Yunanistan Ramazan’a Hazırlanıyor

Ramazan, İktisat ve Şükür Risalesi artık Yunanca’da okunabilecek. 3 Aylara girmek üzere olduğumuz şu günlerde Yunanistan şimdiden Ramazan’a hazır gibi görünüyor. Yunanistan’da ki tercüme faaliyetleri hızla devam ederken son tercüme edilen Ramazan, İktisat ve Şükür risalesi şimdiden iki bin baskı ile hizmete başladı.

Ramazan ayında Yunanistan’da ki Yunanlılara Ramazan, İktisat ve Şükür Risalesiyle İslamiyet’e olan ilgi ve alakayı çekmeği planlayan Uhuvvet Kültür ve Eğitim Derneği’ndeki çalışanlar abi ve ablalarımızı şimdiden tebrik ederiz.

Yunanistan, Uhuvvet Kültür ve Eğitim Derneği, Tercüme Heyeti tarafından Türkçe’den Yunancaya çevrilen Ramazan, İktisat ve Şükür Risalesi Ruba Vakfı’nın çalışmalarıyla RNK Neşriyatta basıma hazırlanıp yayımlanmıştır. Hayırlara vesile olması temennisiyle. Kitap için Ruba Vakfı ya da RNK Neşriyatla irtibata geçebilirsiniz…

Kaynak: Ruba Vakfı

Devrek’te “İslam’da Aile Eğitimi’nin Önemi” Konulu Konferans

Türk Eğitim -Sen Devrek Temsilciliği tarafından Dünya Aile Haftası kapsamında ‘İslam’da Aile eğitiminin önemi’ konulu konferans düzenlendi.

Devrek Hamidiye Anadolu Lisesi Kapalı Spor Salonunda düzenlenen etkinliğe konuşmacı olarak Diyanet İşleri Eski Başkan Yardımcısı Necmettin Nursaçan katıldı.

Nursaçan, konuşmasında son yıllarda aile kavramının da Türkiye’de de zayıfladığını ifade etti. Nursaçan, “Özellikle yabancı ülkelerde aile kavramı zayıflarken artık bu zayıflama yavaş yavaş bizim ülkemizde de kendini göstermeye başlamıştır. Bunun en canlı örneklerini büyük şehirlerde satın alınan apartman dairelerinde görüyoruz. Eskiden vatandaş ev alırken en büyük evi seçerdi şimdi ise bir artı bir daire alıyor. Bununda nedeni, ‘Ben evlenmiş boşanmış biriyim bana küçük bir daire yeter’ demeleri bunun en küçük örneklerinden bir kaçıdır.

Yapılan istatistiklere göre bizim ülkemizde de aile içinde sancılar başlamıştır. Bugünkü gidişatımız bunu göstermektedir. Milletin temeli ailedir, ailenin temeli ise sağlam bir millettir. Ailede saygı, sevgi, sabır ve sadakat olduğu sürece ailenin temeli de sağlam olur. Mutluluk nikahın gölgesindedir. Mutluluğun sırrı vaktinde yuva kurulmasıdır. Nikah dışında mutluluk yoktur. Örnek aile olmak için Allaha dua etmek lazım. Sadece bu dünyada mutlu olmak yetmez toprağın altını da düşünmek lazım ve buna göre muhasebemizi iyi yapmamız lazım.

Dış güçler bizim aile yapımızı yıkmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bunlara meydan vermemek için çok uyanık olmamız lazımdır. Milli mücadele yıllarındaki yuvalarımıza bir bakalım şimdiki aile yuvalarına bir bakalım şimdiki aile yuvalarında sıkıntılar sancılar mevcut eğer uyanık olursak ne dış güçler ne de diğer faktörler bizim aile, örf ve adetlerimize hiçbir şekilde zarara veremeyecektir” dedi.

Düzenlenen konferansın ardından Necmettin Nursaçan’a Belediye Başkan Vekili Siyamı Özkoz tarafından günün anısına Devrek Bastonu hediye edilirken, Nursaçan hayranlarına kitaplarını imzaladı.

Organize edilen programa; Devrek Belediye Başkan Vekili Siyamı Özkoz, İlçe Milli Eğitim Müdürü Abdullah Turan, Devrek Müftüsü Mustafa Nurgün, DEİMDER Başkanı Aydın Çolpa, siyasi parti temsilcileri, diğer daire müdürleri, imamlar ve çok sayıda davetli katıldı.

İHA

Risale-i Nur İçin 15 Vazife Arama Konferansı Düzenleniyor

Risale-i Nur, milletimizin manevi ve kültürel mirası arasında yer alan klasik bir şaheserdir. Asrımızın imansızlık hastalığının devasıdır ve Kur’an’ın öz malıdır. Müellifi Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi ilham-ı ilahî ve sünuhat-ı kalbîdir. Yani kesbî ilimden ziyade vehbî ilme dayanmaktadır.

Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur’da anlattığı âlî hakikatlerin büyük bir kısmını veya tamamını herkesin bir anda anlayıp kavraması mümkün değildir. Bu nedenle, Kur’an gibi okuyucularına usanç vermeyen Risale-i Nur metinlerindeki kudsî kelimelerin feyzini uçurmadan,  sünuhat-ı Kur’aniye’nin hüsün ve cemaline zarar vermeden, selaset ve akıcılığını bozmadan, beyinlerin cevelan sahasını daraltmadan, tefekkürü kısırlaştırmadan ve mana tabakalarının hayatiyetini kurutmadan, her seviyeden insana veya yaş gruplarına anlatılması ve anlaşılır kılınması gereği hissedilmektedir. Bu ihtiyaca binaen sadeleştirme yapılması, İslami şeair hükmündeki kelime ve kavramların derinliğini ve genişliğini ifade etmekten aciz dar kalıplı kelimelere indirgeme anlamını taşımaktadır.

Bediüzzaman, 29. Mektub’un Altıncı Kısmı’nda, Beşinci Desise-i Şeytaniye’de; “Bu dürûs-u Kur’aniye’nin dairesi içinde olanlar, allame ve müctehid bile olsalar, vazifeleri, ulum-u imaniye cihetinde yalnız yazılan şu sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir.” (e-risale.com, s. 605) demektedir.

Ayrıca Barla Lahikası 285. Mektup’ta; “Risale-i Nur’un tekmil-i izahı ve haşiyelerle beyanı ve ispatı size tevdi edilmiş, tahmin ediyorum. Bir emaresi de şudur ki: Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri kaydetmek için teşebbüs ettimse de çalıştırılamadım. Evet, Risale-i Nur size mükemmel bir mehaz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, mesela Kur’ân Kelâmullah olduğuna ve i’câzî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir izah ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir. Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş; başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazen izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şuâ’nın Dokuz Makamı’nı tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek. Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı mânevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.” (e-risale.com, s. 527) demesi, Nur Talebelerini 15 vazife ile yükümlü kıldığını göstermektedir.

Görüldüğü üzere, bu vazifeler arasında sadeleştirme geçmemektedir. Bütün bunları göz önüne aldığımızda, metnin orijinalliğine dokunulmadan;

 1-ŞERH
2-İZAH
3-TEKMİL
4-TAHŞİYE
5-NEŞİR
6-TALİM
7-TELİF
8-TANZİM
9-TERTİP
10-TEFSİR
11-TASHİH
12-BEYAN
13-İSPAT
14-CEM
15-TAFSİL 
yapılacaktır. Bunu da; “Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı mânevî”yapacaktır. 
Muhterem Hocam, 
Mektupta geçen ve bizden istenen 15 vazifenin akademik bir zeminde kavram olarak ifade edilmesi, çalışma perspektifleri ile prensiplerinin belirlenmesi ve birbirleri ile ilintili ve mütemmim bu kavramların sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği ve bu kavramların hangi ilmî disiplinlerle ilişkilendirilmesi gerektiği hususlarına cevap aramak üzere aşağıda belirlenen sorular çerçevesinde bir arama konferansı düzenlemiş bulunuyoruz.
 
Sorular: 
1-Her bir alanda çalışma kriterleri ve metotları ne olmalıdır?
2-Her bir alanda çalışmaları yürütecek kadrolarda aranacak yeterlilik kriterleri ne olmalıdır?
3-Hangi çalışma alanları birbiriyle ilişkili ve birinci derecede yakın görülmektedir? Bunların ortak disiplini nasıl sağlanmalıdır?
4-Risale-i Nur’da geçen benzer ifade, kavram veya konular üzerinden 15 vazifenin başka bilimlerle ilişkisi nedir ve nasıl olmalıdır?
5- Risale-i Nur’da istenilen 15 vazifenin yapılabilmesi için Risale-i Nur’un anabilim dallarına göre tasnifinin sağlanması için ne yapılmalıdır?
6-Bu çalıştayın yeni çalıştaylarla ve her 15 vazife alanının ayrı ayrı sonradan disipline olabilmesi için başlangıçtaki yol haritamız ne olmalıdır?
7-Sizce belirtilen mektubun, Risale-i Nur’un ruh-u aslisine uygun ve manasına sadık bir şekilde akademik zeminde muhatap bulması için öncelikle hangi bilim dalları ile ortak çalıştaylar düzenlenmelidir?
8-Amaç, kapsam, metot, kavram, tanım, muhatap/hedef kitle, kıyas, yeni sonuçlar bağlamında yapılacak araştırma, eğitim ve yayın faaliyetleri nasıl bir sistemde ilerlemelidir?
9-Risale-i Nur’daki imanın âlî hakikatlerini her kesimden ve seviyeden insana anlaşılır kılma şekil ve yöntemleri neler olabilir?
10-Sizce birbirleri ile ilintili ve mütemmim olan bu kavramları sınırlandırmak kabil midir? Yoksa mütedahil daireler gibi mi değerlendirmek gerekir?
11-Bütün bu görevlerin yerine getirilmesinde bir metodolojiye/ilmî usule ihtiyaç var mıdır? Varsa, bunun esasları nelerdir/neler olmalıdır?
Bütün bu görevlerin ve cevabı aranan soruların kuvvetli bir beyin, ihtisas, vukufiyet, zaman ve himmet gerektirdiği malumunuzdur. Bu konuda yolumuz açık, me’hazımız ve icazetimiz var. Şimdi Bismillah deyip başlama, müzakere etme, uzman elini uzatma ve halis bir niyetle fiili duanın kapısını çalma zamanıdır.
Bunun çok anlamlı bir tefekkür, latif bir inayet, derin bir dokunuş, çetin bir nefis kırma cehdi ve çok farklı bir zihni inkişaf kapısı olacağı muhakkaktır. Fen ve sanat dürbünü ile ve belağatla bu asır insanına ulaşmak, onlara açılmak ve hakikatlerin sırlarını açmak, manalar âleminde ruhları mesrur eyleyen zevkli bir serüven olacaktır.…
Bu 15 vazifenin, birinci derecedeki disiplininiz, ilgi alanınız ve birden fazla disiplinle olan ilişkileri ile ilgili, özel ve genel çerçeve ve prensiplerin ortaya konması amacıyla düzenlediğimiz arama konferansına zât-ı âlinizin de bir sunum ile katılmasını ve katkı sağlamasını arzu ediyoruz.
Sevgi, muhabbet ve hürmetlerimizle…
 
Risale Akademi
Çalıştay tarihi: 19 Mayıs 2012
Saat: 09.00-17.00
Yer: Başkent Öğretmenevi
Beşevler / ANKARA

‘Anneler Günü’ yabancılardan alınan bir âdet midir?

‘Kutladığımız Anneler Günü, yabancı âdeti midir?’ diye soran okuyucuma:

Senenin tek gününü, Anneler Günü ilan etmek belki bir yabancı âdetidir, ama tümüyle de İslam’a aykırı düşen bir yabancı âdeti de değildir. Belki, eksik bir âdettir demek mümkündür. Çünkü İslam, senenin tek gününü değil belki hayatın tüm günlerini Anneler Günü olarak ilan eder, ömür boyu annelere sevgi ve saygıyı emreder.

Anneler Günü, çocuğun yaş günü, hanımla beyin evlilik yıldönümü gibi daha ziyade dışarıdan gelme yabancı âdetler, aslında iyiliklere vesile yapılabilecek âdetlerdir.

Mesela Anneler Günü’nde annelerin elleri öpülüyor, yaşlıların gönülleri alınarak memnun ediliyorsa… Yaş gününde çocukların sevinecekleri bir doğum günü toplantısıyla arkadaşlarıyla mutlu olmaları sağlanıyorsa, evlilik yıldönümünde taraflar geçmişi bir daha hatırlıyor, aradaki sevgi, saygı yenileme imkânı buluyor, komşular bu vesilelerle bir araya gelerek kaynaşmalar söz konusu oluyorsa… Neden bunlar ‘yabancılara aittir’ denerek hemen reddetme mecburiyeti duyulsun?

İslami hayat zevksiz, neşesiz ve eğlencesiz değildir. Sınırı aşmamak, ölçüyü taşmamak, israfa ve harama girmemek şartıyla İslami hayatın da zevki, eğlencesi ve neşeli toplantıları olacaktır elbette.

Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri’nin doğumunu senelerdir Kutlu Doğum adıyla kutluyoruz. Bu vesile ile toplantılar yapıyor, hayırlara vesile kılıyoruz. Kimse de İslam’da doğum günü kutlaması yoktur demiyor. Çünkü harama değil hayra vesile kılınıyor, günah değil sevaplar işleniyor bu vesilelerle…

Bu anlayış içinde Anneler Günü’nü de mahzurlu görmeyiz… Ancak onu düzelterek, İslam’a uygun hale getirerek benimseriz. Yani senenin tek günü değil, hayatın tüm gününü Anneler Günü kabul ederiz… Böylece yabancıdan aldığımız eksik bir âdeti tamamlayarak bünyemize ithal etmiş sayılabiliriz.

Bazılarındaki gibi, yabancılardan gelen her şeyi hemen sahiplenmek nasıl yanlışsa, hemen karşı olmak da öyle yanlıştır. Doğru olanı, önce bir incelemek, faydalı olanı almak, zararlı olanı atmak olmalıdır. İslam’ın bize makul telkini budur.

Bu konuda Efendimiz (sas) Hazretleri’nden fevkalade değerli ve düşündürücü muhteşem bir yabancıdan kandil alma örneği bize ışık tutmaktadır.

Sahabenin ileri gelenlerinden Temimdari, Şam’daki Hıristiyanların kullandıkları zeytin yağı ile yanan bir kandili getirip ilk olarak Resulullah’ın mescidinin tavanına asmıştı. Görenler, ‘Resulullah’ın mescidine yabancıların kullandıklarını mı asıyorsun?’ gibilerden sitemde bulunmuşlardı. Müslümanlar, o günlerde yaktıkları hurma yapraklarıyla aydınlatıyorlardı mescidi. Akşam namazında mescide gelip de bir çanak içindeki yanan fitilin külsüz dumansız etrafı aydınlattığını gören Efendimiz (sas) Hazretleri, tebessüm ederek sordu:

– Kim getirip de astı bu kandili mescidimize?

– Temimdari, Şam’daki Hıristiyanlardan alıp getirdi… dediler. Herkes bir azarlama beklerken Resulullah’ın eşsiz iltifatı şöyle oldu:

– Temimdari, getirdiğin bu kandille sen bizim mescidimizi aydınlattın, Allah da senin kabrini aydınlatsın!..

Bununla da kalmadı, daha da çarpıcı açıklamada bulundu:

– Faydalı bir buluş, Müslüman’ın cebinden düşürdüğü malı gibidir. Kimde bulursa hemen sahip çıkıp alır. Yeter ki o şey faydalı olsun, içeriğinde haram ve günah bulunmasın…

Hıristiyan’dan alınan böylesine faydalı bir kandil örneği varken, yabancıdan gelen âdetler alınır mı, alınmaz mı diye sorulmamalı da, belki yabancıdan gelen bu âdetler faydalı mı, değil mi diye incelenmelidir. Faydalı ise cebinden düşürdüğü malı gibi sahip çıkılmalı, zararlı ise atılıp uzak kalınmalıdır…

Mescid-i saadete asılan bu kandil örneği, İslam’ın çağdaş anlayışını anlatan muhteşem bir misal olarak ufkumuzda asılı durmaktadır.

Soru sahibi kardeşim bu anlayışla bakabilir Anneler Günü’ne desem, yanlış söylemiş sayılır mıyım bilmem?

Ahmed Şahin / Zaman

Çocukların Gözünden Peygamber Efendimiz (S.A.V)

Sonpeygamber.info Web Portalı’nın 21-22 Nisan 2012 tarihlerinde gerçekleştirdiği “Türkiye’de Çocuklara Yönelik Siyer Çalışmaları” temalı Siyer Atölyesi 2012 organizasyonu, akademik toplantılar için alışılmadık nitelikte bir oturuma sahne oldu. Konuşmacı masasında bu kez araştırmacı, akademisyen ve yazarlar değil, çocuklar oturuyordu.

9-12 yaş aralığındaki katılımcılar Esra Ceceli başkanlığında gerçekleştirilen “Çocukların Gözünden Hz. Peygamber” başlıklı oturumda, Ceceli’nin sorularını yanıtlayarak zihinlerindeki Hz. Muhammed (sav)’i anlattılar.

Çocuk katılımcıların söyledikleri kimi zaman yaşlarına göre fazlasıyla derinlikliydi. Kimi zaman da bir yetişkinin aklına gelmeyecek kadar basit ama bir o kadar da çözüm odaklı fikirler sundular.

İşte katılımcılarımızın, Esra Ceceli’nin sorularına verdikleri yanıtlar:

Daha da küçükken Peygamber Efendimiz’i nasıl biri olarak hayal ediyordunuz?

– Muhteşem bir insan olarak…

– Süper kahraman gibi kaslı, güçlü, çok iyi dövüş yapan biri.

– Beyaz sakalı olan biri.

– Tombul yanaklı, beyaz tenli, siyah gözlü…

Peygamber Efendimiz’in sizi en çok etkileyen üç özelliği nedir?

– Cömert, efendi ve muhteşem olması.

– Kur’ân’ı sevmesi ve tombul olduğu için tatlı olması.

– Dürüstlüğü, iyi ahlaklı olması, Kur’ân ve namaz sevgisi.

– Sakinliği, alçakgönüllülüğü ve dürüstlüğü.

– Dürüst, ahlaklı ve edepli olması.

– Güzel ahlaklı, iyi bir insan olması ve namaz kılması.

– Sabırlı, kararlı olması ve bütün gücüyle İslam’ı yayması.

– Sabırlı, hoşgörülü olması ve kimseye karşı kin beslememesi.

Peygamber Efendimiz’le karşılaşsanız O’na ne sormak isterdiniz?

– Bu kadar muhteşem olabilmeyi nasıl başardığını sorardım.

– Cebrail’in nasıl göründüğünü sorardım.

– Bir şey sormazdım, sadece dokunurdum O’na.

– Çocukken nasıl birisi olduğunu, ne yapmayı sevdiğini sorardım.

– Hayatı boyunca iyilikten vazgeçmeyerek Kur’ân-ı Kerîm-ı anlatırken karşılaştığı zorluklara nasıl sabrettiğini sorardım.

– Her canlıya karşı nasıl bu kadar şefkatli olabildiğini sormak isterdim.

– Bana hakkını helal edip etmeyeceğini sorardım.

– Akrabalarını öldüren insanlara karşı nasıl iyilik yapabildiğini sorardım.

Peygamber Efendimiz’den, anne-babanıza ve öğretmeninize ne demesini isterdiniz?

– Peygamberimiz’in onlara, bana hiç kızmamalarını söylemesini isterdim.

– “Çok iyi bir çocuk yetiştidiğiniz için sizi tebrik ediyorum” demesini isterdim.

– “Çocuğunuz çok zeki ve akıllı” demesini isterdim.

– Anne-babama, “sen çocuğuna Kur’ân’ı, İslam’ı öğrettin, sana hakkımı helal ediyorum” demesini; öğretmenime de “insanlara bilgi verdiğin için Allah senden razı olsun” demesini isterdim.

– “Siz çocuklarınıza dinini, güzel ahlakı, Kur’an-ı Kerîm’i öğrettiniz. Şimdi cennette kendinize bir yer ayırın” demesini isterdim.

Sizden daha küçük bir çocuğa, Peygamber Efendimiz’i nasıl anlatırdınız?

– Önce kitaplardan okuyup kendim öğrenirim, unuttuklarımı hatırlarım, sonra öğrendiklerimi oyun haline getirerek anlatırım. Ama 5 dakika anlatırım, 15 dakika teneffüs veririm. Anlatmam bittiğinde de öğrettiklerimi onun bana anlatmasını isterim.

– Çocukları çok sevdiğini, Hz. Enes’le Peygamberimiz arasında geçen olayları anlatarak öğretirim.

– Önce Peygamberimiz’in hayatını sesli olarak okurum, kardeşim dinler. Sonra da O’nun dua eden çocukları çok sevdiğini söylerim.

– “Peygamber Efendimiz çok iyi birisidir” derim ve O’nun hakkında öğrendiklerini kendisinin de yapmasını [uygulamasını] söylerim.

– Peygamber Efendimiz’i örnek almasını, O’nun gibi dürüst, hoşgörülü ve konuksever olmasını söylerim.

– O’nun güzel ahlaklı olduğunu, her zaman dua ettiğini, iyilikten hiç kaçınmadığını anlatırım.

Diyelim ki Peygamber Efendimiz’i hiç tanımıyoruz. O’nun hakkında hiçbir şey bilmesek nasıl bir durum olurdu sizce?

– Ben hiç tanımasam önce adını öğrenir sonra Google’dan araştırırdım.

– Kendimi kötü hissederdim. Üzülürdüm. Bilmeyenlere de anlatmak isterim; gelsinler, anlatayım.

– Peygamberimiz’i bilmesek dünyada iyilikler olmazdı.

– O’nu bilmesek hayatın anlamı kalmazdı. Örnek olan birisi olmadan hayatı düzgün yaşayamazdık.

– Nasıl bir dine inanacağımı şaşırırdım.

– Kur’ân’dan İslamiyet’i öğrenirdim, peygamberlerin isimlerini öğrenir sonra tek tek onları araştırırdım.

– O’nu bilmesek çok acayip bir hayat olurdu. İnsanlar hiçbir şey bilmezdi.

Kaynak: sonpeygamber.info

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version