Etiket arşivi: ismail aksoy

Yusuf Olabilmek Çok Zor!..

Evet, çok zor Yusuf olabilmek, hele hele Züleyha karşısında dayanabilmek… Ama imkânsız değil…

İffet ve haya sözcükleriyle süslü “Kıssaların en güzeli= Ecmelü’l-kısas” denildiğinde hemen hepimizin aklına Hz. Yusuf’un kıssası gelir. O gün odada Züleyha ile ikisi baş başa kalmışlardı. Züleyha ondan arzuladığı ve aklına koyduğu şeyi şiddetli arzu ile elde etmek istiyordu. Zamanını denk getirmiş ve arkadan kapıları üzerlerine kilitlemişti Yusuf kaçmasın diye… Dışarıya karşı da tedbir almıştı böylece… İsteğini Yusuf’a iletti, O ise; Allah’a sığınırım(1) diyerek gayr-i meşrû’ teklifi reddetti.

Bu reddediş, iffat sınavında ve haramlara karşı onurlu bir duruş sergilemede ders ve ibret olması bağlamında, yüce Kitabımız Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şânın şahitliğiyle gerçek tarih sayfasında gururlu yerini almış oldu.

İffet; insanın süsü, ziyneti, mâsûmiyeti, dokunulmaz onuru ve namus anlayışının gurururydu.

 Bilinen hâdise üzerine, edep yerlerinin açılması üzerine, açığa çıkan yerlerini örtmeye çalışan Hz. Adem ve Eşinin bu tavrı (2), bu duygunun doğuştan var olduğunun ve ayırt edici bir vasıf olduğunun göstergesi…

Yusuf olmak çok zor…

“Haydi gel” teklifine, “Maâzallah=Allah’a sığınırım”(3) diyebilmek çok zor.

Yusuf gibi; “Halbuki ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Muhakkak ki nefis, daima kötülüğü emredicidir; ancak Rabbbimin merhamet ettiği (koruduğu kimse) müstesna…(4) diye haykırabilmek ve Allah’a teslim olabilmek…

Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimad eden (güvenen) bedbahttır (tali’sizdir). Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır. (5) hakikatını rehber edinebilmektir asıl mesele…

Yusuf olabilmek çok zor…

Kuyuya atılacaksın, su çekmek için sarkıtılan kova ile dışarı çıkacaksın…

Ama çıkıncaya kadar kim bilir hangi esrarlı hallerle sırdaş olacak,  hangi mu’cizeleri yaşayacak, Rabbânî hikmetlere ve yansımalara şahitlik edeceksin?

Köle olacaksın, pazarlarda satılacaksın…

Nefsini elekten geçirecek, ağır sözlere ve ithamlara boyun eğeceksin.

Ve dünyanın en zor imtihanından geçeceksin efendinin eliyle… İffetdışı isteklere mâruz kalacak, kadınların diline düşeceksin Züleyha ile birlikte…

Güzelliğin, cemalin başına işler açacak, hayretlerinden ağızlar açılacak, eller kesilecek, fal taşı gibi açılan gözlere muhatap olacaksın, kızaracak yüzün iffetinden, ürpereceksin haya ikliminde ve Allah’a sığınacaksın?

Yusuf olabilmek çok zor…

İftiralara uğrayacak, zindanlara atılacaksın. Gün yüzü görmeyecek, soğuk taşları döşek, örümcekleri yorgan edineceksin bedenine…

Ama yine Allah’a sığınacak, O’na güveneceksin.

Her harama karşı çıkışın bir başlangıç olacak, her düşüşün bir devrin bitişi olacak, duruşun Yusufca olacak ve O’ndan başka kimseyi imdada çağırmayacaksın.

Yakub’un Yusuf’u olmak ve Yusuf’un Yakub’u olmak…

Kardeş kıskançlığının, sevgi yoğunluğunun mağduru olmak çok zor…

Sıla hasreti çekmek, vatandan, babadan/anneden/kardeşten uzak kalmak, özlemleriyle yanmak?

Mısır’a sultan olmak, aziz olmak, halkın sevgilisi olmak… Çile olmadan, zindan olmadan, mağdur olmadan, rengin solmadan, nefisten feragat etmeden nasıl mümkün olabilir ki?

Kuyudan, zindandan, nefs-i emmâreden geçiyor bu çilelinin yolu… Yolcuları da Medrese-i Yusufiyeden…

Tıpkı zamanın gür sesi Bediüzzaman ve talebeleri misâli…

Ve Yakub’a kavuşmak, yeniden bir bağış ve lütuf eseri olarak tazelenen ve yenilenen bir simaya sahip Züleyha ile meşrû çizgide buluşmak, aşka susamışlığın, vuslatın, kavuşmanın/kucaklaşmanın/affetmenin mutluluğunu doyasıya yaşamak…

Ve hayatı tüm renkleriyle, zevkleriyle, şatafat ve şöhretiyle yaşamaya sıra gelince: “Canımı Müslüman olarak al ve beni Sâlih kimseler arasına kat(6) diyecek kadar âhiret yurdunu ve ebedî âlemi tercih edebilmek…

…Doğrusu şu ki, kim (Allah’tan) sakınır ve sabrederse, artık şüphesiz Allah, iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez..(7) Kur’ânî sadâya kulak verebilmek…

Evet, Yusuf olabilmek çok zor…

Hele âhir zamanda…

İffet ve edepten yoksun Züleyhaların (ki Yusuf’un Züleyhası iffetsiz değildi) kol gezdiği, her köşe başından, sanal ve gerçek dünyanın parmaklarından  göz kırptığı bu zamanda…

İsmail Aksoy / NurNet.org

Dipnotlar:

  1. Yusuf, 12/23.
    1. Tâ-Ha, 20/121.
    2. Yusuf, 12/23
    3. Yusuf, 12/53
    4. Bedîüzzaman Said Nursî, Mektûbat, 26. Mektup, 4.mebhas

6.  Yusuf, 12/101

7.  Yusuf,12/90

Ramazan’ı Anlamak

Kur’ân, gufran, şükran ayına, ayların sultanına can atan gönüllerin kavuşmasına az kaldı.

Yani “Ramazan’ın gölgesi üzerimize düştü.” Rahmet iklimine girmiş olduk.

“Kur’ân’ın indirildiği”, “bin aydan daha hayırlı” bir geceyi bağrında saklayan sayılı günlerin hülyası sardı âfâkımızı…

Kirlenen bedenlerimizin, bunalan ruhumuzun, tıkanan damarlarımızın, körelen sevgimizin, zayıflayan yardım duygularımızın yeniden canlanacağı bereketli günlerin üzerimize sükûnet ve sekînet bahşedeceği günler Ramazan günleri…

“Tervîha/Terâvîh” lerle ruhî seyirlerin, kalbî muhabbetlerin, ubudiyet moduna yükseldiği gecelerin, esrarlı yükselişlerinde mânevî hazlarla dolup taşan bir mevsimin adı Ramazan…

Muhabbetin, sohbetin, paylaşmanın, insanca anlaşmanın, itmi’nanın, idrakın, iz’ânın, sürûrun, sükûnun, dayanışmanın, huzurun taçlandığı, sulh ve barışın, rızaya varışın amaçlandığı, gönüllerin ılık meltemlerle ferahladığı müstesna günler Ramazan…

Ne mutlu Ramazan ve oruç bereketiyle arınanlara!

Ne mutlu seksen üç yıllık ömr-ü bâkîyi kazananlara!

Sahurlarda, iftarlarda, teravihlerde, bakışlarda, duruşlarda, okuyuşlarda, çıkılan sarp yokuşlarda yakalayabilmektir aslolan Ramazan ruhunu…

Mü’min ve muvahhit bir cemaât-ı İslâmiyenin yer küreden yükselen dua ve tazarrû âvazlarıyla semâdaki mele-i a’lâ sakinleriyle buluşmasıdır Ramazan…

Ahkâm-ı şer’iyyeye inkıyâdın aksiyona dönüşmesi, ef’âl-i sâliha ve a’mâl-i uhreviye ile bütünleşmesidir Ramazan…

Acz, fakr, tefekkür ve şefkat odaklı bir mevsimin, bir panayırın, bir serginin, bir fuarın mahsûlatının derlendiği demdir Ramazan…

Oruç şuurunun sevince dönüştüğünün kâinata îlânıdır…Tüm mevcûdat ve mahlûkatla tebrikleşmenin, helalleşmenin ve halleşmenin adresidir Ramazanlar…

Arz ve semânın Rabbine hamd, şükür ve senâsını kulun yüksek ciro ile arz etmesidir Ramazanın Rabbine…

Fıtratın, yaratılışın, cismânî sıhhatin, nefes alıp-vermenin, varlık âlemine çıkmanın, İslâm uhuvvetiyle beslenmenin, yoksulu gözetmenin gereği olarak eda edilen fıtır sadakasıyla, zekât ibadetiyle kalplerin yumuşadığı, gönüllerin alındığı, muhtaçların sevindirildiği mevsimdir Ramazan…

Aczini, açlığını, fakrını, fakirliğini bir bardak suda görmenin derinliği, İlâhî nimetin enginliğidir Ramazan…Oruçla günahlara set çeken sonsuz rahmetin deryasında katre olmak, cüziyyetiyle beraber kül olmaktır Ramazan…

İnsanlığın karamsarlıktan, inançsızlıktan, maddeci felsefeden, ataletten, miskinlikten, tenperverlikten, maddî/mânevî marazlardan silkinişinin, yeniden dirilişinin ve ihyasının sembolüdür Ramazan…

Hoş geldin, ey Nebevî nefesin ruhlarda izi, özü ve sözünün yankılandığı mü’mince duruşun, nurlu bakışın, takvaca akışın feyizli ve münbit ânı…

Selâm sana Rahmet ve gufrân ayı…

Selâm sana Kur’ân ve şükran ayı…

Selâm sâim ve kaim olanlara…

Selâm kullukta dâim olanlara…

Selâm gönül levhasında Ramazan’ı yaşatanlara…

Ramazanınız mübarek olsun.

İsmail Aksoy – Araştırmacı Yazar

www.NurNet.org 

Yol Haritamız Kuran

“Sizi karanlıklardan, aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametli, çok şefkatlidir…” (1)

“İşte bu Kur’an muazzam bir kitabdır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur). Artık buna uyun, emirlerine bağlanın ve Allah’tan korkun ki, size merhâmet edilsin.” (2)

İnsanlığın çorak gönül toprağına rahmet yağmurları yağdıran sonsuz rahmetin sonsuz nuru… Kerim olan Rabbim’den Kerim olarak indirilen sonsuz kerem kaynağı… Tüm yolların rotası O’nu göstermekte. Bütün yıkılışların, kayboluşların hayat bulduğu iksir O… O’ndan gelen ezelî nurla müjdeler dökülmekte mücedditlerin dilinden zaman ve mekânın derinliklerine. Hanslar Hasan olursa, ancak O’nun diriltici nefesiyle olabilir. Obamalar gerçek Hüseynî ruhuna, O’nun getirdiği şaşmaz adâlet ölçüleri ve prensipleriyle ulaşabilirler ancak… İnsanlık yaratılışına denk düşmeyen hevâ ve hevesin ürünü beşerî kurallarla değil.. Acımasız zulüm ve katliâm iniltileriyle yeri-göğü titreten mazlumların feryatları, ancak O’nunla sükûn bulabilir, güven ve huzura erebilir.

Barışa susamış gönüller, beldeler, kıtalar O’nun yokluğunda derbeder, bîçâre… Bu gün Türkiyemiz, güneyinden kuzeyine, batısından doğusuna huzur istiyorsa, kardeşlik çığlıkları atıyorsa; çaresi Kur’ân’a sarılmaktır. Irkçılık ve etnik yaklaşımlardan vaz geçmektir. İslâm birliğine giden yolda yardımcı ve destek olmaktır.

O’ndan bir parça taşımayan kalp bomboş bir ev, sanki vîrâne… Rabbim’den en güzel hitapla indirilmiş yer yüzünün barış güvercini, niza ve kavgaların şaşmaz hâkemi, teraziyi müstakîm tutan dosdoğru el… Sahte dostlukların cirit attığı âlem çarşısında en güzel vefâlı dosttur O…

Kur’an hayat’tır, saf ve gerçek güzellik, daimî bir gençlik, tazelik, tükenmez bir enerjidir.

Her şeye rağmen, bütün kozmos kaosların ortasında bocalayan insanlık için, küresel felâketlerin, toplumsal kasırgaların çöl ortamında yol gösterici ışıklı levhalar misâli parlayan güzellik, yaşanan ve yaşatılan hayattır O.

Şu günümüz hâdiselerinde o şaşmaz reçeteye ne kadar da muhtacız.

Hz.Ebû Bekirlerin, Ömerlerin, Mus’apların, Sümeyyelerin, Sümeyrâların, Şâh-ı Nakşibend’in, Geylânîlerin, İmam Rabbânîlerin, Muhammed Zahit Kotkuların, Bediüzzaman Said Nursî’nin ve daha nice âriflerin, zâhidlerin (kaddesallahu esrârehum) hayatlarına hayat, dâvalarına esas, fikirlerine ışık, kalplerine nur ve sürur olan lâhûtî bir kitaptır O…

Büyük kâinat kitabının ezelî tercümesi, şerh ve izahı… Bütün zaman ve mekânların lisânı.. İnsanlığın gerçek hikmet ve ilim kitabı, mürşidi, hidayetçisi..

Müsbet ilimleri okuyan ve şerh eden, sayısız kürsülerin en yüksek mertebesinden, Arş-ı Âzam’dan yankılanan sesidir O.

Kur’an, insanları küfrün karanlıklarından imânın aydınlığına, Allah’ın yoluna çıkarmak için (3), Mü’minler için bir şifâ ve rahmet kaynağı olduğu için (4), insanlık ailesinin adalet içinde yaşaması için (5), Kur’ânla Hakk’ın geldiğini, bâtılın yıkılmaya mahkûm olduğunu bildirmek için (6), Allah’ın gösterdiği doğrultuda hükmetmek için (7), daha önce indirilen kitaplardakileri doğrulamak için (8), insanları en doğru yola iletmek için (9), Kur’ân benzeri bir sure getirilemeyeceğini bildirmek ve meydan okumak için (10), inanıp da güzel amel işleyenlere Cenneti müjdelemek (11)… için indirilmiştir.

Gönlünü ve kulağını Kur’an’a açan herkes Kur’an’dan dersini alır. Güneş, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. Güneşe yönelen her çiçek ondan payını alır. Tıpkı tüm varlıkların istifadesi gibi…

Bülbül milyonlarca nağme döker, ama biz anlamayız. Anlamayız diye bülbül sesinin güzelliğinden mahrum kalmak istemez, onu hayran hayran dinleriz.

Kur’an-ı Kerim anlaşılmak için indirilmiştir. Kur’an’da geçen yüzlerce ta’kılûn, ya’kılun, ta’lemûn, ya’lemun, yetedebberûn, tetefekkerûn, yetefekkerûn, yefkahûn kelimeleri Kur’an’ın anlaşılmasını istemektedir.

Anlaşılmadan okunup zevk alınan tek kitap Kur’an’dır. Dünyada anlaşılmadan zevkle okunan ikinci bir kitap gösterilemez. İsterseniz bildiğiniz harflerle yazılmış yabancı dilden bir kitabı okumayı bir deneyin, okuyamazsınız. Her gün bir cüz okuyarak ayda bir hatim indiren babanız – anneniz veya eşiniz-çocuğunuzdan bir yabancı dildeki kitabı okumasını isteyin. Bir satır okur ve bırakır. Ama Kur’ân öyle değil. Hak dostunun kelamını can kulağıyla okur, tatlı bir huzur, gül koklar gibi nefis bir lezzet alırız O’nun mânevî ikliminden…

Ya bir de anlayarak okuyabilsek…

“Allah hikmeti dilediğine verir, kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir.” (12) âyetinde derin ve faydalı bilgiye sahip kılınanlar, insanlığa ışık saçar, nur serper, pozitif enerji yayarlar.

Okumakdan zevk aldığımız Kur’an’ı bir anlasak yerimizde duramaz, hizmetten hizmete, nurdan nura koşardık. Mekke’den Medine’ye, Medine’den Kudüs’e, Kudüs’den İstanbul’a koşan sahâbe gibi cihad şevkiyle dolar taşardık

Kur’ân âyetlerine bakarak cehennemi görür gibi (13), cenneti koklar gibi (14) bir ruh hâline girebilseydik; küresel zalimlerin, süfyan ve deccal ruhlu mütegallibelerin önüne geçer, insanlığa dehşet ve göz yaşıyla cehennemî bir çığır açmaya çalışanların karşısına tıpkı Ömer (r.a) gibi dikilir, Kur’ânî çağrımızla yer yüzünün cennet olması adına geceyi gündüze katardık. Barışı zedeleyen, ümmetin birliğini zayıflatan, ırkçılığı öne çıkaran davranışlardan şiddetle kaçınırdık.

Kur’ânî sadâlar kâinatta çınlar, gönüller ve kulaklar en güzel bayramını yaşardı.

Ana okulundan üniversiteye kadar, hangi gerekçe ile olursa olsun, İngilizce öğrenen ve hayranlığını ifade eden insanımız, iki dünyamızı da mâmur ve mutlu edecek olan Kur’ânın dilini öğrenmekten geri durmamalıdır.

O’nu anlama ve mefkûresini pratik hayata geçirme çabaları asla neticesiz kalmaz. Zor bir doğumun sancılarıyla kıvranan insanlığın kutlu doğum müjdesini O fısıldamaktadır.

Yangın yeri hâline dönüştürülen, tek gözlü ve tek dişli canavarların istilasından insanlığı hak, adâlet, eşitlik, hürriyet, insaf, merhâmet, şefkat ve barış eliyle yeniden inşa ve ihya edecek olan hareketin merkezi, kaynağı ve kalesidir O.

Yaralı kalplerin, cehâletin, fakrın, ihtilaf, kavga ve çekişmelerin, horlanmışlığın, yoksulluğun, kimsesizliğin, harabiyetin, kırgınlıkların, istismarcılığın, gasp edilen hakların, akıtılan göz yaşlarının, vurgunun, talanın, rüşvetin, sınır tanımayan şehvetin, geri kalmışlığın, gözü dönmüşlüğün, aymazlığın, vurdumduymazlığın, sorumsuzluğun, atâletin, meskenetin, her türlü âfetin, küresel felâketin, güvenden yoksun memleketin, zekâtsız servetin, şımartılmış saltanatın, başıboş hayatın, zembereği boşalmış saatin, dağılmış dikkatin, zedelenmiş rikkatin, mahzun payitahtın ve kurtuluşu arayan beşeriyetin tek çâresi ve reçetesi Kur’ân’dır, Kur’ân ahlâkına sarılmak ve O’nunla amel etmektir.

İsmail Aksoy

aksoyismail06@gmail.com

www.NurNet.org

Dipnotlar:

1. Hadid Suresi,57/9

2. el-En’âm,6/155

3. İbrahim,14/1

4. İsrâ,17/82

5. Hadid,57/25

6. İsrâ,17/81

7. Nisa,4/ 105

8. Maide,5/ 48

9. İsra,17/ 9

10. Yûnus,10/38,Hûd,11/13

11. Hûd,11/23

12. Bakara,2/269

13. Tekâsür,102/ 6

14. Muhammed,47/ 6

İslam Birliği ve Kuran’ın Hakimiyeti

İslâm Birliği ve Kur’ân’ın hâkimiyeti

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin İslâm Birliği projesi; gaye, maksat, hedef, mâna, çerçeve ve boyut itibariyle devâsa bir projedir. Kâinatın ve âhir zaman insanlığının, yani Müslümanlarının en büyük ve kapsamlı projesidir.

Aslında ‘İslâm Birliği’, Kur’ân ve O’nun tebliğcisi Allah Resûlü (s.a.v) tarafından tevdî’ edilmiş, bütün Müslümanlar, özellikle ilim/irfan/gönül erbâbına, Peygamber vârislerine ve Kur’ân talebelerine yüklenmiş, program ve CD’leri önceden hazırlanmış, yazılımı yapılmış bir projenin; akleden, tefekkür ve tezekkür eden, zamanın dehşet ve vahşetine karşı vahdetin farkında olanlar tarafından hayata geçirilmesi gereken “ bu zamanda en büyük farz” vazife niteliğinde bulunan bir emirdir, sorumluluktur, ciddiyetle takibi gereken en âcil farzdır.

İttihad-ı İslâm, şer ve nifak cereyanlarının karşısında en büyük settir.

Bu zamanda en âcil içtimâî bir vazifedir.

Yine Bediüzzaman, bu birliğin unsurlarının ahlâkî temellerinden söz ederken;

1.Haya, yani utanma duygusunun,

2.Din gayretinin,

3.Merhamet ve şefkatin, yüzlerdeki gülümseme ve davranışlara yansıması gerekliliğinden bahsederek Müslümanların bu birliği oluşturmadaki ilk adımları ne şekilde atacaklarının ipuçlarını da verir.

İttihad-ı İslâm olmazsa, içtimai hayattaki ikinci ve üçüncü vazifelerin gerçekleşmesi mümkün olmaz.

Peki, ikinci ve üçüncü vazifeler nedir diye soracak olursak: ikinci vazife; Şeâiri (islâmî sembol ve ritüelleri) ihya etmektir, yaşamak ve yaşatmaktır, uygulama alanına sokmaktır. yani, bid’atların ortadan kaldırılmasıdır. Bir başka ifade ile, sosyal hayata yapılacak yükleme ile bilhassa avamın ve herkesin İslâmî düşünme, İslâmî amel/hayat ve İslâmî hislere (şuurları olmadan olsa bile) sahip olmalarının teminatıdır. Kastamonu Lahikasında bu meseleden bahsediliyor. Yani ecdadımızdan tevarüs eden güzel hasletler, ahlâkî güzellikler, toplumsal değerler darbelenerek tahrip edildi, sosyal hayattan soyutlanarak İslâm toplumu dinî değerlerden ve özellikle şeâir denilen İslâmî sembol ve hayat tarzlarından uzaklaştırıldı. O bakımdan İslâm içtimaiyâtı, İslâmî hayat tarzı, Sünneti yaşamadaki , avamın âhireti kazanma hususundaki teminatıdır, güvencesidir.

İşte bu güne kadar bilinçli ve plânlı bir biçimde gerçekleştirilen ve direkt olarak Müslümanları amelî, fikrî ve edebî (sanat adı altında sosyal hayatın her kademesinde uygulanan plânlı kokuşmuş batı kaynaklı aktiviteler, Yunan kaynaklı, ene merkezli hastalıklı fesle ile yazılı ve görsel basının bünyede açtığı yaralar, aile ve fertlere yönelik yozlaştırma faaliyetleri, v.b) açıdan vuran inkılâpların tahribatının giderilmesi bu devrelerde gerçekleşecektir.

Peki üçüncü vazife nedir? Siyaset-i İslâm’dır. İkinci ve üçüncü vazifeler için büyük bir potansiyel kaynak gerekir. Risalelerde geçen “nokta-yı telâkî” lâzım. Nokta-yı telakîsiz İslâm Birliği olmaz.

Müsellemata dayanan esaslar bağlayıcıdır ve Nokta-yı Telakî’dir. Müşterek bir noktadır.

Telâki, mülâki yani kavuşma, buluşma, uyuşma, imtizac, birleşme anlamındadır. Nokta-i telâki denilen bu prensip ve esaslara, cemaatı oluşturan ferdler tarafından tereddüdsüz bağlı kalınması şarttır. Çünkü Nokta-i telâki prensipleri vahye dayanan İlahî prensiplerdir ve güçlü bir birliği netice verir. Eğer bu birlik ve tesanüd ruhu yoksa, bu noktanın tam anlaşılamadığının ve bu mühim zarurete inanılmadığının, teslimiyet şuurunun bulunmadığının bir kanıtıdır.

Bediüzzaman’ın çokça üzerinde vurgu yaptığı ‘Hürriyeti Şer’iyye’ olmazsa Allah hakimiyeti ortadan kalkar, beşer hakimiyeti gelir. İlâhî vahye dayanmayan İnsan hâkimiyetiyle İslam hayatının yürütülmesi mümkün değildir. Çünkü Hürriyet-i Şer’iyyede Allah’ın tesbit ettiği hürriyetlere insan müdahale edip yasaklayamaz, ortadan kaldıramaz.

Bunun anlamı ve açılımı ise Kur’ân’ın hâkimiyetidir.

Mâdem Allah va’detmiştir, mutlaka tahakkuk edecektir.

İstikbal İslâm’ın ve Müslümanların olacaktır. Hâkim, hakaik-i imâniye ve Kur’âniye olacaktır. Bundan aslâ şüphemiz olamaz.

Yorumsuz olarak birkaç Hadîs-i Şerîfi nazarlarınıza takdim ederek yazımıza son verelim:

Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v)’den şöyle nakleder:

Bütün peygamberler kardeştirler. Onların dîni birdir, anneleri değişiktir. Ben Meryem oğlu Îsâ’ya daha yakınım. Zîrâ benim ile O’nun arasında başka bir peygamber yoktur. O mutlaka inecektir. Siz onu gördüğünüz zamân tanıyınız. Zîrâ O orta boyludur ve beyaz ile kırmızı renk arasında bir tene sâhiptir. Saçları kıvırcık olmayıp düzdür. Islaklık değmediği hâlde, sanki başından su damlıyor gibidir. Üzerinde boyanmış iki elbise olacak. Domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslâm’dan başka dînleri iptâl edecek. Allâh, O’nun zamânında İslâm’dan başka diğer bütün dînleri helâk edecektir.

Allâh O’nun zamânında kezzâb Mesîh-i Deccâl’i helâk edecektir. Yeryüzünde emniyet olacak, develerle arslanlar, kaplanlarla sığırlar, kurtlarla koyunlar berâber otlayacak. Çocuklarla yılanlar berâber oynayacak, biri diğerine zarar vermeyecektir. Îsâ (a.s.) Allâh’ın dilediği kadar yeryüzünde kalacak, sonra vefât edecek. Müslümanlar O’nun üzerinde namaz kılacaklar ve O’nu defn edeceklerdir. Allâh O’nun zamânında Mesîh-i Dalâl ve a’ver-i kezzâb olan Deccâl’i helâk edecektir.”(1)

Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v)’den şöyle rivâyet ediyor:

Îsâ b. Meryem, âdil bir hâkim ve zulme son veren bir idâreci olarak inmedikçe kıyâmet kopmaz. O haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak. O’nun zamânında mal ve servet o kadar çok olur ki, kendisine sadaka verilecek kimse bulunamayacaktır.”(2)

Câbir bin Abdullâh anlatıyor; “Rasûlüllâh buyurdular ki:

Deccâl dînin çok zayıf olup gizlendiği ve ilmin arka verip gittiği bir zamânda çıkacaktır. Onun için kırk gün vardır. O günlerde seyâhat edecek. Birinci günü bir senedir. İkinci günü bir aydır. Üçüncü günü bir cuma gibi, dördüncü günü diğer günleriniz gibi olacaktır.

“Hadîsin devâmında Hazret-i Peygamber (a.s.m.) şöyle buyurur:

Sonra Îsâ b. Meryem, seher vaktinde inecek ve şöyle diyecek: ‘Ey insânlar! Siz niye bu kezzâb-ı habîse doğru yürümüyorsunuz.’ Onlar Îsâ (a.s.) hakkında ‘Bu racul-i cinnîdir.’ derler. O’na doğru gittiklerinde bakarlar ki, Îsâ b. Meryem’dir. Namâz ikàme edilir, Îsâ’ya ‘Ey Rûhullâh! Buyur bize namâz kıldır,’ derler. O, ‘Sizin imâmınız öne geçsin, size namâz kıldırsın,’ der. Sabâh namâzı kılınırken cemâat Deccâl’e doğru gidecekler. Deccâl, Îsâ’yı görünce tuzun suda eridiği gibi erir. Îsâ (a.s.) ona gider ve onu öldürür. Hattâ her ağaç ve her taş şöyle nidâ eder: ‘Ey Rûhullâh! Bu Yahûdî’dir, arkamda gizlenmiş.’ Hazret-i Îsâ (a.s.)Deccâl’e tâbi’ olan herkesi öldürür.’”(3)

İmrân b. Husayn Peygamberimizden şöyle nakleder:

Allâhu Teâlâ’nın emri gelinceye kadar, benim ümmetimden bir tâife haktan ayrılmaz, onlara düşmanlık edenlere galebe ederler ve Îsâ bin Meryem inecek.”(4)

Âişe vâlidemiz anlatır: “Ben ağlarken Allâh Rasûlü (a.s.m.) çıkageldi ve ‘Seni ağlatan nedir?’ diye sordu. ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Deccâl’i hatırladım da onun için ağlıyorum,’ dedim. Rasûlüllâh (s.a.v) buyurdular ki:

Eğer ben hayâtta iken o çıkarsa, sizin yerinize ben onun hakkından gelirim. Eğer benden sonra çıkarsa Rabbiniz a’ver (tek gözlü. bir gözü kör. yek-çeşm.(âhirzamanda gelecek süfyan adındaki bir zâlimden “aver” diye rivayetlerde bahsedilmesi, sadece dünyayı görecek bir gözü olduğu ve âhireti görecek imân gözünün olmadığından kinayedir) değildir. O ‘İsbahan’ Yahûdîlerinden çıkacak, Medîne’ye gelmeye çalışacak. Medîne’nin yakınına inecektir. Medîne’nin o gün yedi kapısı vardır. Her kapıda iki melek bulunur. Medîne’nin şerîrleri Deccâl’a gidecekler. Sonra Deccâl Şam’a gidecek. Îsâ bin Meryem (a.s.) inecek ve onu öldürecek. Sonra Îsâ (a.s.), 40 sene yeryüzünde âdil bir imâm (Devlet reisi) ve zulmu kaldıran bir hâkim olarak kalacaktır.’”(5)

İsmail AKSOY

www.NurNet.org

Dipnotlar :

1.İmam Ahmet b. Hanbel, Müsned, , 2/437

2.İbn Mâce, Sünen, 2/ 363; AHmed b. Hanbel, Müsned, 2/194

3.Ahmed b. Hanbel, a.g.e, 3/367; Hâkim, el-Müstedrek, 4/530; Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, 7/344

4.Ahmed b. Hanbel, a.g.e, 4/429

5.Ahmed b. Hanbel, a.g.e, 6/75; Heysemî, a.g.e 7/338

Rumeli Bostanında açan çiçekler-4

(Selanik rüyası)

Uhuvvet Derneği bünyesindeki kahvaltı ve arkasından yaptığımız Hutbe-i Şamiye dersinden sonra, kar ve yağmurun birlikte serpiştirdiği bir atmosferde Selanik’e doğru yola koyuluyoruz…

Uzunköprü’den hususi otomobiliyle ziyarete gelen Dr. Emrah,  Cemil Boşnak ve öğretmen Mustafa kardeşlerle birlikte…

Güzergâhımızdaki bir mekândan özel yapım Yunanistan kahvelerini yavaş yavaş yudumlayarak yol alırken, bir taraftan da odaklandığımız Selanik ve taşıdığı anlam itibariyle Muharrem kardeşten Beşinci Şua dersini dinlemeye devam ediyoruz.

Selanik şehrine girdiğimizde, ikindi namazlarını fevt etmemenin telaşıyla mescid arayışına geçiyoruz.

Yolda Muharrem kardeşin çok acil ve mübrem olarak bir dershane açılışından bahsetmesi, meselenin ne kadar ciddi ve üzerinde durulmaya değer olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Uzunca bir soruşturma ve koşuşturmadan sonra, Arap camiinde ikindi namazlarımızı kılmanın rahatlığı içerisinde, hemen oracıkta bir Arapça ders yapıyor ve Arapça Risaleler bırakarak, akşam namazına dönmek üzere Selanik Meydanına iniyoruz.

Hafif yağmurlu bir rahmet eşliğinde, mazinin kir ve pasından halas olmayı, yaklaşık yüz yıl önce bu meydanda Üstadımız tarafından gerçekleştirilen “Hürriyete Hitap” nutkunu bir kez daha âlemin aktarına duyurmayı umarak meydanda yerimizi alıyoruz.

Şanlı Osmanlı günlerini hatırlıyor, Bediüzzaman’ın bu meydanda tarihe düştüğü ve millet-i İslâmiyenin istikbalini alakadar eden tesbitlerini haykıra haykıra bir kez daha ilân etmenin mutluluğunu yaşıyoruz.

Gelip geçenlerin ve yoğun trafiğin hengamesi arasında, Hitabeyi sesli olarak ayakta okuyoruz.

Tekrar Arap camiine dönerek akşam namazlarımızı eda edip İskeçe’ye doğru yola koyuluyoruz.

Tarihçe’nin en sonundaki resimde yer alan ve Üstad’a mektup yazan Hafız Ali Reşad’ın sözleri kulaklarımızda çınlıyor (Selanik için söylemiş): “Bu iş burada başladı…Burada bitecek…

Yolda tercüme çalışmalarından bahsediliyor. Haşir Risalesinin Yunancaya çevrildiğini, Mu’cizât-ı Ahmediye’nin de tamamlanmak üzere olduğunu vurgulayan Muharrem Kalenci ve bu konuda büyük emeği geçen muhtereme eşini tebrik ediyor, hizmetlerinin ilâyevmilkiyâm devamını Cebâb-ı Erhamürrahimînden niyaz ediyoruz.

Bu arada şefkat madeni hanım kardeşlerimizin küllî hizmetlerini de hatırlatmadan geçemeyeceğim.

Birkaç güne sıkıştırdığımız bu yoğun seyahatimizin birkaç bölümle anlatılması mümkün değil…

Hasbi Acar kardeşimizin gönderdiği İskeçe’nin ünlü alimlerine ait albümden, ziyaret anımıza denk gelen karnavaldan (imanda ne kadar büyük bir lezzet, sefahette ne derece elem ve ızdırap olduğunun bir fotoğrafı olarak) bahsetme imkânımız olmadı.

Aralarda yapacağımız bazı tesbitlerle birlikte, inşallah bundan sonraki iki bölümde; Son Şahitlerden Hasan Hocaefendi ve Mehmet Emin Hocaefendi ile yapmış olduğumuz röportajları yayınlayacağız.

Dr. Emrah kardeşimizin hususi otomobiliyle gecenin geç saatinde Türkiye’ye doğru yola koyuluyoruz.

Yol boyu yaptığımız sohbetlerle, sahibinin sevkiyle  zaman şeridi, sabaha doğru bizi Edirne otogarına bırakıyor.

Keyifli, müjde dolu, şevk yüklü, ihlâs ve samimiyet kokan Rumeli topraklarına, açan çiçeklerde emeği geçen herkese ve bizi Ankara’ya gitmek üzere salimen Edirne otogarına teslim eden fedakâr ve kadirşinas Dr. Emrah kardeşimize binler selam, dua, muhabbet ve muvaffakiyet dileklerimle…

Videolar:

Yazan: İsmail Aksoy

Yazı Dizisinin Tamamı İçin Tıklayınız…