Etiket arşivi: ateizm

Arafta Yaşamak!

Mutlu olamazlar, Arafta değil de gaflettedirler. Hepimiz gaflete düşer ya da Arafta kalabiliriz. Arafta kalanlar ya da bulunanlar üzülmeyebilirler, ama gaflette olanlar üzülebilirler.

Yaşadığımız çağın hastalığı olarak bilinen Arafta kalmak ya da bulunmak, cennet ya da cehennem aralığında yaşamak gibi tabir etsek yanılmış olmayız. Bu iki nokta arasındaki hayat çizgimizde bizim hangi aralıklarda ve nerede durduğumuzdur. Bu çizgi üzerindeki yerimizin hangi tarafa yakın olduğunun bilinmesidir. İman, Tevhid, teslim, tevekkül bir tarafta, ataistik yaşam-inançsızlık-körü körüne bağlanarak oluşan yaşam ise diğer tarafta. Toplum genelinde herkesin iman ettiği ve kendini Müslüman olarak tarif ettiği ortada dururken.

Hayat tarzımız ve yaşam şeklimizde dine bakış açımız bazen değişim gösterebilir. Kişiler Ateist olmamalarına rağmen yaşantısında ya da toplumda Ataistik bir tavır ve davranışlar manzumesi içinde olabilirler. Onları bu şekilde görmek çok doğalmış gibi lanse edilebilir. Buna gelişmişlik ya da çağdaşlık olarak yorum getirebilirler. Aslında düpedüz inançsızlık çizgisinde seyreden yaşantılarının dışa vurumundan başka bir şey değildir. Batı medeniyetini her yönü ve işleyişi ile kendilerine uygun görüp bir başka medeniyetin tarzını ise hor görme alışkanlıklarını devam ettirirler. Yeri gelince öcü, yeri gelince gerici olarak bu yaşam tarzını benimseyenleri yaftalarlar.

Ateizmin getirdiği serbestiyeti farklı manalar yükleyerek, çağdaşlık ve yenidünya düzeni kelimelerinin arkasına sığınırlar. Diledikleri ölçüde pervasızca ve gayri ahlaki tüm şeytani oyunlarını ortaya koyarlar. Diğerleri ise onların gözünde yobaz ve gerici profilinde hapsolurlar.

Döngüsel hayatın içinde kendilerini hiçbir zaman Ateist olarak adlandırmazlar, fakat ALLAH (c.c) haşa yokmuş gibi tavır içinde yaşamlarını sürdürmekten de geri durmazlar. ’’Kadına hürriyet’’ bayrağı altında, kadına sahip olmanın provalarını yaparlar. Kadehlerini tokuştururken Blues dinlemeyi marifet sayarlar. Puro tüttürmek ise Havana’dan(Küba) daha dün geldim işaretidir. Birçok akla hayale gelmeyen olayları yaşamak için nefis ve akıl oyunlarını çağdaşlık fikri düşüncesi perdesi arkasına gizleyerek ya da saklayarak ortaya koymaya çalışırlar. Bir nevi akıl, kalp ve ruh üçlüsünü uyuştururlar. Kalplerindeki hisleri Ramazan’da ortaya çıkmaya çalışsa da, ne hikmetse ortaya çıkmadan kaybolurlar. Yani Araf da kalırlar ve yaşarlar. Cennet ya da cehennem arasında mutsuz bir şekilde ortada kalırlar. Mutlulukları zehirli bir bal hükmünde olan geçici hevesatları olmaktan öteye gitmez.

Ateist değilim Müslümanım deyip, Ataistik şekilde bir hayat döngüsü içinde yaşam standartlarını en tepeye çıkarmaya çalışırlar. Kimi zaman birilerinin sırtına kimi zaman ise başkalarının omuzuna basarak yükselirler. Ama hiçbir zaman bu kurgunun içinden çıkma gayreti içinde olmayı düşünmezler. Gaflette olduklarını inanmazlar.

Bediüzzaman eserlerinde bu durumu taklidi iman içinde olanlar olarak tarif eder. İmanın en ilkel ve en basit şeklidir aslında. Delillere dayalı olmaksızın sadece çevrenin telkini ile meydana gelen ve âdeta kişinin İslâm toplumunda doğup büyümüş olmasının tabii sonucu gibi gözükür. Ehl-i sünnet alimlerinin çoğuna göre bu tür iman geçerli olmakla beraber, kişinin imanını aklî ve dinî delillerle güçlendirmekle sorumludur. Arafta kalmak bu nedenle mümkün görünmemektedir.

Asıl olan tahkiki imanı elde etmek ve elde ettiği ölçüde yaşam döngüsünü buna göre sürüklemek ve yapabilmek olmalıdır. İmanı kuvvetli hale getirmek, bu zamanın birinci vazifesi olmalıdır ki, taklidi imandan tahkiki imana geçiş olsun. Ta ki Fen ve Felsefeden gelen inkâr hücumlarına karşı dimdik ayakta durabilmek ve dayanabilmek için. Taklidi ve zahiri bir imanla kalırsa, inkârcı fikirler karşısında imanını muhafaza etmekte zorlanabilir ve dalalet karşısında mukavemet edecek gücü de kendisinde bulamaz.

Tahkiki imandan bahsedersek, Allah’ın isim ve sıfatlarını, kâinattaki yansımalarını okuyarak, her şeyde ve her yerde Allah’ı görerek, varlığına ve birliğine iman ederek inanmak olmalıdır.

Bunu örneklersek, Cuma namazında okunan hutbenin sonundaki ayetin meali, manası sözlü olarak cemaate anlatılır. Adaletten, akrabaya bakmaktan, yardımdan, fuhşiyattan kaçınmaktan, kumardan, faizden, krediden yani haram kılınmış olanlardan çekinilmesi öğüt olarak ifade edilir. Yıllarca bu söylem her Cuma ifade edilmesine karşın, gaflet olarak niteleyebileceğimiz Arafta kalanları hiç mi hiç etkilemez.

Yasaklarla ve günahlarla iç içe geçmiş bir yaşam tarzını benimseyenler sadece namazda bir an düşünürler ya da ramazanda bu yaklaşım içine girerler. Namaz ve Ramazan biter bitmez ise yine aynı serencamda hayatlar devam eder gider.

İmanı elde etmek ve bunu yaşamınızın vazgeçilmez bir parçası haline getirmek kolay değil. Ama Arafta kalmayı devam eden bir yapımız olmaması için de dikkat etmeliyiz. Kısa ve ahireti kazanmak adına geldiğimiz şu dünya hayatı, bize ebedi hayatımızın kaybedilmesi meydanı olur ki bu da istenilmeyen bir durum olur. Ebedi hayatını kim kaybetmek ister ki?

Ebedi ve daim olan hayatı kazanmanın yolu yaşantısını Ateistik bir durumdan çıkarmak ya da gafletten uyanmak olmalıdır. Maalesef hepimiz şeytanın desiselerine uyup, zaman zaman gaflete düşebiliriz. Ama arafta kalmak için çaba sarf etmek ise farklı.

Allah hepimizi arafta değil, iman ettiği ölçüde, hakiki imanı yaşam döngüsüne sunduğu oranda yüksek bir ubudiyet içinde olmayı ve bu dünyayı Ahiret tarlası olarak görüp, gerekli hazırlığı yapan bir kul olmayı nasip etsin. Kalbin hayatı iman ile ölümü küfürledir. Sıhhati ibadet ve taat iledir. Hastalığı ise günahla meşgul olmak iledir. Ancak Allaha zikretmekle bundan kurtulunabilir.

08.11.2012

Aytekin COŞKUN

www.NurNet.Org

Rotterdam’da Tarihi Toplantı: “Avrupa Ateizmle Tek Başına Mücadele Edemez”

14-15 Eylül tarihlerinde Rotterdam İslam Üniversitesi Erdebil Konferans Salonunda yapılan toplantıya, 16 ülkeden temsilci, Türkiye Büyükelçisi başta olmak üzere, Suudi Arabistan, Malezya ve digger İslam Ülkeleri büyükleçiliklerinden temsilciler katıldı.

14 Eylül 2012 Cuma akşamı yapılan açılış resepsiyonunda üç önemli konuşma yapıldı. Hem EMU ve hem de Rotterdam İslam Üniversitesinin şeref başkanı olan Prof. Nevzat Yalçıntaş, bu toplantının Rotterdam İslam Üniversitesinin önemini ortaya koyduğunu ve artık Müslümanların burs fonları oluşturarak Avrupa’daki müslüman gençlerin eğitimine eğilmeleri gerektiğini özellikle belirtti. Yalçıntaş’ın Cumartesi günkü sunumu ise, Avrupa’daki bütün Müslümanlar için bir çalışma talimatnamesi mahiyetinde idi.

Açılış konuşmasında söz alan Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz de organizöterlere kalbî şükranlarını takdi eyledikten sonra şunları vurguladı:

“Maalesef İslam ve Müslümanlar, Avrupa’nın birinci derecede sıcak gündemini oluşturmaya devam etmektedir. Müslümanlara karşı olan ayrımcılık, kötü muamele ve aşağılamalar devam eylemektedir. Buna karşı Müslümanların ilim, ittifak ve gayret silahıyla mücadele etmeleri zaruridir. Müslümanları aşağılayan filme karşı gösterilen ve Amerikan büyükelçisinin ölümüyle sonuçlanan olay İslam hukukuna aykırıdır. Bu olayı kınadığımız kadar, bu filmi yapanları, bunun engellenmesine yaklaşmayan Amerika’yı ve Google şirketini şiddetle kınıyoruz. Bütün Müslüman devletleri Google grubuna karşı ticarî ambargoya davet ediyoruz.”

Katılımcılardan Utrecht Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Karel Steenbrick’in “hitamuhu misk” denilebilecek konuşmasıysa, Avrupa Üniversitelerinde İslami eğitimin tarihini özetledi. Konuşmasının son bölümününde aktardıkları ise salonu dolduranları heyecanlandırdı. Prof. Dr. Karel Steenbrick: “Bir dostum Bediüzzaman’ın Avrupa konusunda şu tavsiyede bulunduğunu rüyasında ondan dinlemiş” dedi ve hikmetli iki rüya ile tespitlerini bildirdi:

Birinci Rüya:Ben Neijmegen Katolik Üniversitesinde İslam ve Arapça eğitimini alırken Cizvit papazı olan hocam Prof. Jean Houben bana şunu anlattı: “Eğer bütün Hristiyanlar Thomas Aquinas’ın felsefesini ve ilahiyat anlayışını takip etseler ve Müslümanlar da İbn-i Rüşd’ü anlayabilseler, iki toplum da içiçe ve barış içinde birlikte yaşayabilirler.”

İkinci Rüya: “Bediüzzaman Said Nursi’yi Hollanda’ya gelmeden rüyasında gören ve şu anda aramızda bulunan bir şahsiyet, Bediüzzaman’ın Avrupa konusunda şu tavsiyede bulunduğunu rüyasında ondan dinlemiş: ‘Ateizme karşı Hristiyanlara yardım etmek icin Avrupa’ya gitmelisin. Zira Müslümanların yardımı olmadan Avrupalılar dinsizliğe karşı mücadele edemezler ve mağlup olurlar.’

Ben bu iki hükmetli rüyadan şu dersi alıyorum ki, Müslümanlar ve Hristiyanlar ancak bu tavsiyelere uyarak müşterek değerlerini koruyabilirler. Her ikisi de muhteşem mazilerine dönemeyebilirler; ancak modern ilimle desteklenen diyaloglar sayesinde ve Üniversitelerin de desteğiyle müşterek yaralarına ortak merhemler bulabilirler.”

15 Eylül 2012 Cumartesi günü ise, üçü temel tebliğ olmak üzere (Prof. Ahmet Akgündüz “Rotterdam İslam Üniversitesi: Geçmişi ve Geleceği”; Doç. Dr. Özcan Hıdır “Eğitim ve İslamofobya” ve Abdülhakim Anderson ise “Müslüman Gençlik İçin Eğitğimin Önemi”) ve altısı kısa tebliğ tarzında olan sunumlar yapıldı.

EMU Başkanı Ebubekir Reager’ın heyecanlı takdim konuşması ve Müslüman olduğunda ailesinden gördüğü sıkıntılar ve karşılaştığı problemler de katılımcıları herkesi duygulandırdı.

Keşke Dawkins’in karşısında ben olsaydım

MİLİTAN ATEİZME ANGLİKAN KİLİSESİ CEVAP VEREMEDİ

Anglikan Kilisesi Başpiskoposunun cahilliği çok şaşırtıcıydı, ayrıca denk olmayanlar arası bu münazara Oxford’a hiç yakışmadı.

Son yıllarda bütün dünya da dinin toplumdaki yerine dair tartışmalar artıyor. Bu çerçevede Oxford Üniversitesi’nde Ünlü Biyolog Richard Dawkins ile Anglikan Kilisesi’nin başı Başpiskopos Rowan Williams ‘Tanrının varlığı’ konusunda tartıştı. Üç soruya Williams bilemiyorum diye cevap verdi.

Gerçeği araştırma kaygısı olsaydı Dawkins’in karşısına tasarımsal varoluşu savunan bir bilim adamı çıkarılırdı. Bu denk olmayan “Debate” yani tartışmalı münazara Oxford’a yakışmadı.

Milliyet Dış Haberler Servisi’nin haberine göre tartışma şöyle cereyan etti:

Katolik bir rahipken Tanrı’nın varlığından kesin biçimde emin olunulamayacağını düşünerek filozofluğa çark eden Sir Anthony Kenny ‘hakem’ oldu. İki taraf da fikirlerinden taviz vermezken beklendiği kadar şiddetli bir tartışma yaşanmadı.

S-1-Dawkins “Anlayamadığım şey neden dünyanın bir hiçlikten var olduğu fikrinin güzelliğini göremiyorsunuz. Bu zerafet dolu, nefes kesici ve güzel bir şey. Neden böyle bir şeyi Tanrı gibi karmaşık bir şeyle alt üst ediyorsunuz?” diye sordu.

Williams, Dawkins’in argümanının ‘güzelliği’ konusunda ‘hemfikir’ olduğunu belirtse de “Tanrı’nın bu süreçte bir ayakkabı çekeceği gibi öylesine fazladan bir rolü olduğundan bahsetmiyorum” diye esprili bir cevap verdi.

S-2-Dawkins’in ‘şefkatli bir Tanrı varsa niye bu kadar acı var?” şeklindeki sorusuna Williams samimiyetle “Bunu yapabileceği halde neden daha fazla yapmıyor? Bilmiyorum” dedi.

S-3-Dawkins’in ruhun ölümsüzlüğüne inanıp inanmadığı konusunda ısrarlı sıkıştırmalarıyla karşılaşan Williams ‘ruhun ölümle sona ermediğini’ belirtse de insan ruhunun ne olduğu konusunda tam bir açıklama getiremedi. Başpiskopos, “Ruhun ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok” dedi.

C-1- Birinci soruya özet cevap: Dünyanın hiçlikten var olduğuna inanmanın zerafet ve güzellik dolu olduğu kesin, tek istisnası ölümün varlığı. Eğer ölümü öldürebilirseniz herşeye rağmen dünya çok güzel. Ancak her gün bir adım darağacına gittiğini düşünen insan bu güzellikten zevk alamaz. Akıllı insan “Sonsuzluğun sonunu” düşünmek zorunda bu soruya da en güçlü cevabı tevhid inancı veriyor.

Her şeye hâkim ve sınırsız güç, irade ve ilme sahip yaratıcıya inanıldığı zaman kulluk yükümlülükleri ortaya çıktığı için ateizmi savunanların zihinsel konforu bozulmaktadır. Ateizmin kolaycılığı ve duygusal temeli gerçekte budur. Yoksa evrenin tasarımsal varoluşu tesadüfi var oluşundan daha çok akla yakındır. Mamafih Dawkins dürüst davranarak “Allah’ın yokluğunu ispat edemediği için” ateist değil agnostik olduğunu söylemiştir. Dawkins, var da diyemiyor yok da, yani bilinmezci, tıpkı Darwin gibi.

C-2-“Şefkatli bir Tanrı ve bu kadar acı ve kötülükle nasıl bir arada bulunuyor?” sorusu neye baktığınızla ilgili değil ‘nereden’ baktığınızla ilgilidir. Yaratıcının konumundan konuya bakarsanız şer sorununa cevap bulabilirsiniz. ‘İnanç Psikolojisi’ kitabımın 225. nci sayfasında ‘Kötülük Sorunsalı’ başlığı altında ayrıntılı anlatmıştım. ‘Sınav Diyalektiği’ ile evrene bakılmazsa bu soruya cevap alınmaz.

Eğer kötülük ve şer olmasaydı insanlık ilk insan veya evrimcilerin tanımlaması ile “maymunsu ata” düzeyinde kalırdı.

Nörobilim çalışmaları çerçevesinde ‘Duygusal Beyin’in varlığı ile insanın iç eğilimleri içerisinde kötülük eğilimlerinin genetik alt yapısı doğrulandı.

Şefkatsiz gözüken davranışlar dünya yaşamının sonsuzluk çizgisinde bir parantez olduğuna inananlar için ‘birer sınav çilesi’ olmasından başka bir şey değildir.

Kötü insan geni yok ama sınırsız iyicili veya sınırsız kötücülü seçme yetimizin varlığı kesindir. İnsan bu şekilde kodlanarak var edilmişse, ‘bunun nedenlerini araştırmak’ kötülüğün var olmasını reddetmeye çalışmaktan daha zekicedir.

C-3- Ruhun ölümsüzlüğü ‘İnancın Epistemolojisi’ çalışmaları kapsamında önemli başlıklardan birisidir. Materyalist pozitivizmin kuantum evren içerisinde evrenin sonsuz bir enerji ile kuşatıldığına itiraz edemediğini biliyoruz.

O halde ve bütün seçeneklerin aynı anda hem var olduğu hem de yok olduğu bir enerji evreninde yaşıyoruz. Dünyadaki dolaşımı bitmiş bir ruh programı bilgi sinyalinin boyut değiştirerek başka bir enerji bandına ve boyutuna geçmesi yok olmasından daha akla yakındır. Aksi takdirde hayat çok anlamsız olurdu.

Sanatsal düşünceyi, sembolik ve kavramsal düşünceyi insanın evrim sürecinde kendi kendine ürettiğini söylemek bir bilgisayarın işletim sistemini kendi kendine ürettiğini söylemek kadar gülünç olmaktadır.

Ruhun bekası konusu ‘İnanç Psikolojisi’ kitabımda Ruh, Bilinç, Evren Laboratuvarı, Tanrı Hipotezi, İnanç geni, Kuantum dinamiği, Elektromanyetik enerjiler, İnsanı anlamak, Din ve bilimin sınırları gibi başlıklar altında incelendi. İlgi duyanlar daha fazla bilgiyi buradan temin edebilirler.

Keşke Dawkins’in karşısında ben olsaydım” diye çok hayıflandım.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan / Haber 7

Risale-i Nurları neden tekrar tekrar okuyoruz? (1)

RİSALE-İ NUR ESERLERİNİ TEKRAR TEKRAR OKUMAYA NEDEN İHTİYAÇ DUYUYORUZ ?

Ben her zaman Risale-i Nur eserlerinin okunmasını tavsiye etmişimdir. Çünkü bu eserlerden 50 senedir çok istifade ettim. Kendimde tecrübe edip faydasını gördüğüm için size de tavsiye ediyorum. Buna mukabil biliyorum ki, çeşitli sebeplerle bu eserlerin kıymetini öğrenemeyenler veya herhangi bir sebeple yanlış bilgi alma neticesinde onlara karşı önyargılı davrananlar diyebilirler, “Başka kitap yok mu ki devamlı onları tavsiye ediyorsunuz”.

  • Muhterem Kardeşlerim! Risale-i Nurlara, Uluslararası kariyere sahip çeşitli dallarda ihtisas yapıp bin civarında ilim adamı, hayran kaldıkları için tavsiye ediyoruz.
  • Risale-i Nur külliyatı, 50 yabancı dile tercüme edilmiş eserlerdir. Dünyada Kur’an-ı Kerimden sonra en çok satılan eserler seviyesine ulaştıkları için tavsiye ediyoruz.

Memleketimizdeki profesörlerden Nevzat Tarhan Bey bir sempozyumda demişti ki: “Araştırdık, on milyon kişi bu eserleri okuyormuş“. Ülkemizde fen felsefe tahsil edip, şüphe ve inançlarını muhafaza edebilenlerin % 90′ ının bu eserlerden yararlandıklarını biliyoruz.

Çünkü bu eserler materyalist felsefeye fikren karşı gelebilen tek dini eserlerdir. Şimdi bu eserlerin tekrar tekrar okunmasının ana sebeplerini 20 madde de sıralamaya çalışacağım:

1) Kaynağı dışta olan ve Müslümanların çoğunu imansız bırakan ateist felsefe karşısında bugünkü insanlar ancak Risale-i Nur sayesinde imanlarını kurtarabiliyor. İnsanları çeşitli şüphelerden kurtarıp, ikna ettiği gibi, inkar rüzgarlarına karşı de insana dayanma kuvveti bu eserler temin eder.

Bugün toplum hayatına karışanlar ancak bu eserler sayesinde hakiki imana sahip olabiliyor. Yine o cevher sayesinde insan Allah’ın rızasını kazanarak bu dünya büyüklüğünde bir cennete sahip olma lütfüne mazhar olur. Böylece cennette ebediyen mutlu yaşama şansını kazanır.

Yanmaya başlayan bir evin sahipleri canlarını kurtardıktan sonra, onların ilk yapacakları iş mevcut olan paralarını veya altınlarını kurtarabilmektir. Öteki eşyaların sırası sonra gelir. Bir adamın parası çok azsa, o adam parasını ancak gıdası için koruyacağı muhakkaktır. Aynen bunun gibi, İman da gıda hükmünde olduğu için, ayırabileceğimiz en kıymetli vaktimizi imanımızın takviyesine harcayacağız. Bugün vaktimiz abluka altına alınmıştır. Kitap okumaya çok az vakit ayırabiliyoruz. Ayırdığımız o vakti, ancak imanımızı kurtarmak için Risale-i Nur eserlerini okuyabilme imkanını elde edebiliyoruz. Bu sebepten onları okuyoruz. Çünkü “İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir”.

2) Pozitivizmin hakim olduğu bu devirde, taklidi imana sahip olanlar, imana saldıran felsefe karşısında dayanamıyor. Çünkü Allah’ın (c.c) Âyet-i Kerimeleri ve Peygamberimizin (a.s.m.) Hadisi Şeriflerini doğrudan doğruya anlama imkanımız olmadığı için maneviyattan haberi olmayıp, okullarda yalnız materyalist felsefe ile yoğrulanlara, Kur’an ve Hadis-i şeriflerin ve Allah’ın büyük kitabı olan kâinat kitabı ile birlikte tefsir ve izah edilmesi gerekir. Bu işi de bugün 14 cilt ve 6000 sahifeden ibaret olan Risale-i Nur külliyatı, kâinat kitabından delil toplayarak imanın altı esasını, en inatçı inkarcılara da ispatlıyor.

3-Risale-i Nurlara olan okuma ihtiyacının bir sebebi de, üç asra yakın bir zamandır Müslümanların imanlarının zayıflaması neticesinde, hocalar, tarikatçılar ve fenciler biri diğerine küs bir vaziyette olmalarıdır. Risale-i Nur okuyucularına, ihtiyaç duyulan dini ilimleri, tarikatçıların ibadetlerinin özünü ve lazım olan fen bilgileri ile birlikte değerlendirerek ilmin özünü veriyor.

Rahmetli Ali Ulvi Kurucu Hoca efendi bir ifadesinde, tarikatçılarla hocaların neden araları açık olduğunu bir zata sormuş? O da: Ali Ulvi Efendiye: “Hocalar Peygamberimizin (a.s.m.) ilmini, tarikatçılarda amelini aldıkları içindir, halbuki bu iki haslet bir bütünün iki parçasıdır, ayrılmamaları lazım” demiş. Onlardan her iki gurup, tamamını değil yarısını aldıkları için bu hale düşmüşlerdir. İşte Risale-i Nur ilim ile ameli birleştirerek okuyucusunu her iki konuda doyurmuştur.

4- Bediüzzaman Said Nursi hazretleri daha 14 yaşında iken o zamanın âlimleri tarafından ona zamanın harikası manasında, Bediüzzaman ünvanı verilmesidir. Bu ünvanı alan bir alimin eserleri elbette çok okunmalıdır.

5- İlmin hakim olduğu bu devirde, o eserler sayesinde Müslümanlar, entelektüel tabakayla da rahat konuşabiliyorlar. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri din ve fen ilimlerin tümünü tahsil etmiş bir şahsiyettir. Hatta İstanbul’un o zamanki Şekerci Hanı’nın dış duvarına “Burada her soruya cevap var, kimseden soru sorulmaz” yazarak, sorularına cevap almak için gelen tüm ilim adamlarına müspet cevap verince, ilim dünyası görülmemiş bir hadise ile karşılaştıklarını, o zaman ki gazeteleri baş yazıları ile ilan etmişlerdir. Böyle bir zatın eserleri tekrar tekrar okunmaz mı hiç?!

Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com