Takva Nedir? Üstünlük Neden “Takva”dadır?

Takva; sakınmak, derin bir saygıyla Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmak, rahmetini, lütuf ve ihsanını kaybetmekten, kahr ve cezasından korkmaktır.

Takva, “huzur-u daimî”, yani daima Allah’ın huzurunda olduğunun şuuruyla yaşamanın formulüdür.

gül tomurcuğuKur’ân’da 258 yerde geçen takva âyetlerinden birisinin meâli şöyledir: “Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.” (Nahl Sûresi, 128.)

Bir hadis-i şerifte, “Arab’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. İnsanın cennete girmesine sebep olan en büyük şey, kulun takvasıdır” buyurulur.

Bediüzzaman, “Bu mektup gayet ehemmiyetlidir” notuyla talebelerine gönderdiği lâhikada, “Kur’ân-ı Hakim’in nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih” esaslarını nazara vererek şöyle tarif eder:

Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.” (Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 110.)

İslâm imanında, ahlâk ve hukukunda, “def-i mefasid ve terk-i kebâir üssü’l-esas”tır. Yani, önce olumsuz, şer, kötü yok edilir, ardından müspete, hayra, olumluya geçilir.

Takvada önce haramlar terk edilir. Ardından mekruhlardan sakınmak; peşinden mubah ve helâller gelir. Buna şöyle işaret edilir:

Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır… Hem, takva içinde bir nevî amel-i salih var… Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i salihadır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 110.)

Takvanın üç mertebesi olduğu nazara verilir:

1- Şirkten takva: İmanı tahkikiye çıkarıp şirkten korunmayı esas alır.

2- Masiyetten takva: Kebâiri, yani, büyük günahları işlemekten, küçüklerde de ısrardan sakınmayı gerektirir. En yaygın olarak bu anlamda kullanılan takva için, şöyle ferman edilir: “Eğer onlar Allah’a iman edip Onun emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınsalardı, elbette Allah tarafından verilecek bir mükâfat kendileri için daha hayırlı olurdu. Keşke bunu bilmiş olsalardı!” (Bakara Sûresi, 103.)

3- Masivadan takva: Kalbini, Hak’tan alıkoyan her şeyden uzak tutmak. Bu da zikir, şükür, fikir/tefekkür ile olur.

04.01.2013

Ali FERŞADOĞLU

afersadoglu@hotmail.com

Horozu Öttüren Kırmızı Kravat!

Sene 1994 ilkbaharın başlangıcı havalar ısınmış, toprak altından bir nevi berzah âlemine uyanan ve neşv-u nema eden bitki tohumları; ağaç dalları yeşil yapraklarla sarmış, etraf rengârenk gelincik çiçekleriyle süslenmiş, hafif rüzgârın esintisiyle etraftaki bitkiler;  ağaçlar dal, yaprak ve çiçekleriyle Mevleviler gibi cezbeye gelmiş bir bahar döneminde, sermaye-i ömrünü bitirmiş; âlem-i berzah yolculuğuna giden bir dostumuzun vefat haberini Elazığ’dan duyduk, kaderin cilvesi; bir taraftan berzah âleminden dar-i dünyaya gelen nebat kafilesi, diğer taraftan da dünyadan; berzah âlemine göç eden insanlar! Bir devir teslim meydanı, bir deveran, bir imtihan yeridir. İşte bu dünya…  Taziye münasebetiyle birkaç arkadaşla Diyarbakır’dan Elazığ’a gittik.

 Elazığ’a kadar gelmişken 1925 yılından bu yana faaliyette bulunan  “Emrazı Akliye ve Asabiye Hastanesi” bugünkü belirgin ismi ile tanınan akıl hastanesi’ne de uğralayalım, dedik.

 … Derken ziyaretçi olarak akıl hastanesine gittik. Psikolojisi bozuk fakat zeki, akılları ise dağınık hastalar var, işte tarife uygun bir hasta ile hastane bahçesinde karşılaştık. Bize önce güzel bir iltifat gösterdi, daha sonra, muhtemelen bizi ağırlayacak imkânı olmadığını ima ederek şöyle konuşmaya başladı:

“vakti zamanda babamın Malatya girişinde çiftliği vardı, yedi çadırı kuruluydu, bir sürü koyunları vardı; kazan-kazan, et- pilav pişirilirdi, sofra yerden kalkmazdı, gelen gidenleri ağırlardık. Ah! nerede o zamanlar?” diye, ifade-i meram etikten sonra, bir sigara istedi,  yaktı sigarayı, nefes üstüne nefes sigaranın dumanı çekmeye başladı,  pür bir dikkatle boynumda ki kırmızı kravata derin… den baktı, baktı… Galiba düzgün bir kıyafet üzerinde ki “kırmızı kravat” onu çok düşündürmüştü… İşte o derin bakış içinden anlamlı bir hitap!

 “arkadaş! benim de bir horozum var, boynuna kırmızı kravatı takarsam öter mi.?” dedi,

“Evet… Evet, öter kardeşim.” dedim.

Yanımızdakiler bize güldüler, bende güldüm, ama gülüşüm başka bir gülüş… Hani güçlü biri; zayıf birisine hakaret edince, zayıf; kaviye karşı hafiften gülümseyerek vakıayı örtmeye çalışır. İşte benim de ağlama yerine tebessümle bir nevi halet-ı ruhiyemi gizlemeye çalıştım…

 Aldım mesajımı, o deli kardeşimden… “Nice elbise vardır, içinde insan yoktur; Nice insanlar vardır, üzerinde elbise yoktur” Hz. Mevlana’nın sözü ne kadar manidardır. Herkese bir hisse düşebilecek kadar gerçek payı var…  Sanırım.

İnsanoğlu kendini biraz güçlü, biraz itibarlı, biraz cebinde parayı gören, biraz makam ve mevki sahibi olan, biraz da şan ve şöhreti elde edince hemen dünyevi değerlerin cazibesine kapılıp üstün bir konumda kendini hisseder. Zira Bediüzzamana göre, ”Zaaf gururun madenidir.” Zayıf insanlar açıklarını kapatmakla gurur ve kibire kapılırlar. Kibirli insanlara bakıldığı zaman çoğu sonradan görme oldukları ve sosyal hayatta işgal ettikleri makam ve mevkinin ehli olmadıkları anlaşılır. Bu tür insanlıktan nasibini almayan insanlar ne kanunu ne de insanlığı tanımazlar. Ne yazık ki: Makam da, mevki de, şöhrette, zenginlikte çabuk elden çıkan nesnelerdir…

Cenabı Allah (cc) Kur’an-ı azim-ü’şân da şöyle buyurmaktadır “İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz sevmez. Yürüyüşünde tabii ol, sesini de alçalt” Lokman,31/18

Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimat eden bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören bahtiyardır… Tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır.” (Bediüzzaman, Hizmet Rehberi)

Ya Rabbi,işinde sebat eden,nimetine şükreden, ibadetini güzel yapan,doğru konuşanlardan bizi eyle, amin!…

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

Kurt ve Nefis

Bir gün bir çoban annesi ölmüş bir yavru kurtu görür. Onu evcilleştirmek için alır ve ahıra götürür. Sütlü bir koyun, ona süt vermeye ve annelik yapmaya başlar. Kurt zamanla büyür ve bu kurt bir gün ahırdan ağzı kanlı çıkar. Çoban onu görünce “ inşaallah anneni yemedin” der. Çoban ahıra girer ve anne koyunu parçalanmış bir halde görür. Çoban da kurdu öldürür.

Hikâye burada bitti ancak “her kıssadan alınacak bir hisse vardır” derler. İşte insanın nefsi bir kurt gibidir. Ne kadar ihtiyacını karşılaşan da en sonunda o yapacağını yapar. Yani senin ebedi hayatını öldürmeye çalışır. Dolayısıyla hiç kimse hiçbir zaman nefsine güvenmemelidir.

Bilindiği gibi Hz. Yusuf, zindanı zinaya tercih eden iffet abidesi bir peygamberdir. O bile nefsine güvenmemiştir. Bediüzzaman bu konuda ne güzel söylemiş : “Düşman istersen nefis yeter. Evet, nefsine güvenen belayı bulur, zahmete düşer. Nefsine güvenmeyen safayı bulur; rahmete gider.”

Ayrıca mümkün oldukça nefis ile baş başa kalmamaya çalışmak lazımdır. Çünkü nefis bir kurt gibi güçlü ve kurnazdır. Seni mağlup etmenin bir yolunu bulur. Nitekim Peygamberimiz (sav) “Ey Allah’ım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle baş başa bırakma ” diye dua ve niyazda bulunmuştur.

Cenabı Hak, bizi nefis ve şeytanın şerrinden muhafaza eylesin.  Âmin…
Yazımızı Peygamber Efendimizin konu ile ilgili bir hadisi şerifi ile bitiriyorum: “En büyük cihat, nefis ile yapılan mücadeledir.”

İbrahim Yardım
İlahiyatçı-Yazar

Sınıfta disiplin nasıl sağlanır?

Niğde’de konferans verdikten sonra okul müdürü arkadaşlarla çay içerken okuma tutkusuna hayran kaldığım Gazi İlkokulu Müdürü Mehmet Alkan, ortaya bir soru attı. Ak saçlı, tecrübeli şöyle dedi:

Öğretmen arkadaşların çoğu sınıfta disiplin kurma konusunda problem yaşıyor. Çocukları derse motive edebilmek en önemli problem. Dur, sus, konuşma yöntemi sökmüyor. Dersin bir yarısı bağırıp çağırma ve gürültüyle geçiyor. Televizyon, bilgisayar, cep telefonu gibi teknik yayınların gürültülü, resimli, efektli programlarına alışan öğrenciler, öğretmenleri dinlemeye gelince konsantre olamıyorlar. Kanaatimce eğitimdeki en büyük problemlerden biri sınıf disiplini. Bunca yılın öğretmenisiniz, Almanya’da kaldınız, dünyayı takip ediyorsunuz. Pratik bir çözümünüz var mı?”

Gönlümüz ve beynimizle öğretmenlik yapmak şartıyla problemin çözümü var.

– Nedir, söyler misin diye atıldı Mehmet Bey.

-Memnuniyetle, bildiklerimi mezara götürecek değilim yalnız çocukların gönlüne girmeyi hedeflemeden benim prensibi kullanırsak prensip işe yaramaz, onu da ilave edeyim.

Öğretmeni Başarıya Götüren Yol konulu Rize’de verdiğim konferansı hatırladım. Konuşmam bittikten sonra eğitim fakültesinde okuyan iki öğrenci gelip beni tebrik etmiş ve şöyle demişlerdi:

Dört yıldır eğitim fakültesinde okuyoruz. Öğretmenlerimiz akademisyen, bol bol teorik bilgiler anlatıyorlar. Sizi anlattıklarınız sınıfın içinden. İki saatte dört yılda öğrendiğimizden fazlasını öğrendik.”

Bu sözleri o zaman iltifat olarak algılamıştım. Mehmet Alkan, konunun ciddiyetine dikkat çekip de sınıflarda benim sandığımdan daha ciddi problemlerin yaşandığını söyleyince “paran kadar konuş” metodunu anlatmaya karar verdim.

Her şeyden önce çocukları sevmeli, onlar için çalıştığımıza onları inandırmalıyız. Dersine girdiğim sınıflarla tanışmadan sonra öğrencilerime şöyle derim:

‘Değerli arkadaşlar, sınıfta disiplin sağlamak zor bir iştir, herkes her zaman kendini kontrol edemez, ders anlatılırken birbiriyle konuşan öğrenciler çıkabilir. Bazen de bir ihtiyaçtan dolayı konuşursunuz. Sınıfta disiplin sağlama konusunda bana yardımcı olacağınıza can-ı gönülden inanıyorum. Sınıf sessizliği, dersi anlamanız için gerekli. Dersi derste öğrenirseniz işiniz kolay olur. Benim dersim kolaydır, milyonlarca öğrenci bu dersi her sene geçer. İsterseniz siz de geçersiniz. Yüksek notlar alarak sınıfı geçmeniz beni memnun eder, bu konuda size elimden gelen yardımı yapacağım.

Gelelim sınıfta disiplinin nasıl sağlanacağı konusuna. Sınıfta disiplin sağlama metotlarını gözden geçirelim. Bir arkadaşınız tahtaya gelsin, bu metotları yazalım ve oylayalım. Ben demokrat bir öğretmenim, sizin kabul etmeyeceğiniz bir metodu uygulamam. Sizin kabul edeceğiniz prensipleri uygulayacağız.”

Bir öğrenciyi tahtaya kaldırırım ve aklıma gelen metotları yazdırırım.

Sınıfta disiplin sağlama yolları:

  • Bağırıp çağırma ve azarlama.
  • Disipline verme.
  • Notu silah olarak kullanma.
  • Velinizi çağırıp konuşma.
  • Konuşanın yerini değiştirme.
  • Konuşana yazı yazma ödevi verme.
  • Konuşanın para ödemesi.

Bu metotları tek tek oylatırım, oy çokluğu ile yedinci maddede kabul edilir.

Öğrenciler paranın nereye harcanacağını bilmek isterler. Sınıf kasası oluşturacağımızı, biriken paraların harcanmasına sınıfça karar vereceğimizi söylerim. Çoğu zaman dönem sonunda çay içer, pasta yeriz, ikinci dönem dondurma alırız, fakir bir öğrenciye yardım ettiğimiz olur, kitap alıp kütüphaneye bağışladığımız olur.

Para vermek istemeyen öğrenci, çizgi sayısınca yazı yazar, kitaptaki önemli konuları yazar. Hem sınavlara hazırlanır hem de borcunu ödemiş olur.

Bazen öğrenciye, Sakarya Türküsü, Bayrak, Fetih Marşı, İstiklal Marşı, Çanakkale Şehitlerine, Süleymaniye’de Bayram Sabahı, Yaş Otuz Bey, Kara Toprak vb. gibi güzel bir şiiri çizgi sayısınca yazmayı öneririm. Şiiri defalarca yazan öğrenci, kolayca ezberler ve sınıfta okur, benden 100 alır. Böylece öğrenci çizgi cezalarını iyi nota dönüştürür.

Yazma ödevini yerine getirmeyen öğrenciye ödev notu veririm ki bu öğrencinin aleyhine olur. Böyle durumlarda öğrenci ile teneffüste özel olarak konuşur, kötü notu düzeltmesi için neler yapması gerektiğini anlatırım. Sınıfça alınan karara öğrenciler çoğu zaman uyar, bu konuda öğrenciyi ikna etmeye çaba sarf ederim.

Öğrenci sorunun çözümüne yanaşmazsa velisi ile görüşür, veli ve öğrenci ile sorunu çözmek için birlikte kafa yorarız. Böyle durumlarda öğrencinin evine gitmeyi, veliyi iş yerinde ziyaret etmeyi göze alırım. Sınıf disiplini sağlayamazsam verimli ders anlatamam, bu durum hem beni hem de öğrencileri rahatsız eder, ayrıca derste verimlilik düşer.

Konuşana çizgi çizme işini gönüllü bir öğrenciye veririm. Çizginin kime çizileceğini ben söylerim. Ayşe konuşunca şöyle derim:

-Ayşe iyi kızdır, sınıf kasasına yardım etmek istiyor, bir çizgi at.

Çizginin değeri bir liradır. “İsteyen öğrenci istediği kadar konuşabilir, parası olan konuşur.” diyerek espri yaparım.

Aynı şey Ahmet için de geçerlidir. Konuştuğu zaman, Ahmet iyi arkadaştır, çiz, sınıf kasasını yardım ediyor, derim.

Bazen kitabımı unutarak sınıfa gelirim, bazen telefonu sessize almayı unuttuğum için sınıfta telefon çalar. Böyle durumlarda kendime çizgi attırırım, sınıf kasasına ben de para veririm.

Dönem sonunda paralarla pasta, simit, dondurma alırız, döner yediğimiz bile oldu.

Eyüp İmam Hatip Lisesinde iken döner yiyip ayran içtiğimizi hatırlıyorum. Dönerciden çıkarken bir öğrenci şöyle demişti:

-Biraz daha konuşsak da üstüne bir de baklava yiyebilseydik daha iyi olurdu.

Sınıf disiplinini oyuna çevirmek gerekir. Oyunla disiplin sağlamak hem öğretmeni kızmaktan, bağırıp çağırmaktan kurtarır hem de öğrencilerin rahat bir ortamda ders dinlemesini temin eder.

Para işini çok da önemsemem. Nadiren de olsa öğrencilerin para vermediği ve benim hiçbir şey olmamış gibi onlara dondurma ısmarladığım zamanlar olur. Çizgi sistemi sayesinde senelerce kızmadan, bağırıp çağırmadan, oyun oynar gibi sınıf disiplini sağladım.

Öğrenciler bizim kendilerini sevdiğimizi, onların başarısı için çaba sarf ettiğimizi, onların iyiliğini istediğimizi görür ve buna inanırlarsa disiplin sağlama konusunda bize yardım ederler.

Not: Sorun çözen ve sevilen bir öğretmen olmak isteyenlere Nesil yayınları arasında çıkan “Öğretmeni Başarıya Götüren Yol” ve “En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed(sav)” isimli kitaplarımı tavsiye ederim. İrtibat: 444 24 14

MORAL HABER

Hollanda’lı Kahraman Gençler!

Büyük dünya ailesinin 2 milyarı okuyor. İrili ufaklı 200 devletin içinde 17 milyonluk Hollanda’nın da üçte biri okumaktadır. Bütün Avrupa’da olduğu gibi Hollanda da bir mânâda kundakta iken çocuklara çeşitli yöntemlerle el konulmaktadır. Tartışılan tarafı var, tartışılmayan tarafı var. Aile hayatı ve ebeveynler ayrı birer konu ve problemlerle dolu. Rehber ve önder mükemmel olmaz ise sonuç hicrandır. Hz. Bediüzzaman “Gayr-ı meşrû tarîk zıdd-ı maksuduna inkılab eder” buyuruyor.1

Çalkantılı giden manevî boşluğu çok olan bu gençlik ordusunda, Müslüman gençlerin geleceği için ehemmiyetli murakabe ve çalışmalar ve himmetler vardır ve cârîdir. Küçük aile hayatından tâ Rotterdam İslâm Üniversitesi’ne kadar. Tedbirler zincirinin halkalarıdır. Hollanda diğer bir mânâda göçebeler ülkesi haline gelmiştir. Resmî 450 caminin 160’ı Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait. Diğer camiler ise 57 İslâm ülkesinden gelen Müslümanların inşaa ettiği veya kileselerden camiye intikal. Müslümanlar Hollanda resmî okullarının dışında bu camilerde kendi meslek, meşrep ve inançlarını bir programlar silsilesi içinde anlatmakta ve eğitimi vermektedirler.

Hollanda Eğitim Bakanlığı istatistik kurumuna göre; Hollanda’da toplam nüfus 17 milyon, genç nüfus takriben 5 milyon (nüfusun yüzde 31’i). Öğrenci sayısı 3,5 milyon (nüfusun yüzde 21,9’u) (İlkokuldan üniversite seviyesi dahil toplam öğrenci sayısıdır). Kurban bayramından önce gittiğim Hollanda’da bizim gençleri gördükten sonra ümidim ve şevkim biraz daha arttı. Orada doğmuşlar, oranın vatandaşı olmuşlar, fakat Türkçe’yi arz ettiğim programlar içinde öğrenmişler ve öğrenmektedirler.

Bu gençlerden İlhan Doğan ve Ömer Faruk beylerin organizesi ile üniversite düzeyinde “SEVA” vakfı külliyesinde benden bir seminer istediler ve seminerin akabinde sıra ile sualler sordular. Seminerde “İnsanın mahiyeti ve Batı dünyasında İslâmî inkişafta gençlerin yeri” başlıklı tesbitlerde bulunduk. Katılan bu cengâverlerin, Karamanlı Abdurrahman, Yozgatlı Levent, Karamanlı İsmail, Konyalı Hamza, Iğdırlı Bora, Şahin, İsa, Mustafa, Bekir, Fırat, Muzaffer, Tarık ve isimlerini sayamadığım nice kardeşlerimizin bütün sevdası bu laleler diyarında “İslâmı, Kur’ân’ı ve imanı“ yaymak. Risale-i Nur’un ölçüleri içerisinde…

Bu üniversiteli gençlerin en büyük hedeflerinden bir tanesi zaman seyli içinde Hollanda’nın bütün birimlerinde görev almak. Gidebildikleri yerlere kadar gidecekler ve “Artık burası bizim vatanımız, biz buralarda doğduk ve buralarda başta Müslüman kardeşlerimiz olmak üzere bütün milletlerin gençlerine ve ailelerine İslâm hakikatlerini tebliğ ve takdim edeceğiz” demektedirler. Onları hayranlıkla izledim. Çılgınlık yok, alayiş nümayiş yok. Akl-ı selim içinde hüşyar kalplerle yürümektedirler. Duygulandım, gözlerim yaşardı.

Yine bu gençlerden ve Hollanda doğumlu ve İslâm Diyalog Cemaati’nin sözcüsü Nur Muhammed Başoğlu bize gönderdiği son haberde, bu gençlerin ve Müslüman kardeşlerimizin aktif çalışmalarının yüzlerce semerelerinden bir tanesini aktarmaktadır. “Hollanda’da Amsterdam şehrinde Müslümanların yaşamını kolaylaştırma yolunda atılan adımlara yenisi eklendi. Çoğu üniversite, hastane ve resmî dairelerde açılan ibadethanelere ilâveten Hollanda’nın en büyük lunaparkı kabul edilen Walibi World Parkında mescit açma kararı aldıklarını duyurdular. Walibi World’un yıllık bir milyondan fazla ziyaretçisi bulunuyor. Müstakil bir mescit açılması Hollanda’daki eğlence mekânları için bir ilk. Walibi World resmi sözcüsü sözcüsü Lindy açıklamada bulundu: ‘Dindar ziyaretçilerimizin ibadethane ihtiyacı olduğunu gözlemledik. Yetkililere bir ibadet yeri gösterilmesi için dilekçeler verildi. Müslümanlar için yep yeni bir mescit açtık.’”

Yep yeni bir nesl-i cedid ile karşı karşıyayız, alkışlar onlara…

Dipnot: 1- B.S. Nursî, Lemaat.

04.01.2013

Halil USLU

haliluslu1951@mynet.com

Kaynak: YENİ ASYA

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version