Hatta der, onlar evlerinde bir suç işlemişlerse biz sokakta onların özel hayatlarını tecessüs ederek üç suç birden işlemiş oluyoruz.

Bu itiraz karşısında irkilen Halife, düşünmeye başlar. Neden sonra sorusunu şöyle sorar:

– Ne türlü suç işlemiş oluyoruz biz burada bu halimizle?

Danışmanı düşündüklerini tereddüt etmeden açık seçik şöyle sıralar:

-Allahu Azimüşşan, Hucurat Sûresi’ndeki ayetinde, “Zan ile hüküm vermekten kaçının!.” buyurdu. Biz ise gözümüzle görmediğimiz halde zan ile hüküm veriyoruz.

‘İnsanların ayıplarını araştırıp da ilan etmeyin!’ buyuruyor, biz ise evlerindeki gizli hallerini açığa çıkarıp ilan ederek cezalandırmak istiyoruz.

3- ‘Birbirinizin gıybetini yapmayın!’ buyuruyor. Biz gecenin bu saatinde hem zan ile hüküm veriyor hem evinin içindeki gizli ayıplarını meydana çıkarmak istiyor, hem de burada gıybetlerini yapıyoruz!. İşte bunlardan dolayı aslında cezalık işi biz yapıyoruz, ev sahibi değil ey Müminlerin Emiri!..

Kararlarını hep istişare ile veren koca Halife, danışmanından gelen bu açık seçik istişari görüşleri dinledikten sonra bir müddet sessiz sedasız olduğu yerde bekler.. En sonunda elini, doğru sözlü danışmanına uzatarak tarihi kararını şöyle verir:

Ey Abdurrahman der, tut şu elimden de bir an evvel buradan uzaklaşalım; yoksa ev sahipleri dışarı çıkar da bizi bu halde görürlerse, gerçekten de biz onlara değil, onlar bize ceza isteyebilirler!

Oradan hızla uzaklaşırken kendisini yanlış düşünce ve karardan kurtaran istişare arkadaşı danışmanına duyduğu memnuniyetini şöyle ifade eder:

– Kendi düşüncesini danışmanına sormak, doğrusunu duyunca da inat etmeyip hemen kabul etmek ne güzel bir istişare anlayışıdır. Hem yanlış düşünmekten hem de yanlışı uygulamaktan kurtuluyor yönetici, düşündüğü doğruyu açıkça söyleyen danışmanı sayesinde! Allah samimi yöneticiyi böyle samimi danışmanlardan hiçbir zaman mahrum eylemesin!

-Ne dersiniz?.. Dünyaya adalet dağıtan Halife Hz. Ömer’in danışmanından dinlediği doğruları hemen kabul etme örneğinden bizlere de mesaj var mı? Deve devrinden füze çağına verilen bu açık istişare örneğine bugün dünden daha fazla muhtaç değil miyiz? Biz her şeyi kendimiz biliyor, kimseye sorma gereği duymuyoruz demeye getirmiyoruz değil mi? Şayet böyle ise Halife Hz. Ömer Efendimiz gibi başarılı olmaya adayız demektir inşaallah..

Ahmed Şahin / Zaman

Abdullah İbn Ömer (ra)

Hazreti Ömer’in (ra) büyük oğlu ve Peygamber Efendimizin (sav) hanımı Hz. Hafsa’nın kardeşi olan Abdullah, 613 yılında Mekke’de doğdu. Annesi Zeynep bnt. Maz’un el-Cümeyhî’dir. Künyesi Ebu Abdurrahman’dır. Babasıyla birlikte Müslüman olmuştur.

Bedir ve Uhud savaşlarına katılmak istedi fakat Peygamberimiz(sav) tarafından küçük olduğundan dolayı izin verilmedi. Hendek Savaşına on beş yaşında katıldı.

 Hayber seferi, Mekke’nin fethi, Huneyn seferi, Suriye ve Irak’ın fethi, Yermük Savaşı, Nihavend Savaşı, Mısır’ın fethi ve Hz. Eyyüb el-Ensari’nin de aralarında bulunduğu İstanbul seferine katıldı. Yezid’in ölümünden sonra, halifeliğe aday gösterilmiş ancak, kendisi bu teklifleri kabul etmemiştir. Suffe Ashabı”nın da ileri gelenlerindendir. Abdullah ibn Ömer Ebu Hureyre’den sonra en çok hadis rivayet eden sahabedir, 2630 hadisi şerif rivayet etmiştir.

Bilmediği konularda asla fetva vermemiştir. İslam tarihinde müstesna bir yeri olan Hz. Abdullah, her hal ve hareketinde Peygamber Efendimizi (asm) örnek almıştır. Gece namazlarını ömrünün sonuna kadar terk etmemiştir. Hz. Peygamberin (sav) vefatından sonra Ona olan aşırı sevgisinden dolayı, yürüdüğü yollarda yürümüş, altında gölgelendiği ağacın altında oturmuş, o ağaçların kurumaması için sürekli sulamıştır. Servet bakımından sahabelerin ileri gelenlerinden olup yoksullara daima yardım etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i nur adlı eserinde Abdullah ibn Ömer’in iktisat-israf özelliğinden şöyle bahsetmiştir.

“Sahabenin Abâdile-i Seb’a-i meşhuresinden olan Abdullah ibni Ömer Hazretleri ki, Halife-i Resulullah olan Faruk-u Âzam Hazret-i Ömer’in (r.a.) en mühim ve büyük mahdumu ve Sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zât-ı mübarek çarşı içinde, alışverişte, kırk paralık bir meseleden, iktisat için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir Sahabe ona bakmış. Rû-yi zeminin halife-i zîşânı olan Hazret-i Ömer’in mahdumunun kırk para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek, o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister.

Baktı ki, Hazret-i Abdullah hane-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti.

Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti, o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?”

Herbirisi dedi: “Bana bir altın verdi.”

O Sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden, kemâl-i rıza-yı nefisle versin!” diye düşündü. Gitti, Hazret-i Abdullah ibni Ömer’i gördü, dedi:

Ya imam, bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.”

Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemal-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hissettir ve ne de bu israftır”

 Müslüman olan bütün kölelerini azat etmiştir. Sırf azat olmak için Müslüman olunduğu söylentilerine karşılık, “Bizi Allah ile aldatmak isteyenlere aldanmaya razıyız”  karşılığını vermiştir.

İmam Nâfi, Hz. Abdullah için: “Her zaman dualarında belirttiği gibi bin köle âzad ettikten sonra vefat etti” buyurmuştur.

Abdullah b. Ömer’in evinde misafir eksik olmazdı. Aksam yemeklerini yalnız yediği nadirdir. Mutlaka misafiri olur, olmazsa arar bulurdu. Kendisi de dostlarının evinde üç günden fazla misafir kalmazdı. Cuma’dan önce mutlaka yıkanır, abdest alır, güzel kokular sürünürdü. Her namaz için abdest alırdı.

  Abdullah b. Ömer musikiyi sevmezdi, Teganni ve saz seslerine kulaklarını tıkardı.

İbn Ömer sekil ve şemali hususunda babası Ömer’e çok benzerdi. Uzun boylu ve esmerdi

 Resûlullah(sav) efendimiz ona çok iltifat edip, Kıyamet günü herkesin beratı her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah’ın beratı ise, dünyada verilmiştir buyurarak onu medh ve sena etmiştir

Abdullah b. Ömer – “Yâ Rabbi, bana cennet vacip olmadan canımı alma” diye dua etmiştir.

  İbn-i Ömer Hazretlerine Irak halkından biri:

-“İhramlı kimse sinek öldürse ne lâzım gelir?” deyince sert bir tavırla:

-“Rasûlüllah’ın sevgili torunu Hz. Hüseyin’i katlettiniz de, şimdi sineğin katlini mi soruyorsunuz?” diye sitem etmiştir.

Hac mevsiminde adamın biri ucu zehirli bir mızrak ile Abdullah b. Ömer’i ayağından yaraladı. Vücudu zehirlendi. Bu zehirlenme vefatına sebep oldu. 692 yılında Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir.

Çetin KILIÇ /Lüleburgaz

Kaynaklar:

Hadis külliyatı, Risale-i Nur, Ehli Sünnet Büyükleri.

Rusya’daki Bu Hadise Yeni Değil!

Bu Kitaplar Yasak Olursa Bütün Kitapların Yasak Olması Gerek

Aziz ve Muhterem Ağabeyler.
Evvela, geçen şuhur-u selasenizi ve Ramazan Bayramınızı tebrik eder, müstecab dualarınızı rica ederiz. Elhamdülillah, Risale-i Nur, Rusya’da her geçen gün daha da süratli bir şekilde intişar ediyor, kökleşiyor. Tâ Rusya’nın en uzak köşelerinden (Mesela, Viladivastok) tanımadığımız, bilmediğimiz insanlar, “Biz bu kitapları okuyoruz, hizmet ediyoruz” diye mektuplar yazıyorlar.

Geçen senenin hepimizi alakadar eden en mühim meselelerinden biri, Yekaterinburg’da kitapların müsadere edilerek, Üniversite uzmanlarından müteşekkil ehl-i vukuf heyeti teşkil olunarak tetkik edilmesi ve en son, dokuz ay devam eden inceleme neticesi olarak, Yekaterinburg şehir savcılığı, iddia olunan ittiham ispat olunamadığından, “Mahkemeye varmadan işe hitam verilsin” diye karar vermiş. Elbette, zahiri sıkıntılı haller altında çok güzel parlak hizmetler oldu. Geniş dairede Risale-i Nur’un ehemmiyeti bir daha ispat olundu. Rusya’nın söz sahibi müftüleri, savcılığın adresine, Risale-i Nur’un mahiyetini ibraz eden mektuplar yazdılar. Hatta o müftülerden biri, “Ben onlara, sizin ittihamınızla bu kitaplar arasında yerle gök kadar fark vardır diye anlattım.” dedi.

Başka bir profesör, “Ehl-i vukufun umum metinden her hangi bir parçayı ele alarak kendi kasıtlı ittihamlarını ispat etmek için yanlış tevillere saptıklarını ve incelenen kitapların bin sahife olup, tenkit olunan cümlelerin bir sahife teşkil ettiğini ve binde bir ihtimale göre, esas gayesi, hedefi; kainat, insan, iman, hayat, ahiret vs. olan derin, dini, ilmi eserlerin ittiham olunması muhal ender muhaldir” diye fikrini beyan etmiştir.

Avukatlardan biri Rusya Baş Savcılığına şekva mektubunu yazmış ve oradan “Mektubunuzu aldık ve nezaretimizde işe bakılacaktır” diye cevap gelmiş.

O kardeş çok tesirli bir mektup yazmış. “Bu kitaplar ittiham ve yasak olursa bütün kitapların yasak olması gerek”, “Bu kitaplar bütün dünyada, o cümleden Avrupa’da rağbetle karşılanıyor” diye ifadeler var.

Bu işi kontrol eden yüksek görevli şahıs “Neden bu işe, mahkemeye varmadan ispat olunamadığından hitam verilmiş?” sorusuna “Bu tür işler çok ince ve hassastırlar. Ben tecrübeme istinaden diyorum ki, bu iş mahkemeye varsa bile, ittihamın ispat olunması ihtimalden uzaktır, binaenaleyh bu tür işlerde çok dikkatli olmak icap eder. Çünkü aynı ittihamla biz kendimiz müttehem olabiliriz” diye cevap vermiş.

Elbette, bu hadiseler Muazzez Üstadımızın verdiği beşaretlerden, müjdelerden birer numunelerdir ve Üstadın elli sene önce “Dinsiz bir millet yaşamaz, Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’an ile bir musalaha veya tabi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’an’a kılınç çekemez” diye ifade ettiği âli beyanatının bir emaresidir.

İnşaallah, dua edin Cenab-ı Hak bu hadiseleri, Rusya’nın ve bütün dünyanın semasında, ebedi Kur’an hakikatleri olan Risale-i Nur’un bulutsuz parlak güneş gibi parlamasına vesile kılsın. Amin…

Rusya Nur Talebeleri
Moskova / Rusya

Risale-i Nur’lar Rusya’da Yasak mı?

Bizdeki din ve ahlak karşıtı gazetelerin neşriyatı üzerine Rusya’nın bazı bölgelerindeki Nur Talebeleriyle irtibata geçtik. Başta Moskova ve St. Petersburg olmak üzere önemli merkezlerle haberleştik. Böyle bir yasağın pratikte söz konusu olmadığını söylediler. Mahiyeti henüz bizce de meçhul Kaliningrad’taki bir mahkeme kararından yola çıkan RIA NOVOSTİ ajansı böyle bir haberi geçmiş.

Halbuki başta Avrupa, Türkiye ve Orta Asya olmak üzere dünyanın dört bir yanında Rusça neşredilen eserler pratikte böyle bir yasağın olmadığını gösteriyor.
Hatta Bediüzzaman’ın önemli talebelerinden merhum Mustafa Sungur’u özel davetiyle Moskova’daki İslam Konferansına çağıran Medvedev’e rağmen böyle bir yasak söz konusu olabilir mi? Gençliği komünizm, materyalizm ve masonların imansızlık ve sefahet girdabına kapılmış Başkan Vladimir Putin de, bütün gayretiyle dini ve insani değerleri Rusya’da inşaya çalışırken, bazı yerel mahkemelerin eski bolşeviklerden kalma din düşmanı bilirkişi raporuyla Risale-i Nurl’u yasaklamaya yeltenmeleri ister istemez dikkatimizi çekiyor.
2008’den bu yana Türkiye basınında mason destekli gazetelerde propaganda edilen bu yasağın mahiyetini doğru anlayabilmek için, Sovyetler’in dağılışından sonraki “Yeni Rusya’da” olup bitenleri dikkatlice takip etmekte fayda mülahaza ediyoruz.
KOMÜNİZM BUHARLAŞTI MI?
12  Eylül’e kadar başta Türkiye olmak üzere birçok hür ülkenin gençliği “Kahrolsun komünizm!” diye kükrüyordu. Sonra bu sesler birden kesildi. Bu meselede sağcıların dış güçlerin tezgahına geldiğini biz de kabul ediyoruz. Fakat bu kabul, komünizmin veya inkarcılığın “sırra kadem basması” sorusuna cevap vermiyor. Yani 12 Eylül’den sonraki tezgaha “inkarcı, ihtilalci ve sefaheti teşvik eden” cereyanlar başka renk, ton ve formatlarda geleceklerdi. İdeoloji gömlek değiştirince komünistler Neocon veya Troçkist, masonlar da neoliberal veya turuncu olarak ortaya çıkacaklardı. İşe Yeni Rusya’nın bu iki cereyanla yıllardır nasıl boğuştuğunu takip etmeyenler, Kaliningrad gibi yerel mahkemelerin arkasına gizlenmemiş “dinsiz ve ahlaksız” cereyanları tanıyamazlar.
Neoliberallerin sahneye sürdükleri George Soros ile Rusya arasında yaşanan ekonomik savaştan sonra, Rus idarecileri, bu cereyanlara destek olan iş adamlarının, gazeteci ve STK’ların tezgahlarını bozdu. Brzezinski ve Kissinger’e rağmen bilhassa Musevi kökenli tüccarlar petrol, medya, orman ürünleri ve bankacılıktan el çekmek zorunda kaldılar. Rusya Bediüzzaman’ın tabiriyle bin senelik tarih, kültür, din ve milli değerlerini tahrip eden eski bolşevik ve komünistlere yol vermedi. Rus idarecileri aleyhinde bilhassa neoliberallerin kontrolündeki medyada çıkan haberler; Murdoch, Soros veya Springer gibi barış karşıtlarının kuyruk acılarından başka birşey olmamalı. Bilhassa rüşvetlerle Rusya’daki dinsiz, serseri ve sefahetçileri organize edip Avrupa Mahkemesine dökenlerin maksatları, elbette hukuk değildi.
“RUS DA DİNSİZ KALAMAZ”
Rusların Risale-i Nur’a ilgileri sebepsiz değil. 1909’dan itibaren Bediüzzaman Ruslarla ilgilidir. Rothschild’lerin kışkırtmasıyla Van Ermeni devletini kurdurtmak üzere vatanımızı işgal eden Rusların başına gelecek musibetleri Kur’an’ın yardımıyla keşfeden Bediüzzaman, Ruslardan önce Troçki ile Lenin’in mahiyetlerini dünyaya haber veriyor. 1909’da Tiflis’te Ruslara söylediklerini 1916´da Sibirya’da daha yakından söylecekti. İngiltere’nin oyununa gelen Rusya’nın bütün serencamını satıraralarında haber veren Said Nursi’nin Rus entellektüelince artık tanındığına inanıyoruz. Rus generallerinden siyasetçilerine kadar Risale-i Nur’un kıymetini idrak etmiş ülkenin aydınlarıyla Said Nursi üzerinden kavga vermeye çalışan neoliberaller, Kemalist yoldaş ve biraderleriyle küçük bir istişare etselerdi, böyle gülünç duruma düşmezlerdi.
Dijital medyanın dünyayı bir köye çevirdiği zamanlarda kitap yasağı… Başta Avrupa, Amerika ve İslam aleminin en saygın üniversitelerinin en üst mahfillerine yerleştirdikleri Kur’an tefsirlerini iftira ve karalama ve yalanlarla yasaklatayım derken Rus mahkemelerinin ve hukunun kanına giriyor neoliberal kaosçular… Risale-i Nur üzerinden kavga vermek tam bir nifak işi… Mert olsalardı; Perle, Fallacini, Huntington, Sarrazin ve Giordano gibi direkt Kur’an’a hücum ederlerdi. Rusya coğrafyasında Hıristiyanlığı bütün temelleriyle tahrip eden komünistler, gençliğin İslama dönüşünü engelleyebileceklerini zannediyorlar. Kaldı ki Bediüzzaman “Müslüman İseviler” ifadesiyle, iki dini de “barışta” mezcetmiş. Onların bütün gayretleri de Said Nursi’nin müjdesini öteleyemeyecek: “Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Ancak İslamiyetle barışır ve Kur’an’a teslim olur.”
NETİCE
Risale-i Nur’u okuyanlarda başlayan kişisel tekamül, elbette çevrenin dikkatini çekiyor. Bu ahlaklı, çalışkan ve güvenilir insanları kim istemez ki… Tüccarlar, siyasetçiler, global cereyanlar ve hatta devlet bile… Risale-i Nur’dan kuvvetli imani dersler alan bu insanlar, sosyal hayatta dost ve düşmanlarıyla nasıl muamelede bulunacaklarını, hangi prensiplerle hareket edeceklerini ve kırmızı çizgilerini de yine Bediüzzaman’ın eser ve hayatından çıkaramazlarsa, kendilerini kuşatacak fitne, fırıldak, dış mihraklı cereyanların tetikçileri ve global dinsizlerin ajanlarıyla mücadelede elbette zorluk çekerler.
Mason, dinsiz ve sefahetçilerin ittifak halinde karşı koymaya çalıştıkları Risale-i Nur´un yasaklanamayacağını onlar da biliyorlar. Yalan, fitne ve iftira ile zihinleri bulandırmayı ve Rus idarecilerini zora sokmayı hedefleyen neoliberallere karşı Türkiye Nurcuları başta olmak üzere Avrupa ve İslam alemindeki Müslümanlar elbette maddeten ve manen yardım edeceklerdir. Diyanet’imizin sık sık birlikte toplantı yaptığı “Rusya Müftüler Konseyi”ne bu meseleyi taşıyacağına da inanıyoruz. Bünyelerinde Risale-i Nur ile alakalı konferanslar düzenleyen üniversitelerimizin temsilcileri ve kıymetli öğretim üyeleri de ilmin ve hürriyetin namusunu kurtarmak için Rus meslektaşlarıyla bu konuyu müzakere edeceklerdir. Hukukçularımız da üyesi oldukları AİHM’deki hakimleri doğru bilgilendirerek; mason ve komünistlerin bu kıymetli müesseseyi boş ve insanlığa zararlı şeylere alet etmemelerini sağlayacaklardır. Risale-i Nur elbette yasaklanamaz. Fakat dünyanın gündemine oturması için demek ki böyle davalara ihtiyaç oluyormuş…
saidnursi.de
Şükrü Bulut / saidnursi.de

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version