Etiket arşivi: Cennet

Kıyamet Günü İlk Olarak Suale Çekilen Üç Kişi

Resulullah (a.s.v.) Efendimiz bir hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyururlar:”Kıyamet gününde insanlardan ilk olarak suale çekilecek olan üç kişiden birincisi şehit edilen kimse olacaktır.

Huzur-ı İlahiye getirildiğinde Cenab-ı Allah ona ihsan ettiği nimetlerini bir bir sayar, o da bu nimetleri ikrar eder.

—Bu nimetlere mukabil ne yaptın?

—Senin rızan uğrunda savaştım ve şehit düştüm.

—Hayır, yalan söylüyorsun!

Sana cesur desinler diye savaştın, nitekim bu söz de söylenmiştir. Sana verilen emir üzerine yüzüstü sürüklene sürüklene cehenneme atılır.

İkincisi de ilim öğrenmiş ve öğretmiş, Kur’an okumuş bir kimsedir. Cenab-ı Hak ona da lütuf ve ihsanları sayar, o da bu nimetleri itiraf eder.

—Bu nimetlere mukabil ne yaptın?

—Senin rızan uğrunda ilim öğrendim ve öğrettim, Kur’an okudum.

—Hayır, yalan söylüyorsun!

İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an-ı Kerim’i de, sana ne güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim bu söz de söylenmiştir. Sonra verilen emir üzerine yüzükoyun sürüklenerek ateşe atılır.

Üçüncüsü ise, Allah-u Teâlâ’nın kendisine geniş çapta zenginlik verdiği ve her türlü servetten ihsan ettiği bir kimsedir. Huzur-u İlahi’ye getirilince, Cenab-ı Hak ihsanlarını ona da ayrı ayrı anlatır. O da onları itiraf eder.

—Bütün bunlara mukabil ne yaptın?

—Yâ Rabbi! Servetimi sırf senin uğrunda, sevdiğin işlerde harcadım.

—Hayır, yalan söylüyorsun!

Sana çömert ne sahavetli desinler diye bunları yaptın. Bu söz de söylenmiştir. Sonra o da emir üzerine sürüklene sürüklene ateşe atılır.” 1

Cenab-ı Allah(cc) Bu dar-ı dünyada insanlara bir ihsan olarak nimetleri verir, Şehitlik, ilim, mal-mülk, makam- mevki ve evlat gibi, bunlara karşı da cüz’i bir ücret ister, o da şükürdür. Bazen de musibetleri verir öylece imtihana tabi tutar… Tasarruf onundur. Yukarıda ki hadis-i şerife şöyle bir açıklık getirilirse;

Şehitlik: Allah yolundan canını feda eden bir müslümana şehit denir. Ahirette en büyük rütbenin peygamberlikten sonra şehitlik rütbesidir. Şanı yüce olan Rabbimizin insanlara ihsan ettiği şahadet makamı gibi büyük makamı ucuz kahramanlıklarla heba etmemek lazımdır. “Şehit kendini hayatta bilir.”Ölümün acısını hissetmeden, kendini daha güzel bir âlemde bulur.2

Hazreti Muhammed (s.a.s)  Şehitleri şöyle övmüştür:

“Şehit olmayı Yüce Allah’tan samimi olarak dileyen kimseyi,  rahat yatağından vefat etse bile, Allah (cc) onu şehitlerin derecesine eriştirir.” 3

Üç çeşit şehitlik sınıfı vardır: 1- Şehid-i kâmil, 2-Şeid-i uhrevi  3- Şehid-i dünyevi gibi  sınıflara ayrılmaktadır.

 1-Şehid-i Kamil:
Hem dünya hem de âhiret itibariyle şehid sayılan kimselere, şehîd-i kâmil denir. Bir Müslüman’ın şehîd-i kâmil sayılabilmesi için altı şart lâzımdır:

1- Müslüman olmak,  2- Akıllı olmak, 3- Bâliğ olmak, 4- Cünüp olmamak, hayız ve nifas hâlinde bulunmamak 5-Vurulmanın akabinde hemen ölmüş olmak,
6- Öldürülmüş olmasından dolayı, öldüren kimseye kısas icab etmek. Yani, kasden öldürülmüş olmak, Şehîd-i kâmil, yıkanmadan kanlı elbiseleri ile gömülürler.

2-Şehid-ı Uhrevi:
Dünya itibariyle şehid sayılmayan, yani, yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi gören kimselere şehîd-i uhrevî denir.

Örneğin: Suda boğulanlar, ateşte yananlar, enkaz altında kalanlar, veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenler, sıtma gibi ateşli hastalıktan ölenler, ilim yolunda ölenler, ciğer hastalıklarından ölenler, doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar, baş ağrısından ölenler, karın ağrısından ölenler, ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler, cuma gecesi ölenler, gurbet ilde vefat edenler, akrep, yılan sokması gibi sebeplerle vefat edenler…

3-Şehid-i hükmi veya şehid-i dünyevi:

Dünyada kişi yiğitliği ve kahramanlığı ile böbürlenerek, şehitliğin mana ve mefhumunu düşünmeden, desinler diye savaşanların akıbeti Resulullah(a.s.v.)’ın yukarıda buyurduğu üzere yeri cehennemdir.  Bunlara“Şehîd-i Dünyevi Denir”Çünkü dış görünüşleri itibariyle Müslüman, kalpleri ise kâfirdirler.

İlim sahibi: İlim gibi büyük bir hazineye sahip olanlar, evvela nefsine, ailesine, topluma ve hatta dünyaya ilim ve irfanı yayarak, Cehalete meydan okumalıdır. Âlim, ilmi ile amel ederek hem maruf hem de çevresine faydalı olur. Onun için  “ İlim büyük bir hazinedir” sözü darbı mesele olmuştur.

Âlimlerle ilgili ayet ve hadisler aşağıya yazılmıştır.

“Tavrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu ciltlerle kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.” 4

“Yürüyüşünde tabiî ol, sesini de kıs. Unutma ki, seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” 5

Zeyd b. Usame (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)’den şunları söylerken işittiğini söylüyor:
‘Kıyamet gününde bir adam getirilerek cehenneme atılır ve bağırsakları dışarı çıkar. Adam bağırsakları etrafında eşeğin değirmen etrafında döndüğü gibi döner. Bunun üzerine cehennemde bulunanlar onun etrafında toplanarak:
“Ey Falanca! Nedir bu halin, sen iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamamış mıydın?” derler.

Adam da: “Size iyiliği yapın diyor, kendim yapmıyordum. Size kötülüğü yapmayın diyor, kendim yapıyordum.” der.’6

“İlmi ile amel etmeyen âlim; başkalarını giydirdiği halde kendi çıplak olan iğne gibidir.” 7-

Yunus Emre’nin iki dörtlük şiirinden,  ilmi şöyle tarif etmektedir:

“İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır.

Okumaktan murat ne

Kişi Hak’kı bilmektir

Çün okudun bilmezsin

Ha bir kuru ekmektir.”

Servet sahibi: Cenabı Allah tükenmez hazinesinden insanlara mal ve mülk  verir, evlat verir dolayısıyla bunlarla imtihana tabi tutar. Bu konu ile alakalı Kur’an’nı Kerimin Ayetleri mealen şöyle buyurmaktadır:

“Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin, bu hususta taşkınlık ve nankörlük etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Gazabım kimin üzerine inerse, şüphesiz ki o mahvolur.” 8

“Şüphesiz ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfât ise Allah’ın yanındadır.” 9

 “Andolsun ki mallarınıza ve canlarınıza ibtilâlar verilerek imtihan olacaksınız.” 10

Allah (cc) dilediği kuluna mal ve evlat verir, onunla imtihan eder, servetin hakkını verebilir mi? Yani zekâtı, sadakayı, yardımlaşma ve dayanışma konusunda imtihana tabi edilir. Keza, kimi insanları fakirlikle kimileri çeşitli musibetlerle imtihana tabi tutar. Netice itibariyle Allah-u Teâlâ’nın her türlü hükmüne râzı olmak, amellerin en faziletlisi, ahlâkın en güzelidir. Aksi takdirde insan başını örse vurur, esfel-i safiline düşer.

Konuyu Bediüzzamanın bir sözü ile kapatmak istiyorum.”Amalinizde rıza-ı ilahi olmalı” her ne yapılırsa Cenab-i Allah’’ın rızası dairesinde olmalıdır. Yoksa Şöhret için şehit olmak, ilmi ile övünerek üstünlük tasarlamak, gösteriş ve görenek belası için mal ve servetini israfla dağıtmak tamamen zarardır, ziyandır. Ve keza…

Rüstem Garzanlı / DİYARBAKIR

KAYNAKLAR

1-Müslim

2-Mektubat 1.ci mektup.

3-Müslim

4-62 Cuma, 5

5 -31/Lokman, 19

6- terğip, tercüme heyeti

7- İmam gazalı

8Tâhâ: 81

9Teğabün: 15 – Enfâl: 28

10-Âl-i imrân: 186

On Bir Ayın Sultanı (Şiir)

On bir ayın sultanı

Hoş geldin ey Ramazan

Rahmet dolu her anı

Hoş geldin ey Ramazan

 

Bu ay mağfiret ayı

Çok edelim duayı

Yok edelim hatayı

Hoş geldin ey Ramazan

 

Hakka yakın olmalı

Çokça namaz kılmalı

Dua niyaz yapmalı

Hoş geldin ey Ramazan

 

Teravih namazıyla

Sahur ve iftarıyla

Ve Kadir Gecesiyle

Hoş geldin ey Ramazan

 

Ruhları arındıran

Sevapları arttıran

Ve nefisleri kıran

Hoş geldin ey Ramazan

 

Şeytanları bağlayan

Cennet kapısı açan

Cehennemi kapatan

Hoş geldin ey Ramazan

 

Fakiri hatırlatan

Bereketi çoğaltan

Sevaba sevap katan

Hoş geldin ey Ramazan

 

Günahları yok eden

Sevapları çok eden

Ve açları tok eden

Hoş geldin ey Ramazan

 

O’nun başı rahmettir

Ortası mağfirettir

Sonu ise cennettir

Hoş geldin ey Ramazan

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

Cennetten Geliyorum

Geç olmuş yatıyordum
Fakat uyku tutmadı ve kalkıp,
Yakıverdim şamdanı.
Gecenin zülüfleri, seccademin püskülleri

Yatıverdim pusuya
Vakit gelmiş tavına, tecelliyat avına.
Kur’an dinliyorum Davut (a.s.)’dan
Canım da nasıl istiyordu zaten.

Zerrelerimin ihtiyacı, kulaklarımı deliyor
İşte sesler geliyor
Hani bir de ağlamasam!..
Ne kaldı o bayrama dedim de durdum

Kur’an sesi gel diyordu peşimden
Ben de gittim.
Seyyah olup o alemi gezerim
Ve.. peş peşe neler sezerim.

Uykum gitti yücelerin katına
Ne güzelmiş hayal avına.
Sanki canım kuş idi
Seyahatin başlangıcı biraz yokuş idi

Öyle bir yol; yeşillikler, rayihalar peş peşe
Mızrak boyu yakıncaydı, selam verdim güneşe.
Çayır çimen kilim sermiş, geliyorken piyade
Ilık rüzgar, bülbül sesi; Kur’an daha ziyade.

Duygularım şahlanıyor, kalben inlemek gibi
Olmaya devlet cihanda, Kur’an dinlemek gibi.
Şimdi ise nideyim?
Düşündüm ki cennetlere gideyim.

Gittim de gittim.
Yaklaşınca nihayet
Kulağımda şu ayet
“Hüve mevlakum”

“Esselamü aleyküm” bekçilerle karşılaştık
“Ebedi kalıcılar olarak girin cennete” dediler.
Tevhid çekip ilerledim, bakınıp şaşkın şaşkın
Dünyanın tadı yokmuş, ne Leyla ‘nın ne aşkın

Anlatması mümkün değil, tarifinden acizim
Her tarafı ışıl ışıl
Cam göbeği ve yeşil.
Şeffaf şeffaf

Aman yarabbi, ne tuhaf?
Aklımdan. Belkıs geçti
Gezdiği saraylar hiçti.
Binler kere, yüzbinlerin misli misli katmer

Her biri ayrı renkte yıldız var.
Bu ne güzel bir koku,
Her şey var, yoktur yoku.
Geziniyor yetmiş kokulu güller

Sinelerde zehir olmuş, görünmeyen gönüller.
Kullar mesrur,
Her taraf nur.
Her köse şehr-i ayn

Hurilerin terennümü köpüklerden mülayim
İste gelen bir dilber,
Üstünde tüller
Yaklaştı durdu

Hatırımı sordu.
Elinde kadeh var, sunuyor.
Cennette ayak izim, hem içirdi hem içti
Ne kadar gençti.

Ceylan gözlü derler ya, evet öyle
Hem iri iri, hem kuzguni, hem meftuni
Yürüdükçe inci mercan döküyor, iliği gözüküyor
Endam ediyor, boyun büküyor, yürek söküyor.

Sanki düşmüş gökkuşağı kirpiğine takılmış
Yanağında gamzeleri, şule şule yakılmış.
Hele ki tebessümü
Unutturur ölümü.

Gönül ya bu, sevdalandı,
Aklım dolandı.
Arzum sevgim koşuştu
Müşterekte buluştu.

Arzu evse sevgi ona tavandır
Sevgi yoksa arzu zaten yavandır
Dedim ona: Düşte dahi senin gibisi yok idi
Dedi bana: Dünyada iken ibadetim çok idi

Dedim ona: Sizde vuslat var mıdır?
Dedi bana: Boş durması kar mıdır
Dedim ona: Tutalım mı el ele
Dedi bana: Cenneti bir gez hele.

Dedi ve gitti,
ordan seyirtti.
Yürüyorum ileri
Görecektim neleri.

Ayağım çıplak
Kadife toprak
İşte tuba dalları
İşte irem bağları.

İşte güller bülbüller
Lal kesiyor diller.
Ağaçlar meyve yüklü; taru taze her yemiş
Katiyyen beklememiş.

Tanışıklık veriyordu dünyadan fakat çok farklı,
Tatlı mı tatlı
Mehoş mu mehoş
Anlatamam boş.

Güneş vardı, gölge vardı, birbirinden hoş
Ağaçların sesi, kuşların sesi
Ve yolun cazibesi, yürütüyordu beni.
Ayak izleri çoktu

Ne güzel, toz da yoktu.

Sel sebilden su içtim
Sonra bir yere geçtim.
Üç beş arşın aralıkla nehirler
Kenarında sedirler.

Şarap akar, su akar, süt akar
Biri bal, istediğin kadar al.
Ne bıktırır, ne yakar, hep akar

Etrafında mü’minler
Hud hudları dinler
Uzanınca eller
Çekirdeksiz meyveler iner

Bir meltem üfül üfül
Rengarenk gül
Süslü püslü koltuklar var, etrafı altın
Bir güzel ki yaşayışı, cennetteki halkın.

Kimi şarkı okuyor, kimi gergef dokuyor
Kimi çelenk takıyor, kimi kına yakıyor.
Biri dalmış bakıyor, o da ben.

Soğuk da yok, sıcak da
Uçar gibi ayakta yürüyordum
Ve köşkler görüyordum çevrede
Hem de ne kadar muazzam
Azam mi azam.

Dedim şimdi nideyim
Tefe’ül den birisine gideyim
Bahçesinde yavaşça ilerledim
Haşmetinden terledim

Yaklaşınca merak ettim
Acep kimedir nasip?
Kapısında yazıyordu “Ya Cüleybib”
Altın kapı açılınca geriye
Destur geldi, giriniz içeriye.
Merdivenler yumuşak tüylü halı
Kim bilir ne pahalı

Duvarların yüzeyleri pür ışık
Gözlerim kamaşık, ayaklarım dolaşık
Yeşil ışık, kırmızı ışık Lamiane birbirine karışık

Pencereleri gümüş, camları sırça
Bir ayet yazılı, her nereye bakınca
Yükselmiş döşekler var çevresi
İncilerle müzeyyendi perdesi.

Süslü süslü koltuklar
İhtişamlı tahtı var
Hem gittim Cüleybib’in yanına
Huriler girecekti ta canına.

Gözlerini yalnız o’na hapsetmiş
Sayıları iki, fazlası yetmiş
Bir elinde kitap Hurilere hitap.
Hikmet söz ediyordu
ALLAH diyordu.

O yüzünün ziyasını, güneş görse kıskanır
Kamer görse, kendini üvey evlat sanır.
Bir elinde yetmiş kokulu güldü.
Bana güldü.

Dedim o’na: “Ya Cüleybib cennet ne kadar güzel”
Dedi bana: “İhlas var ya, cennetten daha güzel”
Dedim o’na: “Ya Cüleybib bu köşk ne kadar güzel”
Dedi bana: “Sohbet var ya, köşkten daha güzel”
Dedim o’na: “Ya Cüleybib sen ne kadar güzel”
Dedi bana: “Hamza var ya benden daha güzel”
Dedim o’na: “Hamza hangi köşkte yaşıyor?”
Dedi bana: “Burada değil, Afkan’da savaşıyor”

– Ne zaman gelir?
– Allah (c.c.) bilir
– Canım isterdi ki görsün
– Meydanda görüşürsün.

Dedim o’na: “Ammar nerede, çok isterdim göreyim”
Dedi ki söyleyeyim:
– Annesiyle babasıyla nasıl karşılaştılar
Geldiği gün sarıldılar, hala ayrılmadılar

Ne yüzünü gören oldu, ne duyuldu sesi
Cennetlerden tatlıymış ebeveynin sinesi.

– Öyle ise söyler misin ibn-i Erkam nerede?
– Sohbet varmış “gidiyorum” demişti şakirdlere
– Nerede bulunur?
– Her sohbette bulunur, çayın sekeri olur.

– Ne zaman gelir?
– Allah bilir.
– Ya Ebu Zer?
– Haa, o mu? O hala yalnız gezer
– Görmem nasıl olacak?
– Meydanda bulunacak.

– Peki “Üstad” nerede, hani o piri fani?
– Gördüğünde şaşıracaksın yine öyledir hali.
– Yaa.niye?
– Rabbim o’nu öyle seviyor diye.

Dedim “Görmek istiyorum nerde Ebu Hureyre?”
– O da gitti bir yerlere.
– Oralarda işi ne?
– Kedilerden biri kayıp, gitti onun pesine.

– Acep şimdi ne yanda?
– Görürsün meydanda.
– Meydan dediğin nedir?
– Şu yoldan ötedir.

Bir meydan ki yemyeşil
Nasıl anlatası dil?
Ortasında Ruhullah’tan bir ağaç
Çevresinde yaprakları nur sirac; hafif de yamaç

Bir ağaç ki nağmelerin ahengi
En güzel şarkı ne ki?
Bam teline geliyor, sine deliyor.
Etrafını dolanmaya ne zaman ki başlanır

Devenin yavrusu olsa, bitiremez yaşlanır.
Etrafında sahabeler
Musiki dinler
Mest olur başlar

Gezinir kuşlar, sende yavaşlar.
Huriler dolanır elinde bade
Aklından geçene, geçmiyor vade.

Sen şimdi yürürsün
Gidince görürsün.
– Kimler vardı?
Lütfen söyler misin ya Cüleybib

– Herkes orda, hatta Rabbim demiştir O’na “Habib”
– Ne diyorsun?
– Daha mı duruyorsun
– Selamun aleyküm
– Aleyküm selam.Görüşürüz orada.

Huşu ile seyrederek her yeri
Bir parlak ki kenarları
Çiçeklerle müzeyyen
Geçene selam diyen.

Ayağım çıplak
Kadife toprak.
İnciden çakıl taşları
Ne tümsek var, ne yokuşları.

Ağaçlardan birisiydi, eğildi
Elime bir nari geldi.
Yedim, ilerledim.

Hafif güneşti
Bir meltem esti.
Sarığım düştü
Kuşlar gülüştü.

Kokuyordu buram buram zencefil
Ne muazzam bir sebil
Yürüdükçe gelincikler, laleler
Bana yüzünü döner, aynasıyla nilüfer.

Sağ cenahtan bir güvercin “gu” dedi
Yaklaşınca “su” dedi
Verdim içti “Hu” dedi
“İsteseydim su gelirdi, istediğim bu” dedi

O sırada bir zat gördüm nurani
Sanki tanıdım hani
Yolun sağında, ağacın yanında
Fakat üzgün
Ve süzgün.

Ağaç’a yaşlanmış
Kirpikleri ıslanmış.
Dedim “nedir kaygın”, fakat o durgun
Anladım ki o nurani gönülden vurgun.

Ben sustum, o sustu
Sonra kendi konuştu
Dedi: “Ne yana?”
– Gidiyorum meydana
– İlk defa mı?
– Evet
– Ne mutlu sana
– Sen de gel
Yine sustu, sonra konuştu

– Bu kaçıncı buraya dek gelişim
Fakat gidemeyişim
Sayısını unuttum
Heyecanımı hep yuttum
Cesaretim olmadı, geldiğim yolu tuttum.
İçimden çok şeyler duyarım
Çok heyecanlanırım
Fakat içimdeki bu heyecanları
Dile getirmeye muktedir değilim

Ben o nameden müteheyyicim
Yoktur ihtimali terennümün
Ağlarım anlatamam
Söylerim dinletemem
Dili bağlı kalbimin
Bundan çok bizarım

Şehidim yok, gömleğine hediyelik sarayım
Hizmetim yok, hangi yüzle huzura varayım
Ben bir bahtı karayım
Sine hahem şerha şerha ezfirak
Tabe güyem şerh-i ferdi iştirak
Parça parça olmus sine isterim
İsterim ki esas derdimi anlasın
Esas derdi dertli olan anlar

Şerha şerha sine isterim, isterim ki anlasın
Ah Rabbim, ah Rabbim!
Küfür bir tekme vurdu
Senin, üzerinde adın dalgalanan o bayrağı
Taa, üç asır önce yıktı.

Ah Rabbim!
Üç asırdan beri köşede bucakta
Her yol kıvrımında sana küfürler savruldu.
Seni temsil eden maarif çoktan
Hak ile yeksan oldu, yerle bir edildi.

Ah Rabbim!
Biz sana zahiren sahip çıkıyor olduk
Ama sövüldüğün yerde ürpermedik
Hakaret edildiğin yerde kükremedik
Verdiğimiz şeyleri, cimrilik gibi sadece
Zekat ölçüsünde verdik; şahlanamadık
Küheylanlar gibi şahlanamadık
Rabbim. dedi ağladı

Sözü böyle bağladı
Çömeldi yere yine ağladı
Çok bekledim bitmedi
Eliyle “sen git” dedi
Söz dinlemem gerekti.
Başladım yürümeye, muradımı görmeye.

Kadife toprak
Ayağım çıplak
Bu yol ne kadar uzak
Bir kamçı kadar yeri dünyaya bedel
Sümbül açmış iki cenah

Hu çekiyor goncalar
Ritm tutmuş sallanıyor
Beş yapraklı yoncalar
Uhuvveti var, güneşle meltemin
Huzur veriyor, sürur veriyor.
Misk-i amber kokuyor her yan

Acaba çok mu uzaktı meydan?
İlerlerken ileri, neler gezdim neleri!
Bütün sahabeleri görecektim,
Huzeyfe’yi, Bilal’i
Asim bin Hilal’i, Hanzala’yı, Talha’yı
Ebu Derda’yı, Sad bin Ebi Vakkas’ı
ibn’i Abbas’ı, Muaz bin Cebel’i
Abdurrahman bin Avf’ı görecektim
Ve Kaab’ı, Musab’ı
Selman’ı Farisi’yi ve cümlesini (r.a.)
Terennümle anmak bile yetmiyor adlarını
Çok merak ediyorum Cafer’in kanatlarını.

Bir tahayyül geçiyor ki gözlerimin önünden
Göz kapalı seyretmesi gönülden.
Aynı birlik, ayni dirlik
Mübarek “beşi birlik”
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Alim

Aman Allah’ım, aman
Aralarındaki de kim?
O’na demiş Rabbim “Habibim”
Ne güzelmiş nasibim ki O’nu göreceğim
Ve şöyle diyeceğim:

“Elfi elfi salatin ve elfi elfi
Selamün aleyke ya Rasulallah
Anam babam sana feda olsun
Sen!..
Gördüğüm su cennetten
Başa konan devletten
Yığın yığın servetten
Kesrat ile hürmetten
İzzetten ve lezzetten
Ve en güzel suretten
Daha da güzelsin
Ya Rasulallah!

Canım sana feda olsun.
Sen!..
Sine püryan şefkatten
İnsan üstü kuvvetten
Müjdeli son nefesten
Borcumu demekten
Arşı tutan melekten, yanındaki semekten
Yemekten içmekten
Daha güzelsin Ya Rasulallah!

Ciğer parelerim sana feda olsun
Sen!..
Kardeşimiz Yusuf’tan
Kucak dolusu yakuttan
Magripten masripten
İçi dolu beşikten
Ağladığım geceden
Daha daha niceden
Daha da güzelsin Ya Rasulallah!

Gelecek zürriyetim sana feda olsun”
Diyeceğim. Evet öyle diyeceğim
Ne kaldı ki, iste şurada göreceğim
O sırada önüm gözüm biraz aklaştı
Anladım ki yaklaştım.

Biraz sona gelecekti o meydan
Ne müthiş bir heyecan.
Zemin henüz gözükmemişti
Üzerinde sema tasviri gayr-i kabil
Fakat bu cahil yine bir kaç söz ediversin.
Atmosfer tamamen nur, büyük mü büyük
Onlarda solunum nur mu olsa gerek?!

Akıl ermeyecek!
Ne talihli bir kulum
Var mıyım, yok muyum?
Düşünüyorum Melekler semada sema ediyor
Halka halka dönüyor
Ne güzel halkalar!
Yan yana, dizi dizi ve saf saf.
Sevgileri tavaf, pırıl pırıl parlıyor
Sema yıldızı gibi.

Demek ki şimdi onlar görüyorlardı HABİBİ
Üzerlerinde bir taç var
Meleklerin üstünde ve semanın üstünde
Nur üstüne nur, direksiz bir sur sanki

Geçtiğim yerleri unuttum.
Fakat unutmadığım bir şey var
Nedir bu içimdeki nükte?
Sevincim büyüklükte.
Neden baştan beri hep bu yarı sevinç?
Aklımdan çıkmadı ki hiç
Niçin üzülüyorum?
Sorumun cevabini biliyordum.

Her sözünü hatırladım heyhat!
Ne demişti o nurani zat
“Parça parça sine isterim
İsterim ki esas derdimi anlasın.
Ah Rabbim, ayaklanamadık
Küheylanlar gibi şahlanamadık

Hizmetim yok ki
Hangi yüzle huzura varayım?!
” Demişti.Evet öyle demişti
Peki ya ben! Ben ne yapmıştım ki
Ve şimdi ne yapıyorum?
Birden durdum, vuruldum sanki

Ne kadar akılsızmışım
Parmaklarım ağzımda
Çoktandır böyle ağlamamıştım
Ne yapayım şimdi?
Karşımda cennetin en güzel yeri
Nasıl döneyim geri?
Nasıl döneyim?!..
Bırakıp Peygamberi, Sahabeleri

Ama yol bu, erkan bu.
Eli boş gidilmez ki Yakıştıramam kendime
O kadar da yüzsüz değilim hani!..
Ah. beni gidi beni!.
Ah. beni gidi beni!..
Ne yapsınlar seni
Boyunduruk yerde
Düşmanlar içerde
Kimse düşmesin böyle derde.

Şehit Namzeti

Bir lirayla cennete gidilir mi?

İnsan, Allah’ın sanat eseridir. Bunun için Allah’ın emirlerine uygun yaşamak zorundadır. Basit bir misal verelim: Elektronik cihazların bütününün çalıştırma esasları vardır.

Bu esaslara göre çalıştırılmazlarsa arızalanırlar. İşte maddî âlemdeki cihazların tarifnamesi olduğu gibi manevî âlemden olan insanın da çalışma prensipleri Kur’an-ı Kerim’de yazılıdır. Kur’an-ı Kerim insanın bütün ihtiyaçlarına cevap veren bir kitaptır.

Ben acayip bir hal görüyorum. Araba sahipleri arabalarını bakıma alıyorlar fakat kendilerini bakıma almıyorlar. Maddî organlarımız acıktığı gibi manevî organlarımız da acıkır. Beyin acıktığında ilim ister, kalp acıktığında iman ve ibadet ister. Fıtrat yalan söylemez. Nasıl ki yeterli beslenmediğimizde rahatsızlanıyoruz, manevi organların da istekleri yerine getirilmezse can sıkıntısı başlar. Stres psikolojik hastalıklara, depresyona sebep olur. Tedavi olunması gerekir. İslamiyet koruyucu tıptır.

Yaratan, Rahman ve Rahim’dir. Kullarının kötü duruma düşmemesi için peygamber göndermiştir. Peygamberimiz yaşayan İslamiyet’tir. Müslümanlar için bir modeldir. O’nun hayatını öğrenip O’nun gibi yaşamaya çalışmak en büyük ibadetlerdendir.

Alışkanlıklarımızı ibadete döndüreceğiz. Ayakkabı giymek gibi basit bir işte, evvela sağ ayakkabıyı giymek sünnete uygundur diye hatırlarsak, ayakkabı giyme işi bile ibadet olur. Sünnet-i seniyye hayattır. Dünyayı cennet eder.

Sünnet-i seniyyeye ittiba etmek, Allah’ı sevmenin alametidir. Sevmek inanmakla, bilmekle olur. Allah’ı sadece sıfatlarıyla öğrenebiliriz. Marifetullah ilmin esasıdır. Bu ilim, Allah’ın emir ve yasaklarını bilerek, hakkıyla yaşamamızı sağlar.

Mesela namaz kılmak cüz’i ibadettir. Namazda okuduğumuz ayetleri yaşamak külli ibadettir. Fabrika işçileri fabrika sahibi için çalışırlar, ücretlerini ondan alırlar. Kâinat denilen bu büyük fabrikada çalışan çeşitli ırklar, dinler var. Bunların içinde kim, Allah için çalışır, Allah için görüşür, Allah için yola çıkarsa hayatı ibadete döner. Haramları terk etmek namazımıza külliyet kazandırır.

Sabah evden çıkarken neye inandığımızı biliyor olmalıyız. Bir kardeşimize rastladığımızda, “Allah selam vermemi istiyor.” deyip selam verirsek, o da mutlu olur biz de… Hem de sevap kazanmış oluruz. Otobüse bindik diyelim. Birisi ayağımıza bastı, sinirlendik. Hemen hatırlayacağız ki Allah bizden sabırlı olmamızı istiyor. O zaman öfkeye kapılmayız. Hem başımız derde girmez hem sevap kazanırız. İşte, hem günümüz güzel geçti hem Allah rızası kazandık.

İşyerimize gittik. Bir müşteri bizden mal almaya geldi. Kilosu otuz lira ama bir liralık eksik versek fark etmeyecek. Allah’ın emrini hatırladık. Bize, “Aldatmayın!” diyor. “Bir liradan ne çıkar!” demedik. O bir lira bizi cennete götürür.

Allah’ın emrine göre hareket eden Müslüman’ın her hali sevap hanesine yazılır…

Allah’ın bizden ne istediğini unutmadığımız zaman daima sevap kazanabiliriz…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

“Vatan” sevgisi “iman”dandır..

Hangi şey imansız sevimli olabilir ki? İman, bütün yaratılanları, varlığın hepsini, aynı Yaratan’ın yarattıkları olarak kardeşimiz ve ailemiz eylediği için her yeri ve her şeyi bizlere “vatan“ımız eyliyor.

Elbette ki insan vatanını imanından dolayı sever.

Hangi sevgi imansız mümkündür ki?

İman olmasaydı sevme nasıl olurdu? Hangi şey imansız sevimli olabilirdi ki? Hadis diye bildiğim “vatan sevgisi imandandır” sözünü, sınırları siyasi olarak çizilmiş “millî vatan” üzerinden anlamak doğru değil. Şimdiye dek, mümin olanların içinde kendini buldukları vatanı (yani, meselâ, misak-ı millî sınırları içinde kalmış toprak parçalarını) imanlarından dolayı sevmesi tavsiye edildi.

Hal böyle olunca, meselâ Şam, meselâ Mekke, meselâ Kudüs, mesela Bağdat, meselâ Bosna “iman uğruna sevilecekler” listesinin dışında kalıyor. O zaman yurtdışında kalan mazlumlar, yetimler, öksüzler, fakirler, ezilmişler için ağlayacak kalbimiz yok. Öyle mi olmalı peki?

İman, varlığın hepsini, aynı Yaratan’ın yarattıkları olarak kardeşimiz ve ailemiz eylediği için siyasî sınırların dışındaki her yeri ve her şeyi “vatan“ımız eyliyor. Öyleyse müminlerin birlikleri “millî” değil “dinî“dir; “vatan“ları da “siyasî” değil “insanî“dir. Kardeşlik bağları da kanla değil imanla kurulur.

İman, her yeri vatanımız eylediği için her yeri/her şeyi sevdirir bize. Secde edecek özgürlüğün olduğu her yer “vatan”ımızdır.. evet, evet, vatanımızdır. Secde etmemizin çok görüldüğü bir yer ise “vatan”ımızı “gurbet” eyler. Bizi asıl toprağımızdan sürgün eder. (bu bağlamda, hz. peygamberin [asm] secde etmesine izin verilmediği için kendisinden hicret ettiği ‘doğum yeri’ mekke’nin fethinden sonra bir geceliğine de olsa, kendi evinden ikamet etmeyişi, “benim toprakta gözüm yok, ben hürriyetin peşindeyim, iman ile insan arasındaki engelleri fethetmekle/açmakla görevliyim” mesajı olarak okunabilir.)

İman sayesinde, “Allah göklerin ve yerin nurudur” diye/biliyoruz. Yani, sadece misak-ı millî gibi sınırlara göre değil sevmemiz. Bütün bir dünyanın bile denizde kum tanesi kaldığı semâları seviyoruz.

İmanın nuru sayesinde tanıdık, aşina ve sevimli oluyor bize siyasi sınırlarımızın dışında kalan yerler bile.. Hal böyle olunca, önce vatanımızı tanımlayıp sonsuz ve sınırsız imanımızı vatan sınırlarına göre mi tarif edelim? Yoksa, önce imanımızı tanımlayıp “vatan” bildiklerimizi imanın bize aşina ettiği yere göre tarif edelim?

Eğer, birincisini yaparsak, meselâ meriç nehrinin doğu kıyısı sevimlidir mümine, batı kıyısı ise ne kadar çiçekli de olsa tahammül edilmezdir?

Eğer, ikincisini yaparsak, sevmelerimizin arasına değil meriç ölüm bile giremez, vatanımızı değil dağlar kıyamet bile bitiremez.

Mümin için kabir bile sevilecek vatan olur.

Mümin için kıyamet sonrası da ebedi bahar çiçeklerinin süslediği vatan olur.

Dr. Senai Demirci