Etiket arşivi: gençlik

Gençlerimizin Acınacak Hali

Son zamanlarda sokaklarda gördüğüm gençlik manzaraları beni çok endişelendiriyor. Özellikle geçen gün bir yerde otururken gördüğüm iki çocuğun evet iki genç değil ilköğretim öğrencisi olan kız ve erkek iki öğrencinin sokak ortasındaki sergilemiş oldukları hareketler tüylerimi diken diken etti.

Düşünebiliyor musunuz? çocuk yaşta iki ilköğretim öğrencisi Üniversite öğrencilerinin bile sergilemeyeceği ahlaki olmayan davranışları sokakta sergiliyordu. Bu gördüğüm tavırlar gençliğimizin ne kadar büyük bir uçuruma gittiğini gösteren birer örnekti. Peki bu çocuklar bu davranışları nereden öğreniyor? Tabii ki televizyondan, internetten ve basın-yayın organlarında seyrettiklerinden örnek almaktadır.

Özellikle okullun son günleri olmasından dolayı, derslerin boş geçmesiyle öğrencilerde çok büyük bir başıbozukluk ortaya çıkmaktadır. Bu başıbozukluk çok büyük yanlışların ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Unutmayalım! Bu sokaklarda bu yanlışı yapanlar ya bizim çocuklarımızdır. Ya da bizim öğrencilerimizdir. Her durumda biz bu çocukların bu hale gelmesinde rol sahibiyiz.Kimse bu çocuklardan bana ne diyemez. Bana ne diyen bir insan, yarın karşısında önemsemediği bir çocuğun mağduru olabilir.İlahiyatçı yazar Vehbi KARAKAŞ’IN çok güzel bir tespiti var.Karakaş hoca şöyle diyor:

Biliyorsunuz, İslamiyetten önce yani cahiliye devrinde kız çocukları diri diri kuyulara atılıp öldürülüyordu. Şimdi ise hem kızlar hem oğlanlar kuyulara atılıp diri diri öldürülüyorlar. Dün kız çocukları ağlatılarak öldürülüyordu, bugün çocuklar güldürülerek öldürülüyorlar. Sadece kuyular değişti, Kuyular modernleşti.

Evet Vehbi KARAKAŞ hocamızın tespitiyle gençleri meşru olmayan yanlışlara yönlendiren her internet sitesi, televizyon ekranı, sahne, Basın- yayın organı birer modern kuyu durumundadır. Ne acıdır ki kimse bunların birer kuyu ve kara delik olduğunu fark edememektedir. Çünkü bunlar makyajlı ve maskeli bir şekilde görünmekte. Zehirken bal gibi görünmektedir. Cehennem zebanileri cennet hurileri olarak takdim edilmektedir.

Bu sözde modern! ve maskeli kuyulara atılan ve onların cazibesine kapılan gençler manen öldürülmektedir. Birer ruhsuz ve gayesiz canlı cenaze haline gelmektedir. Eskiden aileleri bu çocukların arkasından ağlardı. Günümüzde bu bataklığa atılan çocukların arkasında ağlayan da yok.

Sonuç olarak bizler, yani anne ve babalar çocuklarımızı çok dikkatli bir şekilde yetiştirmeliyiz. Eğer çocuklarımız internete girmek istiyorsa engel olmak yerine seçici olalım. Belki birileri niçin engel olmayalım diyebilir. Evet ben engel olmamalıyız diyorum. Çünkü engel olursak bu yasak çocuğa daha çekici gelir. Çocuk bunu internet kaffelerde daha tehlikeli bir şekilde ulaşır. Biz ne yapmalıyız? Bizim yapacağımız çocuklarımızın yararlı olan siteleri kontrollü bir şekilde girmelerini sağlamaktır. Yeri geldiğinde çocuklarla birlikte internette eğitici ve yararlı bilgiler sunan sitelere girilebilir ve çocuklar bu yararlı sitelere girmeleri hususunda teşvik edilebilir.

Bunu televizyon için de söyleye biliriz. Çocuklara televizyonu yasaklamak yerine yeri geldiğinde çocuklarımızla birlikte televizyonda bizim kontrolümüzde yararlı dini, ahlaki yönden olumlu katkı yapan filmleri ve eğitici  programları izleyebiliriz. Kitap ve dergi seçiminde de hassas olmalıyız. Kitap ve dergi verirken çocuklarımıza onların seveceği ve hoşlarına gidebilecek. Onların zihin dünyasına artı değer katacak kitap ve dergiler alınıp önemli günlerde hediye edilebilir.Böylece çocuklarımızı hem sevindirmiş olur hem de onlara değer verdiğimizi göstermiş oluruz.

Sonuç olarak eğer biz bu teknolojik cihazları kontrolümüz altına almazsak. Onlar birer kör kuyu gibi hem bizi hem çocuklarımızı içine alır. Böylelikle hem bizi hem de çocuklarımızı manen öldürür. Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için teknolojinin zararlarına dikkat ederek kullanmalıyız. Teknolojiyi olumlu yönlere kanalize ederek kullanmalıyız.

Hamit Derman

Risale-i Nur’larda keşfedeceğim çok şey var!

Gölgeler Koridoru adlı ikinci kitabı yayınlanan ABD′li ilim adamı Muhyiddin Şekûr, Faruk Çakır′ın sorularını cevaplandırdı. Şekûr hayatını İslâmı anlamaya adamış.

TAKDİM

Muhyiddin Şekûr’un ilk kitabı “Su Üstüne Yazı Yazmak” yayınlandığı yıllarda Türkiye’de de büyük ilgi görmüştü. Şimdi ikinci kitabı “Gölgeler Koridoru” yayınlandı. Şekûr ile Timaş Yayınları’nın Cağaloğlu’ndaki merkezinde görüştük. Görüşmeyi, “yakını” olarak tanıdığımız Zeynep Dadal tercüme etti.

İkinci kitabınız, “Gölgeler Koridoru” yayınlandı. Önce bu çalışmanızdan dolayı sizi tebrik ediyoruz. Uygun görürseniz, önce kitabı bize anlatmanızı isteyeceğiz. Türkiye’de yayınlanan ilk kitabınız “Su Üstüne Yazı Yazmak”ı severek ve istifade ederek okumuştuk. İkinci kitap ile birinci kitap arasında nasıl bir bağ var?

Su Üstüne Yazı Yazmak” faslı bitti, şimdi “Gölgeler Koridoru” devam ediyor. Bununla süreci devam ettirmiş oluyoruz. İki kitap benim hayatımın 10’ar yıllık bölümünü, devresini anlatıyor. “Su Üstüne Yazı Yazmak” da, “Gölgeler Koridoru” da hayatımın 10’ar yıllık süresini kapsıyor. İkisinde de ‘hocam, şeyhim’ aynı. Yani iki kitaba bakıldığında hayatımın 20 yılındaki serüven görülebilir.

Bu proje, yeni kitaplarla devam edecek mi?

İnşallah 10’ar yıllık devreler olarak yazmayı kafamda kurmuş, öyle planlamış durumdayım. Ama keskin bir yıl ayrımı olarak da düşünmemek lâzım. İkinci kitap, ilk kitaba göre biraz zaman aldı. İnşallah üçüncü kitabı bu kadar uzun süre beklemeyeceğiz. Üçüncü kitabı daha kısa sürede yayına hazırlamayı düşünüyorum. Dördüncü kitap da inşallah daha sonra olabilir…

Su Üstünde Yazı Yazmak” adlı ilk kitabınızı okurken, yazarıyla, yani sizinle tanışmak arzu etmiştim. Çünkü anlatılan ve yaşanan hadiseler samimiyeti gösteriyordu. İhlâslı bir anlatım vardı. Benim asıl dikkatimi çeken, bu kitaptaki anlatım, insana yaklaşım ile Risâle-i Nur eserlerindeki anlatımla arasındaki uyumdu. Burada bir bağ hissettim. Kâinattan bahsedilen bölümler, tefekkür… Kitaptaki bazı ifadeler bana çok tanıdık gelmişti.

Bu cümleden olarak, Risâle-i Nur eserlerini ve müellifi Bediüzzaman’ı ne ölçüde tanıyorsunuz? 

Said Nursî’nin çok etkin birisi olduğunu biliyorum. Benim sürecimde bir takım eserleriyle denk geldim. Bir aşinalık kazandım, ama benim hâlâ onunla ilgili keşfedeceğim çok şey var. Ve ona bir hayranlığım olduğunu söyleyebilirim. Ve onunla kalbî bir bağım var.

Şu anda Fatih Üniversitesinde ‘misafir öğretim üyesi’ olarak bulunuyorsunuz. Türkiye’deki eğitim sistemini nasıl buluyorsunuz?

Türkiye’ye geleli daha 3 ay oldu. Bu hususu çok bildiğimi ve aşina olduğumu söyleyemem. Değerlendirme yapabilmek için henüz erken olduğunu düşünüyorum.

Üniversite gençliğine muhatapsınız… Bu noktada Bediüzzaman’ın bir tesbitini de aktarmak istiyorum. Said Nursî diyor ki: Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır.” Biz bunu bir müjde olarak değerlendiriyoruz. Muhatap olduğunuz gençliğin durumu bu müjdenin habercisi olabilir mi?

Benim bakış açım da hep ümitten yanadır. Belki de Said Nursî ile kalbî bir bağımın olması bu yüzdendir. Benim düşüncem de her zaman ümitvar olmak yönündedir. Hayatta ilgili, hayatın getirdiği ihtimallerle ilgili olarak ben de her zaman ümitten yana olmuşumdur.

O yüzden gençlik için de ümitliyimdir, her zaman. Bu ülkenin çok sıradışı bir tarihi var. Ve bunun farkında olmayan çocuklar dahi atalarının sırtında geziniyorlar. Onların kahramanlıklarından istifade ediyorlar. Onların sırtında yürüyorlar. Bugün sabahleyin evden çıkarken, eşimle birlikte asansöre bindim. 9 yaş civarında bir çocuk da asansöre bindi. Sırtında okul çantası vardı. Ben ‘İyi günler’ dedim. O bizim yüzümüze bakmadı, kapıya doğru dönmüştü. Sırtındaki çantada, meydan okuyan bir figür vardı. O dikkatimi çekti. Çocuğa baktığımda çok ümitlendim, çünkü o geleceği ifade ediyor. Çok ümit veren bir fotoğraftı o gördüğüm.

Gördüğüm bu çocuk, sizin sorunuzun cisimleşmiş cevabıydı bence. Çünkü bu çocuğun inanılmaz ecdadı var, bütün dünyaya asırlarca hükmetmiş. Bu ecdadın enerjisi halen şehrin içinde, ülkenin içinde hissediliyor. Bu çocuk okula gidip geldikçe o havayı teneffüs ediyor. Onların enerjisini soluyor.

Sizin sorunuzla, bugün karşılaştığım bu çocuğun durumu enteresan bir tevafuk oldu. Çünkü bu çocuk da ‘modern dünya’ içinde yaşıyor. Ancak halen o, geçmişi taşıyor. Önemli olan soru şu: Bu çocuk hidayete kavuşabilecek mi? Veya kendisini doğru yola yönlendirecek, rehberlik edecek kişilerle karşılaşacak mı? Asıl soru bu… ‘Modern hayat’ın tuzağına düşmeyecek ve iyi bir hidayet rehberine kavuşacak mı?

Bu gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Öncelikle insanın kendi kalbine karşı dürüst olması gerekir. Dürüst olmak ve dikkatli olmak… Olabileceğimiz en iyi şekilde olmaya niyetlenmek, onun için gayret göstermek. Bir sıçrama yapmadan önce, bir adım atmadan önce dikkatli bir değerlendirme yapmak lâzım. Gençlere bunu tavsiye ederim. Çünkü insanın kendi kalbini dinlemesi, onun sesini dinlemesi çok esaslı bir şeydir. Vicdanın sesini, o hidayet sesini dinlemek çok gereklidir. İnsanın kalbi her şeyi söyleyebilir, ama hidayet sesini dinlemek lâzım. Ne olursa olsun insan derinden derine, neyin yanlış, neyin doğru olduğunu kalben bilir. Sigara içip içmememiz gerektiğini illâ bir Kur’ân âyeti şeklinde duymamıza gerek yok. İnsan bunun yanlış olduğunu kalben bilir. Hidayet ibresini Allah (cc) kalbimize yerleştirmiş. Bir çok şeyde doğruyu ve yanlışı biz aslında biliyoruz, kalbimiz bize bunu fısıldıyor. Bir gence, bir hatasını hatırlattığınız zaman o, “Ben bunun yanlış olduğunu zaten biliyorum, ama…” der. Yaptığı işin yanlış olduğunu derinden derine bilir, ama nefsine uyarak yapabilir. Tek çare içten gelen sesi, vicdanın sesini dinlemek.

Bu noktada erişkinlere, büyüklere çok büyük sorumluluk düşüyor. Ama bunu yaparken önce kendi imanlarını geliştirmeleri gerekir. Kendi imanî hayatlarıyla örnek olarak bunu yapabilirler. Sonra da Allah’a duâ edecekler. Sonra da izleyecekler. Gençlere örnek olmanın yolu bu, yaşayacağız ve duâ edeceğiz.

Kitabınız, tasavvufî kurguları olan bir roman gibi. Buna bir seyr-i sülûk romanı diyebilir miyiz? Bu üslûbu tercihinizin özel bir sebebi var mı?

Ben oldum olası yazmaya meyilliydim. Çocukluğumdan itibaren sürekli notlar tutardım. Şeyhimle tanıştığımda o bir İslâm merkezinin imamıydı, dolayısıyla sohbetleri olurdu o dönemde. Ben de oraya katılırdım ve sohbetlerden notlar tutardım. Nitekim o sohbetler “Su Üstüne Yazı Yazmak”ın birinci bölümünü oluşturdu. Ama ben bu notları tutarken kitap niyetiyle yapmıyordum, farkında değildim. Bir gün şeyhim bana bakarak, “Ne yazıyorsun?” diye sordu. Ben de biraz utandım, “Sadece not tutuyorum” dedim. O bana, “Biliyorum ne yazdığını. Seni bir şekilde bir kitap yazmaya yönlendiriyorum” dedi. Hatta bunu bana söylediğinde şaşırmıştım. Nitekim, o söylediği, birinci kitabın ilk bölümü oldu.

Samimî bir Müslüman ve bir tasavvuf ehli olarak şunu söyleyebilirim: Tek yapmaya çalıştığım şey, yaşadığım şeyleri en iyi şekilde aktarmaya çalışmak. Ve yaşadığım deneyimleri en dürüst ve samimî şekilde yazayım diye düşündüm ve ortaya çıkan da bu oldu. Yani özel olarak seçtiğim bir üslûp yok. Samimî olarak yaşadıklarımı insanlara aktarmak istedim. Mümkün olduğu kadar en içten ve dürüst olarak aktarmayı düşündüm.

Aslında bu ifadeler de (yani yaşananları başkaları da istifade etsin düşüncesiyle anlatmak) Risâle-i Nur’daki bazı anlatımla örtüşür… Her halde tesir etemesi de bundan…

Bu yüzden çok şükrediyorum. Ben bunları yazarken insanların müsbet tepkiler vereceğini hiç tahmin etmemiştim. Bunları bana şeyhim söylediğinde, benim kulaklarım tıkalıydı sanki. O bana söylemişti, ama ben farkında değildim. Şimdi şükrediyorum…

Kitabınızda ‘cihad’la ilgili bir bölüm de var. Cihadı, çok farklı yorumlayanlar da var. Size göre bu çağda cihad nasıl olabilir?

Cihadın gerekliliği zamansızdır, yani zamanla sınırlı değil, her zaman geçerlidir. Peygamber Efendimizin de (asm) belirttiği gibi büyük cihad, insanın nefsiyle yaptığı cihaddır. Bu cihad her zaman devam eder. Bu zamanda da olsak başka zamanda da olsak, her zaman nefsimizle cihad halinde olacağız. En büyük cihad da zaten nefisle olan cihaddır. Dünyanın nereye gittiği, hangi çağda yaşadığımız da önemli değil. Şu anda nükleer bir felâket olsa ve kendimizi taş devrinde bile bulsak yine aynı şey, yani nefisle cihad geçerli olacak. O hep devam edecek.

İslâmı şiddetle özdeşlendirenler var. Bediüzzaman da ilimle cihadı öne çıkarıyor. Hatta, “Medenilere galebe etmek ikna iledir” diyor…

İslâmı şiddetle özdeşleştirme, öyle anlamak cihadı son derece yanlış anlamak ve yorumlamak olur. Yanlış anlamalara mani olmak lâzım.

Kitabınızda, “Tarikat, hakikati müdafaa aden insanlardan oluşur” demişsiniz. Hakikati müdafaa”dan ne anlayacağız?

Çok geniş izah isteyen bir soru. Yapılacak ilk şey insanın kendisine karşı dürüst olması. Bundan sonra doğru olan şey için dik durmak, sebat etmek… Doğru olanı savunmak lâzım. Bu savunmadan kastım, onun içinde bir çok şey karışabilir. Orada da ciddî imtihanlar vardır. Dengeyi kurmak çok önemli. Algınızın berraklığı çok önemlidir. Çünkü kendi nefsinizin arzularının içine karışma tehlikesi var.

“Gölgeler Koridoru”ndaki “gölge” neyi temsil ediyor?

Gölgeden kasdettiğim şey şu: Işığın önüne geçen her şey… İşe, yaratılmışlar açısıyla bakarsak, ‘ışık’ın önünde duran her şeyi kastediyorum. ‘Işık’ın önünü kesen, gölgeleyen her şeyi kastediyorum. Temelde, ‘nur’ ve ‘karanlık’ arasındaki hareketi ilgilendiren her türlü dersi kastediyorum. Karanlık ve ışık arasındaki gidiş-gelişler diyelim. Aslında Kur’ân-ı Kerim’deki bir âyetten esinlendim. Kendi deneyimlerimden de esinlendim.

Çok teşekkür ediyoruz, bu istifadeli sohbet için…

Ben de teşekkür ediyorum.

Faruk Çakır

cakir@yeniasya.com.tr

*************************

Muhyiddin Şekur kimdir?

AMERİKA Ohio, Cleveland’da doğan Muhyiddin Şekûr 1973’te ABD Kent Eyalet Üniversitesi’nde Psikolojik Danışmanlık bilim dalından doktora derecesi aldı. Ülkemizde ilk baskısı 1994 yılında yapılan ve kendisinin İslâmı tanıma sürecinden itibaren geçen ilk 10 senesini anlattığı “Su Üstüne Yazı Yazmak” adlı kitabıyla tanındı.

ABD’de ve başka ülkelerde öğretmen ve uygulayıcı olarak bireysel terapi ve aile terapisi alanlarında ders verdi, akıl sağlığı sorunları üzerine makaleler yazdı. Hayatın sadece afakî boyutuna değil, enfüsî anlamına da odaklanan Şekûr, yıllar önce tasavvufla tanıştı. Doğu’da uzun seyahatlere çıktı, kutsal toprakları birkaç kez ziyaret etti. Şu anda İstanbul’da Fatih Üniversitesi Eğitim Fakültesinde misafir öğretim üyesi olarak görev yapan Şekûr, Hüseynî Hayatî Rufaî tarikatına mensup ve ömrünü İslâmı anlamaya adayan bir isim.

Şekûr’un ikinci kitabı “Gölgeler Koridoru” da Sufi Kitap’tan yayınlandı.

Gençlerde Allah Korkusu ve Ahirete İmanın Önemi

Dindar nesil tartışmalarının süregeldiği bir ortamda sanki dindar bir nesil yetiştirmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu kanıtlayacak bir çok haber ve görüntüyü raslıyoruz. Adeta gençliğin acınacak halleri bize gösterilmeye çalışılıyor.

İnternette gezinirken bir eğitimci olarak beni şok eden bir videoya rastladım. Bu video görüntüsü İstanbul’da bir lisede çekilmiş. Sınıfta Öğretmenin olduğu bir sırada çekilmiş. Görüntülerde  kız ve erkek öğrenciler kendinden geçmiş bir şekilde bira içip şarkı söylüyorlar.İşin acı tarafı Öğretmen sınıfta masasında oturmuş bir şeylerle uğraşıyor.Sanki sınıfta hiçbir şey yokmuş gibi umursamaz bir tavır içinde.Bu görüntüleri izlerken bu gençlerin ne kadar boş bir şekilde yaşadıklarını ve toplumun geleceği olarak gördüğümüz bir gençliğin ne kadar acınacak hallerde olduğuna bir kez daha düşündüm.Ancak başka bir duruma daha şaşırdım.Masum bir şekilde İbadetlerini  yapan gençleri büyük bir suç işlemiş gibi gösteren sözüm ona dürüst! Habercilerin bu öğrencileri neden haberlerinde özel haber olarak yayınlamadıklarına şaşırdım.

Yakın bir zamanda yine lise öğrencisi 3 genç kız feci bir şekilde hayata veda etti. Birincisi ilimizde Ceylanpınar ilçesinde sözde erkek arkadaşı tarafından kendisine hakaret ettiği için öldürülen bir genç kız.Düşüne biliyor musunuz  ?Basit bir nedenden dolayı genç kızın boğazını keserek katledecek kadar canileşmiş bir ruh hali.

Diğer olay da Osmaniye de sevgisine karşılık bulamayan bir genç kendisine ilgi duymayan kızların üzerine canice rastgele ateş açıyor ve ömrünün baharında iki genç kızın ölümüne sebep oluyor.  Onunla da kalmıyor kendiside intihar edip hayatına son veriyor.

Gençlerimizi bu kadar cani olabilecek duruma getiren nedir? Sorusuna manevi eğitim yoksunluğu cevabını verebiliriz.Çünkü bu gençler nefis yönünden bütün istekleri tatmin edilmiş olsa bile ruhları bir boşluktadırlar.Bu boşluğu bazen mecazi aşklarda aramaya çalışırlar fakat bu arayışları karşılık görmeyince ruhlarındaki boşluk daha da derinleşir. Bu durum ruhi bunalıma sebep olur.Bu bunalım sonucu kimisi sevgisine karşılık vermeyen mecazi sevgiliden intikam almaya çalışır.Kimisi de nefis ve ruhun savaşında yenilgiyi kabul eder intihara teşebbüs eder.

Bu gençliğin yaşadığı feci olaylar Bediüzzaman Hazretlerinin Meyve Risalesindeki Sekizinci Meselenin Bir Hülâsasında aktardığı tespitlerini birebir destekleyen olaylardır.

‘Nev’-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr, akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse; hayat-ı içtimaiyede ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaîf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahveder ve bu gibi hapiste dört-beş sene azab çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükûmet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim, fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelal’in melaikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaîf olacağım.” diye birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.’ 

Evet Üstad Hazretlerinin tespitleri doğrultusunda bu gençler dini bir eğitim almış olsalardı.Allah korkusu , Ahrete iman , hesap günü ,cennet ve cehennem fikriyatıyla yaptıklarının bir hesabı olduğu düşüncesiyle hayatlarına yön verirlerdi.Çünkü Allah korkusu ve ahrete iman gençlerin iç kontrol mekanizması olan vicdanını harekete geçirir.Böylece bu gençler aile ve çevrelerine bir yük değil; olumlu bir  katkı sağlamak için uğraşırdı.

Hamit DERMAN

Mehmet Kırkıncı’ya göre gençliğin hali..

Erzurumlu İslam Alimi Menmet Kırkıncı, Allah’a giden yolları anlattığı eserinde böyle giderse gençliğin halinin ne olacağını bakın nasıl tarif etti.

Erzurumun manevi önderlerinden ve Bediüzzaman Said Nursi’nin yaşayan talebelerinden İslam alimi Mehmet Kırkıncı, Hekimoğlu İsmail’in tabiri ile “İslam âlimi olduğu kadar, insan mühendisi” olarak da tanınıyor.

Pek çok öğrenci yetiştiren Mehmet Kırkıncı, Alevilik Nedir?, Siyasette Ölçü, İslam’da Birlik, İçtihad Nedir?, Hikmet Pırıltıları, Nükteler, Kader Nedir?, Ruh Nedir?, Nasıl Aldanıyorlar?, İrşad Sahasında Bediüzzaman, Cihad Sahasında Bediüzzaman, Bediüzzaman’ı Nasıl Tanıdım?, Fikir Damlaları, Gönül Damlaları, İnsan, Millet, Devlet, Peygamber Efendimiz, İslam Birliği ve Yavuz Sultan Selim, Merak Edilen Cevaplar, Dar’ül Harp Nedir?, Rahman’ın Misafiri İnsan, İstikamet, Ölümün Gerçek Yüzü, Terakkide Maneviyatın Rolü adlı kitaplarına da imza atmıştı.

Mehmet Kırkıncı’nın son eseri, Allah’a Giden Yollar, Zafer yayınlarınca neşredildi. Ese, ilmin, ibadetin, duanın ehemmiyeti ile zikir, zekât ve sadaka, edep-haya konularına değinerek, insanı Allah’a götüren yolların ayrıntılarına dikkat çekiyor…

Mehmed Kırkıncı eserinde, “Maalesef bugün, eğitim sistemimiz gençlerin yaralarına merhem sürmekten, ıstıraplarını dindirmekten ve endişelerini gidermekten, onları hamiyetli, edep ve hayalı yetiştirip, vatan ve milletine faydalı fertler haline getirmekten pek uzaktır. Eğer bu camia kendi üzerine düşeni yapamazsa, milletin ve hele gençliğin ne hale geleceğini tasavvur ediniz” diyerek uyarıda bulunuyor.

Kırkıncı eserinde günümüz gençliğini şöyle tanımlıyor: “Bugün gençliğimiz çoğunlukla, tarihine yabancı, mazisinden habersiz, milletini ve vatanını sevmekten haz duymayan, manevi değerlere sırt çevirmiş, yabancı doktrinlere açık, mesuliyet duygusundan mahrum, şehvani arzuların zebunu, behimi hislerin mahkumu, duygusuz, gayesiz, hedefsiz, kozmopolit bir gençlik halini almıştır…

Vatan bir milli ailenin hanesi” olduğundan, Milli Eğitim bu hanenin çocuklarının, gençlerinin kalp ve ruhlarına iman, marifet, istikamet, samimiyet, fazilet, hamiyet, edep, iffet, fedakarlık… gibi mukaddes mefhumları zerk etmekle mükelleftir” diyen Kırkıncı’ya göre bu yapılmaz ise “gençlerimizin hissiyatı ilim, irfan ve vatan sevgisi yerine, sefahat, ahlaksızlık ve sarhoşlukla kuşatılır ve o zaman fikir ve kültür hayatımız süratle hezimete uğran ve neticede yabancı fikir ve kültür hayatımız süratle hezimete uğrar ve neticede yabancı kültür ve adetler karşısında maddi ve manevi hayatımız gitgide erir ve sonunda muzmail olur gider…

Haber7

Gençlik Kimi Model Alacak?

Bir önceki yazıda gençlikle ilgili araştırmada belirtildiği gibi, gençliğin gerçekçi ve sağlıklı modellere ihtiyacı vardır. Bu hususta çocukların ahlak güzelliği bakımından taklit edecekleri bir modelin ortaya konulması gerekmektedir. Konu ile ilgili olarak Bediüzzaman şöyle der;

Evet, madem dost ve düşmanın ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve madem, binler mu’cizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve madem semere-i ittibâıyla milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel numunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır…

İşte böyle bir zâtın ef’al, ahval, akval ve harekâtının herbirisi nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık”tır .

Demek, çocuklara ve gençlere; işlerinde, sözlerinde ve hallerinde model alacakları ve taklit edecekleri tek zat Hz.Muhammed (S.A.V.) ve onun yüksek ahlakıdır. Çünkü “Yapan bilir, bilen konuşur” değişmez bir kaidedir. İnsanı yoktan yaratan Cenab-ı Hak insanı en iyi bilendir. Onun dünya ve ahiret saadeti için nasıl bir ahlaka sahip olması gerektiğini de en iyi o bilir. İşte bu hususta bütün insanlığa bildirilmesi gereken Kur’an ahlâkını peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.) de toplamış ve O’nu insanlığa taklit edilmesi ve model alınması için değişmez bir rehber olarak göndermiştir.

Batı ilim adamları ve filozoflar, İslam ahlakına insanlığın ihtiyacını şu şekilde dile getirmişlerdir:

İslamiyetin kanunları yüksek bir tarzda âlemin islahına kâfidir.” Yine filozof düşünür Shebol;

Muhammedin (A.S) beşeriyete intisabı ile bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki: O zat ümmi olmasıyla beraber 13 asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki, biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mes’ut en saadetli oluruz.” Yine Bernard Shaw’da;

Ben görüyorum ve itikat ediyorum ki, beşere vaciptir ki desin: Muhammed (A.S.V) insaniyetin halaskârıdır. Ve halaskârlık namı ona verilmek lazımdır.

Gençleri İkaz

Bediüzzaman Risale-i Nurlar’da zararlı kültürleri taklit etmemeleri için gençliği şu şekilde ikaz etmektedir:

Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.

Bu ifadelerde dikkat çekilen husus Avrupada görülen ahlaksızlığın ve inançsızlığın taklit edilmemesi gerektiğidir. Yoksa insanlığa faydalı olan sanatı ve fen ilimleri değildir.

Dr. İdris Görmez