Arafta Yaşamak!

Mutlu olamazlar, Arafta değil de gaflettedirler. Hepimiz gaflete düşer ya da Arafta kalabiliriz. Arafta kalanlar ya da bulunanlar üzülmeyebilirler, ama gaflette olanlar üzülebilirler.

Yaşadığımız çağın hastalığı olarak bilinen Arafta kalmak ya da bulunmak, cennet ya da cehennem aralığında yaşamak gibi tabir etsek yanılmış olmayız. Bu iki nokta arasındaki hayat çizgimizde bizim hangi aralıklarda ve nerede durduğumuzdur. Bu çizgi üzerindeki yerimizin hangi tarafa yakın olduğunun bilinmesidir. İman, Tevhid, teslim, tevekkül bir tarafta, ataistik yaşam-inançsızlık-körü körüne bağlanarak oluşan yaşam ise diğer tarafta. Toplum genelinde herkesin iman ettiği ve kendini Müslüman olarak tarif ettiği ortada dururken.

Hayat tarzımız ve yaşam şeklimizde dine bakış açımız bazen değişim gösterebilir. Kişiler Ateist olmamalarına rağmen yaşantısında ya da toplumda Ataistik bir tavır ve davranışlar manzumesi içinde olabilirler. Onları bu şekilde görmek çok doğalmış gibi lanse edilebilir. Buna gelişmişlik ya da çağdaşlık olarak yorum getirebilirler. Aslında düpedüz inançsızlık çizgisinde seyreden yaşantılarının dışa vurumundan başka bir şey değildir. Batı medeniyetini her yönü ve işleyişi ile kendilerine uygun görüp bir başka medeniyetin tarzını ise hor görme alışkanlıklarını devam ettirirler. Yeri gelince öcü, yeri gelince gerici olarak bu yaşam tarzını benimseyenleri yaftalarlar.

Ateizmin getirdiği serbestiyeti farklı manalar yükleyerek, çağdaşlık ve yenidünya düzeni kelimelerinin arkasına sığınırlar. Diledikleri ölçüde pervasızca ve gayri ahlaki tüm şeytani oyunlarını ortaya koyarlar. Diğerleri ise onların gözünde yobaz ve gerici profilinde hapsolurlar.

Döngüsel hayatın içinde kendilerini hiçbir zaman Ateist olarak adlandırmazlar, fakat ALLAH (c.c) haşa yokmuş gibi tavır içinde yaşamlarını sürdürmekten de geri durmazlar. ’’Kadına hürriyet’’ bayrağı altında, kadına sahip olmanın provalarını yaparlar. Kadehlerini tokuştururken Blues dinlemeyi marifet sayarlar. Puro tüttürmek ise Havana’dan(Küba) daha dün geldim işaretidir. Birçok akla hayale gelmeyen olayları yaşamak için nefis ve akıl oyunlarını çağdaşlık fikri düşüncesi perdesi arkasına gizleyerek ya da saklayarak ortaya koymaya çalışırlar. Bir nevi akıl, kalp ve ruh üçlüsünü uyuştururlar. Kalplerindeki hisleri Ramazan’da ortaya çıkmaya çalışsa da, ne hikmetse ortaya çıkmadan kaybolurlar. Yani Araf da kalırlar ve yaşarlar. Cennet ya da cehennem arasında mutsuz bir şekilde ortada kalırlar. Mutlulukları zehirli bir bal hükmünde olan geçici hevesatları olmaktan öteye gitmez.

Ateist değilim Müslümanım deyip, Ataistik şekilde bir hayat döngüsü içinde yaşam standartlarını en tepeye çıkarmaya çalışırlar. Kimi zaman birilerinin sırtına kimi zaman ise başkalarının omuzuna basarak yükselirler. Ama hiçbir zaman bu kurgunun içinden çıkma gayreti içinde olmayı düşünmezler. Gaflette olduklarını inanmazlar.

Bediüzzaman eserlerinde bu durumu taklidi iman içinde olanlar olarak tarif eder. İmanın en ilkel ve en basit şeklidir aslında. Delillere dayalı olmaksızın sadece çevrenin telkini ile meydana gelen ve âdeta kişinin İslâm toplumunda doğup büyümüş olmasının tabii sonucu gibi gözükür. Ehl-i sünnet alimlerinin çoğuna göre bu tür iman geçerli olmakla beraber, kişinin imanını aklî ve dinî delillerle güçlendirmekle sorumludur. Arafta kalmak bu nedenle mümkün görünmemektedir.

Asıl olan tahkiki imanı elde etmek ve elde ettiği ölçüde yaşam döngüsünü buna göre sürüklemek ve yapabilmek olmalıdır. İmanı kuvvetli hale getirmek, bu zamanın birinci vazifesi olmalıdır ki, taklidi imandan tahkiki imana geçiş olsun. Ta ki Fen ve Felsefeden gelen inkâr hücumlarına karşı dimdik ayakta durabilmek ve dayanabilmek için. Taklidi ve zahiri bir imanla kalırsa, inkârcı fikirler karşısında imanını muhafaza etmekte zorlanabilir ve dalalet karşısında mukavemet edecek gücü de kendisinde bulamaz.

Tahkiki imandan bahsedersek, Allah’ın isim ve sıfatlarını, kâinattaki yansımalarını okuyarak, her şeyde ve her yerde Allah’ı görerek, varlığına ve birliğine iman ederek inanmak olmalıdır.

Bunu örneklersek, Cuma namazında okunan hutbenin sonundaki ayetin meali, manası sözlü olarak cemaate anlatılır. Adaletten, akrabaya bakmaktan, yardımdan, fuhşiyattan kaçınmaktan, kumardan, faizden, krediden yani haram kılınmış olanlardan çekinilmesi öğüt olarak ifade edilir. Yıllarca bu söylem her Cuma ifade edilmesine karşın, gaflet olarak niteleyebileceğimiz Arafta kalanları hiç mi hiç etkilemez.

Yasaklarla ve günahlarla iç içe geçmiş bir yaşam tarzını benimseyenler sadece namazda bir an düşünürler ya da ramazanda bu yaklaşım içine girerler. Namaz ve Ramazan biter bitmez ise yine aynı serencamda hayatlar devam eder gider.

İmanı elde etmek ve bunu yaşamınızın vazgeçilmez bir parçası haline getirmek kolay değil. Ama Arafta kalmayı devam eden bir yapımız olmaması için de dikkat etmeliyiz. Kısa ve ahireti kazanmak adına geldiğimiz şu dünya hayatı, bize ebedi hayatımızın kaybedilmesi meydanı olur ki bu da istenilmeyen bir durum olur. Ebedi hayatını kim kaybetmek ister ki?

Ebedi ve daim olan hayatı kazanmanın yolu yaşantısını Ateistik bir durumdan çıkarmak ya da gafletten uyanmak olmalıdır. Maalesef hepimiz şeytanın desiselerine uyup, zaman zaman gaflete düşebiliriz. Ama arafta kalmak için çaba sarf etmek ise farklı.

Allah hepimizi arafta değil, iman ettiği ölçüde, hakiki imanı yaşam döngüsüne sunduğu oranda yüksek bir ubudiyet içinde olmayı ve bu dünyayı Ahiret tarlası olarak görüp, gerekli hazırlığı yapan bir kul olmayı nasip etsin. Kalbin hayatı iman ile ölümü küfürledir. Sıhhati ibadet ve taat iledir. Hastalığı ise günahla meşgul olmak iledir. Ancak Allaha zikretmekle bundan kurtulunabilir.

08.11.2012

Aytekin COŞKUN

www.NurNet.Org

Allah’a âşık mı oldun? Güleyim bari.

 

Duymadığımız bir kelam değildir „Ben Allah’a âşık oldum“.

 

Bugün çevremizde olsun, dinlediğimiz ilahilerde olsun, çok duyarız, bu manası yüce olan kelimeyi ama samimiyetsizce söyleyenleri. Allah’a âşık olduğunu iddia eden kişilerin acaba hakiki Allah âşıkları gibi ciğerleri tütmüş, köz ölmüş gibi yanıyor mu? „Allah“ deyince kalpleri ürperiyor mu? Allah’a âşık olmak, Allah’tan başka her şeye yüz çevirmek olduğunu biliyorlar mı?

 

Abdullah-i Dehlevi hazretleri ne de güzel buyurmuş: “Allahu Teâlâ’yı seven, bilmediği bir aşk ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. Her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahu Teâlâ’nın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Sabreder, affeder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Allahu Teâlâ’yı düşünür, gafletle yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalpleri Allahu Teâlâ’nın evi bilir.”

Allah’a (c.c.) âşık olanlar resulüne de muhabbet duyarlar. Resulü sevmenin Allah’ı sevmek olduğunu bilirler ve bu ölçüde Allah resulüne aşk duyarlar. Onu incitmekten çekinirler, her sözünü bir emir kabul edip itaat ederler. Bu emre itaatin, patron işçi ilişkisi olarak kabul edilmemeli hatta “itaat etmez isek Allah bize kızar” gibi görmezler. İtaatleri duydukları “aşk” sebebiyledir. Onu sevdiklerinden dolayı sevdiğini incitmek istemediklerindendir.

Hiç ezan okurken, “Allah” ve “Muhammed” kelamları geçtiğinde, bir şeyler his ettin mi?

İslam’ın bülbülü Bilal-i Habeşi bir rivayete göre, ezanı okurken yarıdan keserek tekrar baştan aldı. Bunu 3 kez böyle yaptı sonra ezanı tam olarak okudu. Bunu sebebini soranlara şöyle cevap verdi: “Ezanı okurken “Eşhedu enne muhammeden Resulullah” bölümünde “Muhammed” kelimesini derken, içimde bir aşk his etmedim. 3. kez söylediğimde, ciğerimle birlikte ayağım altında taş parçaları dâhil “Muhammed” kelimesini derken aşk’tan eridiğini his edince, ezanı tam olarak okudum.”

İşte hakiki Allah aşığı budur.

Namaza durduğunuzda, aklınıza herhangi bir şey geliyor mu?

Hz. Ali’nin (k.v.) bir gün ayak topuğuna bir ok saplanmış. “Ben namaza durunca siz de oku çıkarırsınız” diye buyurmuş. Hz. Ali (k.v.) namaza durur. Selam verdikten sonra “oku çıkardınız mı” diye sorar. Tabibiler, “sen namazdayken çıkardık bir şey his etmedin mi,” diye şaşırırlar. Öyle bir aşk’a sahip ki, çevresinde olup bitenleri ne görür ne duyar.

İşte hakiki Allah aşığı budur.

Aşkın Miracı adlı kitap’ta Allah aşığı olan Seyyid Muhammed Efendi (k.s.) aşkı ne de güzel tarif etmiş:

“Aşk bedenlerdeki kesafeti temizlemiş ve beşerî âlemden semaların kalbine yol açmıştır. Allah aşkı ile mirâc hadisesi vuku bulmuştur.”

Bu güzel sözlerden, bu âşık insanlardan, aşkı dinlemek ne de güzel geliyor insanın kulağına. Yoksa duymaya alıştığımız, “Ben Allah’a âşık oldum”, “Allah için yandım, piştim kül oldum” gibi, adeta bir türkü gibi dinlediğimiz ilahilere benzemiyor.

Şiirlerini dinlediğimiz, Yunus Emreler, Mevlanalar, Kuddusi Babalar, Seyyid Nizamoğlu gibi aşk erleri, nasıl yaşadıklarına bakalım. Bir de “Ben Allah’a âşık oldum” diyen gafillerin yaşayışlarına bakalım.

Bu iş öyle kolay bir iş değil. Fedakârlık isteyen bir olay. Kendinden ve her şeyden vazgeçmeyi mecbur kılan bir hadise. İman etmiş olabilirsin. İbadet ediyor olabilirsin. Arada sırada duygulanıp ağlaya bilirsin. Lakin “Ben Allah’a âşık oldum” demeden önce, insanların utanmadan sokakta küfür eden bir devirde, utanmadan “Allah” diye bağıra biliyor musun ona bak? Eğer utanıyorsan, vallahi Allah’a âşık değilsin.

„Ben Allah’a âşık oldum“ diyenler, kızgın ve kavurucu çöllere yatırılıp, kaburgaların tek tek kırılan seslerinin ahenginde “Allah birdir, Allah birdir” diye haykıran, Bilal-i Habeşi ile mi kıyas ediyorlar kendilerini?

Bırak Hz. Ali (k.v.) gibi namazda acı his etmeden topuğundan ok çıkarttırmayı, aklına herhangi bir şey gelmeden namaz kıldın mı ki ömrü hayatında, “Ben Allah’a âşık oldum” diyebiliyorsun?

Mevlânâ Celaleddin-i Rumi kendi ölümüne rabbine duyduğu aşktan dolayı sevgiliye kavuşma, yani düğün gecesi demiştir. Ey ölümden korkan kişi, sen mi “Allah’a âşık oldum” diyorsun?

“Cennet cennet dedikleri, Birkaç köşkle birkaç huri, İsteyene Ver anları, Bana seni gerek seni” diyen Yunus Emre ile mi kıyaslıyorsun kendini? İman ve ibadetlerde arzu ettiğin sadece Cennet ise, “Ben Allah’a âşık oldum” deme!

Nitekim Evliyalar Sultani Abdulkadir Geylani hz. şöyle buyuruyor:

“Cennet için yapılan ibadet, gizli şirk’tir.”

Bu yazımızı kaleme alma sebebimiz, kendilerini Allah’a âşık zan edip gaflete düsenler için.

Samimiyetsizce, üç beş kuruş kazanacağım niyetiyle, Allah’a âşıkmış gibi, adeta Türkü misali ilahi besteleyenlere gelsin. İlahi okunursa okunsun, bende dinliyorum, amma velâkin, “Allah’a âşık oldum, yandım kül oldum”, diye ilahiler okuyup, ardından dünyaya dalmış gibi yaşıyorsa, bu davranışı kınıyorum ve para için değerli müslüman kardeşlerimin duygularını suiistimal etmelerine razı olmadığım içindir tepkim. Onca Hak aşığın yazdığı şiirleri dinleyip duygulanmaktan bıkmadık çünkü onlar hakkı ile Allah’a âşık olanlardır.

 

 Arif Ağırbaş

https://twitter.com/Arif_Agirbas

arif.agirbas@hotmail.de

Esnaflara İşyerlerinde Kur’an-ı Kerim Öğretildi!

Gölbaşı Müftülüğü kapsamında yürütülen Camii dışında Kur’an-ı Kerim öğreniyorum projesi ilk meyvelerini verdi. Proje kapsamında işyerlerinde Kutsal kitabımızı öğrenen 160 Kursiyer sertifakalarını aldı.

Törene Gölbaşı Kaymakamı Ali Edip Budan, Belediye Başkanı, Yusuf Özdemir , İl Müftüsü Ali Öztürkçü ile yetkililer katıldı.

Törende konuşan İlçe müftüsü Mehmet Taştan “Biz müftülük olarak camiiye gelemeyen, camiye küstürülen yada işi dolayısı ile meşgul olan insanalrın ayağına giderek Kur’an-ı öğretmek istedik. Projemizin devamı ile daha çok insana kutsal Kitabımızı öğreteceğiz” dedi.

Proje kapsamında en iyi Kur’an-ı Kerim okuyan 3 kişi çeyrek altın ile ödüllendirildi.

‘Sözler’ Artık Tiyatro Sahnesinde!

Bediüzzaman’ın bir eseri ilk kez tiyatro sahnesine taşınıyor. Sözler adlı kitabında anlatılan 5 misal, aynı isimli tiyatro oyunuyla 10 Kasım’da Antares Sanat Merkezi’nde prömiyer yapacak.

Bediüzzaman Said Nursi’nin hayat hikâyesi iki sinema filmine konu olmuştu. Şimdi ise eserlerinden ‘Sözler’ ilk kez tiyatro sahnesine taşınıyor. Sözler kitabında anlatılan misaller, Adem’in nefsi ile (Nefir) hesaplaşması konusuyla işleniyor. Ankara’daki Antares Sanat Evi’nde Genel Sanat Yönetmeni Vural Arısoy’un rol aldığı ‘Sözler’ 10 Kasım’da seyirci ile buluşacak.

Adem’in nefsi Nefir karakteri ile seyircinin karşısına çıkacak Arısoy, oyundan dolayı çok heyecanlı olduğunu söylüyor. Şimdiye kadar Bediüzzaman’la ilgili, biri animasyon olmak üzere, sadece iki sinema filmi çekildiğini hatırlatan Arısoy, ilk kez tiyatro sahnesine Bediüzzaman’ın bir eserinin aktarıldığını belirtiyor.

İrem Özdemir’in senaryolaştırdığı ve yönettiği ‘Sözler’ le birlikte kendisinin de çocukluk hayalinin gerçekleşmiş olduğunu anlatıyor. 14-15 yaşlarında ilk kez Risale-i Nur’larla tanıştığını aktaran Arısoy, eserleri ilk gördüğünde, “Bunları keşke tiyatro oyunu yapsak.” diye hayal kurduğunu ifade ediyor. “Allah, insana nasip etmeyeceği şeyin hayalini kurdurmaz.” diyen Arısoy, aradan geçen 20 yıla yakın sürenin sonucunda ‘Sözler’i sahneye taşımayı başarıyor.

Arısoy, Sözler’i sahneye taşıma süreci ile ilgili de şunları paylaşıyor: “Goethe’nin ‘Faust’ isimli eserini sahnelemek üzere hazırlıklar yapıyorduk. O eserde de insanın şeytanla karşılaşması ve hesaplaşması var. Hazırlıklar sürerken, Sözler’i yeniden okumaya başladım. Oradaki meselleri okurken birdenbire ‘bunu sahneye taşımalıyız’ diye şimşek çaktı kafamda. Faust çalışmalarını sonlandırdık. İrem Özdemir de fikre olumlu yaklaştı ve senaryoyu yazmaya başladı. Senaryo tamamlandıktan sonra da gösterim için hazırlıklara başladık. Şimdi de seyircinin karşısına çıkmaya hazırlanıyoruz.” Arısoy, insanın kendi kendisi ile hesaplaşması gerektiğine inanan herkesin oyundan, ‘Sözler’ eseri ışığında, belirli dersler çıkarabileceğini dile getiriyor.

 Aslıhan Aydın / Zaman

Namaz Kılmayan “Kalbi Temiz” Göz Doktoru!

1960 ile 1970 yılları arasında Nur derslerimize Bursalı bir göz doktoru devam ediyordu. Hiçbir dersi kaçırmıyor ve her dersi dikkatle dinliyordu. Fakat biz namaz kılmak için kalktığımızda, doktor başka bir odaya geçiyordu. Bu durum bir müddet devam etti.

Yine bir gün, dersten sonra biz namaz kılmak için kalktığımızda, doktor yanımızdan ayrıldı. Ben de arkasından bir kardeşi göndererek, neden bizimle birlikte namaza durmadığını öğrenmesini istedim.

O kardeş, doktorun yanına gitti. Dönünce şunları anlattı:

Hocam, Cenab-ı Hakk bana öyle temiz bir kalp ve öyle güzel bir ahlâk vermiş ki, ben bu halimle namaz kılmaya gerek görmüyorum.

Bazen kadınların göz muayenelerini yapıyorum. Onları muayene ederken kesinlikle kalbime kötü bir şey gelmiyor. Kendi kız kardeşim ile onlar arasında bir fark görmüyorum.

Yeri gelmişken söyleyeyim, beni dünyada en fazla rahatsız eden, kızlarla erkeklerin bir arada okumalarıdır. Bu hal gençlerimizi sefahatin kucağına atacak. Böyle giderse memleketin istikbali hayra alamet değil. Ben Nur Talebelerini iffet ve namus hususunda çok takdir ediyorum. Zaten bu derslere gelmemin sebebi de Nur Talebelerinin bu güzel ahlâkıdır.”

Bunları duyunca ben de bir latife ile söze başladım ve şöyle dedim:

“Sen vaktiyle bana babanın Bursa’da, günde 30 kilo süt veren bir ineğinin olduğunu söylemiştin. Bence o ineğin kalbi senin kalbinden daha temizdir. Sen her ne kadar kötü bir şey yapmıyorsan da, kötü şeyleri biliyorsun. Fakat ineğin kalbi, kötülük diye bir şeyi de bilmiyor. Eğer cennete gitmenin yolu kalp temizliği olsaydı cennete evvela inekler giderdi.”

Bu latifeye birlikte güldük. Sonra ben sözüme devam ettim:

“Cenab-ı Hakk, senin gibi nefsine hakim olan, şuurlu gençlerin adetini çoğaltsın. Senin bu iffetin ve güzel ahlâkın benim üzerimde pek büyük bir tesir bıraktı. Evet iffet insan için en güzel sıfatlardan birisidir. İnsanın şeref ve haysiyetini muhafaza eden ulvî bir haslettir. Güzel seciye ve necip hislerin temeli ve merkezi iffettir.

Nefs-i emmarenin galeyanına hakim olmak her insanın kârı değildir. Nefs-i emmareye hakim olmak büyüklüğün şanıdır. Bu bakımdan seni tebrik ederim. Malumdur ki, iffetli bir insanı başta peygamberler ve evliyalar olmak üzere, dost-düşman herkes sever. Dünyada böyle bir şerefe mazhar olduğu gibi, ahirette de mesud ve mesrur olur. İffetten mahrum olan kimsenin kalp ve ruhunda fazilet namına hiçbir şeyi kalmaz. Hepsi birer birer söner gider.

Bizdeki akıl, kalp, göz, kulak gibi his ve duygular Cenab-ı Hakk’ın bir lütuf ve ihsanıdır. Bu lütuf ve ihsana karşı Cenab-ı Rabbülalemin’e karşı ne derece şükretmemiz gerektiğini bir düşün. İşte bu şükür namaz ile başlar. Cenab-ı Hakk’ın farz buyurduğu emirleri hakkıyla yapmak kulluğun icabıdır. Dinimizde imandan sonra namaz gelir. Namaz ise peygamberler ve evliyalar başta olmak üzere bütün müminlerin şahsına farzdır. Senin kalbin peygamberlerin, evliyaların, asfiyaların kalplerinden daha temiz olamaz. Eğer namaz senin dediğin gibi, kalbi temiz olanlardan sakıt olsaydı: bu zatların hiçbirinin namaz kılmaması gerekirdi.

Bu beş vakit namazda, Cenab-ı Hakk’ın kullarına öyle bir lütfu var ki, Cenab-ı Hak bize “Her gün beş defa huzuruma gelin, dertlerinizi bana anlatın, arzularınızı bildirin. Çünkü ben nihayetsiz nimetlerimin hepsini sizin için hazırlamışım. Siz isteyin, ben vereyim. Düşmanlarınızın şerrinden, nefsinizin şerrinden sizi ancak ben muhafaza ederim.” diyor. Bu yüzden “namaz müminin miracı” hükmündedir. Böyleyken nasıl olur da, namazın yerini başka bir şey doldurur.

Bir padişah seni günde on kere çağırsa büyük bir iftiharla, koşa koşa gidersin. Usanmazsın. Bir padişahın yanına bu şekilde seve seve gittiğin halde, “kalbim temiz” gibi bir bahane ile Cenab-ı Hakk’ın huzuruna gitmemekte nasıl direnebilirsin?!..

Bir valinin ziyaretine bir kere gitsen, seni güzel bir şekilde karşılar ve belki sana ikramda bulunur. Aynı gün ikinci defa ziyarete gitsen, bu sefer ikramı azalır. Üçüncü defa gittiğinde seni yanına belki kabul eder, belki de etmez. Dördüncü gidişinde ise seni muhakkak kovar. Fakat Cenab-ı Hakk, günde beş kere bizi huzuruna davet ediyor. Fazlasını bize bırakıyor, gitmek istersek yine bizi kabul ediyor.

Namaz öyle büyük bir ibadettir ki, onun ulviyetini bizim ilmimiz ihata edemez. Fakat şunu biliyoruz ki, namaz her mümin için bir şevk ve sürur vesilesidir. Kullara bir İlâhî bir hediye, bir fevz ü necattır. Namazın faydaları, hikmet ve bereketleri saymakla bitmez. Kılanların saâdetlerini kat kat ziyadeleştirir. Kalplerde bir cezbe-i lahutî uyandırır. Kalpleri masivadan, günahlardan ve kötü şeylerden uzaklaştırarak , Zat-ı Bari’ye bağlar. Onun feyz-i nuranisi her müminin çehresinde görünür. Namazı, kalp temizliği bahanesiyle terk etmek çok büyük bir cehalet ve gaflettir.”

Bu konuşmanın arkasından kendisine 21. Sözde geçen namaz ile ilgili beş ikazı okudum. Ve doktor namaza başladı.

 Mehmed Kırkıncı / www.mehmedkirkinci.com

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version