Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Ömer Okçu (Hekimoğlu İsmail) Ağabeyime (Şiir)

Kitap yazan elini ver bana öpeyim,

Seni seviyorum, nasıl tarif edeyim,

Ben sana hayranımdır başka ne diyeyim.

Kalbimden severim nasıl bildireyim.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

hekimogluDevr-i felek kalemine fren vuramadı,

Hakikat neşrini kimse durduramadı,

Hiç bir menfi sende dikiş tutturamadı,

O elmas kalemini kimse kıramadı.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Maneviyata bakan hoş yazılarınla,

Kalemle buluşlar yapan kazılarınla,

Fen, felsefe, tarih ve edebiyatınla,

Bize yol gösterdin örnek hitabetınla.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Okçusun, amma okun hiç kan akıtmıyor,

Müslümanları topluyor hiç dağıtmıyor,

Dargınları barıştırıyor darıltmıyor,

Projektör gibi Nur’larla yol gösteriyor.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Kalpleri ilaçladın Lokman Hekim gibi,

Değil “Hekimin Oğlu” belki kendi gibi,

Kaleminden nur akıyor gelmiyor dibi,

Bilginizden alıyor kimin var nasibi.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Cemaatlerin kalbini fethedebildin,

Merak ediyorum nasıl becerebildin,

Müstesna bir metotla ilerleyebildin,

Bol Nurlu tiryakları, önümüze serdin.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

İnsanlara mefkureler yayabildin sen,

İnancını yaşadın sana hayranım ben,

Vatanın her sathında sendin nutuk çeken,

Pak ve temiz yaşadın asla yoktur leken.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Nurlu gıdalardan sen süt yaptın bize

Kaleminden akıyor mana kalbimize,

Yazın durmasın diye duacıyım size,

Çünkü çok kişiyi çıkarabildin düze.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Derdim derdin gibidir, ama kalemim yok,

Maddiyata gark olanlara gözümdür tok,

Hak dinin hadimlerini ben severim çok,

Hele seni ki ektiklerin salıyor kök.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Dünya bağında sen doldurabildin sepet,

Kutsi gayeyle yaşadın ne büyük servet,

İnsanlığın kemaline tırmandın elbet,

Bu herkese nasip olmayacaktır evet.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Şükür, derdimi yazan biri var sen gibi,

Bereket, herkes değil kalemsiz ben gibi,

Allah bize verdi Üstad gibi, sen gibi,

Sözleriniz düşmana zehirli ok gibi.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Neşr-i hak yolunda bin bârekâllah sana,

Bize dedin ki manadan olunuz yana,

Durmayın Nur okuyun, içiniz tâ kana,

Bizler için katlandın helal olsun sana.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Rabbim bol afiyet ihsan eylesin size,

Hayatın boyunca sen gayret verdin bize,

Eğri yollardan çoğunu çıkardın düze,

Çok müşkülün hallini öğrettin naçize.

Muharrirlerin gülü Ömer Ağabeyim,

 

Gece gündüz hiç durmadan reçete yazdın,

Nice paslı kafaları elmasla kazdın,

Yazınızdan faydalanır erkek ve kadın,

Ahiret’te yerin olsun “Cennetül-Adın”.

Şüphesiz Olacaktır İnşaAllahurrahman.

 

Sizi çok seven Abdülkadir Haktanır. (10 12 200)

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri (Şiir)

Biz Üstad olarak Bediüzzamanı seçtik,             

Günümüze cevapsız kalan çoğunu  geçtik,

Üstad zorla ektiğini, biz rahatla biçtik,

Nurun âb-ı hayatından doya doya içtik.

 

Ben Üstad’la Nur’ları, haddim değil övemem,

Takdirinden acizim dır hakkını veremem,

Üstadımın düşmanlarını kalpten yererem.

Âlem şâhid olsun ki, Üstadımı severim.

 

Üstad nelere katlandığını, ben bilirim,

Fakat anlatamam çünkü naçiz dır kalemim,

Dehre yazmak isterim amma, lakin âcizim,

Ben Üstadımı anne babamdan çok severim.

 

Ey koca Üstad! Sen zındıkları yere serdin,

Çok azılı düşmanları, aldırış etmedin,

Askeri mahkemede de, hakikati serdin,

İnsanlığa acıdın ki onlara Nur verdin.

 

Çünkü, kalbinden acıyordun bu insanlığa,

Hedefi terk ettirilmiş, bu naçiz mahlûka,

Önlerine Nur serdin, aza değil, bir çoğa.

Elimize Nur verdin ki gitmeyelim yoğa.

 

Evet bizleri üzüyor vatandaşta ki hal,

Menfilerin tesiriyle kaplamış izmihlâl.

Yabancılar Risalelerle, olurken hemhal,

Zavallı bizim mazlumlar kesilmişler lal.

 

Ümitsiz kalmış baba, durmuş yerinde sayar,              

Onun rağmına evladı fenlerde kök salar,

Nurları tetkik etmek için derine dalar.

Bu hakikate kendini adayanlar da var,

 

Üstadı gönderen Allaha hamd-ü senalar,

Resûlullaha binlerce salâtu selâmlar,

Üstad Bediüzzamana şükran-u dualar,

Çok şükür Nurdan dışlanmadık biz fukaralar.

 

Üstadım bahri ummandır ederim şahadet,

Yetmez bu ilan, Nurları duyuramam elbet,

Bir gün gelir ruhum gider, kesilir hitabet,

Üstadımı severim, işte size kitâbet.

 

Ya Allah! lütfet bize, tükenmez rahmetini,

Ya Resulullâh ihsan eyle bize şefaatini,

Ya Üstad gönder himmet-i ruhaniyetini,

Nur hizmetimizle yürüsün bu hayat treni.

 

Ãmin Ãmin  Ya Muîn

Nurun kemter talebesi Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Risale-i Nur Merceğinden Eşya

Risale-i Nur merceğinden eşyaya bakılınca her şeyde bir dersi ibret görünür!

Fakat eşya ve hadiselerden ders almamız için, onlara “hükmü evvel ile değil” yani ön yargısız bakmamız lazım.

Hayvanın yaptığı sütü niye çekinmeden içiyoruz?

Ne sebepten Profesör okadar tahsil yaptığı halde ineğin yaptığı gibi sarı saman ve yeşil ottan süt yapamıyor. Yoksa inek Profesörden daha mı akıllı diyeceğiz. Bunu bir misalle size açıklamaya gayret edeceğim. Niye hiç kimse süt içerken tık sımıyor-iğrenmiyor diyeceksiniz ki niye bembeyaz sütten niye iğrensin? Niye iğrenmesin onu Profesör yapmamış inek yapmış belki kanından veya dışkısından karıştırmıştır, niye demiyoruz?

Bir adamı, fabrikalar sahibi olan arkadaşı yeni yaptığı şeker fabrikasını göstermeye çağırmış. Adam daveti kabul ederek gittikten sonra, fabrika sahibi misafiri ile fabrikayı gezmeye başlarlar. Fabrikayı gezdirirken şeker imalatı için dış ülkelerden ithal ettiği büyük büyük makineleri tek tek tanıtmaya başlar: Buradan pancarları atarız, makine pancarları kendisi yıkar, doğrar, kurutur, böylece şekerin hammaddesi birçok elden geçtikten sonra… İşte gördüğün bu büyük musluklardan çuvallara şeker akar. Buraya kadar işlerin tamamını makineler yapar. İşçiler sadece çuvalları oralara takar, çuvallar şekerle dolduktan sonra ağızlarını bağlarlar ve oradan alıp depoya koyarlar. Hepsi bu kadar.

Fabrika sahibi, arkadaşına beğendin mi diye sorar? Arkadaşı: Pancarları fabrika kendisi mi yapıyor der ? Cevaben hayır, çiftçiler pancarı tarlalarda ekerler, sularlar, çapalarlar ve pancarlar büyüyüp olgunlaşınca toplarlar, sonra traktörlerle fabrikaya getirirler. Misafir, hoşuma gitmedi der. Ben istiyorum ki fabrika hammaddesini kendisi toplasın.

Yine sorar: Peki makineler arıza yaptıkları zaman ne olur? Ustalar gelir tamir ederler. Bu da hoşuma gitmedi; ben makine arızasını kendisi tamir etmesini istiyorum; bu kadar büyük fabrika, koskoca makineler!.. Bu da hoşuma gitmedi. Peki nasıl olmalı? Ben istiyorum ki fabrika çok yer tutmayacak şekilde ufak olsun. Hatta makineler eskiyip hurda haline geldikleri zaman, fabrika sahibinin fabrikasız kalmaması için, makineler kendileri başka makineler yapabilecek kapasitede olsun.

Fabrikatör, gelen arkadaşına kızarak, ben senden takdir beklerken, sende imkanı olmayan şeylerden bahsediyorsun? Misafir ona cevabında: Bugün tıp uzmanları dört beyazdan korunun diyorlar. Onların isimlerini sayarken, un, tuz, yağ ve şekerdir diyorlar. Her ne kadar, insanların çoğu şekerin tiryakisi olmuş, onu terk edemiyor; fakat bahsettiğim dört beyazdan biri de senin ürettiğin şeker’dir der. Misafir, arkadaşının sinirlendiğini görünce ona döner ve der: Dostum benim sana en ufak bir garazım yok, fakat sana bir hakikati anlatmak maksadıyla bu kelimeleri kullanıyorum der ve devam eder:

 -Güzel dostum boşuna sinirlenme! Gel Allah’ın yaptıklarına bir göz atalım; mesela ineği ele alalım: Allah, ineği bizim için bir süt fabrikası yapmamış mı? Küçük bir fabrika hükmünde olan o inek, sütü yapmak için ham maddesini toplamaya kendi ayakları ile gider, zehirli otları almayıp, süt yapmaya yarayanı bulur toplar ve bizim için çok faydalı bir gıda olan sütü ottan, samandan, kepekten ve çeşitli bitkilerden yapar, değil mi? Yani sarı, yeşil ve çeşit çeşit karışık renklerden bembeyaz sütü yapmıyor mu? Bunu o akılsız inek mi yapıyor? , Vücudundaki kandan süte hiç damlatmadan, içindeki tezeğinin renk ve pis kokusunun zerresini bile süte karıştırmadan yaptığını görünce o hayvana Allah sütü bizim için yaptırıyor demeyelim mi ? Haydi konuş, aklı, ihtisası olmayan hayvan gibi bir hayvana Allah öyle bembeyaz bir süt yaptırmıyor mu? biz bu hakikatleri görünce Allahın varlığına inanmayalım mı? Oradan aldığımız o iman kuvveti ile, Allah’ımıza itaat edip ibadeti aşk ve şevk ile yapmayalım mı?

Dört beyaz derken beyaz sütü karıştıramamışlar değil mi?. Çünkü sütün hiç kimseye zararı dokunmaz ki. Sonra faydası o kadarla da kalmıyor. İneğin kendisi yaşlanıp yok olacağını bilen Allah, ev halkı süt fabrikasız kalmaması için, ineğin kendisine başka bir fabrika olan buzağıyı yaptırmıyor mu? Zavallı ineğin bacağı veya herhangi başka biryeri yaralansa, tamir için tamirciye gitmeden, Allah ineğin yediği maddeleri ilaç yaparak iyileştirmiyor mu? Siz söyleyin materyalist fikirli olanlar bu hakikatleri akıl gözleriyle görmezlerse, inancımıza kuvvet vermek için bizde mi bu hakikatleri düşünmeyip görmeyeceğiz? Halbuki kendilerine güvenen o Natüralist Profesörler robotlarla süt yapmayı denemişler yeşilimsi bir şey akınca, o kadar tahsil gören profesörler ineğe yetişemediklerini kendi gözleri ile görmüşler. Bizde onları kendi hallerinde bırakarak, Ya Rab, sana çok şükür demeyelim mi?

Bu hakikati dostlarla da paylaşmayı ihmal etmeyelim!

Bu ve buna benzer ciddi meseleleri sizinle paylaşmamın tek sebebi: Hem materyalist ve natüralistlerin neticesiz boş fikirlerinin imkansızlığını göstermek , hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli oluruz ümidiyle paylaşıyorum.

Not: Akıllı insan bu hakikatten ders almayacak mı ne dersiniz?

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Merhum ve Mağfur Mustafa Sungur Abime (Şiir)

Üzgünüm; Balkanlardaki Nur hizmetinde olduğundan ötürü Merhum ve mağfur Sungur Ağabeyimizin cenazesine katılamadım.

Kendisine Allahtan bol rahmet ihsan edip, mağfiret etmesini dilerken, makamını Cennetül Firdevs edip kendisini orada mutlu etmesini temenni ve niyaz ederim. Ayni zamanda tüm Nur talebelerine, bilhassa âile efradına Allahtan sabri cemil ve ecri cezil lutuf ve ihsan buyurmasını temenni ederek niyaz ederken aşağıdaki yazımla veciz ifadelerimi naçiz kalemimle takdire çalışmalarımı da okuyucu Ağabey, kardeş, abla, ve kız kardeşlerim ile beraber âile efradına sabır ve teselliye vesile olmasına sebep olması ümidi ile gönderiyorum.

MERHUM VE MAGFUR MUSTAFA SUNGUR AĞABEYİME

Rabbim! Bol rahmet gönder,Sungur Ağabeyime,

Çünkü çok kimse yan çizerek, derken bana ne,

O Üstat’tan ayrılmadı yapsaydılar da lime,

Biz Nurcular çok minnettarız Ağabeyime .

Size Allah’tan af ile bol rahmet dileriz,

Müstesna gayretinizi asla unutamayız ,

Biz fakirler kalp pasını Nur’larla sileriz,

Devri felek darbesini siz yediniz biliriz.

Üstadımın inâyetinde, çok bulundun sen,

Zindan-ı menfalarda kaldın yokken neden,

Üstad’la geçmişti senin, ne kadar çok senen,

Bizlere çok hizmet ettiniz unutamam ben .

Sende ne tükenmez sebat varmış ne bitmez gayret,

Katlandığını düşününce ederiz hayret,

Bu kuvvetin kaynağı, sağlam imandır elbet,

Hedefin değil di amma makamınız cennet.

Nur’un havuzunu siz, iğne ile kazdınız,

Risale-i Nurları gece gündüz yazdınız,

Bu davanın temelinde çok değil azdınız,

Nur davanın temelinde müstesna birisiniz.

Herkes canını kurtarmağa kaçtığı zaman,

Tam iman ile küfür müthiş çarpıştığı an,

Çoğu korkusundan sizlere bakıyordu yan,

Kararlıydın bırakmamaya gitseydi de can.

 

Bir çok mücahit görünenler düşüp çökerken,

Kimisi tenhalara kaçıp, bana ne derken,

Üstadımın yanında sen kan ter dökerken,

Kurtulmamızı düşünürdün kendin çekerken.

Nurlar elimize geçti, sizler sebepsiniz,

Üstad’la geçen günleri bize dizerdiniz,

Nurdaki çok müşkülleri bize çözerdiniz,

Nurun pak mümessili Sungur Ağabeyimiz.

Şek ve şüphemiz yok ki hedefe ulaştınız

Çünkü çok engebeleri cesaretle aştınız.

Allahın rızasına ulaşmaktı kararınız.

Rahat olun âğabeyim firdevstir makamınız.

Nurun kemter talebesi: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org

Ataullah Efendi ve Rumeli Bostanı

Balkanlar’da Makedonya Müslümanları Kosova ve Arnavutluk Müslümanlarına nispeten niye dinlerine daha bağlı?

Çok kimseler tarafından bu soru ile karşılaştım. Bu sebepten bu soruya cevap vermeye çalışacağım. Bilmeliyiz ki insanın kıymet ve ehemmiyeti bilgilerine göredir. Yani insan kulağından ve gözünden ne aldı ise odur, başka olamaz. Manevi bilgilere gelince kafaya girdikten sonra kalbe damlaya başlar ve insanın içini ve dışını nurlandırır. Bu sebepten Makedonyadaki Müslümanlarda ötekilere nispeten dini bilgiler var olduğu için, onlar ötekiler kadar dinden uzaklaşamamıştırlar. Bu bilgi onlara nereden geldi sorusuna gelince, bunu açıklasmaya çalışacağım.

Osmanlının son döneminde, tahsilini İstanbul’da tamamlayan gelen, Makedonya’nın Studeniçan köyünde doğan ve ora halkının dillerinde destan olmuş, Merhum ve Mağfur Ataullah Kurtiş Efendi, dini tahsil yapmak için Türkiye ye gelmiş. İstanbul da tahsilini bitirdikten sonra Fatih medresesinde Müderris olmuş. Hatta müderrisliği esnasında, Arnavut Ata Efendi adıyla meşhurlaşmış. Fakat Cumhuriyet devrinde dinimize karşı yapılan inkılaplardan sonra, Ataullah Efendi ona dayanamamış. Arkadaşlarına demiş, bana morfin yaptırıp beni uyuşturun, ve hükümet adamlarına deyin ki: Vasiyet etmiştir cenazesini tabutla memleketine götürelim. Nitekim arkadaşları öyle yapmışlar.Ve Makedonya’ya varıp ayıldıktan sonra. Orada Meddah adındaki Medreseyi yaptırıp, o medresede çok talebe yetiştirmiştir. Ben onların çoğunu, Kosova’nın Gilan kasabasına bağlı tamamı Türk olan Dobırçan Köyünden tavizsiz hoca olan öz dayım Abdülhamid Dindar vasıtasıyla tanırdım. Çünkü Oranın Lideri Mareşal Tito ile Rahmetli Adnan Menderesin Anlaşmaları neticesinde 1952-1960 arasında Türk, Arnavut, Boşnak ve Pomaklardan oluşan 2,5 milyon Nüfus Türkiye’ye göç ettikten sonra, Rahmetli Abdülhamid dayım köyünde ahbapsız kaldığı için mevcut mallarını satarak bizim köye yerleşmişti.

Bundan ötürü Ataullah Hoca Efendinin talebeleri dayımla çok samimi dostlukları oldukları olduğu için dayımı ziyarete sık sık geliyorlardı, ve misafır karşılamak için benim evim dayımın evinden daha müsait olduğu için haftalarca benim evimde kalıyorlardı. Bu sebepten Ataullah Hoca Efendinin talebelerinin çoğunu tanıyorum.

Birkaç tanesinin adlarını şöyle sayabilirim: Talebelerinden en meşhuru Alim ve şair olan Abdülfettah Rauf Efendi idi. Ötekilerinden hatırlayabildiğim kadarını saymaya devam edeyim. Sayacaklarımdan hepsi rahmetli oldular. Görelerli Selim Efendi. Hafız Sa’dullah Efendi, Gruşinalı Mehmet efendi, hem müderris hem hafız olan her iki gözleri ile ama olan iki tanesinin isimleri şöyle: Hafız Hasan ile Hafıs Sa’dullah Efendiler, Hafız Şaban Efendi, Preşovalı Hafız Necati Efendi, Nakuştaklı Ferhat Efendi ve bunlar gibi isimlerini hatırlamadığım Hoca Efendiler daha var. Bunların tamamı müderris olduktan sonra Ataullah Hoca Efendi hayatta iken Müderrisliği Meşhur talebesi olan Abdülfettah Efendiye devretmiş. Bu zat Arapça, Türkçe ve Farsça dillerini ve tahsili diniyyenin ilim dalları olan: Sarf, Nahiv, Fıkıh, Meani, Mebani ve diğerleri, bunların tamamı 16 dir Bu ulumi diniye dallarının tamamının mütehassisi idi bu zat. Hatta ve hatta Hocası Ataullah Hoca Efendi onun hakkında: “Eğer benim talebem olmasa idi diyemezdim ki insandır” demiş. Bu zattır ki; oranin Münafik Lideri olan Mareşal Titonun çıkardığı “Skidanje zare i ferece” kanunu ile Osmanlıdan kalma ora Müslüman hanımların tesettürü olan çarşaf ve peçelerini kaldırdığı zaman Kanuna itiraz eden Abdülfettah Efendi 8 sene hapis cezası çekti.

Böylece 1952-1960 arası Müslümanlar oradaki din düşmanlardan çektiklerinden kurtulmak maksadıyla 2,5 milyon Türkiyeye göç ettikleri halde, Ataullah Hocanın talebelerinin itirazları üzere, onları dinleyen Müslümanlar, Türkiye de dine karşı yapılan inkılaplar nedeniyle Türkiyeye gelmediler. Taki Risale-i Nur eserleri oralara geldi. Ondan sonra o hocalar: Allah asırlarca İslamiyet’in menbaı olan Türkiye’ye Bediüzzamanın gibi bir zatı göndermiş ve onun eserleri olan Risale-i Nurlar yayılmaya başlamış ve bu eserler sayesinde insan imanını muhafaza edebilir diyerek, daha önce Türkiye ye gidilmez diye verdiğimiz fetvamızı geri alıyoruz, bundan sonra kim isterse gidebilir dediler. Hatta ondan sonra Abdülfetta Efendinin oğlu Tarık Ridvan da Türkiye ye gelmişti.

Evet Ataullah hoca Efendi, talebe okutup hoca yetiştirme vazifesini Abdülfettah Rauf Efendiye bırakınca: O mübarek zatta çok talebe yetiştirdi. Başta Ataullah Hocanın oğlu merhum Ni’metullah Kurtişi’yi  Nikuştaklı Merhum Cemal Efendi’yi, Benim Küçük dayım Hafız Tahsin Dindar’ı ve daha bir çoğunu. Onlardan ikisi çok meşhur idiler ki:

Biri Allah kendisini rahmetine gark etsin Bekir Sadak Efendidir. Bu Efendi 4 ayda hafız olmuştur ve Hırvatistan’ın Zagreb şehrinde Hukuk fakültesini bitirmiş birisidir. Ve icazet aldıktan sonra Türkiye ye geldi, İstanbul da Yüksek İslam Enstitüsünde müderrislik yaptı İstanbul’un Barolar Birliğine kayıtlı idi. Hatta Risale-i Nurlar hakkında onunda bilirkişi raporu var. Risale-i Nurlar suçsuz, hatta faydalı eserler olarak bilirkişi raporunda kayıtlıdır.

Kendiside o zaman Yüksek islam enstitüsünde okuyan Nur talebelerinden İbrahim Çetin isminde bir Hoca Efendi Bekir Sadak Hoca için şöyle anlatıyor:

Eylül ayında talebelerin başladığı ilk gönünde Bekir Sadak Hoca bakıyor bir sürü yeni öğrenciler gelmiş. Onları karşısına alarak: “Gençler! Siz eğer para kazanmak için burayı seçti iseniz yanlışsız, gidin başka bölümü seçin bura para kazanmak yeri değil, Burası adama cenneti kazandıran bir yerdir.” Bana anlatan hoca diyor, hakikaten onlardan çoğu İslam enstitüsünü bırakıp başka mesleklere tahsil etmek için kaydoldular. Zaten Üstad İhlas Risalesinde: Hocaları kastederek, “Dini hizmet karşılığında bir menfaat istenilmez, belki verilir verilsede alırken ondan hoşlanılmamalı

Bir başka haber Bekir Sadak Hoca bir hoca arkadaşı ile yolda yürürken, arkadaşına biri sorar, Bankada bir miktar param vardı epeyce faiz toplanmış bu parayı alabilirim mi? Hoca cevaben, alamazsın, onları alsan da atmak zorundasın, deyince. Bekir Hoca konuştuklarını duyunca, adam ayrıldıktan sonra, Bekir Hoca meslekdaşına; Arkadaşım o para ile umumun faydasına bir tuvalet de mi yapamaz deyince?” arkadaşından cevap yok.

Abdülfettah Hocanın İkinci meşhur Talebesi: Pek Muhterem merhum ve magfur Kemal Aruçi dir. Bu zat Gostivarın Vrapçişte köyündendir. Bu köy hakkında bir hocadan şöyle işitmişim: Osmanlı zamanında Arnavutların dilinde dini kitap yok. Köyün eşrafi toplanıp karar alıyorlar: Bugünden itibaren hiçbir evde Arnavutça konuşulmayacak. Bundan sonra halk iyice dinini öğreniyor. Böylece dil bilince Kemal Aruçi Hoca Efendi Alim Şair bir Zat olma imkânını dil öğrenme zahmetine katlanmadan elde ediyor. Muhammed Aruçi isminde oğlu da, Arabistan’da İlahiyati bitirip Master ve Doktorasını da yapmıştır. Şimdi İstanbul da yaşıyor. Hatta buradan evlendi.Şimdi nerede çalışıyor kesin bilemiyorum, fakat, Diyanetin çıkardığı Ansiklopedi çalışmalarına onu da almışlardı. Orada çalıştığını biliyorum. Babasını yazmış olduğu Şiirlerini “ŞİİRLERİM” namıyla 440 sahifeden ibaret olan mükemmel bir üslupla yazılan şiirlerini oğlu Muhammed bastırdı. Hatta balkanlarda yaşayanların ekonomi durumları iyi olmadığı için, onların cami ve mektep gibi hayırlı faaliyetlerine Muhammed Aruçi Hoca buradaki hayırsever iş adamlarını teşvik etme gibi hayırlı işlerde dahi katkısı oluyor.

Evet boşuna değil Üstad Bediüzzaman hazretlerinin sözü ki Balkanlar hakkında mahsulat vermeyen mera dememiş: ” Rumeli bostanı” demiş. Bir tarihçi Osmanlı zamanında Arnavutlardan 38 Sadrazam çıktığını yazıyor . İstiklal Marşi Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Prof Sabattin Zaim, Eşref Edip ve Van valisi Tahir Paşanın da soyları oralardan. Hatta! Peygamberimiz a.s.min “Men teşebbehe bi kavmin fehüve minhüm” (Bir müslüman başka milletten birine benzerse o onlardan olur) Hadisi şerifin manasını açıklayarak kitap yapan İskilipli Atıf Hoca, ve bu kitap onun idamına sebep olmuştu. Bunun gibi Arnavutluğun İşkodra’sından İbrahim Kaduku ve Basnadan Seyfullah Efendi de ayni hadisi şerifi açıklayarak kitap yazmışlar. Hatta! Yukarıda kendilerinden bahsettiğim Üsküp Hocaları Kasket ve Fötr şöyle dursun, Müslümanlar çalışmak için Sırbistana gitme ihtiyacını duyup oralara giderken Sırplar arasında Müslüman olduğu bilinmesin diye, başlarına Fransız Beresini taktıkları zaman, Hocalar itiraz edip kendilerine siz Fransız kıyafetine büründüğünüz için dinden çıkmışsınız diyorlardı ve Hocalarla halk arasında bu kavga epey sürdü. Makedonya’nın baş şehri Üsküp te 1960 senesine kadar sokaklarda Müslümanların % 90 nını kırmızı fesle görürdün Makedonlar kendi kıyafetlerini taşırlardı. Hatta! Müslümanların ana vazifelerinden olan selam vermek, sokakta yürürken kime selam verip kime Makedonca ( Doberden) diyeceğini tereddüd etmeden bilinirdi. Fakat Türkiyemizde Müslimanlar şapka taşıma mes’uliyetinden kurtulmak için baş açıklığı tercih ettikleri için ora Müslümanları da Türkiyenin durumundan kuvvet alarak şimdilik onlarda başaçık gezebilme hususunu Türkiyeyi taklit ederek başaçık geziyorlar, Zaten Üstad Bediüzzaman Büyük millet Meclisindeki konuşmasında: Dıştakı müslümanlar bizi taklid ederek iyilikleri aldılar. Bizim kötü ahlakımızı da taklid edebilirler. Zaten şapka hususunda Şeyhül İslam Zembilli Ali Efendinin müthiş ikazı var. Bu sebepten müslümanlar başaçık yürümeyi, insanı küfre sokan şapka taşımaya tercih ediyorlar. Fakat ne yazık ki hepsi başaçık oldukları için sokakta yürürken karşıdakini müslüman mı yahudimi ermeni mi bilemediğin için rahatça selam veremiyorsun.

Yukarıda ismini vermiştim. Dayım tavizsiz Abdülhamid Dindarın oğlu 1973 te Yugoslavya dan Türkiyeye temelli olarak göç etti. Fakat babası Hoca dayım temelli olarak gelmedi. O başındaki sarığını çekmemek için turist pasaportu ile geldi. Çünkü pasaportta ki fotoğrafı Sarıklı idi. Burada polisler sarığına müdahale ettikleri zaman “ben turistim işte pasaportumu görebilirsiniz” diyerek bu şekilde gayesinden taviz vermeden yaşadı. Zaten orada dahi onun sarığını çekmek için 5-6 saat emniyette tuttular. Emniyet amiri çek sarığını deyince Ayni Üstad gibi boğazını göstererek bu sarık buradan çekilir diye Emniyet amirine cevap verir. Nihayet emniyet amiri kalkar kendisi Dayımın sarığını şözer ve dayımın eline verir. Dayım emniyetten çıkınca emniyet kapısı önüne tekrar sarar ve Elhamdülillah ölünceye kadar başından çekmedi. Topkapı kabristanında medfundur. Allah Rahmet eylesin.

Evet , Türkiye de dine karşı yapılan inkılaplarla ecdattan kalan çok güzel adetler yok olduğu gibi, Türk dil kurumunun başına getirilen A. Dilaçar’ı, halka karşı A. soyadını gizli tutup, millet onu Ahmet te Ali de olabilir düşüncesini taşıyordu. Sonra meydana çık tiki Agop Dilaçar mış, yani Ermeni imiş. Ve onun dilimize yaptığı tahribatın tamiri mümkün değil. Bu hususlara nazar attığımız zaman Ecdadın adetlerinin birçoğu Balkanlarda daha devam ediyor. Mesela, orada ev hanımları ve bulüğ çağında ki kızlar, avluya çıkınca evin içindeki elbiselerle görünmemesi için, ister köy ister kasabalarda evlerin avlularının çoğu 3- 3,5 metre duvarla sarılıdır. Hala gün bu gün öyledir. Yeni yapılan evlerinde duvarları yüksektir. Köylüler tarladaki mahsulatını arabayla rahatlıkla avluya sokmak için çift kanatlı 3 metre yüksek kapılar mevcuttur ve ister misafir perverlik istet ölüm ve düğünde, halk biri diğerinin derdi ile dertlenme gibi uhuvvet onlada mevcuttur. Bunlar gibi daha birçok güzel adetler grada hala devam etmektedir.

Kardeşler! Unutmayalım ki bu zamanda Müslüman ölmek kolay bir iş değil. Prof. Şener Dilek kardeşimiz bir konuşmasında, üç çeşit insan var diyor:

1- Bu kısım insanlar midesinden başka düşünmez. Onun yapacağı mutkfak ile tuvalet arasında dolaşmaktır.

2- Müslüman geçinir. Ben Müslüman değilmiyim der, fakat neyazık ki islamın icaplarını yerine getirmez. (bunun müslümanlığı hiç kimseyi tedavi etmeyen Doktora benzer)

3- Gaye adamıdır bu muhterem gayesi uğruna çok şey feda eder. Çok zahmetlere katlanır. Hatta öyleleri var ki gayesi uğruna ruhunu feda eder gayesinden asla feda etmez. Mesela Üstad Bediüzzaman gibi.

Hazırlayan: Abdülkadir Haktanır

albnur.com

Aşağıda Abdülfettah Rauf efendinin iki şiirini size takdim edeceğım:

Menfi milleyetçilige düşmanım

Arnavutluk ya türklüğün yeri yoktur dinimde.

Ben yalınız Müslümanım budur kalan zihnımde.

Ben yalınız Müslümanım Allahım bir dinim hak.

Budur benin öğündüğüm bu olmuştur olacak.

Ben yalınız Müslüman’ım Peygamberim Muhammed.

Salat sana selam sana ey mürşidi muhalled.

Şanım Kur’an canım Kur’an kanunum tek Kur’andır.

Ulu kitap yüce kitap canım sana Kurbandır.

Müslümanlık dinim benim Müslümanlık milletim.

Müslümanım şübhem yoktur yoktur benil illetim.

Müslümanlık dörtyüz milyon kardeşim.

Akar ise onlar için akar benim gözyaşım.

Sevinç ile sevinirim, keder ile ağlarım.

Matem ile öz başıma karaları bağlarım.

Kıblem Kâbe, Rabbimiz bir kıblemiz bir hep biriz.

Ni’metlere şükrederiz belalara sabiriz.

Müslüman’ın düşmanına babam olsa düşmanım.

İçim dışım ben yalınız Müslüman ve insanım.

Müslümanlık ne büyük şey bir zamanlar cihanı.

Baştan başa zapt ederek insan etmiş insanı.

Yüce rabbim yüce dinim böyle hor ben kalamam.

Tarihimi çiğneyerek yabancı şey alamam.

Göksümdeki imanımın firmasıdır şu fesim.

Bu başımdan çıkmayacak çıkmadan son nefesim.

Sağ oldukça baş üstünde kalmalıdır ni’meti.

Ben ölünce olmalıdır tabutumun zineti.

Kalbimizin Nurunu solduranlar solmalı.

Müslümanım Müslümanın dini bütün olmalı.

Dinimiz bir bu ikilik Koğulsun Yarab aradan.

Müslümanlar dinimizden ayırmasın yaradan.

Balkan Şuarasında

Üsküplü Abdülfettah Rauf yazılış tarihi 1958

Evet buradaki ağabeylerin nazariyeleri de o istika mette. Kızların memure olmaları için yüksek tahsili uygun bulmuyarlar. Aşağıda göreceksiniz Abdülfettah Efendi de o istikamette

EY HAZRETİ HAVVANIN NAMUS SEVER KIZLARI

Küçük büyük kadın erkek şaşırdığı bir zaman,

bir zaman ki dostlar zebun düşman ise bi eman.

Beşer azmuş Hak yolundan her tarafta buhran var,

Ne elinde bir kitap var ne önünde burhan var.

Kadın çıkmış kadınlıktan ırzu namus paye mal,

ne şeref var ne âile sönmüş gitmiş hem âmal.

Öz çocuklar anne varken annesiz kaldı eyvah,

Ne haya var ne korku var ne Peygamber ne Allah.

İslamiyet kadınlığı kurtarmıştı zilletten,

Kurtarmıştı rezaletten esaretten illetten.

Her hakkını verdi fakat kadınlık çevresinde,

Kadın kadın oldu İslamın nurlu devresinde.

Bunun için Ey Havvanın namus sever kızları!

Müslümanlık âtisinin münevver yıldızları.

Siz bu günün genç kızları yarının anneleri,

Biliniz ki bu dindedir hakkın feyzi hüneri.

Her emrini şeref bilin hayat bilin hak bilin,

feyzi hayat bu dindedir bu dinde mutlak bilin.

İmanlıya dine kanmak zor değildir kolaydır,

Bir kadına kendi evi kafes değil saraydır.

O sarayın Padişahı yine kadın olmuştur,

Kadın ancak saadeti bu sarayda bulmuştur.

Ey Allaha iman eden afife kız bgün ben,

Fazla öğüt vermem sana şu sözüm var heman sen.

Aişe-i Sıddıkayı Fatımatüz Zehrayı,

Numune al, bakma asla bu kudurmuş dünyayı,

Bir kadını çarşafında saklamıştı diyanet,

Ayıp mıdır bir inciyi sadefinde sıyanet.

Diyorlar ki kadın demek kedi değildir heman,

Hiç yerinden oynamasın evde kalsın her zaman.

Fakat kadın köpek dahi değildir ki dolaşsın,

Çarşı pazar devr ederek her gübreye bulaşsın.

Bunun için kadın heman evladına annedir,

O evinde hakimedir silahı da iğnedir.

Bir milletin annesidir bir vatanın banisi,

Ailenin temel taşı zevcının da sanisi.

Medeniyyet ve asrilik dedikleri kederdir,

Kadınlığa cinayettir ırzu şeref hederdir.

Ev boş kalmaz boş kalırsa bütün hayat boş olur,

Hakkın yüce kanuni ile amel etmek hoş olur.

Hoş değilde vazifedir aklı olan insana,

Reva değil tekme vurmak şu pek büyük ihsana.

Üsküplü Abdülfettah Rauf Efendinin Şiiri