Risale-i Nur ve Tecdid Ulusal Sempozyumu

Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı, Haliliye Kültür ve İlim Vakfı Şanlıurfa’da “Risale-i Nur ve Tecdid Ulusal Sempozyumu” düzenliyor.

3-5 Mayıs 2013 tarihinde düzenlenecek olan sempozyumla ilgili tebliğ çağrısında bulunuldu.

Sempozyumda Risale-i Nur ve Said Nursi’nin düşüncesindeki tecdidi yönler başta beşeri bilimler olmak üzere birçok bilim dalı açısından ele alınacak.

Sempozyumla ilgili ayrıntılar şöyle:

TEBLİĞ ÇAĞRISI

Yaşadığımız yakın dönemin en önemli kavramlarından biri olan “Tecdit” dinin bu asırda değer, düşünce ve davranış olarak yeniden ihyası anlamında kullanılmaktadır. İslam Dünyası’nın, Batı’nın teknolojik ilerlemesi karşısında sözde geri kalmışlık anlayışından kurtulma çabaları ile daha da önem kazanan tecdit, ihya kavramı ve hareketleri yakın dönemimize damgasını vurmuştur. Bilhassa Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Hint alt kıtasında bu iddia ile ortaya çıkan hareketler görülmüştür.
Anadolu topraklarında ise Said Nursî ve Risale-i Nurlar bugün birçok alanda somut olarak gözlemlenen tecdidi gerçekleştirmiştir. Birçok dile tercüme edilmiş olan Risale-i Nurlar dünya çapında dini algı ve yaşantıda yeni yaklaşımlara ışık tutar olmuştur. Bu yönüyle İslami alanda çalışan ilim ehlinin ve akademik camianin dikkatini çekmiş, birçok ulusal ve uluslararası sempozyumlara, konferanslara ve akademik çalışmalara konu olmuştur.

Sosyolojik bir gerçek olan bu durum Risale-i Nurların tecdit yönünün bilimsel olarak ele alınmasını zaruri kılmaktadır. Bu amaçla düzenlenecek olan bu sempozyumda Risale-i Nur ve Said Nursi’nin düşüncesindeki tecdidi yönler başta beşeri bilimler olmak üzere birçok bilim dalı açısından ele alınacaktır.

1-Sempozyum Alt Başlıkları
İslami Literatürde Tecdit ve Müceddid Anlayışına Said Nursî’nin Yaklaşımı
Risale-i Nur’un telif döneminde İslam Coğrafyasında Tecdid Hareketleri
Risale-i Nur’un İslam Medeniyetinin Yeniden İnşasına Katkısı
Risale-i Nur ve Modernite
Risale-i Nur’da Günümüz İnsanının Anlam Arayışı
Risale-i Nur’da Allah-İnsan-Kâinat İlişkisi
Risale-i Nurun Ehl-i Kitaba Bakışı
Risale-i Nurun Ahir zaman Fitnesine Bakışı
Tefekküri tecdit ve Kâinat Kitabını kavrami
Esmau’l-Hüsna’nın Mana Boyutu
Müspet Hareket Ekseninde Dini Hizmet Usulleri ve Cihat Anlayışı
Risale-i Nur’da İman Rükünleri
Cennet ve Cehennem Algısı
Kuran’ın İ’cazı, Kuran’a Bakış ve Tefsir
İçtihad
Sahabeye Duyulan Saygı
Sünnet Algısı ve Hadislere Verilen Ehemmiyet
Fıkıh ve Muamelat
Fert – Devlet iliskisi
Siyasal Düşünceler
İktisat
İhlâs
İslam Kardeşliği
Kadınin yeri
Dua ve Münacat
Said Nursî’nin Düşüncesinde Tecdidin Gerekçeleri ve Yöntemi
Epistemolojik Açıdan Tecdid ve Risale-i Nur
Metodolojik Açıdan Tecdid ve Risale-i Nur
İslami Metinleri Yorumlamada Getirdiği Yenilikler

Risale-i Nur Perspektifiyle İslami İlimlerde Tecdid (Konular İtibariyle, Yöntem İtibariyle)
-İlminde Tecdid
-Tefsir İlmine Getirdiği Yenilikler
-Hadis Usulü ve Yorumunda Tecdid
-İslam Tarihi Yorumlarında Getirdiği Yenilik
-Tasavvuf Tarihi ve Tasavvuf  İlmine Getirdiği yenilikler
-İtikadi ve Ameli Mezhepleri Değerlendirmesi
-Felsefeye Bakışı ve Getirdiği Yenilikler
-Farklı Açıdan Sosyolojik Tahliller
-Psikoloji İlmine Getirdiği Yenilikler

Sempozyum Sekreteryası:
Doç. Dr. Celil ABUZER (celilabuzer@hotmail.com)
Doç. Dr. Kasım YENİGÜN (kyenigun@harran.edu.tr.)
Hakan Gülerce (iikv@iikv.org)

Önemli Notlar:
Sempozyum 03-05 Mayıs 2013   tarihlerinde  Şanlıurfa’da yapılacak olup, tebliğlerin Sempozyum Sekretaryasına ulaştırılmasıyla ilgili takvim şöyledir:
a) Tebliğ özetleri, 250 kelimeyi aşmayacak şekilde, en geç 30 Kasım 2012 tarihine kadar tecditsempozyumu.com  (http://www.nursistudies.com/ocs/index.php/tecdid/tecdid ) web adresinden online olarak sempozyum sekretaryasına ulaşmalıdır.
b) Özetleri kabul gören yazarlara 15 Aralık 2012 tarihine kadar bilgi verilecektir. Kabul alan yazarlar 15 sayfayı aşmayacak uzunluktaki tebliğlerini, hakemler tarafından değerlendirilmek üzere tam metin olarak en geç 28 Şubat 2013 tarihine kadar Sempozyum sekretaryasına göndereceklerdir.
c) Sempozyumda sunulmak üzere kabul edilen tebliğ yazarlarına en geç 31 Mart 2013 tarihine kadar bilgi verilecektir.
d) Tebliğler, genelde Risale-i Nur Külliyatı ışığında, yukarıdaki başlıklar çerçevesinde hazırlanmalıdır. Bu kapsama uymayan tebliğler kesinlikle dikkate alınmayacaktır.  Risâle-i Nur Külliyatı ve Nursi üzerine yapılmış akademik çalışmalar,  www.www.nursistudies.com  www.nuronline.org  ve www.iikv.org sitelerinde bulunmaktadır. İlave bilgi ve kaynak Sempozyum sekretaryasından temin edilebilir.
f) Sempozyumda sunulacak tebliğler Türkçe olmalıdır.
g) Tebliğleri sunum için kabul edilen katılımcıların masrafları organizasyon tarafından karşılanacaktır.

Risale Haber-Haber Merkezi

Ramazan’a Devam..

Mübarek üç aylar ve hususen Ramazan-ı Şerif’ten sonra manevî dünyamızda bir duraklama ile adeta sudan çıkmış balık haletine düştük. Gündüzlerimizi nurlandıran, nefsimizi dizginleyen, daimî bir ibadet olan oruçtan ve gecelerimizi ihya eden teravih namazlarından, dinî sohbet ve zikirden mahrum kalan ruhumuz bayram sonrası, ahir zaman sarhoşluğuyla kirlenmiş bu manevî hava içinde nasıl teneffüs edeceğine mütehayyir kaldı. Bu sıkıntıya Bediüzzaman Hz(RA) Kastamonu lahikasında şöyle işaret ediyor:

“Maddî hava bozulduğu vakit nasılki sıkıntı veriyor, asabî sînelerde inkıbaz hali başlıyor; öyle de, bazan manevî hava bozuluyor. Hususan maneviyattan yabanileşmiş bu asırda ve bilhâssa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede manevî havayı tasfiye eden âlem-i İslâmın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup havayı bozan dalaletlerin tesirleri zamanında …” Kastamonu Lahikası ( 134 )

Medya kaynaklarının hummalı faaliyetiyle, hakikaten nazarımızı afakî hadiselere dağıtan zulümlü, zulmetli boğuşmalar; her an asıl vazifemiz olan kalb ve mide dairemizi ikinci plana itmeye ve değişmesine fazla katkıda bulunmayacağımız geniş daireleri alemimizde esasmış gibi alıp meşgul olmamıza sebep oluyor. Bu kasıtlı “ilgi ve himmet kaydırma propagandalarına” karşı yine Bediüzzaman Hz(RA)’nin tavsiyesi ile:

“Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev’-i beşer dairesinden tut.. tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasib- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymetdar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazan bu harb boğuşmalarını merak ile takib eden, bir tarafa kalben tarafdar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.”  Şualar ( 202 )

Himmet ve gayretimizi asıl vazifemiz olan kalb, ruh, akıl, nefsimizin inkişaf ve terbiyesine hasr etmeliyiz. Bunları eğiten ve istikamete koyan faaliyetleri hayatımızın en öncelikli işleri arasına almalı, afakî dairelere fiilî vazife geldikçe bakmalıyız. Zalimin zulmünü hoş görme veya aldırış etmeme gibi bir hissî gabavet değil elbette kastettiğimiz. Ancak bir kıymettar saatini haber dinlemekle geçirip neticede iki kelime “Kahrolsun falanca zalim” demektense; gece namaza kalkıp, Fetih, Tebbet surelerini okuyup tüm zalimlerin kahrı için dua ederek hakikî fiilî tepki göstermek uyanık bir Müslüman için daha doğru bir davranıştır.

Dahası, nefsimizin şiddetle meşgul etmek istediği ufak menfaat hesapları ve dünyevi hırsları ötelemeyi bilip aynı Şuhur-u Selasede imiş gibi manevi hayatımıza devam etmeye çalışmalıyız. Bayramda çok hoş bir mesaj vardı: “Ömrü Ramazan olanın ölümü bayram olur” Hakikaten ömrümüzü Ramazanlaştırmaya; başladığımız bencillik orucuna, gıybet orucuna, öfke/hased/riya orucuna devam etmeye çalışmalıyız. Her ne kadar manevî hava ibadetlerimizdeki zevk ve şevki söndürmeye meyyal olsa da direnip “Fakat madem خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sırrıyla; meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı a’mal-i sâliha ve umûr-u hayriye daha kıymetli, daha sevablıdır; o sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurane şükretmek gerektir.” Kastamonu Lahikası ( 135 )

Hükmünce gelecek üç aylara kadar azami teyakkuzla ömür sermayemizi kıymetleştirmeyi hedef etmeliyiz. Zira ömür durmuyor, geçiyor; kârlı bir yere sarf etmeyince ebedî pişmanlıklar insanı sarıyor. En iyisi akıllıca düşünüp bir dahaki Receb-i Şerif imdadımıza yetişinceye kadar bu sene kazandıklarımızı kendimize tam yerleştirmeye, alışkanlıklarımızı düzeltmeye ve yeni sene hedefleri için eksiklerimizi tesbit ve takviye planlarına başlamalıyız.

Beşerin kitleler halinde “insanlık” denen müdhiş hazineyi yok etmeye koyulduğu şu ahir zaman ortamında kendimizi ve sevdiklerimizi korumak için bilinçli, hesaplı, müsbet adımlar atarak manevî havanın temizlenmesine katkıda bulunmalıyız. İşe giderken serviste 5-10 dakika Yasin-i Şerif okumak çokların intibaha gelmesine vesile olabilir, ya da gıybet orucunu ihtar etmek çok kalplerin uyanık kalmasına zemin olabilir. “Zerre kadar amel, ne önemi var”  dememeli ancak rıza-yı İlahiye götürdüğü vechesiyle yıldız kadar kıymetli olduğunu bilerek “Ramazan’a devam..” demeliyiz.

Aliye Yüksel

İslam’a göre evlenmek şart mı, tek başıma yaşayamaz mıyım?

İslama göre evlenmek şart mıdır? İnsan tek başına yaşayamaz mı? Kur’an’da yada hadislerde illede evlenilecek diye bir hüküm var mı? Çok sayıda evlenmemiş İslam büyüğü var?

– Annem evlenmem için sürekli baskı yapıyor. Bende pek istekli, değilim. Ben yalnızlıktan memnunum ama annem çok üzülüyor. Nasıl hareket edeyim?

İnsan tek başına yaşayabildiği gibi, hayatını o şekilde devam ettirebilir. Bunun ne dini açıdan bir sakıncası vardır ne de dünya açısından bir mahzuru…

Bugün sizin gibi düşünerek yaşayan çok sayıda insan vardır.

Böyle bir hayatı tercih edenlerin arasında erkekler de vardır, kadınlar da…

Fakat dini yönden söylemek gerekirse, bir insan evlenmediği zaman günaha, harama girmeden nefsine hâkim olarak yaşayabilecekse, gözünü, gönlünü karşı cinsten çekebilecek ve duygularına söz geçirebilecekse evlenmemesi mubahtır.

Ancak böyle bir durum söz konusu değilse mutlaka evlenmesi gerekir. Çünkü dinde beş esasın korunması gerekli görülmüştür.

İlk dördü dinin, aklın, malın ve hayatın korunmasıdır, beşincisi de namusun, diğer bir ifadeyle neslin ve ailenin korunmasıdır.

Kur’ân, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlarla taşlar olan o müthiş ateşten koruyun” (Tahrim, 66:6) âyetiyle bu noktaya dikkat çekerken, “İçinizden bekâr olanları evlendirin” emriyle de (Nur, 24:32) evlenmeye/evlendirmeye teşvik ediyor.

Peygamberimiz de “Evlenmek benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” meşhur hadisiyle evlenmenin önemini, gerekliliğini ve değerini dile getiriyor.

Zaten evlilik fıtri bir ihtiyaçtır, bir yaratılış gereğidir, insanlıkla birlikte var olan bir gerçektir.

Annenizin de evlenmenizi bunun için istiyor, bundan dolayı ısrar ediyor.

Bir de büyükler, “Ben hayatta iken baş göz edeyim, gözüm arkada kalmasın” diyerek çocuklarının bir an önce aile düzenine geçmesini isterler.

Ama evlilik bir nasip kısmet işidir. Zorlamak ve zorlanmanın bir anlamı olmadığı gibi faydası yoktur.

Çünkü o kadar istediği halde evlenemeyen, evlenme imkânı bulamayan, kafasına ve gönlüne göre birisiyle karşılaşamayanlar da az değildir.

Bu meselenin erkeği kadını; zengini fakiri olmadığı gibi, güzeli çirkini, yaşlısı genci de yoktur.

Evlenmek için yola çıkan bu insanların büyük bir kısmı o kadar çok istemesine rağmen evlenememiştir, çok az bir bölümü de bekâr kalmayı benimsemiş, tek başına yaşamayı kabul etmiş, ömrünü bu şekilde geçirmiştir.

Son olarak belki şu söylenebilir: Erkekler kimseye ihtiyaç duymadan kendini koruyarak/korunarak rahatça yaşabilseler de kadınlar bu konuda o kadar rahat olmayabilirler, yalnız başına hayat geçirmekte zorlanabilir, zorluklar yaşabilirler. Bunun için imkân ve fırsat bulunca aile bütünlüğü öne çıkıyor.

Mehmet PAKSU

Televizyon çocukların düşmanı

MEB’in, televizyon ve çocuk araştırmasından çarpıcı sonuçlar çıktı. Araştırmaya göre, çocuklar en çok dizi izliyor, TV başında çay-kahve içip cips tükettikleri için de obezite tehlikesine maruz kalıyor. TV uğruna kitap okumayan çocuklar hem geç uyuyor hem de kahvaltı yapmıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 3 ayda bir çıkan resmi bilimsel “Milli Eğitim” dergisinde “İlköğretim Öğrencilerinin Gıda Tercihlerinde Televizyonun Etkisi” başlıklı bir araştırma yayınlamdı. Adıyaman Üniversitesi’nden Çiğdem Sabbağ ve İnönü Üniversitesi’nden Banu Ayten Akın tarafından yapılan araştırmada ilköğretim öğrencilerinin beslenme alışkanlıkları ve televizyon arasındaki ilişki incelendi. Araştırmada dikkat çeken veriler şöyle:

– KAHVALTI ES GEÇİLİYOR: Öğrencilerin yarıdan fazlasının sabah öğle akşam öğünlerini atlamadıkları saptanırken en fazla atlanılan öğünün çocuk gelişiminde önemli olan kahvaltı olduğu belirlendi. Kahvaltının atlanma nedeni olarak uzun süre TV seyredilmesi sonucu gece geç yatan öğrencilerin yeterli uykuyu alabilmek için kahvaltı zamanını uykuya ayırdıkları öğrenciler tarafından dile getirildi.

– OBEZİTE TEHDİDİ: Araştırmaya göre kızlar erkeklerden daha fazla TV izliyor. Bir öğrenci haftada ortalama 16 saatini TV karşısında geçiriyor. Amerikan Pediatri Akademisi’nin araştırmasına göre öğrencilerin günde 2 saat TV karşısında olmaları obeziteye de yol açıyor. Araştırmada, “Bu oturma süresince yiyecek tüketimlerinde de artış olduğu ortaya konulmuştur” denildi.

– EN ÇOK DİZİ İZLENİYOR: Öğrencilerin büyük kısmı dizileri, yarışma programlarını ve çizgi filmleri izliyor. Programların sevilme nedenleri arasında da “komik ve eğlenceli” olması ile “Programlardaki karakterlere duyulan hayranlık” gösterildi.

– KİTAP OKUNMUYOR: Araştırmada en dikkat çeken tespitler arasında çocukların izledikleri ve hayran oldukları karakterlerin oynadıkları reklam filmlerinden etkilenmeleri oldu. Araştırmada, “Çocuklara yönelik animasyon ve karton karakterlerin kullandıkları ürünler ve tüketim nesnesi olarak direkt kendi hayatlarına çabuk satın alınan ürünler olarak girmektedir. Örneğin ilköğretim öğrencileri tarafından çok sevilen çizgi film figürleri veya sanatçıların hızlı gıda, paketlenmiş, boyalı vb. gıdaların satışını desteklemek amacıyla görsel malzeme yapılmaması, üzerinde durulması gereken bir olgudur” tespiti yapıldı. Çocukların reklamların en önemli hedefi olduğu belirtilen araştırmada, “Bir çocuk okuma ya da oyuna ayırdığı zamandan fazlasını TV karşısında geçirmektedir. İlköğretim öğrencilerinin büyük çoğunluğu reklamlarda görülen yiyeceği almak isteğini belirtirken istemeyenlerin oranı daha azdır. Öğrenciler reklamlarda görüp almak istediği ürünlerin pasta, cips, çikolata, bisküvi, meyve suyu ve gazlı içecekler olduğunu belirtmişlerdir” denildi.

– TEHLİKE SİNYALLERİ: Çocukların TV izleme saatlerinde yayınlanan reklamlarla ilgili “Sağlık açısından son derece zararlı olan boyalı, kanserojen, katkı maddeli besinlerin reklamları, çocuklar için içerik ve görsellik açısından oldukça cazip hale getirilerek verilmektedir. Bu sunum, iyi ile kötüyü ayırt edemeyen çocuk için ilk tehlike sinyallerini vermektedir. Özellikle okul çocukları, gıda reklamlarından savunmasız bir şekilde etkilenmektedir. Bu çalışmanın sonuçlarını destekler biçimde daha önce yapılan çalışmalarda çocukların %59,3’ü reklamlardan etkilendiğini, özellikle şekerleme, bisküvi, sakız gibi çocuklar için zararlı olan gıda reklamlarının daha fazla etkili olduğunu görülmektedir. Çocukların sağlıksız yiyecek tüketimlerinde televizyon reklamlarının etkisi olduğunu belirlenmiştir” değerlendirmesi yapıldı.

Ne yapmalı?

Araştırmada şu öneriler yer aldı:

– Eğitimin başlangıcıyla birlikte, uzmanlar tarafından belirlenecek saat ve zamanlarda doğru beslenme eğitimine başlanılmalıdır.

– Anne ve babalar, çocuğun reklamlarda gördüğü sağlıklı olmayan yiyecekleri almamaları gerektiğini uygun bir dille anlatmalı, alınmaması konusunda kararlı ve tutarlı davranışlar sergilemelidir.

– Aileler erken dönemlerde çocukların televizyon izleme zamanını 1-2 saati geçmeyecek biçimde düzenlemelidir.

– Televizyon izlerken yiyecek ve içeceklerin tüketilmemesi sağlanmalıdır.

– Anne baba çocuğun televizyon seyretmesi yerine, ev içi ve ev dışı aktiviteleri (oyun oynama, spor yapma gibi) desteklemelidir. Çocuk bu aktivitelere yöneldiğinde övülmelidir.

– Televizyonlarda sağlıklı beslenmeye yönelik mesaj ve/veya programların etkinliğinin arttırılmalıdır.

– TV programlarında obeziteye yol açan gıda maddeleri uyarıcı sembollerle aktarılmalıdır.

Kaynak: Vatan

Sosyal Medyanın En Güzel Faaliyeti GIYBET ORUCU

Nesil Yayın Grubu, Editör-Yazarı Ömer Faruk Paksu herhalde bu zamana kadar hiç yapılmamış güzel bir eyleme imza atmış ve “GIYBET ORUCU” diye bir oruç tutmaya başlamış ve bunu da başka insanlarada teşvik olsun diye twitter sayfasından ( Twitter Adresi @ofpaksu ) gıybet ile alakalı twitler atarak takipçilerini zinde tutmayı başarmış ve birçok kişinin “GIYBET ORUCU” tutmasına da vesile olmuştur.
Bizde sosyal medyada ki bu güzel faaliyetten Araştırmacı Uğur Akkafa ( Twitter Adresi @ugurakkafa ) vasıtası ile haberdar olduk ve sizlerle paylaşmak ve sizleri de bu güzel eylemden haberdar etmek istedik. Olur ya belki sizlerden de bu güzel ORUCA niyet etmek isteyen olur.
Ömer Faruk Paksu’nun “GIYBET ORUCU” serüveni twitter adresinden anladığımız kadarı ile şöyle başlamış ve devam etmiş o twitlerden bazılarını biz aşağıya kaydediyoruz.Sizler diğerlerini okumak ve yeni twitleri takip etmek için ( Twitter Adresi @ofpaksu ) takibe alabilir bu güzel faaliyete eşlik edebilirsiniz.
Kendilerini de tebrik ederiz, bu zamana kadar duyduğumuz en orijinal ve faydalı sosyal medya faaliyeti olmuş.
GIYBET ORUCU BAŞLANGICI VE İLK TWEETLER ! 
20 Nisan 2012 – Bugün itibariyle “gıybet orucu”na başlayacağım inşaallah. Yaşadıklarımı paylaşacağım.
İLK 3 GÜN
21 Nisan 2012 – En zor şey, gıybet eden birine gıybet ediyorsun, lütfen sus diyememek.
21 Nisan 2012 – Bir anda kendimi birinin aleyhinde konuşurken buldum. Ve hemen sustum. İlk başarım.
21 Nisan 2012 – Bir tanıdık Allah yardımcın olsun. Zor bir şeye girişmişsin dedi. 🙂
21 Nisan 2012 – “Rabbim bu orucun iftarı olmasın!”
22 Nisan 2012 – “Ya hayır konuş ya da sus!”
22 Nisan 2012 – Birisinin aleyhinde konuşarak kötülediği biriyle karşılaştığımda adama düşman gibi baktım. Oysa hiç de öyle değilmiş.
23 Nisan 2012 – Kendisi yokken hakkında konuştuğum kişiyle yüzyüze görüştüğümde aynı şeyleri konuşabilirim ve hiç kırılmaz. 🙂
23 Nisan 2012 – Allah, “Namaz kılın” emri kesinliğinde, “Gıybet etmeyin” diyor. Ama biz Müslümanlar bunu hiç umursamıyoruz.
23 Nisan 2012 – Eğer ben birilerinin hakkında kötü konuşmazsam, Allah da başkalarını benim hakkımda kötü konuşturmaz. Buna inanıyorum.
30. GÜN
20 Mayıs 2012 – Orucumun ilk ayını doldurdum şükürler olsun. İftarı son nefeste Allah lafzıyla olsun inşaallah.
20 Mayıs 2012 – Gıybet zift gibidir. Yapıştığı yerden bir daha çıkmaz.
20 Mayıs 2012 – Gıybetçi insanın ruh dünyası karanlıktır. Güzellikleri görmez.
60. GÜN
19 Haziran 2012 – Niyet okuyuculuğu en sinsi ve en tehlikeli gıybet şeklidir.
19 Haziran 2012 – Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyamet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder.
19 Haziran 2012 – Gıybet, zayıf ve zelil ve aşağıların silahıdır. (Bediüzzaman)
90. GÜN
21 Temmuz 2012 – Gıybetten uzak durmak, insanı diğer kötü duygulardan da arındırır.
21 Temmuz 2012 – Gıybetle çözeceğini düşündüğün bir meseleyi, Allah’a havale et. O senin yerine güzel bir şekilde çözer.
21 Temmuz 2012 – Zor olan gıybet etmemek değil, yanınızda gıybet eden insanlara mani olmak
122. GÜN
21 Temmuz 2012 – Şeytan vesveseyle insanların arasını açar ama dedikoducu insanın yüzüne baka baka fitne fesat çıkarır.(Eşrefoğlu Rumi)
Kaynak: Risale Ajans

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version