Namaz Aşkı

Bursa’da iki ayağının da dizden aşağısı olmayan bir vatandaşın bastonundan destek alarak geldiği cami avlusunda namaz kılması objektiflere yansıdı.

Takma ayaklarıyla bastona dayanarak camiye gelen vatandaş, protezlerini çıkarıp namazını eda etti. Sandalyeye oturmayı tercih etmeyip namazını sağlıklı insanlar gibi bütün şartlarına riayet ederek kılan vatandaş, görenleri hayretler içinde bıraktı.

İbadetini bütün zorluklara rağmen aksatmadan yapan vatandaşı görenler, “Namaz aşkı engel tanımıyor” demekten kendilerini alamadı.

İHA

 

Namazın insana kazandırdıkları nelerdir?

Namaz, Müminin Hayatını Disipline Eder

Günde beş defa kılınan namaz, müminin hayatını disipline etmede büyük rol oynar. Sürekli belli vakitlerde ifa edilmesi, onu ruhen ve bedenen, maddeten ve manen disipline alıştırır. Cemaatle kılınan namazlarda özellikle imama iktida; müminleri askeri bir disipline kavuşturur. İmam “Allahu Ekber” dediğinde artık, konuşan ve Rabb´e yüksek sesle iltica eden o olur. Müminlere aynı zamanda vekalet etmiş olur. İmamın tekbirleri bir direktif halinde tüm cemaati oturtur-kaldırır. Bu açıdan cemaatte manevî, ruhî, yüksek ve yüce bir disiplin vardır. İdeal bir cemaatin ve inanmış topluluğun ileri derecede disipline olmuş formlarını ancak günde beş defa kılınan namazda bulmak mümkündür. Şüphesiz bu disiplin her şeyden önce ruhî, fikrî ve manevî bir disiplindir. Diğer bazı disiplinlerin soğukluğu da onda yoktur. Her ibadet hareketi sımsıcak bir duygu ve disiplin verir insana. Ve bu hareket, bütün ömür boyu devam eder.

Namaz İnsanı Fuhşiyattan Alıkoyar

Peygamberimiz (a.s.m.), “Kim sabah namazını kılarsa, Allah’ın garantisi altındadır” (Kütüb-i Sitte, c.17, s.541) Allah (c.c.), Kur´ân-ı Kerim´de: “Muhakkak namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkor.” (Ankebût, 29/45) buyuruyor. Fuhşiyat ve münkerat, kendilerine has o menhus yönleriyle mümini miraciyesinden ve Allah´a kurbiyetinden uzaklaştırır. Haddi zatında her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır. Günah, işlene işlene insana küfrü kolaylaştırır. Ancak namaz, Allah´a bir kurbiyet olduğu için, insanı her türlü günahtan korur, tıpkı bir paratoner gibi.. Tabiî namaz, gerçek anlamda bir namaz ise. Yukarıdaki ayette de ifade edildiği gibi gerçek manasına ve ruhuna uygun olarak ifa edilen namaz, her türlü kötülükten, hayasızlıktan, azgınlıktan ve taşkınlıktan alıkoyar. Şuursuz ifa edilen bir ibadette ise bu kuvvette bir koruyuculuk söz konusu olmaz.

Nitekim Maûn sûresinde Allah (c.c.) “.. veyl olsun o namaz kılanlara! Onlar ki kıldıkları namazdan gafildirler.” (Maûn, 107/4-5) buyurur. Demek ki namazda, insanı kötülüklerden koruyan bir kuvvet var; var ki, hakkıyla eda edilmediği zaman kul kendini günahlara karşı riske açıyor demektir. Namaz kurbiyeti temsil ettiği için, yüksek düzeyde vefa da istiyor. Bunun anlamı şudur; kulun, namaza karşı gösterdiği vefa, özen ve iştiyak nisbetinde, namaz da ona karşı vefalı olur ve ondaki fuhşiyata açılan duyguları ve kötülük hislerini köreltir. Yani namazda karşılıklı vefa söz konusudur.

Namazın, Kalbî Huzuru Temin Etmesi

Müminin, namazlarını şuurlu olarak eda etmesi, onun düzensiz hayatına bir düzen, dağınık kalbine bir denge ve insicam getirecek, perişan hislerini ayağa kaldırıp bulanık yönlerine de bir ışık saçacaktır. Ve o, bu sayede doğru görme, doğru düşünme, doğru konuşma imkânını elde edecektir. Günde beş defa Rabbin huzuruna gelinip şuurla eda edilen namaz, Allah´ın izniyle bütün bunları insana kazandıracak mahiyettedir. Namaz, bu manaları hem taşır hem de tekeffül etmiş durumdadır.

Evet, müminin hudu ve huşû içinde eda ettiği namaz, gerçek namaz olacaktır. Ama huşuun temini için bir kısım şartlar vardır; evvela huzur-u kalb lazımdır; sonra bir tefehhüm, yani meseleyi kavrama; sonra da bir recâ ve ümitle Rabb´e bel bağlama.. daha sonra da utanma ve sıkılma havası içinde Rabbin huzuruna gelme.

Evvela, huzur-u kalb nedir? Huzur-u kalb, namazda söylenip ifade edilen bütün bu manaların dışına çıkmamaktır. Zaten ” huzur”Arapça manası itibariyle; ” hazır olma”, ” hazır bulunma” demektir. Avamca ifadesi ile, çarşıya pazara çıkarken cüzdanınızı yanınızda taşıdığınız gibi, namazda kalbinizi yanınızda taşımanız demektir. Zira Allah indinde geçer akçe bir şey varsa, o da kalbdir. Siz, kalbinizi O´na verecek, karşılığında da O´nun rahmet ve rızasını alacaksınız.

Namazın İçtimâî Bir İbadet Olması

Ferdî ve ruhî bir ibadet olduğu kadar, namazın sosyalleştirici bir yönü de vardır. Özellikle farz namazların cemaatle kılınmasının lüzumu, ondaki içtimaî muhtevanın boyutunu göstermesi bakımından önemlidir. İslâm´da camilerin, tarih boyunca Müslüman ferdlerin sosyalleşmesinde büyük hizmetleri ve rolü olmuştur. Zira camiler yalnızca ferdlerin namaz ibadetlerini ikame etmeleri için inşa edilmiş değildir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Medine´ye hicret ettikten sonra orada mescidi inşa ettiğinde, Müslümanların bugünkü ifade ile plan ve projeleri, ferdî, ailevî, sosyal ve uluslar arası (diğer kabile ve devletlerle arasındaki ilişkileri adına bütün sorunları mabedde görüşülüyor, istişare ediliyor ve karara bağlanıyordu. Belki daha sonraki yüzyıllara damgasını vuracak olan ilmi faaliyetlerin ve halkaların da merkezi konumuna yükselecekti. İlim ve medeniyetin ilk çekirdekleri, denebilir ki buralarda atıldı. İslâm medeniyetine bir mabed medeniyetidir de denebilir. Mabed, ibadet edilen yer demektir; ama topluca, cemaat halinde ifa edilen ibadet mahalleri, aynı zamanda Müslüman bireylerin sosyalleş¬mesinde ve kamusal bir şuur edinmelerinde temel fonksiyonlar icra etmiştir. Bu bakımdan namaz, İslâm´da yalnızca bir ibadet değildir. Bireylerin sosyalleşmesinde ve ilk şehir ve kentlerin oluşmasında merkezi bir rol oynamıştır. Bilindiği gibi İslâm´da ilk şehirler, camiler etrafında örgülenmiştir.

Namaz insanlar arası eşitliği sağlar

İslâm-ibadet sisteminin amaçlarından birisi de insanlar arasındaki farklı toplumsal statü gruplarını ve sınıfsal yapıları refüze ederek, mahviyet ve tevazu etrafında eşitleyen bir sosyal model oluşturmasıdır. Fakir-zengin, efendi-köle, bilgin-cahil, aristokrat ya da orta halli, memur-sivil, devlet başkanı ve sıradan bir vatandaşı aynı safta ipe dizercesine eşit bir statüye kavuşturmasıdır. Sınıf çatışmalarıyla ilgili kavgalar, insanlık tarihinde nasıl kanlı olaylara, siyasi, kültürel ve etnik gettoların oluşmasına hizmet etmiştir? Bunu Batı´nın tarihinden bilmekteyiz. İslâm tarihinde bu anlamda bir çatışmadan ve farklılaşmadan söz edilemez. Bunun sebeplerinden birisi ve belki de en önemlisi, cemaat halinde kılınan namazların bireylere kazandırdığı kardeşlik ve eşitlik ruhudur. Çünkü her inanmış, kültürel ve sosyal mevkii ne olursa olsun, birlik, beraberlik, ortak düşünce ve hazzı bu namazlar sayesinde elde eder.

Namaz müminin Miracıdır.

Namaz, insanı hakikî insanlığa götüren nurani bir helezondur. Namaz müminin miracıdır. Namazın hakikatini, bir Müslüman´ın hayatındaki yerini, önemini, namaz öncesi konsantrasyonu ve nasıl bir mirac olduğunu anlamak için Muhterem Fethullah Gülen hocamızın “Namaz” yazısıyla sizleri baş başa bırakıyor ve Yüce Mevla´dan bu yazıda gösterilen namaz ufkuna bizleri ulaştırmasını niyaz ediyoruz.

Namaz kılanın bütün yaptıkları ibâdettir

Eğer namaz kılarsanız, bütün ömrünüzü ibadetle geçirebilirsiniz. Bundan daha büyük müjde olabilir mi?

Rabbimizin bize ihsan ettiği nimetler sayılamayacak kadar çok. Buna karşılık kısa bir ömürde yaptığımız sınırlı ibadetlerin, şükür için ne kadar yetersiz olduğu açık. Ayrıca burada ibadetlerimizle ebedî bir Cenneti kazanacağız.

İşte sayısız nimetlere şükretmek ve sonsuz Cenneti kazanmak için ibadetimizin ne kadar yetersiz olduğunu bilen Rabbimiz, bize muhteşem bir fırsat sunmuştur. Eğer namazınızı dosdoğru kılarsanız, diğer dünyevî mübah amelleriniz güzel bir niyetle ibadet hükmüne geçebilir.

Evet, bütün hayatınızı ibadetle doldurmaya gücünüz yetmez. Ama Rabbimiz bunun için altın fırsatlar sunuyor. Bunun üç şartı var:

1- Namazı hiç ihmal etmeden dosdoğru kılmak,

2- Dinen yasaklanmamış mübah ameller işlemek,

3- Bu dünyevî amelleri iyi bir niyetle yapmak.

Sorularla İslamiyet

Günaha karşı teyakkuz vefalı olmanın gereğidir

Günah, kulun Rabb’isine karşı vefasızlığı, saygısızlığı demektir. Şeytanın insana karşı en tesirli silahı günahlardır.

Bu zehirli oklara karşı en güçlü sığınma yerimiz ve savunma mekanizmamız ise tevbedir. Tevbenin sıhhati için insanın günahlara karşı içinden ciddi bir tepki duyması çok önemlidir.

Tabii bu, insanın o anki ruhî durumu ile yakından alâkalıdır. Bazen işlediğimiz bir günah karşısında başımızı yere koyar, feryâd u figan eder, dua dua yalvarır ve affımıza ferman bekleriz. Bir başka zaman, bu ağlamalar da âh u vâhlar da bizi tatmin etmez ve içimizdeki yangını söndürmeye yetmez. İşte insanı günahtan da o günahtan ortaya çıkacak zarardan da koruyan esasında bu duygudur. Böyle bir duygunun sürekliliği, insanın her an salih bir daire içinde bulunmasını netice verir.

Yaşadığımız dönem, hepimizin insanlarla, içtimai hayatla içli dışlı olduğu bir dönem. Çarşı-pazardan geçerken, internette gezerken, televizyon izlerken istemeden gözümüz ağyara kaydığında, hemen, “Ahh! Ben ne yaptım! Vücudumun bütün zerreleri adedince, her an Allah’a müteveccih olmam gerekirken, bakışlarım başkasına kaydı ve günah işledim. Hâlbuki gözlerimi kapayabilirdim. Yolumun uzaması pahasına daha selâmetli ve emin bir yolu tercih edebilirdim…” diye düşünmeli ve engin bir muhasebe atmosferine girmeliyiz. Böyle bir muhasebenin ardından hemen bir mescid ya da namazgâh bulup başımızı secdeye koyarak ah u vah edip inleyebiliyorsak veyahut içimizi kaplayan hüzünle dünya bize dar geliyorsa, hakiki tevbeyi yakalamışız demektir.

Günahta ısrar etmemek ve günahın kısa ömürlü olması da tevbenin sıhhati açısından önemlidir. İşlenen günahın hemen ardından tevbe etmek, bir perşembe akşamını, kandil gecesini, cuma saatini beklemeden derhal ulu dergâha el açıp beyaz dilekçemizi arz etmek gerekir. Kalbin ve ruhun, nâpak şeylerden arınması ve dupduru bir hale gelmesi ancak bu sayede olur. Tevbenin tehire tahammülü yoktur aslında. Çünkü bir saat sonra sırtımızdaki bu Kafdağı’ndan daha ağır yükle, Rabb’imizin huzuruna çıkmayacağımıza dair elimizde bir senet yoktur.

Günaha bir an bile ömür bağışlamak bizim aleyhimizedir. Hiçbir günahın bir saniye bile yaşamaya hakkı yoktur. Zira o, Bediüzzaman Hazretleri’nin tabiriyle tevbe ile çabucak silinmezse, kalbi ısıran zehirli bir yılan haline dönüşür. Kalb de bir defa lekelenince artık yeni lekelere açık hale gelir. Böylece insan fasid bir daire içine düşer. Her günah yeni bir günahı doğurur; doğurmakla kalmaz, insanın içindeki tevbe ve nedamet duygularını da pörsütür. Nihayet “Hayır hayır, onların kalbleri pas bağladı.” (Mutaffifin, 83/14) sırrı zuhur eder.

Bundan dolayıdır ki, insanlardaki duygu ve düşünceyi daima bu zemine çekip, onlara bu hakikatleri anlatmak ve onları günahlar karşısında hüşyar ve uyanık hale getirmeye çalışmak çok önemlidir. Günah ne kadar çoksa tevbe de o kadar çok olmalıdır.

Günaha karşı yapacağımız tevbelerde, en önemli unsurlardan biri de günahı kerih görmektir. Kerih görülemeyen bir günahtan, yılandan-çıyandan kaçar gibi kaçma azmi görülemez. Kaçamayınca da bir daha o günahı işlememe azmi ve cehdi ile tevbe etmek mümkün olmaz. Hâlbuki her günah, kendi derinliği, çirkefliği, iğrençliği nispetinde bir tevbe ister. Zira her günah zift dolu bir kuyuya düşmek demektir. Böyle bir kuyuya düşmek çok kolaydır ama çıkmak büyük gayret ister.

İçimizden, günahın hükmüne itiraz adına geçen her düşünce, en az o günahı işlemek kadar günahtır. Mesela, haram-helal demeden yemeye içmeye alışmış bir insanın, “Keşke kul hakkı diye bir şey olmasaydı ne güzel olurdu” şeklinde düşünmesi günahı irtikâp etmekten daha büyük bir günahtır.

Bediüzzaman Hazretleri bizi günaha karşı ikaz ederken, “Günahtan yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçınız.” der. Burada yılan ve çıyan tabirinin yerine arslan veya kaplan tabirlerinin kullanılmaması dikkat çekicidir. Zira arslan ve kaplan yiğitçe ve mertçe saldırır. Daha gelmeden ona karşı tedbir alınabilir. Fakat akrep, yılan ve çıyan öyle değildir. Onların ne zaman ve nereden saldıracakları belli olmaz. İşte günah da böyle akrep ve çıyan gibi kalleştir.

O halde, günahlara karşı daima teyakkuzda bulunmak hepimizin şiarı olmalıdır. Mesele, sevap, günah tacirliği değildir. Rabb-i Rahîm’imize karşı bir saygısızlık içine düşmüş olmanın mahcubiyetini vicdanda hissetmektir esas olan. Böyle bir hacalet duygusu ve gelebilecek günahlara karşı teyakkuz hali, Allah’a karşı vefamızın gereğidir.

Süleyman Sargın / Zaman Gazetesi

ABD’de Çocuklar Üzerinde Yapılan Bir Araştırmanın Hatırlattıkları

ABD’de son yıllarda gençler üzerinde araştırmalar yapan Tenage Research Unlimited’e göre, Amerika’da 11 yaşındaki her çocuğun bir kız arkadışı var. Kız arkadaşıyla flört eden 11–14 yaş arası 10 erkekten altısının kız arkadaşlarına karşı şiddet kullandığı tespit ediliyor.

Araştırmanın sonuçlarını kaygı verici olarak değerlendiren ve bununla ilgili bir haber hazırlayan CBS’in muhabiri Kelly Wallace da sahip olduğu iki kız çocuğu için çok endişelendiğini söylüyor.

2006 da senatoya problemin önlenmesi için bir önerge veren milletvekili Mike Crapo da bu noktayı vurgulayarak; “Bu ölümcül kısır döngü, çocuklarımız, torunlarımız ve topluluğumuzun iyiliği için durdurulmalı” diyor. Bu duruma karşı koymak isteyen bir başka kuruluş olan New Jerseyli gençler gurubu TEARS; “TV’de, sinemada, dergilerde gördüğümüz ilişkiler doğru modeller sunmuyor, çünkü bunlar ya gerçekçi değil, ya da sağlıksız” diyor .

Bu çalışmalardan bizim de çocuk eğitimi açısından çıkaracağımız çok önemli dersler bulunmaktadır. Bunlar;

a) Batı dünyasında çocukların kendi başlarına terk edildiği ve bu yanlış serbestliğin çocukları zararlı hareketlere ittiği,

b) Bu tür ülkelerde toplumun bundan rahatsız olduğu, çare arayışı içine girdiği,

c) Bu tür olumsuzlukların hızla diğer ülkelere medya gibi iletişim araçlarıyla yayıldığı, ülkemiz için de tehlike oluşturduğu bir gerçektir.

Günümüzde bütün insanlık çocukların yanlış hareketlerden ve kötü alışkanlıklardan kurtarılması için çalışmaktadır. Ancak polisiye tedbirlerin ve yasakçı anlayışın yeterli olamadığı bu çalışmalarda manevi değer eğitiminin önemi ortaya çıkmaktadır.

İşte bu hususla ilgili olarak Bediüzzaman, gençlerin ahiret inancını almalarının önemine şöyle işaret eder:

Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.

Bu ifadeleri tahlil edecek olursak, gençlik duyguların galeyanda olduğu bir devredir. Akıldan ziyade hissiyat hâkimdir. Bilhassa 11- 15 yaş arası gençliğin en tehlikeli olduğu dönemdir. Bu dönemde gençliğe ahirete iman kuvvetli bir şekilde verilemezse, Cehennem azabının olduğu zihinlere yerleştirilemezse, toplum hayatına çok büyük zarar verebilir. Eğer kuvvetli iman dersleri alabilirlerse, kalplerinde, kafalarında bir yasakçı bırakılmış olur. Başıboş olmadığını her an Yüce bir yaratıcısı tarafından görünüp bilindiğini ve onun melekleri tarafından her hareketinin kaydedildiğinin şuuruna varır. Bir gün kendisinin de başkası tarafından zulmedilip tecavüze uğrayabileceğini düşünerek şefkat ve hürmet hisleri gelişir. Kendisine yapılmasını istemediği bir hareketi o da başkasına yapmak istemez. Böylece hareketlerini kontrol altına alır. İşte onun için çocukların ve gençlerin eline iman hakikatlarını kuvvetli bir şekilde ders veren Risale-i Nurların okutulmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç “kapalı zindanda kalmış bir kimsenin havaya ve zifiri karanlıkta bulunan bir adamın ziyaya ve çöldeki aç ve susuz kalmış bir insanın suya ve gıdaya ve denizde boğulmak üzere olan herhangi bir kimsenin cankurtaran gemisine olan ihtiyacından binler derece daha ziyadedir.

Dr. İdris Görmez / NurNet.Org

Camilere TSE standardı

Diyanet İşleri Başkanlığı 2012-2016 yılları arasında yapacağı faaliyetler için bir dizi stratejik plan hazırladı. Ciddi projelerin hayata geçeceği plan çerçevesinde camilerin belli kalite ölçülerini yakalaması için Türk Standardları Enstitüsü (TSE) ile ortak çalışma yapılacak.

Çalışma ile camiler daha fonksiyonel hale gelecek. Her yıl 50 caminin TSE standartlarında fonksiyonel olması için çalışmalar hızlandırılacak.

Plan çerçevesinde Diyanet, İslam’ı geniş kitlelere anlatmada ve din hizmetinin daha kaliteli sunumunda yeni bir vizyona göre hareket edecek. Din hizmetlerinin toplumun bütün kesimlerine ulaşması için başkanlık merkezinde irşat ekipleri oluşturulacak. Rahat okunan Kur’an-ı Kerim’ler bastırılacak vatandaşların hizmetine sunulacak, Cami derslerine etkinlik kazandırılarak din görevlileri cami dışı din hizmeti için teşvik edilecek. Hac ve umre hizmetleri etkinleştirilerek, hacda görevlendirilecek bayan din görevlisi sayısı artırılacak. Tartışmalara sebep olan öğrencilere yönelik umre hizmetlerinin geliştirilmesine hız verilecek.

Evde din hizmeti

Sağlık Bakanlığı’nın başarıyla yürüttüğü Evde Sağlık Hizmetleri’nin bir benzerini Diyanet de yapmayı planlıyor. Evde Din Hizmeti başlığıyla yürütülecek çalışmaya göre evde sürekli bakıma muhtaç olan engelli, yaşlı ve hastalara yönelik din hizmeti sunulacak. Ayrıca illerde ve nüfusu 50 binin üzerinde olan ilçelerde işitme engellilere hizmet verecek en az bir personel bulundurulacak. Toplumdaki ahlaki yozlaşmanın önüne geçmek için Diyanet daha etkin çalışmalar yapmayı hedefliyor. Bu kapsamda gençlere yönelik dinî konuları içeren bir roman serisi, çocuklar için ise çizgi filmler hazırlanacak.

Türkçedeki önemli eserlerin yabancı dillere, yabancı dillerdeki eserlerin ise Türkçeye çevrilmesi çalışmalarına hız verilecek. ABD’de cami, araştırma merkezi, sosyal ve kültürel alanları da içeren bir kültür merkezi açılacak.

Merkezî ezan sistemi kademeli olarak kalkacak

Diyanet, 28 Şubat uygulaması olduğu eleştirilen merkezî vaaz ve ezan uygulamasında sınırlandırmaya gidecek. Buna göre 2016 sonuna kadar camilerin yüzde 50’sinde yüz yüze vaaza, yüzde 30’unda ise ezanın kendi görevlileri tarafından okunması uygulamasına geçilecek. Ayrıca din görevlilerinin hutbelerini kendilerinin yazmaları için seminer ve kurs uygulaması başlatılacak. Yine bu dönemde bir Kur’an-ı Kerim müzesinin kurulması planlanıyor.

İlyas Koç / Zaman Gazetesi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version