Sevap Kazanmanın Kolay Yolları

Sevap kazanmak sanıldığı kadar zor değildir.

Hatta denebilir ki: Niyetinizi düzeltin, işlerinizi düzgün niyetinize göre yapın. Rabbinizin rızasına erer, her şeyden sevap kazanabilirsiniz. Meselâ;

1. Sadaka sevabı kazanmak istiyorsun ama imkânın mı yok? O halde karşılaştığın insanlara hep mütebessim dur. Sadaka sevabı aldın gitti, demektir. Onun için Peygamber Efendimiz (SAV) buyurmuş ki: “Mü’minin mü’mine karşı tebessümü sadakadır.”

2. Günahlarının sararmış yapraklar gibi dökülmesini mi istiyorsun? Hiç de zor değildir. Yeter ki yeni karşılaştığın insanlara elini uzat. İyi niyetle tokalaş, musafaha et. Bundan dolayıdır ki Efendimiz (SAV) buyurmuş: İki mü’min karşılaşınca, biri elini uzatır da musafaha ederse, sararmış yaprakların dökülüşü gibi dökülür günahları.”

3. Sadakanın en çok sevaplısını vermiş olmak mı istiyorsun? Bu da zor değildir. Küsleri barıştır, dargınların arasını bul. İşte sana en makbul sadaka sevabı. Bu konuda da Efendimizin (SAV) ikazı vardır. Şöyle buyurmuştur: “Sadakanın sevaplısı, dargın insanların arasını bulup barıştırmaktır.”

4. Rabbimizin yardımını mı istiyorsun? Sana hep ilâhî ikram ve yardımlar durmadan gelsin mi? Öyle ise, sen de insanlara yardımcı ol, desteğini esirgeme. Bu konuda da Efendimizin (SAV) hatırlatması şöyledir: “Allah (CC) kulunun yardımındadır. Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu müddetçe.”

5. Kâmil Müslüman mı olmak istiyorsun? Bu da zor değildir. Yeter ki kimseyle küs durma. Bu konuda da şöyle buyuruyor Efendimiz (SAV): “Kâmil Müslüman’a din kardeşiyle üç günden fazla küs durması helal değildir.” Demek ki kırılıp incindiğimiz kimselere en çok üç gün küs durabiliriz. Daha fazlası kâmil Müslüman’a yakışmaz. Biz de kâmil iman sahibi bir Müslüman olmak istediğimizden dolayı üç günü geçmez küslüğümüz.

6. Rabbinin merhametini mi elde etmek istiyorsun? Öyle ise hem insanlara, hem de diğer canlılara merhamet edin. Bu konuda şöyle buyurmuştur Efendimiz (SAV): “Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Siz bu dünyada canlılara acıyıp merhamet ediniz ki, Rabbiniz de ahirette size acıyıp merhamet etsin…”

Ne dersiniz bu maddelere? Bunları yapmak çok mu zor, yoksa çok mu kolay? Çok kolay değil mi?..

Ahmed Şahin / Zafer Dergisi

Fikir alışverişinde şunlara dikkat!

Müşterek bir işte çalışan şahıslar, dinî veya dünyevî bir müessese mensupları müdavele-i efkâr yaparlarken, kendi fikrini mutlak bir isabet bilmesi, diğer arkadaşlarının fikirlerini daima isabetsiz görmesi, müessese arkadaşlarının reylerini hakir bulmasıdır. Kendi fikirleri ile yapılan işlerin zararlı ve iflasa doğru gittiğini hatırlatan en yakın arkadaşlarına yüz çevirmesi, müessesenin maddî imkânlarının elinde bulunması, şubelerdeki işin içyüzünden haberi olmayanların teveccühüne aldanmasıdır. Müesseseye, sekiz-on işte, şahsî kanaatinden ve başka arkadaşların fikirlerinden zararlar gelince de bir takım teviller yoluna sapmak, telaşsız görünerek kendi cebindekini değil, umumun hukukunu zayi etmesidir.

Müdavele-i efkârda bir işi isabetsiz veya zararlı bulduğunu arkadaşına söylerken, edep, terbiye, hürmet gibi yüksek ahlâkı çiğneyerek tehevvürle, şiddetle söylemesi, karşısındakinin izzetini kırması, İslâmî terbiye ve ahlâka sırt çevirmek olduğu halde, bunu hiç nazara almayarak, “Bana böyle dedi, şöyle dedi” gibi hiddetle mukabele etmesidir. Dehşetli zararlarda kendisinin dahli olmadığına, ya cehl-i mürekkeple veya gururla iddiada bulunmasıdır. Halbuki mesai arkadaşlarına hürmetle mukabele edip, kendi fikirlerinin isabetsiz olabileceğine ihtimal vererek, yirmi meselede hiç olmazsa on adedini arkadaşlarının kanaatlerine münasip bulup iş yapmasıyla fikirlere menfî hislerin karışmadığı anlaşılmış olur.

Fikirlerindeki isabetsizlik zararlara sebep olunca, diğerleri bu zarara sebep olana hürmetkârâne, asilâne, alçak gönüllülükle kendi fikirlerindeki veya vazifelerdeki kusurlarını da sayarak, ondan özür dileyerek söylemesi- velev kırkıncı defa da kabul etmeyecek olsa- yine o yanlış yapana söylemek yerine şuna buna söylemesi; böylece müessese mensuplarına olan hüsn-ü zan ve itimadın kırılması; bir kimsenin aile çatısı altında kalması icab eden hatalarını yayması; o kimseyi kötüleyip şuna veya buna söylemekle bin zarar getireceğini hissiyatının tesiriyle görememesidir.

Müteaddit defalar bir iş hususunda münakaşa edilir; meşveret ve müdavele-i efkâr adı ile söze oturulur. Münakaşa ve kavga ile kalkılır. Bu kavgamsı konuşmada herkes heyecanlanır. Hisler heyecana gelir. Biri diğerine, diğeri ötekine hakaretli sözler sarf eder. İlk defa birisi hakaret eder, diğeri de misilleme yapar. Birinci hakaret edip kalb kıranı kasdederek, “Birinci bana şöyle dedi, ben de ona öyle dedim” der. Bu beş-altı defa tekerrür edince, artık en yakın dava arkadaşına ikincisi küskün durur. Bu küskünlüğü gören ikinci birinciden soğur. İkinci ile üçüncü birleşir. Birincinin gıyabında konuşa konuşa, artık o da haricîlerin müşfiki, can kardeşine küsücü olmuştur. Artık birincinin hakkında tenkitler ve kusurları sayıp dökmeler başlamıştır.

İslâm muaşeret, edep ve terbiyesine riayet etmeden, nefis ve tehevvürüne kapılarak, dahilî hizmet mensuplarına hariçtekilere dahi yapılmayacak bed muameleyi yapmaktır. Bu kötü hissiyat zararlı netice doğurunca, “Ben sebep oldum, özür dilerim” olgunluğunu göstermeyerek, zararlı neticeyi acib bir halet-i ruhiye ile karşısındaki arkadaşına yüklemektir. Taraflar dahi şahısların umumunun alâkadar olduğu umumî bir meselede, iki taraf da birbirini sabit fikirlilikle itham ederek, müessese hizmetine dinamit koyarak umumun zararına sebep olmalarıdır.

Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin notlarından…

 

Risale-i Nurları neden tekrar tekrar okuyoruz? (3)

14- Öteki eserlerle bunların arasında ki farkı bildiğimiz için bunları çok okuyoruz. Sizde şahitsiniz ki, bugün çok hocaların evlatları okuldaki eğitimin tesirinde kalıp, babalarından aldıkları manevi eğitim onlarda tesirsiz kalıyor. Halbuki ibadetlerden ilgisini kesmiş hiçbir Risale-i Nur talebesini gösteremezsiniz.

Risale-i Nur eserlerini Arapçaya tercüme eden, İhsan Kasım Salih bey’e, Arap âlimler çıkışıp demişler. Hangi sebep seni Türkçeden Arapçaya kitap tercüme etmeye sevk etti? Halbuki Kur’an-ı Kerim, Hadisi Şerifler ve dini eserlerin çoğu Arapça yazılıdır. Hatta günümüze kadar hiçbir dini eser başka dilden Arapçaya tercüme edilmemiştir. O da onlara, “Cevabım tektir, gelin Türkiye’ye, görün bu eserler Nur talebelerine nasıl bir ahlak ve Allah korkusu sağlamıştır. Onlardan cevabınızı alırsınız” demiş. Risale-i Nur eserlerinin en büyük başarısı okuyucuların en azından % 80’i üniversite talebeleri, mühendisler, doktorlar ve çok çeşit fen dallarında ihtisas yapmış profesörlerden oluşmasıdır.

15- Bediüzzaman hazretleri Asr-ı Saadetten günümüze kadar bütün hakiki ehl-i sünnet âlimlerine muhabbet beslemiş bir şahsiyettir. Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine bağlı olan diğer cemaatleri, ordunun karacısı, havacısı, denizcisi ve jandarmacısı gibi kabul ederek, onları tenkide yönelmeden , onlarla çekişmeden hedefine yürümüştür. O, bazı reformistler gibi kendi bilgilerini satmak için başkasını tenkit etmeye ve mezhepleri inkâr etmeye ihtiyaç hissetmemiştir. Hatta “Hizmette muvaffak olmak için ehli sünnet âlimlerine bağlı kim olursa olsun, onlara karşı muhabbet beslemek şarttır” diyerek, bunu eserlerinde kaydetmiştir. Kendisi şafii mezhebine mensup olduğu halde, “şafi-i mezhebi köylülerin ihtiyaçlarını karşılar. İmam-ı Azam’ın mezhebi ise, medeniyete daha yakındır ve İmam-ı Azamın Mezhebi şehirlilerin ihtiyaçlarını karşılar” demekten çekinmemiştir.

16-Risale-i Nur’un ehemmiyeti siyasetten uzak kalmasından da kaynaklanıyor. Hatta partisini desteklemeyen birisi, evliya gibi birine lanet, şeytan gibi birisine rahmet okuduğunu görünce: “Euzübillahi mineşşeytani vessiyaseti”(Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.) diyerek talebelerini siyasetten şiddetle men etmiştir. Hatta görülmemiş bir merhametle ortaya atılmış ki; idamına karar vermeye çalışan hakime, evladına zarar dokunur endişesi ile beddua etmeyerek kendisine Allah’tan hidayet temenni etmiştir.

17- Risale-i Nur eserlerinin hiçbir yerinde evlenme çağında olanların evlenmemelerini emreder bir yer olmadığı halde, Nur talebelerinden çok genç fakültesini bitirmiş vatani görevi olan askerliğini de yaptıktan sonra Risale-i Nurlardan aldıkları iman kuvveti ile gençlerin imanını kurtarmak gibi kudsi bir hizmete kendilerini Ashab-ı Kiram zamanında Ashab-ı Suffa gibi, feda eder derecede, yuva kurma gibi düşünceyi ya terk edip, veya ne kadar geçe bıraksalar kâr bildikleri için geçe bırakıyorlar. Bunları Peygamberimiz (a.s.m.): “Sizin en hayırlınız insanlara hayrı dokunanızdır” Hadisi Şerifi ile müjdeliyor. Bu mübarekler yalnız Risale-i Nurları okumakla yetinmeyip, kardeşler arasında bağlarını pekiştirmek ve daha çok okuyup daha iyi anlayanlardan faydalanmak için, haftada 3-4 defa dershanelerde toplanıp Risale-i Nurlardan ders almayı de ihmal etmemeye gayret ederler. İşte onların bu fedakarlıkları bizi bu eserleri dikkatle okumaya yöneltmektedir.

18-Nasılki insan, hayvana ve herhangi bir vasıtaya kaldırabilecekleri yükü yükler. Kaldıramayacakları yükleri yüklese hem hayvanı hem de vasıtayı mahvetmeye sebep olur. Çünkü, herhangi şeye taşıyamayacağı yükü yüklersen onu tehlikeyle karşı karşıya bırakmış olursun. Aynen bunun gibi, ibadet gibi bir çok “Zaruriyat-ı diniye” (dini zorunluluklar) ile yükümlü olan müslümanın imanı sağlam değilse, Allah’a karşı yapması lazım gelen işleri yapamadığı için, ecnebi gibi bir hayat yaşamaya başlar. Zaten İslamiyet’i yaşamayanlarda bundan başka bir sebep gösteremezsiniz. Her insanın en büyük görevi olan Allah’ın hak dinini yaşamasının ana sebebi iman olduğu için bizde, o imanı sağlam elde etmek için Risale-i Nur Eserlerini tekrar tekrar okuyoruz.

Nitekim Ahmed Şahin Hocamız bir Bursa yolculuğunu yaparken, Risale-i Nur eserleri sayesinde müslüman olmuş bir Almanla otobüste yan yana oturmuş. Çat pat Türkçe bilen Almanla tanıştıktan sonra. Alman, Hocaya, “Hoca, Hoca, siz çok yanlış“. Hoca, “neden yanlış?”. Alman, “camide insanlara onu yap bunu yapma dersiniz“. Hoca, “peki ne diyeceğiz?” Alman, “İslamiyet bir yüktür. Siz önce Müslüman’ın imanının sağlam olması için onu ikna edeceksiniz. Ondan sonra dinini yaşayabilme kuvvetine sahip olan müslümana ibadet yapma mesajlarını bildireceksiniz“. İşte gördünüz mü bizim yeni müslüman olmuş alman kardeşimizin Ahmet Şahin Hocaya sunduğu değişmez hakikati?

19-Bu eserlerden alınan kuvvetli iman sayesinde, daha önce namaz kılmayanlar, namaza başlıyorlar. Kılmasını bilmeyenler de, aldıkları kuvvetli iman sayesinde ibadetleri için lazım oldukları bilgileri öğreniyorlar ve namazlarını kılıyorlar ve öteki ibadetlerini de yapıyorlar elhamdülillah. Çünkü, Arapça bir kaide vardır: Teallemtül ilme littahsili, vel-ilmülfıkhi littatbiki.” Yani ilmi, tahsil ederek öğrendim, fıkıh ilmini ise, dini emirleri tatbik ederek öğrendim. Peki dini emirleri kim tatbik eder? Şüphe yok ki onu imanı sağlam kimseler tatbik edeceklerdir. İşte yukarıdaki metinden anlıyoruz ki: Nur talebeleri Nur eserlerinden sağladıkları iman sayesinde fıkıh bilgilerinden de cahil kalamazlar.

Bazıları bize, siz İmam-ı Gazalinin eserlerini okumuyorsunuz diyorlar. Onlara cevaben deriz ki: Bu zamanda ihtiyaç dörtten 20’ye belki yüze çıkmış, biz bu ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışırken vakit bulamıyoruz ki onları de okuyalım. Yoksa onları da okuruz. Bu tenkide Bediüzzaman hazretleri kendisi şöyle cevap veriyor.”İmam-ı Gazalinin ve diğer âlimlerin eserleri tükenmez hazinedir. Fakat bazen olur ki, anahtar hazineden daha kıymetli olur”. O anahtar da imandır. Gazalinin eserlerini ve diğer dini kitapları imanlı kimseler okur. Biz vakit bulduğumuz zaman onları da okuruz.

Çantacı Necmi Ağabey bir ara kaplıcada iken, çevresine bir sürü kimseleri toplayıp onlara Risale-i Nur’lardan ders yapıyormuş. Orada bulunan bir ilahiyatçı, Necmi Ağabeye, “neden Gazalinin kitabından okumuyorsun da yalınız bu kitapları okuyorsun?” demiş. Necmi Ağabey hocaya, “işte görüyorsun ben Risaleleri okurken bu kardeşlerin hoşlarına gittiği için çevreme toplandılar. Sende beni tenkit edecek yerde, al Gazalinin eserlerini oku ve çevrene kimseleri topla ve onlara ders yap” demiş.

20-En son bunu da ilave edeyim, Risale-i Nurun üstünlüğünü tasdik eden bir hadise: çeşitli memleketlerden gelen Avrupada bulunan müslümanlar, çevresindekilere müslümanlığın güzelliğini tanıtmak için 15 gurup çalışıyormuş, bunlardan biri de Risale-i Nur talebeleri imiş. Öteki on dört gurup % 54’ün müslüman olmalarına sebep olmuşlar, yalınız Risale-i Nur Gurubuna dahil olanlar %46 nın müslüman olmalarına sebep olmuş. İşte görün Risale-i Nurlardaki tesirin kuvvetini.

Evet, maalesef, bazı kimseler kendileri hiç okumadan, muterizlerin(itirazcıların) laflarına inanarak, önyargıyla, şöyle olumsuz laflar ortaya seriyorlar: “Siz Risale-i Nurlara, Kur’andan fazla muhabbet ediyorsunuz; Said Nursi’yi Peygamberimizden daha fazla seviyorsunuz“. Biz bunlara şöyle cevap veriyoruz, Haşa ve kella! Yanlış düşünüyorsunuz. Çünkü Kur’anı ve Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamı tam manasıyla bize sevdiren Risale-i Nur eserleridir. Çünkü bu eserleri okumadan önce, bizde Kur’ana ve Peygamberimize karşı bu kadar muhabbet yoktu. İnanmazsanız okuyunuz, sonra sizde bizi tasdik edeceksiniz diye, onlara cevap veriyoruz.

Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com

Risale-i Nurları neden tekrar tekrar okuyoruz? (2)

6- Tekrar tekrar okunmasının bir sebebi de, Bediüzzaman’dan ve onun meydana getirdiği eserlerinden, 7’den 70’e herkesin istifade edebilmesidir. Hatta dünyanın bir çok yerlerinde yapılan sempozyumlarda ilan edilmesidir, muhtelif dallarda ihtisas görmüş kariyer sahibi muhtelif milletlerden bine yakın profesörün tasdikini görmüş eserler olmasıdır. Onlardan biri olan Süriyeli Muhammed Ramazan Elbuti, sempozyumda o kalabalık halkın huzurunda: “Ben kırk seneden fazla bir zaman diliminde profesörüm. Bediüzzamanın talebesi olmasa idim hayatım boşa gitmişti” diyebilmesidir. Zaten İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’da, bir ifadesinde: “Şekspirler ve arkadaşları ancak Bediüzzamana talebe olabilirler“, demiş.

7- Peygamberimiz (a.s.m.), 1400 sene önce, “Allah (c.c.) her asırda bir müceddid-i din gönderecektir” buyurmuş. Bediüzzaman Hazretleri bu haberdeki tebşirata mazhar olmuş bir şahsiyettir. Bunun delilini şöyle izah edebiliriz; Hicri on üçüncü asırda, dinin müceddidi Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri olduğuna bütün âlimler ittifak etmişlerdir, O Zatın doğum tarihi Hicri 1193 tarihine isabet eder. Bediüzzaman Hazretlerinin doğum tarihi ise tam 100 sene sonra Hicri 1293 tür. Mevlana Hazretleri Müceddidliğine 1224 te başlamış. Bediüzzaman Hazretleri ise, tam 100 sene sonra 1324 te başlamıştır. Mevlana Halid Hazretleri 20 yaşında iken bütün ulemanın fevkinde bir mevki kazanmış. Bediüzzaman Hazretleri ise, daha 14 yaşında iken o zamanın uleması tarafından ona zamanın harikası manasında Bediüzzaman unvanı vermişlerdir. Böylece üç noktada Bediüzzaman Hazretleri tam önceki asrın müceddidi ile birleşip, ondördüncü asrın müceddidi olduğu ortaya çıkmaktadır. Hatta Mevlana Halidi Bagdadi Hazretlerinin torunu, Ankaralı Asiye hanımla cübbesini Bediüzzaman hazretlerine verilmesini vasiyet etmiş ve verilmiştir.

8- Nasıl ki bir doktor hastasının tedavisine başlamadan önce teşhisini koyar, ondan sonra tedaviye başlar. Aynen onun gibi, her müslüman, asrının problemini bilecek ki az yarayla kurtulsun. Buna binaen, bu zamanda ister ahlaksızlığın, ister sahtekârlığın ve ister ibadetsizliğin ana sebebi, iman zayıflığından başka birşey değildir. Bu eserlerin tamamı da iman esaslarını ispatladığı için, onları çok okumak ihtiyacı hissediyor ve çok okuyoruz.

9- Bediüzzaman Hazretleri risalelerde diyor: “Ya halledilmesine ihtiyaç yokmuş veya halledemediklerinden ötürü, daha önce çözülmemiş 100 meseleyi Risale-i Nurlar çözmüştür”, halbuki Risale-i Nurları okuyan insaflı âlimler “100 değil, belki beş yüz adet halledilmemiş dini meseleyi Risale-i Nur eserleri halletmiştir” diyorlar.

10- İhtisas sahipleri diyorlar ki: Kur’an-ı Kerim ve Hadisi Şerifler dışında, eski zamanın ihtiyacına cevap vermek için yazılan eserlerin 15 sene tahsili ile insana kazandırdıkları iman kuvveti ve dine bağlılık. Risale-i Nur, bazısına 15 günde bazısına 15 haftada o kuvvet ve bağlılığı kazandırıyor.

11- Bunlar başka kitaplardan nakil olmamalarıdır. Çünkü Bediüzzaman hazretleri hapishanelerde ve sürgünlerde Risale-i Nurları yazarken, Kur’an-ı Kerimden başka eser yanında bulundurmamıştır. Bu eserler yegane Kur’an semasından ve Âyet-i Kerime’lerin yıldızlarından nazil olmuş eserlerdir. Bunun için yakînim var ki islama saldıran bu yangınların ve bu fırtınaların karşısında insan ancak bu eserleri okumakla ve bu topluma dahil olmakla kendini kurtarabilir. Çünkü Risale-i Nur insana öyle sağlam bir iman, bir itikat temin ediyor ki, insan onunla her şeyde Allah’ın Rububiyetini ve rahmet eserini görebilir ve o kuvvetle rahatsız eden sıkıntılara göğüs gererek onları hoş karşılar. Böylece, kendi şefkatini Allah’ın şefkatinin önüne sürmez. Hatta bu dünyada da huzur ve rahat içinde yaşamak isteyen bu eserleri okusun. Çünkü bu kitaplar bu zamanın ihtiyacına cevap veren yegane Kur’an tefsirleridir.

12-Bediüzzaman Hazretlerinin keramet-i ilmiyesindendir ki bu eserleri çok okuyoruz. Her ne kadar maddi kuvvetle erişilemeyeceği hadiseler onda çok vuku bulmuşsada, onlar bizi fazla kendine bağlamamaktadır. Mesela ellerini kelepçeleyip jandarma başka bir yere naklederken, namaz vaktinde jandarmadan namaz kılması için kelepçeyi çözmesini istemiş. Jandarma, “hoca mahkum olduğunu bilmiyor” diye, dalga geçmeye başlarken, Bediüzzaman Hazretleri kelepçeyi çözerek jandarmaya verince, jandarma şaşırarak yaptığına pişman olmuş ve demiş, “şimdiye kadar ben senin muhafızın idim, bundan sonra sen benim muhafızım ol. Bana hakkını helal et” der. Bunun için bile, Bediüzzaman Hazretleri, namazın kerameti kelepçeyi çözdü der. Buna benzer ileride olacak çok hadiseleri kerameti ile bilmiştir. Mesela: İnsanlar yirmi küsur sene aya gitmeden önce: “Ey katre içinde giren hakim feylesof! Senin katre-i fikrin dürbünü ile, felsefenin merdiveni ile, tâ kamere (aya) kadar terakki ettin. Kamere girdin. Bak Kamer kendi zatında kesafetli, zulumatlıdır. (karanlıktır) Kamerin ne zıyası (ışığı) ne hayatı var.” demiştir.

Yine Risale-i Nurdaki: “Yıkılmış bir mezarım var ki” cümlesinin manasını, Bediüzzaman hazretleri ölmeden önce hiç kimse anlamamıştı. Fakat öldükten birkaç ay sonra, jandarmalar mezarını yıkıp cesedini uçakla başka bir yere naklettikten sonra o manayı herkes anlamış ve hakikaten yıkılmış bir mezara sahip olduğunu görmüşler.

Bunlara benzer daha birçok meseleler var, fakat Risale-i Nurun okuyucuları, onun ilmi kerametinden ötürü Nur eserlerine bağlanıp onları okuyorlar.

13-Risale-i Nur eserlerinin ortaya serdiği inkâr edilmez deliller haricinde hangi eserdeki malumatla ateistin karşısına çıkabilirsin? 20 sene Arapça tahsil eden hoca efendinin biri bana: “Biliyor musunuz biri bana ne dedi“, ne dedi Hocam? “Ben Allaha inanmıyorum” dedi. Peki ona ne cevap verdin? “Nasıl öyle diyebilirsin? Bak Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerimde: “Kul hü Vallahu Ehad Allahus-samed, diyor” dedim. Peki Hocam sen ona İhlas suresini okumakla işi hallettin mi? “Peki ne diyeyim“? Hocam ona Risale-i Nur okuyacaksın. “Hangi kitaptan okuyayım?”. “Hocam sen önce kendine okuyacaksın, ondan sonra bu gibiler karşına çıktığı zaman cevabını vermeyi bileceksin” dedim. Bunun gibi Risale-i Nur eserlerini okuyan bir çok hocalar şöyle diyorlar, “Biz bu eserleri okumadan önce, profesörler şöyle dursun, herhangi soru soracak korkusuyla, ilkokul öğretmenin karşısına bile çıkamazdık. Şimdi çok değiştik”.

Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com

Risale-i Nurları neden tekrar tekrar okuyoruz? (1)

RİSALE-İ NUR ESERLERİNİ TEKRAR TEKRAR OKUMAYA NEDEN İHTİYAÇ DUYUYORUZ ?

Ben her zaman Risale-i Nur eserlerinin okunmasını tavsiye etmişimdir. Çünkü bu eserlerden 50 senedir çok istifade ettim. Kendimde tecrübe edip faydasını gördüğüm için size de tavsiye ediyorum. Buna mukabil biliyorum ki, çeşitli sebeplerle bu eserlerin kıymetini öğrenemeyenler veya herhangi bir sebeple yanlış bilgi alma neticesinde onlara karşı önyargılı davrananlar diyebilirler, “Başka kitap yok mu ki devamlı onları tavsiye ediyorsunuz”.

  • Muhterem Kardeşlerim! Risale-i Nurlara, Uluslararası kariyere sahip çeşitli dallarda ihtisas yapıp bin civarında ilim adamı, hayran kaldıkları için tavsiye ediyoruz.
  • Risale-i Nur külliyatı, 50 yabancı dile tercüme edilmiş eserlerdir. Dünyada Kur’an-ı Kerimden sonra en çok satılan eserler seviyesine ulaştıkları için tavsiye ediyoruz.

Memleketimizdeki profesörlerden Nevzat Tarhan Bey bir sempozyumda demişti ki: “Araştırdık, on milyon kişi bu eserleri okuyormuş“. Ülkemizde fen felsefe tahsil edip, şüphe ve inançlarını muhafaza edebilenlerin % 90′ ının bu eserlerden yararlandıklarını biliyoruz.

Çünkü bu eserler materyalist felsefeye fikren karşı gelebilen tek dini eserlerdir. Şimdi bu eserlerin tekrar tekrar okunmasının ana sebeplerini 20 madde de sıralamaya çalışacağım:

1) Kaynağı dışta olan ve Müslümanların çoğunu imansız bırakan ateist felsefe karşısında bugünkü insanlar ancak Risale-i Nur sayesinde imanlarını kurtarabiliyor. İnsanları çeşitli şüphelerden kurtarıp, ikna ettiği gibi, inkar rüzgarlarına karşı de insana dayanma kuvveti bu eserler temin eder.

Bugün toplum hayatına karışanlar ancak bu eserler sayesinde hakiki imana sahip olabiliyor. Yine o cevher sayesinde insan Allah’ın rızasını kazanarak bu dünya büyüklüğünde bir cennete sahip olma lütfüne mazhar olur. Böylece cennette ebediyen mutlu yaşama şansını kazanır.

Yanmaya başlayan bir evin sahipleri canlarını kurtardıktan sonra, onların ilk yapacakları iş mevcut olan paralarını veya altınlarını kurtarabilmektir. Öteki eşyaların sırası sonra gelir. Bir adamın parası çok azsa, o adam parasını ancak gıdası için koruyacağı muhakkaktır. Aynen bunun gibi, İman da gıda hükmünde olduğu için, ayırabileceğimiz en kıymetli vaktimizi imanımızın takviyesine harcayacağız. Bugün vaktimiz abluka altına alınmıştır. Kitap okumaya çok az vakit ayırabiliyoruz. Ayırdığımız o vakti, ancak imanımızı kurtarmak için Risale-i Nur eserlerini okuyabilme imkanını elde edebiliyoruz. Bu sebepten onları okuyoruz. Çünkü “İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir”.

2) Pozitivizmin hakim olduğu bu devirde, taklidi imana sahip olanlar, imana saldıran felsefe karşısında dayanamıyor. Çünkü Allah’ın (c.c) Âyet-i Kerimeleri ve Peygamberimizin (a.s.m.) Hadisi Şeriflerini doğrudan doğruya anlama imkanımız olmadığı için maneviyattan haberi olmayıp, okullarda yalnız materyalist felsefe ile yoğrulanlara, Kur’an ve Hadis-i şeriflerin ve Allah’ın büyük kitabı olan kâinat kitabı ile birlikte tefsir ve izah edilmesi gerekir. Bu işi de bugün 14 cilt ve 6000 sahifeden ibaret olan Risale-i Nur külliyatı, kâinat kitabından delil toplayarak imanın altı esasını, en inatçı inkarcılara da ispatlıyor.

3-Risale-i Nurlara olan okuma ihtiyacının bir sebebi de, üç asra yakın bir zamandır Müslümanların imanlarının zayıflaması neticesinde, hocalar, tarikatçılar ve fenciler biri diğerine küs bir vaziyette olmalarıdır. Risale-i Nur okuyucularına, ihtiyaç duyulan dini ilimleri, tarikatçıların ibadetlerinin özünü ve lazım olan fen bilgileri ile birlikte değerlendirerek ilmin özünü veriyor.

Rahmetli Ali Ulvi Kurucu Hoca efendi bir ifadesinde, tarikatçılarla hocaların neden araları açık olduğunu bir zata sormuş? O da: Ali Ulvi Efendiye: “Hocalar Peygamberimizin (a.s.m.) ilmini, tarikatçılarda amelini aldıkları içindir, halbuki bu iki haslet bir bütünün iki parçasıdır, ayrılmamaları lazım” demiş. Onlardan her iki gurup, tamamını değil yarısını aldıkları için bu hale düşmüşlerdir. İşte Risale-i Nur ilim ile ameli birleştirerek okuyucusunu her iki konuda doyurmuştur.

4- Bediüzzaman Said Nursi hazretleri daha 14 yaşında iken o zamanın âlimleri tarafından ona zamanın harikası manasında, Bediüzzaman ünvanı verilmesidir. Bu ünvanı alan bir alimin eserleri elbette çok okunmalıdır.

5- İlmin hakim olduğu bu devirde, o eserler sayesinde Müslümanlar, entelektüel tabakayla da rahat konuşabiliyorlar. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri din ve fen ilimlerin tümünü tahsil etmiş bir şahsiyettir. Hatta İstanbul’un o zamanki Şekerci Hanı’nın dış duvarına “Burada her soruya cevap var, kimseden soru sorulmaz” yazarak, sorularına cevap almak için gelen tüm ilim adamlarına müspet cevap verince, ilim dünyası görülmemiş bir hadise ile karşılaştıklarını, o zaman ki gazeteleri baş yazıları ile ilan etmişlerdir. Böyle bir zatın eserleri tekrar tekrar okunmaz mı hiç?!

Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version