Etiket arşivi: ismail aksoy

Anlamak ve Anlaşılmak!

Hangi yaşta, hangi konumda olursa olsun, ruhunda iz bırakan bir takım özlem ve beklentilerle doludur insan.

Yapmak isteyip yapamadığı, söylemek isteyip söyleyemediği, bakmak isteyip bakamadığı o kadar şey vardır ki benliğini saran, zihnini meşgul eden, âdeta içinde yıllarca barındırdığı sırlar yumağıyla ebedî yolculuğa uğurlanacak, ama hiç kimseler bilmeyecek, duymayacak, anlamayacak, derman olamayacak…

Sığınacak Rabbine bütün içtenliğiyle Yusuf peygamber gibi, iffetin nezih zirvesinde bayrak açacak tüm evrene ve seslenecek tüm haya yoksunu zavallılara, açacak en saf duygularla ellerini semâya ve duracak en yüce divana, gözünü dikecek tek bir hedefe ve istikamete ve bekleyecek BİR ve TEK olanın hükmünü… Bekleyişi ve sığınması öylesine umutlu olacak ki, gözünde ne muamma hali, ne umursanmaz dertleri, ne anlaşılmaz duyguları ve ne de ortaya koyamadığı yüreği elinde kalacak, sadece ve sadece ufka dikecek gözlerini, kendisini anlayacak BİR’i bekleyecek ve O’na yönelecek…

Kim bilir, belki de bu yönelişi de anlaşılmayacak birileri tarafından, ızdırap ve çilelerle dolu bir hayatın anlaşılmaz bir filmi ukbaya kalacak ve ahiret yurdu sakinlerince ancak anlaşılabilecek!

Teslim etse de cismini köle tüccarı (!) kervancılara, ruhunu teslim etmeyecek, abdi/kölesi kalacak Ma’bûd-u mutlakın son nefesine dek tüm zerreleriyle…

Kimi zaman olur ki, en yakınındakine bile açılamazken, en uzak görülenle teselli bulacak meşrû dairede, paylaşabilecek içindeki tüm benliğini, güç verecek, güç alacak, belki de yine anlaşılmayacak dünyaların insanı olarak kalacak, yaralarını sarmak için yeni yaraların açıldığının farkına varsa bile, çaresizliğin (oysa o çaresizlik, çarelerin dermanına ulaştıracak en güçlü vesile olmasına rağmen) çaresini arama yolunda heba ettiği özüne yeniden dönecek, ruhundaki boşlukların bir bir doldurulması gerektiğine inanacak en sonunda.

Evet, ruhlar ve gönüller!.. Ne esrarlı âlemlerin birer unsurudurlar ki, anlaşılmadıkları ve uyuşmadıkları birileri tarafından çarçabuk kenara konabilen, gözden çıkarılan varlığının, duygularının, beklentilerinin, algılarının ve topyekün maddî/mânevî mevcudiyetinin BİR ve TEK tarafından sahiplenmesiyle, merhamet ve şefkatle sevk ve idare edilmesiyle yeniden yörüngesinde mütevekkil bir duruşun ve gidişin ruh sükûnetine bürünmesi ve teslimiyle hayat bulmasına mesrur olacak.

İnsan denen bu esrarengiz varlığın sırlarını açmadan, ön yargılardan ve anlaşılmaz tutumlardan kaçmadan, hayatı hayat gibi, mematı memat gibi yaşamadan, madde ötesine aşamadan, benliğinden sıyrılıp on sekiz bin âleme taşamadan, ruh ve gönül dünyasına yanaşamadan içindeki hasret hiç bitmeyecek!

Sizi anlamak istemeyenlerin veya anlamakta zorlananların ne hükmü var ki hayatınızı rahmetiyle kuşatanın yanında?

Sizi anlayanlar da yok değildir kuşkusuz. Bırakın takdir edilmeyi bir yana, varlığınızı hissetmeleri bile dünyaya bedel. Paylaştığınız doyumsuz sohbetlerin, lâhûtî nefeslerin, hoş kokulu atmosferin, dostluğun, kardeşliğin, kadirşinaslığın paha biçilmez anları, hayatınızın tek tesellisi olacak. Hayatı sarıp sarmalayan mutlu bir dünyanın aktörü olmak Allah’ın bir lütfu olsa gerek.

Peki ya biz? Anlayabildik mi bin bir çilenin sahiplerini? Hırs ve kıskançlık dünyasına kendini hapsetmiş olsa bile, bizden beklenti içinde olanları? Hiç sorguladık mı masumca duyguların, kırık gönüllerin meşrû isteklerin, sessiz dileklerin yakaran dilini?

Bencilliğe bencillikle mi karşılık verdik, yoksa engin gönüllere yakışan bir tavır mı sergiledik?

Belki de hiç düşünmedik, fedakârlığı tek taraflı olarak yapmamız gerektiğini… Bocaladık durduk sorgulanmış ve şartlanmış düşüncelerin kıskacında, ya da bunalıma girdik kabullenemediğimiz davranışların, tavırların, tutumların, söylemlerin hayal kırıcı tezgahında!..

Ne tam olarak anlaşılabildik sevdiklerimiz tarafından, ne de nüfuz edebildik onların psikolojik dünyalarına, çocuksu davranışlarına, anlaşılmaz görünen beklentilerine…

Hayat bizi öylesine sürükledi ki kumsalların ıslak zeminindeki farklı boyutlarına, haykıramadık sevgilerimizi bile, terennüm edemedik dostluğun büyülü rüyalarını, okuyamadık paylaşmanın doyumsuz romanını…

Öyle bir an gelecek ki, yol bitecek, yolculuk tükenecek. Sonsuzluk ülkesinde yaşamak üzere tehir ettiklerimizin hasretiyle ve beklentisiyle kudreti sonsuza dayanmaktan başka yol kalmayacak ki!..

Ya bir de, cennet yamaçlarındaki kurulu meclislerin sohbetleri olmasaydı? Bencilliğin, kıskançlığın, anlayışsızlığın, vurdumduymazlığın, egoizmin kıskacından arınmış, sadece ve sadece hoşnutluğun, anlayışın, güzelliğin, sonsuzluğun sınırsız olarak sergilendiği ve yaşanacağı cennet hayatının ve yeniden dirilişin sonsuzluk ülkesinde sonsuzluğa adanmış olanlarla buluşmak olmasaydı, halimiz nice olurdu?

İsmail Aksoy

 

Yaratıcısını Arayan Çocuk!

Çocuklar öteden beri dikkatimi çekmiştir hep… Eğitimci olmamız nedeniyle değil sadece, bir baba, bir dede olmamız hasebiyle de, yakın çevremden başlayarak o cennet kokulu, temiz fıtratlı yavruları düşünmüşümdür sürekli.

Onları sevmek, başlarını okşamak apayrı bir zevk. Ama bir yerden itibaren ciddi mânada eğitimleri, tefekkür dünyalarını geliştirme, ufuk açıcı anlamda zihnî, aklî, rûhî gelişimlerine yol açmada ve geleceğe hazırlanmaları hususunda üzerimizdeki sorumluluğun ağırlığını hissetmemiz gerekiyor.

Bu anlamda sekiz yaş üstü baz alınarak, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Âyetü’l Kübrâ Risalesi oldukça dikkat çekici bir tefekkür ve tezkkür yoğunluğuna sahiptir.

Âcizâne, O eserin basamaklarında çocuklarımızı bir gezintiye ve fikrî bir seyahata çıkarmayı hikâyeler tarzında denemeye çalıştım. Yedi hikâyeden oluşan, Besmele ile başlayıp, “İnsan Bir Yolcudur” hikâyesiyle tamamlanan ve oldukça cazip renk ve resimlerle desteklenen 72 sayfalık “Yaratıcısını Arayan Çocuk” adlı kitabımız, “Sefa Yayıncılık” eliyle Türkiye’nin ve yakında dünyanın her köşesine ulaşmış olacaktır inşaallah…

Dua ve değerlendirmelerinizi beklerken, sizleri kitabın arka kabağındaki yazı ile baş başa bırakıyorum.

” Çocuklar, geleceğe gönderdiğimiz ve nurlu yarınlarımızın en güçlü mesajlarıdır.

 Özgürlüklerin en büyüğüne, hakların en değerlisine sahip olan insan “La ilahe illallah” diyen insandır ve bu durumda insan, İslam’a göre, “ne bireyin malı, ne de toplumun kölesidir”. Yalnızca yaratıcısına ait ve yeryüzünün onurlu bir misafiridir.

Çocuk; geçmişin hiçi, hâlin küçüğü, geleceğin büyüğüdür.  Bu dünyada bana bir melek göster deseler, bir çocuğun yüzüne bakın derim. O sâf, o mâsûm yüz, melekten başka  neye  benzer ki?..

Çocuk, temiz bir toprak gibidir. Hangi tohum ekilirse, onun ürünü alınır. Ona gösterilen sevgi  asla boşa gitmez. Sevgi enerjisinin üniforması yoktur ve bütün kapıları açan bir anahtardır.

Şefkat Nebîsi’nin zamanlar ve mekânlar ötesinden değer verdiği bu sevimli yavrulara hiç kıyılır mı?

Hz. Peygamber’in (s.a.v), peygamberlik dışındaki insanî yönünün en çok dikkat çekici örneklerini, çocuklarla olan ilişkilerinde bulabilmekteyiz. Çünkü O, sıradan bir insandan öte, âdeta çocuklarla çocuklaşabilen, bunu başarabilen ve diğer insanlara da tavsiye eden müstesna bir şahsiyettir.

Öte yandan Hz. Peygamber, bugün çocuk psikolojisi üzerine çalışan insanların tespit edip ortaya koyduğu pek çok gerçeğe, o dönemde dikkat çeken büyük bir eğitimcidir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in gözünde çocuk reyhan çiçeğiydi. Çocukları değerlendirmesi böyleydi. Onların kokularını da : “çocuk kokusu cennet kokusudur”  şeklinde tanımlardı.

Çocukların hayal dünyasının çok zengin olduğu bilinmektedir. İşte böylesi bir zenginliğe sahip olan çocuklar için Yaratıcısını araması ve mânevî yüceliğe erişmesi hedeflenmelidir.

Sağlam bilgi, sarsılmaz bir inanç aşılanmalıdır.

Temel  gelişimlerini  dikkate alan ve gönülden dökülen sevgisini bir vitamin olarak çocuklardan esirgemeyen Şefkat Peygamberinin emri şudur: “Çocuklarınızı üç özellik üzere terbiye ediniz: Peygamberinizin sevgisi, O’nun Ehl-i Beyti’nin sevgisi ve Kur’ân okumak.”(Câmiü’s-Sağîr, No:180)

Çocuklar bizim cennetimiz olsun, biz onların cenneti olalım.”

İsmail AKSOY / www.NurNet.Org

Senin İçin Her Gün “Anneler Günü” Annem!

Senin için sayfalar dolusu yazı yazılsa yine azdır.

Sen; tarifi imkânsız, sevgisi nihayetsiz, övgüsü limitsiz, şefkati katkısız bir lütufsun.
Seni bir güne sığdırmak, bir günde anlamak ve anlatmak ne mümkün?

Sen 364 gün unutulacak bir varlık değilsin ki…
Senin ayakların altındaki Cenneti bulabilmek, O’na (c.c) senin rızandan geçip ulaşabilmek…

Senin yerini doldurabilecek bir nesne, zat, şahıs yok ki?

Seninle her gün konuştuğumuzu, buluştuğumuzu, dertleştiğimizi biliyorsun.
Her Fatiha’nın ucunda, Yasinlerin son duasında sen varsın.

Şu an sen, takriben 86 yaşındasın.
Evliyâ meclisinde, Resûlullah’ın (s.a.v) yanı başındasın.

Okunan Kur’ân derslerinde senin alın terin var.
Hani hep derdin ya; “Allah güzel insanlarla buluştursun” diye.
Anneciğim, evladın ve evlatların hep nur meclislerinde, Kur’ân rahlelerinde sana rahmet ve mağfiret niyazındalar.
Elleri senin için duada, dilleri zikirde, zihinleri fikirde, senin emeklerini yâd edip seni ve babalarını mahcup etmemek için a’zâmî mertebede gayret içindeler. Sırat-ı mustakîmde hidâyet üzere olmanın şükrü ve şuuru içinde kulluğun aczi ve fakrını yaşıyor, senin dualarına muhtaç boynu bükük bir vaziyette Rahmeti sonsuzdan af ve mağfiret dileniyorlar.

Onların ilim tahsili için nasırlı ellerinle kazdığın topraklarda şimdi sen, gonca güller yetiştirmenin sükûnet ve huzurunu yaşarken, senin mâna iklimini yaşatmanın, helal sütüne lâyık olmanın cehd ve gayretini göstermeye çalışıyorlar.

Bütün anneler, anne olma vasfıyla ve sıfatıyla mübârek ve mukaddes varlıklardır.

Ebedî âleme intikal etmiş olan annelerin en büyük hediyesi; dua, Kur’ân, kelimât-ı mübarekeler, her türlü hayır ve hasenâttır.

Annelerine hissiz ve duygusuz evlatların da bir gün bu dualara muhtaç olacakları ne kadar kat’î ve kesin ise; Hakk’ın rızasının ebeveynin rızasından ve hoşnutluğundan geçtiğine dâir sağlam ve tahkikî bir iman da o kadar muhakkak ve açıktır.

Binde bir İlâhî şefkatin yansımalarına mazhar olmuş olan tüm annelerin, bu derin duygularını Allah namına kullanmaları şartıyla, yerli yerinde davranışa imza atmış olacaklarını ve Allah katında makbul bir dua hükmüne geçeceğini ifade etmemiz gerekiyor.

Bir tek güne sığmayacak kadar ulvî bir vazifenin tüm günlerde ifası, yüce Rabbimizin emridir.
Çünkü onlar bizim baş tacımız, gönül ilacımızdır.

Annelerin yüreği gamlı, yaslı, mahzun kalmasın.
Hürmete, alakaya, yardıma, desteğe, teselliye en layık varlıklara selam olsun.

Kabirleri Nur’la dolsun, Resûlullah şefaatçileri olsun.

Yaşayanlar sıhhat ve afiyet üzere mutlu ve umutlu olsun inşâllah.

İsmail Aksoy

Kutlu Doğum Bereketi ve İki buçuk Milyon Salavât

“Ona iman eden, Onu destekleyen, Ona yardım eden ve Onunla indirilmiş olan Nur’a uyan kimseler, kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir.” (A’raf sûresi, 7/157)

*****

O, Doğuşu özlenen ve ilk insandan itibaren yolu gözlenen Nebî!

O, Rahmet ve şefkat ufkuna ulaşılmaz muhteşem bir zirve!..

O,  Hira’dan ufkumuza doğan İlâhî bir rahmet…

O, varlığın nuru, âlemlerin gururu ve sevincidir.

*****

O, en mükemmel üstad, şaşmaz ve şaşırtmaz en doğru ve en büyük tek rehberdir.

O, Kur’ânı en iyi anlayan ve anlatandır.

O, en hayırlı insan, en etkili bir mürşid, en donanımlı öğretmen, en âdil devlet başkanı ve ahlâkça en mükemmel bir insandır.

*****

Kâinatın mânevî güneşi, insanlığın şanlı bülbülü, varlıkların iftihar vesilesidir.

*****

O yüce Zâtı, sonsuza dek, hayatımıza misafir ve baş tâcı edebilmek temennisiyle…

Sallallahu aleyhi ve sellem…

İnsanlığın övünç vesilesi Hz. Peygamber (a.s.m)’in 1442. ci yılı anma, anlama, O’nu tanıma ve tanıtma programı çerçevesinde âcizâne pek çok programa iştirak etme bahtiyarlığına eriştik çok şükür.

 

Keçiören Anadolu İmam Hatip Lisesi Öğretmen ve öğrencileri ile geçirdiğimiz bereketli ve feyizli anlar, âlemlerde kayıt altına alınmıştır inşallah. Okul Müdürü muhterem Nihat Hocama alaka ve gayretlerinden dolayı teşekkür ediyorum.

“İdareciler ve Bürokrasi Derneği” konferans salonunda seçkin bürokrat kardeşlerimize verdiğimiz, “İdarî ve Bürokrasi Penceresinden Hz. Peygamber (a.s.m)” konulu konferans sıcak alaka ve dualara mazhar olmuş, Dernek Başkanı Muhterem Yücel CAN kardeşimin üstün gayret ve ilgisiyle Perşembe akşamının nurlu ufkunda yankısını bulmuştur biiznillah…

Müsteşar, Genel Müdür, Daire Başkanı, muhtelif bürokrat ve Üniversite öğrencilerinden oluşan muhterem zevâtın ilgiyle takip ettikleri programın, Efendimiz (s.a.v)’in şefaatine vesile olmasını niyaz ediyoruz.

 

Dinleyicilerin arzu ve istekleri istikametinde Kitaplarımızı imzalayarak, soruları cevaplandırdık.

Tandoğan Danışmanlığın değerli Başkanı Ahmet TANDOĞAN‘ın daveti ve organizesiyle Cumartesi akşamı, farklı bir boyut ve renkli katılımcılarla birlikte yaptığımız “Kutlu Doğum” programı, hâfızalarda tebessüm ettiren görüntüsüyle yerini almıştı.

Ve en kapsamlısı, gençliğin ilgisi, velilerin yüksek katılımıyla gerçekleşen “Kutlu Doğum” programı, Keçiören Yunus Emre Kültür Merkezinde gerçekleştirildi.

Başlattığımız Salavat kampanyası çerçevesinde Pazartesi-Cuma arası, Özel Anlam Anadolu Sağlık Meslek Lisesi öğrenci, öğretmen ve personeli tarafından okunan tam iki buçuk milyon Salvât-ı Şerife’nin tarafımızdan anons edilerek en çok salavât okuyan sınıfın ilan edilmesi, salonda büyük bir sevinç ve tezahürata vesile oldu. En çok salavât okuyan ve dereceye giren üç sınıfımıza tarafımdan kitaplarımızdan bir buket kitap hediye edilmesi büyük çoşku ile karşılandı.

Ayrıca; programa yoğun ilgi gösteren öğrenci, veli ve öğretmenlere, “İnsanlığın En Hayırlısı Hz. Muhammed (a.s.m)” isimli 4. Kitabımız hediye olarak dağıtıldı.

Ankara Özel Çağrı Okulları’nın “Kutlu Doğum” programı çerçevesinde düzenlediği seçkin bir katılımın gözlendiği nefis programda kitaplarımızı imzalama ve sohbet etme imkânı bulduk.

Elhamdülillah, yüce Milletimiz; öğrenci, öğretmen, bürokrat ve halkıyla Peygamberine sahip çıkıyor. Her yıl gittikçe artan bir istek ve arzu ile binlerce program düzenleniyor, yüz milyonlar salavât O şanlı Peygambere (s.a.v) gönderiliyor, hediye ediliyor.

Tüm hayatımızı Onun muhabbetiyle, Resûl-i Ekremi anlama, tanıma ve getirdiği prensiplere, Sünnete ve Şeriat-ı Garraya uyma yolunda feda etmek üzerimize bir borçtur.

Daha nice program ve güzelliklerde buluşmak dileğiyle…

İsmail AKSOY

Temizliğe Beyninizden Başlayın

Yüce Rabbimiz Tevbe Sûresi 108. âyet-i kerimede; “Allah, arınmak isteyenleri sever.” buyurmaktadır.

Beden temizliği, ruh temizliği, elbise temizliği, zihin temizliği… Her açıdan temizlik… Boy abdesti, namaz abdesti, namaz ibadeti, oruç, hac, zekât; her biri ayrı bir arınma ve paklanma ameliyesi…

Kur’ân okumaya, hayatı yaşamaya başlarken dikkat ve özenle anlamaya, fikretmeye yönelmek ve ruhu yönlendirmek…

Mü’minin çok önemli özelliklerinden birisi temizlik…

Vicdanın dört ana parçasından biri olan zihnin asıl gâyesi ve hedefi, Allah’ı bilmek ve tanımaktır.

Bunun içindir ki, insanı daima Allah’a ulaştıran vesileler, yollar ve o yollardaki tehlikeleri aşmak adına gereken bilgileri elde etme, o bilgileri hayata geçirme iradesini kullanabilecek malumatla beslenmesi ve zenginleşmesi gerekir.

Ne var ki, bir arşiv görüntüsü sergileyen zihnimiz, çoğu zaman sakat düşüncelerin, yanlış kabullerin ve saplantıların kıskacında sakat bir görüntü sergilemekte ve bâtıl inançların saldırısına maruz kalmaktadır.

Gerçek anlamıyla Allah’ı bilme ve tanıma kabiliyyetinden yoksun bir zihin; çirkin görüntü, kötü söz, kaba davranış, yanlış algı ve ön yargılı bakışla onun kirlenmesine sebebiyet verir.

Şeytan, Oklarını bazı kesimlere daha fazla yöneltmekte ve tahribata oradan başlamaktadır.

Bu gün okullarımızdaki eğitim-öğretimin çıtası düşerken, buna paralel olarak ahlâkî yozlaşma ve manevî kayıplar da o nispette artmaktadır.

Ey omuzlarında ağır sorumluluklar taşıyan meslektaşlarım, edipler, eğitimciler, gönlünüz nasıl elverir birilerini memnun edeceğim diye Allah’ı küstürmeye? Ne hakkınız var körpe dimağları zehirlemeye, zihinlerini bulandırmaya, kendi öz kültürlerinden uzaklaştırmaya? Ne Avrupalı, ne Asyalı, ikisinin arasında şaşkın bir vaziyette zaman kaybetmekteki çıkarınız nedir?

Her fikre ve giyinme tarzına saygılı olması gereken bir eğitimci düşünün. Başı örtülü olduğu için belirli gün ve haftalar çerçevesinde düzenlemek istediği bir programda kabiliyetli  bir öğrenciye, başı örtülü olduğu için sunuculuk görevi vermeyerek ayrımcılık yapmaya, ırkçılık gibi iflah olmayan bir hastalığa yol vermeye ne hakkı var?

Hele de bu gibi ayrımcı ve ırkçı davranışlara pirim veren, göz yuman yöneticiler yok mu, bunun hesabını Allah’a nasıl verecekler acaba?  Böyle bir okulun sorumluluk makamını paylaşmış olanlara yüce Rabbimiz tarafından, “Benim koyduğum kutsal değerlere ve emirlerime saygısızlık yapanlara neden göz yumdunuz?” gibi sorulara ne cevap verecekler?

Ellerinde imkân ve fırsat olup da, bir kısım kesimlere şirin gözükmek için, kendisine teslim edilen müslüman evlatlarını heder edenler, yakalarını  mahşer gününde bu masum yavruların ellerinden nasıl kurtaracaklar?

Süfyanizmi ayakta tutmak için zahiren dindar gözüken insanların, yüce olan Hakkın hâtırını kırıp halkın hatırına inançlarını rüşvet verenlerin iflâhı hiç mümkün olur mu?

İnandığı halde, bir kandili, bir On Muharremi kutlamaktan korkan bir kurum müdürünün, bizim değerlerimizle hiç de alakası olmayan kadınlar gününde, sırf yaranma ve kimliğini gizleme çabası bağlamında çiçek ve pastalarla gönül alma gayretkeşliği nasıl izah edilebilir?

İdeolojik saplantı içerisinde zihnî takıntılardan kendini kurtaramamış bir eğitimcinin topluma kazandıracağı bir şey olmasa gerek.

Hâla eski kalıntıların esaretinden kendisini kurtaramamış o iflah olmaz kafalardan ne bu millete ve ne de gelecek nesle bir hayır dokunmaz. Yaptıkları tahribat şer ve küfür hesabına geçtiğinden, boyunlarına dolanacak, yaptıklarından dolayı yüzleri kızaracaktır.

Önce zihin temizliği… Zihinler temiz olmadan, davranışlar, fiiller, sözler, icraatlar temiz olamaz.

Zihin, öncelikle günahlar, hatalar, yanlış algılar, yanlış yönlendirmeler ve kötülüklerle kirlenir. İşlenen her bir günah, her yanlış yönlendirme ve her kötülük o kişide  mutlaka bir iz bırakır. Ve alt kademelere de yansır.  İnsan ilk merhalede böyle bir zihin kirlenmesinin farkına varmamış olsa da, zamanla onun görüntüleri; okulunda, iş yerinde, kurumunda ve en önemlisi de gönlünde ve duygularında yer etmeye başlar. Böyle bir kirlenme, hayırlı ve faydalı işlere devam etme arzusunu kırar, sadece ve sadece rantı ve makamını düşünür. Böylece sâlih amellere karşı süreklilik isteğini azaltır ve beş-on kuruş uğruna gençliğin geleceğini heba etmekten çekinmeden maneviyatta kör olan gözlere iyi görünmek ister.

Evet, günümüzün insanları böylesine zihin kirliliği gibi bir ârızaya mâruzlar ve bu yönüyle de bahtsız sayılırlar.

Maddî göz, maneviyat âleminde kördür. Biz; ancak kalbimizle varlığı anlamlandırabilecek şekilde açık seçik görebiliriz. Hiç bir anlam göz ile görülmez.

Bugün, günlük hayatta zihin kirlenmesine maruz kaldığımız bir gerçektir. İşte bu zihin kirlenmeleri dinî hayatımızı etkiliyor, hayal kirlenmesine neden oluyor.

Kalbimizle ve Kur’ânî bakışla hayatımızı rotasına sokabiliriz.

Basiret Gözü”, kalbin, aklın ve gözün ulaşamayacağı uzaklıklara, gerçeklere ulaşır.

Ey yöneticiler, öğretmenler, kalbinizi fuzûlî ve boş işlerle yormayın. Okulunuzu, size emanet edilen öğrencilerinizi, salonlarınızı, programlarınızı, enerjinizi, etkinliklerinizi, tiyatrolarınızı, hasılı tüm faaliyetlerinizi Allah ve Resulüne, onların nurlu hakikatlerine teslim ediniz.

Yoksa vebaliniz büyük, hesabınız azimdir!

İsmail Aksoy