Etiket arşivi: Hadis-i Şerif

Evlilikle İlgili Bazı Gerçekler

Kadın, aile, evlilik, eş seçimi, boşanma, vb son zamanlarda üzerinde en fazla yazılan ve konuşulan mevzulardan bazılarıdır. Fakat bunların arasında meselenin özüne temas edene çok az rastlanmaktadır

Bekârlık yerine evliliği tercih edenlerin, şu hususları göz önünde bulundurmaları iyi olur:

Evlenmek, neslin devamı içindir. Bunun için iki ayrı cins arasında birbirlerine sevgi ve şefkat duymak hislerini koyduğunu Allah (c.c.) Rum Sûresi 21. âyette bildiriyor.

Risale-i Nur’da İşârâtü’l İ’câz adlı eserde de, Bakara sûresi 4. âyetinin tefsirinde “Saadet-i ebediye”den bahsedilirken, onun esaslarından biri olan nikah hakkında şöyle deniliyor:

Saadetin esaslarından nikah ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır ki; her iki taraf, sevgilerini aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezâizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam –velev zihnen olsun- ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti o tefekkürü paylaşsın.

Kalblerin en latifi, en şefiki kısm-ı sânî ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmâm eden, sûrî ve zahirî arkadaşlığı samimîleştiren, kadının iffetiyle ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.

Burada bahsedilen kadının “ahlâk-ı seyyieden temiz ve pak bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olması” sıfatını büyük bir çoğunluk, çok dar bir manâsıyla düşünebilmekte ve problemin mühim bir kısmı bundan kaynaklanmaktadır. Aslında kadın için bildirilen bu sıfatlandırma, ahlâkın esasını İslâm dini olarak kabul edenler için, “kadının her hal ve davranışıyla İslâm çizgisi sınırları içerisinde olması” manâsında anlaşılmalıdır.

Bediüzzaman Cevap Veriyor” ve “Hanımlar Rehberi” eserlerinde yer alan bir mektubunda ise, Bediüzzaman Risale-i Nur talebelerine evlenmek mevzuundaki ölçülerinin ne olması gerektiğini şöyle bildirmektedir:

Eğer hizmet-i Kur’aniye ve imaniyede yardımcı bir hanım bulsa alır. Hizmetine zarar vermez. Lillahilhamd bu neviden çok nur talebeleri var, zevceleri onlardan geri kalmıyorlar. Belki kadınlardaki şefkatten gelen ücretsiz fıtrî kahramanlık ve hakikî ihlas cihetiyle zevcinden daha ileri gidebilir. Nur talebelerinin yetişmiş kısımlarından ekserisi evlenmişler, bu sünneti yerine getirmişlerdir. Risale-i Nur onlara der ki: ‘Haneniz bir küçük medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki, bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçi olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlad olsunlar.

Kâinatta en yüksek hakikatin ve insan için en fazla değer verilmesi gereken şeyin Allah’a (C.C.) ve onun inanmamızı istediklerine iman etmek olduğunu bilen ve kabul eden Müslümanlar, elbette evlenmek için eş seçimine karar verirken de yukarıdaki paragrafta yazılı olanları öncelikle esas almalı; ancak bundan sonra hem hissî ve hem de mantıkî sebeblerle kararlarını vermelidirler.

Herhangi bir malı alırken o malda bulunması gereken özellikleri araştırarak kararını veren insan, hayatının en mühim alımını yaparken onda bulunması gereken en mühim özellikleri araştırmadan kararını verirse, çok büyük bir tezat hali göstermiş olmaz mı?

Herhangi bir el âletini, makineyi veya bir motorlu taşıt vasıtasını alırken onun arızasız ve güven verici olması yönünden büyük bir titizlik gösteren ve “Ben onu daha sonra istediğim şekle sokarım” demeyen insan, kâinatın en mükemmel makinesi olan diğer bir insanı kendine hayat arkadaşı olarak seçerken “Ben onu daha sonra istediğim şekle sokarım” diyerek, bir titizlik göstermezse, bu onun için gene büyük bir tezat hali değil midir?

Peki, nikahta keramet yok mudur?

Özel şartları içerisinde ve dar manâda nikahta kerâmet vardır fakat kerametin her manâsında doğru olduğu söylenemez. Bu söze dikkatle ve ihtiyatla yaklaşılmalı; hangi manâda doğru kabul edilebileceği bilinmelidir.

Kerâmet; Türkçe’de daha çok, “Allah’ın (c.c.) velî kullarında görülen olağanüstü haller” manâsında anlaşılmakla beraber, asıl kelime manâsı; kerem, lütuf, ihsan, bağış, ikram, ağırlamaktır. Bazıları, evlenmenin diğer şartlarını haiz oldukları halde, evlilikte maişetlerini nasıl temin edebilecekleri mevzuunda aşırı vehim ve Allah’ın (c.c.) Rezzak ve Kerîm isimlerine ilticada ise zayıflık gösterdiklerinde, onların bu hallerini tashih için;

Evlenene Allah (c.c) yardımcı olur, ihsanını ve ikramını gösterir.” manâsında:

– Nikahta kerâmet vardır.” denilebilir.

Ayrıca, birbirlerine denklik şartını yerine getirerek ve muhabbetle evliliğe başlayanlarda, nikah onların aralarındaki muhabbeti arttırtabildiği için de, nikahta keramet olduğundan bahsedilebilir.

Nikahta kerâmet vardır.” sözüne yanlış mana verip evlenirken yanlış seçim yapmak yerine, başlangıçta evlilik için denklik araştırmasının iyi yapılması, evlenecekler için çok önemlidir ve ihmal edilmemelidir. Eş seçiminde denklik ise, en başta dinî yönden aranır. Dinî yönden tam dengiyle evlenememiş olanlarda da, eşlerden hangisi daha dindarsa, diğeri onun dindarlığını taklide çalışır. Hem bu konu, hem de ailevî problemlerle alâkalı en gerçekçi teşhis ve çözüm yolu, Risale-i Nur Külliyâtı Lem’alar adlı eserde Yirmidördüncü Lem’a İkinci Nükte’nin ilk kısmında, özetle şöyle bildirilmektedir:

Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimâîyeden çekildiğim halde bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. “Eyvah!” dedim. İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi Cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim. Sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimâîyesine ve dolayısıyla dîn-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; biçâre nisâ tâifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin te’sirli bir sûrette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.

Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan ma’nevî evlâtlarıma kat’iyyen beyân ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çâre-i yegânesi, dâire-i İslâmiyedeki terbiye-i dîniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o biçâre tâifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Risâle-i Nurun bir parçasında denilmiş ki: Aklı başında olan bir adam; refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve dâimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o biçâre ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyâde hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor.

Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakattan sonra ebedî bir müfarakata ma’rûz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.

Hem Risâle-i Nûrun bir cüz’ünde denilmiş ki: Bahtiyardır o adam ki; refika-i ebediyesini kaybetmemek için sâliha zevcesini taklid eder, o da sâlih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki; kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur; saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki; sefahete girmiş zevcesine ittiba eder; vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki; zevcinin fıskına bakar, onu başka bir sûrette taklid eder. Veyl o zevc ve zevceye ki; birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yâni; medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.

İşte, Risâle-i Nûrun bu mealdeki cümlelerinin ma’nası budur ki: Bu zamanda aile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız dâire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.

…………………………..

Son cümlesine önemi sebebiyle tekrarla birkaç defa vurgu yapılmış olan bu iktibastan da sonra, ailevî meselelerde âraz tedavisi reçeteleri, palyatif tedbirler ve mecazî aşk edebiyatlarıyla konunun esasından saptırılmasına karşı, özetin de özeti olarak tekrar belki en doğrusu olarak şu söylenebilir:

Aileyi ayakta tutan, ana direk kadındır. Bu direğin sağlam olması icabeder; aksi halde aileler, bir çadırın ana direğinin veya bir binayı ayakta tutan kolonunun tahribiyle o çadır veya binanın çökmesi gibi çöker. Ailenin planını, projesini yapan Allah’ın bu mevzudaki âyet ve hadislerle bildirilmiş projesini inkârla veya beğenmemekle kendi dar anlayışlarıyla aile binalarında değişiklikler yapanlar, aile binalarının yıkılmasına sebeb olurlar. Bizi içten yıkmak isteyen şer güçler, suret-i haktan görünmeğe çalışarak, en az bir asırdır kadınlarımızı ifsad ederek cemiyetimizin temeli olan aile yapılarımızı bu şekilde ve bilhassa asrımızın çok gelişmiş iletişim teknolojilerini çok kötüye kullanarak bozmağa çalışıyorlar.

Bu gerçeği daha fazla geç kalmadan görebilmeli ve ona göre tedbirlerimizi alabilmeliyiz.

Prof.Dr.Mustafa NUTKU

www.NurNet.Org

Takva Nedir? Üstünlük Neden “Takva”dadır?

Takva; sakınmak, derin bir saygıyla Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmak, rahmetini, lütuf ve ihsanını kaybetmekten, kahr ve cezasından korkmaktır.

Takva, “huzur-u daimî”, yani daima Allah’ın huzurunda olduğunun şuuruyla yaşamanın formulüdür.

Kur’ân’da 258 yerde geçen takva âyetlerinden birisinin meâli şöyledir: “Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.” (Nahl Sûresi, 128.)

Bir hadis-i şerifte, “Arab’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. İnsanın cennete girmesine sebep olan en büyük şey, kulun takvasıdır” buyurulur.

Bediüzzaman, “Bu mektup gayet ehemmiyetlidir” notuyla talebelerine gönderdiği lâhikada, “Kur’ân-ı Hakim’in nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih” esaslarını nazara vererek şöyle tarif eder:

Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.” (Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 110.)

İslâm imanında, ahlâk ve hukukunda, “def-i mefasid ve terk-i kebâir üssü’l-esas”tır. Yani, önce olumsuz, şer, kötü yok edilir, ardından müspete, hayra, olumluya geçilir.

Takvada önce haramlar terk edilir. Ardından mekruhlardan sakınmak; peşinden mubah ve helâller gelir. Buna şöyle işaret edilir:

Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır… Hem, takva içinde bir nevî amel-i salih var… Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i salihadır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 110.)

Takvanın üç mertebesi olduğu nazara verilir:

1- Şirkten takva: İmanı tahkikiye çıkarıp şirkten korunmayı esas alır.

2- Masiyetten takva: Kebâiri, yani, büyük günahları işlemekten, küçüklerde de ısrardan sakınmayı gerektirir. En yaygın olarak bu anlamda kullanılan takva için, şöyle ferman edilir: “Eğer onlar Allah’a iman edip Onun emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınsalardı, elbette Allah tarafından verilecek bir mükâfat kendileri için daha hayırlı olurdu. Keşke bunu bilmiş olsalardı!” (Bakara Sûresi, 103.)

3- Masivadan takva: Kalbini, Hak’tan alıkoyan her şeyden uzak tutmak. Bu da zikir, şükür, fikir/tefekkür ile olur.

04.01.2013

Ali FERŞADOĞLU

afersadoglu@hotmail.com

“Namaz’dan çalanlar!” ne demektir? Namazda “rükün” ne demektir?

Şakir Bey: “Namazda rükün ne demektir? Tadil-i erkânın hükmü nedir? Uyulmaması namazı ifsat eder mi? Bu durumda sehiv secdesi yapmanın hükmü nedir?” diye soruyor.

NAMAZIN ANA ÇATISI

Namazın altısı namaz dışında, altısı da namaz içinde olmak üzere on iki farzı bulunmaktadır. Bu farzlardan namazın içinde olanlara aynı zamanda “rükün” de denmektedir. Yani namazın, üzerine bina edildiği ana çatı demektir. Bir bina düşünün; temel, sütun ve direkleri sağlamsa bina sağlamdır; çürükse bina da çürüktür ve her an yıkılmaya hazırdır. Namazın farz olan rükünlerini binanın üzerine kurulduğu ana sütunlara benzetirsek; bu rükünlerin sağlam olması, namazın da sıhhatinin şartlarındandır. Birisinin fesada uğraması ise namazın sıhhatine engeldir; namaz sahih olmaz. Meselâ namazda iftitah tekbiri, kıyam, kıraat, rüku, secde ve teşehhüt miktarı oturmak farz olduğundan, bunların birinin eksik olması halinde namaz sahîh olmaz. Bu rükünlerden birisi unutularak da olsa özürsüz olarak yapılmamış olduğu sonradan anlaşılsa, namazı iade etmek gerekir. Bunlardan birisini imamın da yapmadığı anlaşılırsa, yine namazın iadesi şarttır.

NAMAZDA TADİL-İ ERKÂN

Namazda tadil-i erkân, rükünleri rükün yapan temel davranışlar demektir. Tadil-i erkân, Şafiî ve Malikî Mezhepleri ile Hanefî Mezhebinden İmam-ı Ebû Yusuf’a göre farzdır. İmam-ı Azam ile İmam-ı Muhammed’e göre ise vaciptir. Denizli hapsinde hapishane şartlarında namazı tadil-i erkân üzere kılan Nur Talebelerinin bu halinin, mahpuslar içinde hâl ve fiil dilleriyle önemli bir irşad ve ders olduğunu ifade eden1 Bediüzzaman, namazda tadil-i erkânın Nur Talebeliğinin önemli bir rüknü olduğunu bildiriyor: “Şu kısa tarîkın evradı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tadil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır.”2

Bu durumda tadil-i erkânı da namazın ana çatısı içinde düşünmeli ve namazda tadil-i erkân’a riâyet etmelidir. Meselâ; kıyamda dimdik durmak, rükûda sırtın dümdüz olması ve en az bir defa “Sübhane Rabbiye’l-Azîm” diyecek kadar beklemek, rükûdan kalktıktan sonra belini iyice doğrultmak ve burada “Sübhanallah” diyecek kadar beklemek, secdede en az bir kere “Sübhane Rabbiye’l-A’lâ” diyecek kadar beklemek, secdede alınla beraber burnu da yere koymak, iki secdeyi birbiri ardınca yapmak, iki secde arasında “Sübhanallah” diyecek kadar beklemek tadil-i erkândandır.

Ebû Hüreyre (ra) rivâyet ediyor: Allah Resûlü (asm) mescitte iken bir adam geldi ve namaz kıldı. Peygamber Efendimiz (asm), adama: “Dön ve namazını tekrar kıl; sen namaz kılmış sayılmadın!” buyurdu. Adam namazını yeniden kıldı. Allah Resûlü (asm) daha sonra namazı şöyle anlattı: “Namaza durduğunda tekbir al. Sonra Kur’ân’dan Ümmü’l-Kur’ân’ı (Fatiha’yı) ve sana kolay geleni oku. Sonra mutmain oluncaya kadar rükû yap. Sonra rükûdan dimdik oluncaya kadar kalk. Sonra secdeye var. Mutmain oluncaya kadar secdede kal. Sonra doğruluncaya kadar kalk. Bundan sonra bütün namazlarında böyle yap.”3

Peygamber Efendimiz (asm): “Namazdan çalanlar hırsızlık bakımından insanların kötüsüdür” buyurmuştu.

Ashab-ı Kiram; “Ya Resûlallah, insan namazdan nasıl çalar?” diye sorunca, Allah Resulü (asm):

Namazda rükû ve secdeyi tam olarak yapmazsa namazdan çalmış olur!” buyurmuştur.4

TADİL-İ ERKÂNA UYMAMAK SEHİV SECDESİ GEREKTİRİR Mİ?

Görüldüğü gibi namazı tam ve eksiksiz kılmak, Allah’ın rızasına vesile olması açısından önemli bir farizadır. Şu halde rükünlere riayet etmek ve tadil-i erkân üzere kılmak, namazın “tam” ve “kâmil” olması için önemli birer kilometre taşı mesabesindedir. Tadil-i erkâna bilerek riayet edilmediği takdirde, bu, namazın bozulmasına sebep teşkil eder. Unutarak riayet edilmez ise, “vacip” diyenlere göre sehiv secdesi kurtarmakla beraber; “farz” diyenlere göre namaz yine bozulmaktadır. İmam, tadil-i erkâna riayet etmemiş ise, namazın mühim rükünlerinde arızalar meydana gelmiş demektir, en azından sehiv secdesi gerekir. Bu da yapılmazsa namaz eksik kılınmış demektir.

Tadil-i erkâna bilerek uymamaktan kaçınmalıdır. Sehven uyulmadığında ise sehiv secdesi yapılmalıdır. Bu durumda sehiv secdesi yapmak vaciptir.

DUÂ

Ey Mabud-u Bilhak! Ubudiyetimizi kemâle erdir! Kulluğumuzu tamama erdir! Kusurlarımızı bağışla! Namazımızı tadil-i erkâna ulaştır! Rükünlerimizde ihlâsı müyesser kıl! Hükümlerimizden hikmeti kaldırma! Ruhumuzu İnsaniyet-i Kübra sırrına ulaştır! Din-i Mübinini anlamayı ve yaşamayı bize pahalı kılma! Âmin!

Süleyman KÖSMENE

Dipnotlar:

1- Şuâlar, s. 272.

2- Sözler, s. 438; Mektubat, s. 442.

3- Müslim, Salât, 45.

4- Müsned, 3/56.

05.01.2013

Niyet denilen “Maya”nın Amel’e etkisi nedir?

Niyet eşyanın mahiyetini değiştirir. Günahı sevaba, sevabı günaha çevirir. Niyet; adî, ama ibadet kastıyla yapılan bir hareketi ibadete; gösteriş için yapılan bir ibadeti de günaha dönüştürür.

Mesnevî-i Nuriye’de geçen, ‘Nazarla niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalb eder.’ cümlesini açar mısınız? Niyet sevabı günaha, günahı sevaba nasıl çevirir?”

Peygamber Efendimize (asm), hicret edenlerin arasında birisinin, sadece bir kadını nikâhlamak niyeti taşıdığı, bunun için hicret ettiği bildirilir. Peygamber Efendimiz (asm): “Ameller niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah ve Resûlü için ise, hicreti Allah ve Resulü içindir. Kimin de hicreti dünya malı veya nikâhlayacağı kadın için ise, hicreti onun içindir.” buyurur.1

Sizin de aktardığınız gibi, Bedîüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle niyet eşyanın mahiyetini değiştirir. Günahı sevaba, sevabı günaha çevirir. Niyet; adî, ama ibadet kastıyla yapılan bir hareketi ibadete; gösteriş için yapılan bir “görünüşte ibadeti” de günaha dönüştürür. Meselâ, varlıklara sebeplerin yaptığı şeyler niyetiyle bakılırsa cehalet olur; Allah’ın yarattığı şeyler niyetiyle bakılırsa marifet olur, ilim olur, irfan olur; imanı olgunlaştırır.2

Yine meselâ yoldaki taşları Müslüman’ın ayağına takılmasın ve zarar vermesin niyetiyle kenara atmak sevaptır, hayırdır, güzeldir, ibadettir. Bu işi yaparken, dikkat etmesine rağmen sehven birisine zarar verse özür diler, zarar verme kastı ve niyeti olmadığından, günahtan da muaf olur. Yine bu işi yaparken yolun sertleşmesi ve oturması için döşenmiş taşları da sehven ayıklamış ve atmış olsa, bilgi eksikliğinden doğan zararı telâfi eder. Niyetinin sıhhatinden dolayı günahkâr olmaz, sevabında eksilme de olmaz.

Fakat aynı davranışı kötülük yapmak ve zarar vermek niyetiyle yaparsa, yaptığı iş ibadet olmaz, günah bir fiil olur.

Peygamber Efendimiz (asm) bu hususu şu veciz hadisiyle ifade buyurur: “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır. Münafığın ameli ise niyetinden hayırlıdır. Herkes kendi niyetine göre amel işler. Mü’min hayır ve iyilik niyetiyle bir amel işlediğinde kalbinde bir nûr ve feyiz bulur.” 3

Bu hadislerin tefsiri sadedinde Üstad Saîd Nursî Hazretleri, niyetin sıradan âdetleri ve adî davranışları ibadete çeviren pek acîp bir iksir, bir mâye ve bir ruh olduğunu, ölü halleri ibadetle canlandırdığını kaydeder. Bediüzzaman’a göre niyetin ruhu ihlâstır. Öyle ise gerçek kurtuluş ancak ihlâs ile mümkündür. Az bir ömürde, bütün lezzetleriyle ve güzellikleriyle Cennet ancak böyle bir halis niyetle kazanılır. Çünkü niyet ile insan daimî bir şâkir olur, daimî şükredici olur; daimî şükür sevabı kazanır.4

Niyetin mahşerdeki yansımasını Peygamber Efendimizden (asm) dinleyelim:

* “İnsanlar niyetlerine göre diriltilecek ve hesaba çekilecektir.”5

* “İnsanlar niyetlerine göre dirilirler ve haşrolunurlar.”6

* “Kıyamet gününde aleyhinde ilk önce hüküm verilmek üzere, şehit olduğu bilinen bir kimse getirilir. Allah ona olan nimetlerini anlatır. O da mazhar olduğu nimetleri hatırlar. Allah:

Ne amel işledin?” diye sorar. Adam:

Allah’ım, Senin yolunda cihad ettim ve nihayet senin için şehid düştüm.” der. Allah:

Yalan söyledin. Sen cesaretlidir desinler diye savaştın. Senin için öyle de denilmiştir.” buyurur ve ameli kabul görmez.

Sonra ilim öğrenmiş, öğrendiğini başkasına öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kimse getirilir. Allah ona da nimetlerini hatırlatır, o da itiraf eder. Sonra Allah ona:

“Ne amel işledin?” diye sorar. O da:

Allah’ım, Senin rızan için ilim öğrendim. Onu başkalarına öğrettim. Senin için Kur’ân okudum.” der. Allah:

Yalan söyledin. Sen âlim denilmek için ilim öğrendin. Ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân okudun. Hakikaten senin hakkında bunlar da söylendi.” buyurur ve amelini kabul etmez.

Sonra Allah’ın kendisine her çeşit maldan bolca verdiği bir kimse getirilir. Allah ona nimetlerini hatırlatır. O da hatırlar. Sonra Allah ona:

“Ne amel işledin?” der. Adam:

Allah’ım, verilmesini istediğin yerlere senin rızan için bolca verdim.” der. Allah:

“Yalan söyledin. Benim için vermedin. Ne cömert bir kimsedir desinler diye verdin. Nitekim hakkında böyle de denilmiştir.” buyurur da amelini kabul etmez.7

Süleyman KÖSMENE

Dipnotlar:

1- Buhârî, 1,50; Müslim, İmâre, 155; Riyâzu’s-Sâlihîn, 1; Câmiü’s-Sağîr, 1/1

2- Mesnevî-i Nûriye, s. 45

3- Câmiü’s-Sağîr,4/3810

4- Mesnevî-i Nûriye, s. 61

5- Câmiü’s-Sağîr, 1436

6- Câmiü’s-Sağîr, 3890

7- Müslim, İmâre, 152

İyi bir komşu muyuz?

Kutlu Doğum etkinliklerinin bu yılki teması, “Hz. Muhammed (sas), kardeşlik hukuku ve kardeşlik ahlakı“. Peki, bu çerçevede en yakınımızdaki kardeşlerimiz olan komşularımızla münasebetlerimiz nasıl olmalı? Allah katında iyi bir komşu olmak neyi gerektiriyor ve bize ne kazandırıyor?

Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) dünyayı teşrif ettiği nisan ayının içerisindeyiz. Bu sebeple Türkiye’nin dört bir yanında salâvat-ı şerifeler çekiliyor, naatlar okunuyor, hadisler ezberleniyor, Efendimiz’i (sas) hatırlatan programlar düzenleniyor. Bilindiği üzere Kutlu Doğum etkinliklerinin bu yılki teması; “Hz. Muhammed (sas), kardeşlik hukuku ve kardeşlik ahlakı“. Bu kapsamda yapılan etkinliklere, Allah Resulü’nün kardeşliğe dair her sünnetini söylemden amele dönüştürebilmek için bir fırsat vesilesi olarak bakmak gerekiyor belki de.

Konu üzerinde biraz düşününce, “Nereden ve nasıl başlamalıyız?” sorusu geliyor akıllara. Kardeşlik ilişkilerimizin en zayıf halkasından başlamak en doğrusu olmalı. Eskisi kadar olmasa da aile ve akraba bağlarımızın hâlâ sağlam temellere dayandığı bir gerçek. Ancak Efendimiz’in (sas) üzerinde önemle durduğu ‘komşuluk ilişkileri’, özellikle büyük şehirlerde yok denecek kadar azaldı. Büyüklerimizin zaman zaman kardeşten öte gördüğü, “Ev alma komşu al.” dediği, malını, mülkünü ve dahi çocuklarını emanet edebildiği komşular da…

Hâlbuki Allahü Teâlâ, Nisa Sûresi’nde yakın ya da uzak olsun bütün komşularımıza iyilik etmemizi emrediyor: “Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi eş (ve ortak) tutmayın. Anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinin malik olduğu kimselere (kölelerinize) iyilik edin. Allah (cc), kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.” Efendimiz (sas) de, “Cebrail, komşuyu bana o kadar çok tavsiye etti ki komşuyu komşuya varis kılacak zannettim.” buyuruyor. Bu hadis-i şerif açık bir şekilde, komşuluk ilişkilerinin Allah (cc) katında ne kadar önemli olduğuna işaret ediyor.

Sıkıntılarını paylaşın

Peki, üzerinde önemle durulan komşuluk ilişkileri nasıl geliştirilebilir? İlahiyatçı Doç. Dr. Fatih Çollak veriyor bu sorunun cevabını: “İyi komşuluk münasebetleri insani ve irfani hayatın temel tezahürlerinden, sağlam ve güçlü bir toplumun dinamiklerindendir. Bu tezahür ve dinamizm, komşunun; hastasını ziyaretle, cenaze ve düğününe iştirak etmekle, maddi ve manevi sıkıntısını paylaşmakla, kederlerini teselli, mutluluk ve başarılarını tebrik etmekle gerçekleşir.

Kutlu Doğum’u fırsat bilerek, her gün kapısının önünden geçtiğimiz komşumuza en azından selam vererek ilk adımı atmak zor olmasa gerek. Ya da Efendimiz’in (sas), “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” hadis-i şerifinden hareketle, komşularımıza çeşitli ikramlarda bulunabiliriz. Ki Allah Resulü, pek çok bahsinde komşularla yardımlaşmanın önemine değiniyor. Örneğin Müslim’in Ebu Zerr’den (ra) naklettiği bir rivayette; “Çorba yaptığın zaman suyunu bol koy. Sonra da komşularının haline bak. Muhtaç olanlara çorbadan bir miktar götürerek iyiliğin dokunsun.” buyuruyor.

Komşuluk hakkı neyi gerektirir?

Bir ayet-i kerimede ise dini yalanlayan kimselerin maun vermedikleri ifade ediliyor. Müfessirlerin çoğuna göre “maun”, komşuların birbirlerine ödünç verdiği ufak tefek eşyalara, evlerin günlük ihtiyaçlarında kullanılan iğneden baltaya kadar her türlü araç ve gerece deniyor. Peygamber Efendimiz (sas), maun denilen bu ihtiyaçların komşulardan sakınılmaması gerektiğini söylüyor. Bir hadis-i şerifinde ise komşuluk haklarını şöyle özetliyor: “(Komşun) Borç istediğinde verirsin, yardım istediğinde yardım edersin, muhtaç ise verirsin, hasta ise ziyaret edersin, ölürse cenazesine gidersin, bir nimete kavuşursa sevinirsin ve onu kutlarsın, bir musibete uğrarsa üzülürsün ve ona taziye edersin, tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmezsin, ona pişirdiğinden verirsin, binanın üzerine çıkmazsın, onun izni olmadan ferahlatıcı rüzgârını kesmezsin, meyve aldığında ona da hediye edersin, hiç olmazsa evine getirirsin; çocuğun onun çocuğunun gıpta edeceği bir şeyle çıkmaz. Ne dediğimi anlıyor musunuz? Komşunun hakkını ancak Allah’ın çok az şanslı kulu gözetebilir.

Efendimiz’in bu hadis-i şerifinde değindiği komşuluk hakları, komşularımızla ilişkilerimizde temel felsefemiz olmalı. Günlük hayatın koşuşturmacasına kapılıp komşularımızdan bir selamı, birkaç kelamı, bir tas çorbayı esirgemeyelim. En azından bu kutlu ayda onlara Efendimiz’i (sas) hatırlatmaya, anlatmaya çalışalım. Unutmayalım ki Allah katında da, kul katında da hakkında komşularının iyi şahitlik yaptığı bir kişi olmak önemli bir fazilettir.

Hiç değilse rahatsız etmeyin

Doç. Dr. Fatih Çollak (İlahiyatçı): Üzülerek ifade edelim ki, yaşadığımız çağda modern denilen materyalist hayat özellikle metropol karakterli yerleşim birimlerinde insanı yalnızlaştırmış; ferdiyetçi, bencil ve tamamen nefsani duygu ve isteklerinin esiri bir varlık haline getirmiştir. Bu olgu aile içi ilişkileri olumsuz etkileyerek çekirdek aile tipini meydana getirmiş, komşuluk anlayış ve hukuku noktasında gereken hassasiyet her geçen gün daha da azalmıştır. Aynı apartmanda yaşadıkları halde yardımlaşma, dayanışma bir tarafa, tanışmayan, konuşmayan insan tipleri oluşmaya başlamıştır. Komşuluk ilişkilerinin olumlu yönleri bugün en azından bazı bölgelerde hakkıyla gerçekleştirilmese de, hiç değilse olumsuz yönlerinden kaçınmak mümkündür. Bunun için komşuları rahatsız edecek davranışlardan, yüksek sesle konuşmaktan ve ne türlü olursa olsun gürültü yapmaktan kaçınmak gerekir.

Komşuluk ile ilgili hadis-i şerifler

“Cibril bana komşu hakkını o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse komşuyu komşuya vâris kılacak zannettim.”

“Vallahi mü’min olamaz! (üç defa) Kim, ey Allah’ın Rasûlü? Şerrinden komşusu emin olmayan kişi”

“Komşusu, zararından emin olmayan kimse cennete giremez.”

“Ev almadan önce komşunuzu, yola çıkmadan önce arkadaşınızı araştırınız.”

“Devamlı ikamet ettiğiniz yerdeki kötü komşudan Allah’a sığınınız. Çünkü göçebelik anındaki kötü komşu geçicidir.”

“İyi komşu, uysal bir binek ve geniş ev, kişinin saadetini sağlayan unsurlardandır.”

“Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşı için en hayırlı olandır. Allah katında komşuların en hayırlısı da komşusu için en hayırlı olanıdır.”

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

“Hangi mahallede bir kişi aç kalırsa, o mahalle Allah’ın korumasından düşer.”

“Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, bir kul kendisi için istediğini komşusu için de ve yahut din kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olmaz.”

“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusunu incitmesin. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya da sussun.”

Esra Keskin Demir / Zaman Gazetesi