Gençlik Kimi Model Alacak?

Bir önceki yazıda gençlikle ilgili araştırmada belirtildiği gibi, gençliğin gerçekçi ve sağlıklı modellere ihtiyacı vardır. Bu hususta çocukların ahlak güzelliği bakımından taklit edecekleri bir modelin ortaya konulması gerekmektedir. Konu ile ilgili olarak Bediüzzaman şöyle der;

Evet, madem dost ve düşmanın ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve madem, binler mu’cizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve madem semere-i ittibâıyla milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel numunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır…

İşte böyle bir zâtın ef’al, ahval, akval ve harekâtının herbirisi nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık”tır .

Demek, çocuklara ve gençlere; işlerinde, sözlerinde ve hallerinde model alacakları ve taklit edecekleri tek zat Hz.Muhammed (S.A.V.) ve onun yüksek ahlakıdır. Çünkü “Yapan bilir, bilen konuşur” değişmez bir kaidedir. İnsanı yoktan yaratan Cenab-ı Hak insanı en iyi bilendir. Onun dünya ve ahiret saadeti için nasıl bir ahlaka sahip olması gerektiğini de en iyi o bilir. İşte bu hususta bütün insanlığa bildirilmesi gereken Kur’an ahlâkını peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.) de toplamış ve O’nu insanlığa taklit edilmesi ve model alınması için değişmez bir rehber olarak göndermiştir.

Batı ilim adamları ve filozoflar, İslam ahlakına insanlığın ihtiyacını şu şekilde dile getirmişlerdir:

İslamiyetin kanunları yüksek bir tarzda âlemin islahına kâfidir.” Yine filozof düşünür Shebol;

Muhammedin (A.S) beşeriyete intisabı ile bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki: O zat ümmi olmasıyla beraber 13 asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki, biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mes’ut en saadetli oluruz.” Yine Bernard Shaw’da;

Ben görüyorum ve itikat ediyorum ki, beşere vaciptir ki desin: Muhammed (A.S.V) insaniyetin halaskârıdır. Ve halaskârlık namı ona verilmek lazımdır.

Gençleri İkaz

Bediüzzaman Risale-i Nurlar’da zararlı kültürleri taklit etmemeleri için gençliği şu şekilde ikaz etmektedir:

Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.

Bu ifadelerde dikkat çekilen husus Avrupada görülen ahlaksızlığın ve inançsızlığın taklit edilmemesi gerektiğidir. Yoksa insanlığa faydalı olan sanatı ve fen ilimleri değildir.

Dr. İdris Görmez

İbadet

İbadet, neden bazı insanların zoruna gider? Evvela canının istediği gibi yaşayanlar o halden ayrılmak istemez.

Ne zaman ki canının istediği gibi yaşayanlar kötü duruma düşer, o zaman ibadet akıllarına gelir. İnsanın manevi âleminde, canının isteği ile Allah’ın isteği çekişmeli haldedir. Bu insanlarda imanın kuvvetlenmesi lazım. İmanı kuvvetlendiren iki faktör, ibadet ve ilimdir. Bunun için de derslere, sohbetlere gitmek, bir de sık sık camiye gitmek lazım.

Canım ibadet etmek istemiyor” diyen şahsın, kötü hallere düşen insanlara bakıp kötü hallerden uzaklaşması aklın gereğidir. “Yapamıyorum” diyor. Peki yüz binlerce insan bu ibadetleri nasıl yapıyor? Böylece insanlar iki nehir halinde akıyor. İbadetlerine dikkat edenler, sırat-ı müstakimde cennete gidiyor. Ehli dalalet ise nefsinin peşine düşüp cehenneme gidiyor.

Şair demiş ki: “Ben şaşırdım yolumu, yolların günahı ne?

Bazıları da, “İbadet etmeye ne gerek var?” diyorlar, “kalp temizliği” yetermiş. Koyunun da kalbi temiz. Bu insanlara söyleyeceğimiz söz şudur: “İmanını muhafaza eyle, kalbin temiz olduğu için de seni tebrik ederiz.” Bu gibi meselelerde münakaşaya girmeye gerek yok. Bir mü’min pamuk ipliğiyle İslam’a bağlansa o ipliği koparmak caiz değil. İslam sarayına girişin sayısız kapıları vardır. İman ile İslamiyet’e girilir. O ipliği kuvvetlendirmek lazım. İbadet etmesi için yapılan zorlamalar insanı İslamiyet’ten uzaklaştırabilir. Bunun da vebali büyüktür.

Esas olan İslamiyet’i sevdirmektir. Peygamber Efendimiz en yakını olan hanımı Hz. Hatice’yi bile iman etmesi için zorlamamıştır.

İslamiyet’i sevmeyen, Müslümanca yaşayamaz. Çocuk, ebeveynini severse onlara itaat eder, sevmezse asi olur. Sevdiğimiz gıdayı yeriz, sevmediğimizi yemeyiz. İslamiyet’i sevdirmek, beğendirmek her Müslüman için vazifedir.

İmana ait meseleler herkesin kabul edeceği kadar açık değildir. Çünkü imtihan vardır. Eğer imanî meseleler herkesin anlayacağı kadar açık olsa imtihan sırrı ortadan kalkar. Allah isteseydi herkesi Müslüman ederdi. Böylesine bir Müslümanlıkta kulun hak ettiği bir şey yok. İman bir tekliftir. İman edip etmemek insanın iradesine bağlıdır. İmani meseleler, Esmaü’l Hüsna’nın üzerine çekilmiş bir perdedir. Hakikat, o perdenin altındadır. Derin tetkik ve tecrübeyle o perdenin altı görülebilir. Neden bu perde vardır? Bunun sebebi, Ebu Bekir’lerle Ebu Cehil’ler aynı seviyede olmasın. Ebu Bekir’ler iman ile cennetin en yüksek makamına ulaşırken, Ebu Cehil’ler hakla batılı karıştırarak cehennemin dibine düşerler. Milyonlarca insan, akılla, tecrübeyle, ilimle nefsine değil Allah’a itaat etmiş ve tahkiki imanı elde etmiştir. Onun mükâfatını da daha dünyadayken almıştır.

İman, ibadeti davet eder. İbadet imanı korur. Mademki imanın ve ibadetin mükâfatı cennettir, cennet çok kıymetlidir; bu kıymetli mükâfatı elde etmek için tahkiki imanı elde etmek gerekir. Tahkiki imanı elde etmeyenler, edemeyenler bir şüpheyle dinden uzaklaşabilir…

Tahkiki imanı elde edenlerde ibadet usançlığı görülmez. Üstelik yaptıkları ibadeti az bile bulurlar…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Karıncalar ve Nil Nehri

Neslini çoğaltmak muhafaza etmek ve yeni yaşam sahaları bulmak mecburiyetinde olan ateş karıncalar, dünyanın en büyük nehirlerinden biri olan Nil’i geçmek mecburiyetindedirler.

Fakat bunu nasıl gerçekleştirecekler?

Çünkü yüzme bilmiyorlar, köprüleri yok, uçamıyorlar. o halde; suda boğulmamak, balıklara yem olmamak, kendilerini, yavrularını ve kraliçeyi muhafaza etmek için ancak bir yol var. O da sevk-i ilahi ve mucize-i Rabbani ile daha önce onlara öğretilen bir yol ile nehrin kenarına gelirler. Ustaca ayaklarını birbirlerine kenetlerler. Bir daire şeklinde sal meydana getirerek, yavrularını ve kraliçeyi üstlerine alarak ve onları ıslatmadan uzun ve zor bir yolculuğa çıkarlar.

Yolda balıklara yem olmak, gemilerin dalgaların arasında parçalanmak ve batıp mahvolmak gibi yüzlerce sebeplere rağmen müsebbib’ül-esbaba dayanarak sahil-i selamete ulaşırlar.

Elbette böyle bir fiili akılsız, şuursuz bir mahlûka vermek ne kadar akıldan uzaktır. Bu is ancak Hafiz, Hakim, Alim olan alemlerin Rabbinin işidir.

Video:

Anne babalar zayıf karneye nasıl tepki vermeli?

Bir öğrenim dönemi daha sona ererken, karnelerin durumu sadece öğrencilerin değil, aile ve öğretmenlerin performansını da ortaya koyuyor. Zayıf bir karneyle eve gelen çocuğunuza neler söylemelisiniz? Başarıyı nasıl ödüllendirmeli, tatili nasıl değerlendirmelisiniz? Ailelerin kafasını karıştıran tüm bu soruların cevabını bu haberde bulacaksınız.

Karnelerin sadece başarı göstergesi olarak yorumlanmaması gerektiğini söyleyen Uzman Klinik Psikolog Sevil Usanmaz, “Karne, çocuğun öğrenme isteği, hangi dersleri sevdiği ve nelere ilgisi olduğunu gösterdiği gibi aile ve öğretmen tutumlarının da göstergesidir. Karnede sadece notlar üzerinde durmak yerine çocuklarımızın özelliklerini ve gerçekten neye ihtiyacı olduğunu keşfetmeliyiz” diyor.

Başarısızlık, başarının önüne geçmemeli

Bir çocuğun başarısızlığı, başarılarının önüne geçmemelidir. Öğrenmede amaç, karne odaklı değil de gelecek yıllara yönelik olduğunda sonuç mutluluk verici olacaktır” diyen Psikolog Usanmaz, ailelerin dikkatini şu noktalara çekiyor: “Çocukla konuşmaya iyi notlarla başlamak, sonra düzelttiği notlar üzerinde durmak ve en son zayıf derslere geçmek en doğru yöntemdir. Sert yorumlar, tehdit ve yaralayıcı ifadeler, kişiliklerine yönelik konuşmalar çocukları psikolojik olarak etkileyerek tepki vermelerine yol açıyor. Özellikle ergenlik dönemindeki öğrencilerde istenmedik olumsuz davranışlar ve sonuçlarla karşılaşılıyor. İlköğretim çocuklarında ise okula ve öğrenmeye karşı isteksizlik, dikkat sorunları, depresif duygulanım, kendine, kardeşine zarar verme davranışları görülebiliyor. Tüm bunları yaşamamak ve çocuklarımıza yaşatmamak için, karneye ait yorumlar iyi notlardan başlanarak, orta, zayıf notlar ve önümüzdeki dönem yapılacakları tespit ederek sonuçlanmalıdır. Ayrıca, çocukları arkadaşları ve kardeşleriyle kıyaslamamak, kendi içinde değerlendirmek de olumlu gelişime katkı sağlayarak, kaygıları ve başarısızlığı azaltabilir.

Bazı çocuklar matematik, sayısal öğrenmelerde daha başarılı iken bazıları sözel öğrenmelerde başarılıdır. Ayrıca öğrenme birbirini takip eden bir süreç olduğundan bir dersteki başarısızlık sadece bu yıl için değerlendirilmemelidir. Önceki yıllarda başarı durumunu, okul ve öğretmen değişikliklerini dikkate almak yararlı olacaktır.

Pahalı hediyeler başarıyı artırmaz

Karne hediyesi olarak bilgisayar, çok pahalı oyuncaklar, değerli takı, cep telefonu, evcil hayvan alımını da önermeyen Psikolog Sevil Usanmaz, pahalı hediyenin başarıya katkısı olmayacağını, öncelikle çocuğu öven konuşmaların yapılması gerektiğini söylüyor. Çocuğun istediği, yaşı ve sınıfı ile uyumlu bir maddi ödülün ise daha sonra düşünülmesi gerektiğinin altını çiziyor. Ödülün maddi değerinden çok sembolik anlamının önemine değinen uzmanlar, özellikle ilkokul çocukları için karmaşık olmayan basit oyuncaklar, boya kalemleri, top, bisiklet, giysi, büyük ebeveynlerin ziyaretleri, deniz-kar tatili, köy ziyaretleri, sinema, tiyatro ve müze gezilerini yararlı buluyor.

Çocuklar nasıl tatil yapmalı?

Çocukların, tatilin başlamasıyla birlikte önce dinlenmeleri gerektiğini vurgulayan Psikolog Sevil Usanmaz, ders tekrarı gerekiyorsa bunun okul açılmasına yakın dönemde başlatılmasının daha yararlı olacağını vurgulayarak, çocukların tatilin sadece dinlenmek ve eğlenmek için değil, hoş vakit geçirirken öğrenmeyi geliştirmek amaçlı kullanmalarını öneriyor. Satranç öğrenmek, fotoğraf çekmeyi öğrenmek, basket oynamak, bahçede olmak, kitapevi ya da markette çalışmak, basit ev işlerine yardımcı olmak, gibi hayatı öğrenme biçimi de okul eğitiminin iyileşmesinde önem taşıyor.

Kadın-erkek selamlaşmasına ait sorular ve görüşler

Kadın-erkek selamlaşmasını merak eden okuyucum sorusunu şöyle sormuş, diyor ki:

– Akraba hanımlar gelip geçerken selam veriyorlar, ben de selamlarını bazen alıyorum, bazen de almaktan kaçınıyorum. Bu defa da bana sitem ediyorlar, ‘Selamımızı neden almıyorsun? Bizler akrabayız, akraba kadınla erkek selamlaşır.’ diyorlar. Böyle bir ruhsat var mı? Hanımlar akraba erkeklere selam verip selam alırlar mı? Kadın-erkek selamlaşmasına ait görüşler, tavsiyeler nasıldır?

***

Kadın-erkek selamlaşmasına dair çok farklı yorum ve görüşler vardır. Ancak akraba hanım ve erkekler için böyle bir tereddüt söz konusu değildir. Çünkü tarafların akrabalık bağları, verilen ve alınan selamı yanlışa yorumlamaya fırsat vermemekte, bir fitneye de sebep olmamaktadır. Özellikle nikâh düşmeyecek derecede yakın akrabalık söz konusu ise hiçbir mahzur akla gelmez akraba hanımlarla selamlaşmakta. Çünkü akrabalık bağları yanlış yoruma izin vermez. Bu sebeple de akraba erkeklerle hanımlar selamlaşmakta mahzur görmezler.

Demek ki kadın-erkek selamlaşmasında en önemli nokta, selamlaşmayı yanlış yorumlayıp da dedikoduya sebep olmama noktasıdır. Akrabalar arasında ise böyle bir yanlış yorum ve fitne söz konusu olmayacağı düşünüldüğünden, mahzur görülmemekte, caiz olacağı ifade edilmektedir.

Nitekim, yaşlı hanımlara da selam verilir; çünkü yanlış yoruma müsait değildir yaşlılıkları, denmektedir.

Yaşlıların selamlaşabileceği ifadesinden anlaşılmaktadır ki, gençler, (saygı duyup itimat ettikleri tanıdıkları dışında) kalan yabancılarla selamlaşmaya gerek görmezler, bir yanlış yoruma sebep olmak gibi ihtimallerden uzak kalmaya önem verirler. Mecbur kaldıkları yerlerde ise vakar ve ciddiyet içinde selam verip muhatap olurlar.

Bu vakarın tarifinde deniyor ki: Kadın sesine sertlik vermeli, yüzüne de aynı sertlikte vakar tavrı getirmelidir ki konuşma sırasında muhatap yanlış yoruma kaymasın. İnce bir ses, hep gülümseyen bir eda ile yanlış anlaşılacak bir görüntü meydana getirmesin.

Kadın-erkek selamlaşması, çevrenin değerlendirmesiyle de ilgilidir. Şayet çevrenin bu gibi konularda belli bir hassasiyeti varsa, ona aykırı düşecek hareketten de kaçınmak gerekir. Aksi halde dikkatsiz, laubali tavırlar, tarafların çevredeki itibarını bitirir, fitne uyandıran söylentileri de beraberinde getirir. Onun için böyle hassas yerlerde, ‘Kaç sevaptan, girmemek için günaha!’ denmiştir.

***

Safer ayında bela ve musibetler mi yağar?

Soru: İçinde bulunduğumuz safer ayında belalar gelir, musibetler yağar, bunları önlemek için şu dualar okunmalı, şu ibadetler yapılmalı şeklinde söylentiler dolaştırılmaktadır. Safer ayında böyle bir bela ve musibet gelme geleneği var mıdır? Bu aya uğursuz ay gözüyle bakılması doğru mudur?

Cevap: İslâmiyet’te belli ibadetler için tahsis edilen mübarek aylar, günler ve geceler vardır. Ramazan ayı gibi. Ancak belli âfetler, musibetler ve belalar için tahsis edilen uğursuz aylar, günler geceler yoktur. Dolayısıyla safer ayında böyle bir bela ve musibet gelme beklentisi de yoktur, geleneği de…

Ancak bu ayda şu kadar ibadet yapmak, şu kadar dua okumak çok sevaplıdır, diye teşvikte bulunulabilir. Buna yanlış denemez. Söylenen sevabı almak da mümkün olabilir. Çünkü sevap alma olayı, ibadeti yapanın ihlasıyla, ilticasıyla ilgilidir. Kimse oraya giremez, alınacak sevaba sınır da koyamaz.

Ayrıca İslam’da tefeül vardır, ama teşeüm yoktur. Yani hayra yorum yapmak vardır, şerre, uğursuzluğa işaretler çıkararak yorum yapmak yoktur. Bu sebeple de safer ayında hayra yorum yapmak uygun düşer, bela ve musibetlerin geleceğine işaretler çıkararak şerre yorum yapmak uygun düşmez, diye düşünmekte isabet vardır..

Ahmed Şahin / Zaman

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version