Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Müslümanlarda Yahudileşme Temayülü ve Nefs-i Emmare

Müslümanlarda Yahudileşme Temayülü

ve Nefs-i Emmare

Bugün dünyayı sâri bir illet gibi saran maddi ve manevî hastalıkların birçoğu bir şekilde Yahudi iltisaklı olarak dünyaya bulaşmış. Derler ki, Yahudiler yumurtalarını kaynatmak için dünyayı ateşe vermekten çekinmezler.

Dünyaya yayılan bu illetlerden İslam toplumunun da kendini kurtaramadığı, hatta kıyametin de kopmasına sebep olacağı anlaşılan hastalıklardır.

Dünyevileşmenin tüm hızıyla devam ettiği toplumlarda maddeyi ve dünyayı putlaştırma, sekülerleşme, paraya ve maddeye daha çok tamah etme ve dinin her hükmünün önüne geçirme, rüşvet, faiz, hile, sahtekârlık, zina… Allah’ın hükümlerini sadece sosyal kültürel bir anlayış şekline indirgemek, “olsa da olur olmasa da” şeklinde düşünmek insanın ahiret gözünün kapanıp hüsrana uğrayacağının en büyük alametlerindendir.

Bunun neticesinde kendi adetlerine uydurma, kitapla amel etmeme, hükümleri kendine uydurmak, taassup, ırkçılık, sihir, fesadı yayma, bozgunculuk, kendini tabulaştırma, servete, ziynete, gösterişe önem verme, hırs, aşırı dünya sevgisi, cimrilik, kibir, zulüm, Cehennemin ebedî olmadığını düşünmek ve azabını istihfaf etmek… gibi nice hükümlerin tam tersi davranmak tuzlu olan deniz suyunu içmek gibidir. İçtikçe susatır, susadıkça içirir ve insanı helak eder.

Yahudiler tarihte bu şekilde dalalete sürüklenip manen helak olmuş ve senelerce de “zillet ve meskenete”[1] düçar olmuşlardır. Bir müslümana yakışan şey Yahudilerin tarihte zillet ve meskenete düştüğü şeylerden uzak durmak ve her daim temkinli davranmaktır.

Bu ve buna benzer hastalıkların hemen hepsi maalesef günümüz Müslümanını da esir almış durumda. Yahudiler mazide Samiri’nin yaptığı altından buzağıya tapıyorlardı. Şimdi de o altın buzağıya karşılık maddenin ve dünyanın her türlü ziyneti ve cazibesi insanı dünyaya tapar bir surete getirmektedir.

Dünyamızı şekillendirirken Hak din olan İslamiyet’in hükümlerini göz kulak ardı etmemeli bilakis o hükümlerle dünyamızı imar etmeliyiz. Dünyamızı bu şekilde imar edersek ahiretimizi de imar etmiş oluruz.

Bu meseleler tüm insanlara bakmakta ve insanlığı tehdit etmektedir. Müslümanların da azami derecede dikkat etmesi gerekmektedir. Çünkü Kabil’i aldatan nefs-i emaresi olduğu gibi tüm insanları da adım adım dalalete sürükleyen gene aynı aktör olan nefs-i emmaredir.[2] Emmare olan nefis herkeste olduğu için din diyanet fark etmemektedir. Herkesi aldatabilir.

Selam ve selamet Hakka teslim olanlara olsun. Rabbim bizleri de bahtiyarlar zümresinden etsin, amin.

[1] Kur’ân-ı Kerîm’de yedi âyette zillet, on altı âyette aynı kökten isim ve fiiller başlıca üç anlam çevresinde toplanır. 1. Bazı âyetlerde zillet ve türevleri yaygın kullanımına uygun biçimde “aşağılanma, âcizlik” mânasına gelir. Bir âyette kudreti ve hükümranlığı mutlak olan Allah’ın dilediğini aziz, dilediğini zelil kılacağı belirtilir (Âl-i İmrân 3/26). İsrâiloğulları’nın Sînâ çölünde Hz. Mûsâ’ya karşı sergiledikleri sert ve saygısız tavırları, Medine yahudilerinin Resûl-i Ekrem’e yönelik hasmane tutumları sebebiyle zilletle damgalandıkları (el-Bakara 2/61; Âl-i İmrân 3/112), Mûsâ’nın Tûrisînâ’ya çıkmasının ardından buzağıya tapmaya kalkışan İsrâiloğulları’nın Allah’ın öfkesine ve dünya hayatında zillete mâruz kaldıkları (el-A‘râf 7/152), İslâm aleyhine yahudilerle iş birliği yapan Medine münafıklarının da zillete düşürülenler arasında yer alacakları (el-Mücâdile 58/20) bildirilir. Zillet kavramı altı âyette inkârcıların âhiretteki değersizliğini ve aşağılanmışlık durumunu anlatır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ẕll” md.). Sabâ melikesi Hz. Süleyman’dan aldığı mektup üzerine çevresindekilere bilgi verirken, “Krallar bir ülkeye girdiler mi oranın altını üstüne getirir, halkının ulularını zelil yaparlar” demişti (en-Neml 27/34). 2. Bir kısım âyetlerde zillet kavramı cümledeki bağlamına göre olumlu anlamda da kullanılır. Meselâ evlâdın ebeveynine karşı görevleri arasında sayılan zül (el-İsrâ 17/24), müminlerin nitelikleri arasında zikredilen ezille (el-Mâide 5/54) “şefkat, merhamet, tevazu, yumuşaklık” gibi mânalarla açıklanmıştır (Taberî, IV, 626-627; VIII, 61; İbn Sîde, XI, 47; Şevkânî, II, 60; III, 247-248). 3. Âyetlerde zillet kavramı “bir şeyin elde edilebilir, kullanışlı ve yararlanılabilir olması” anlamında da geçer. Dünyanın ve dünyevî nimetlerin insanların yararlanmasına elverişli kılınması (el-Bakara 2/71; Yâsîn 36/72; el-Mülk 67/15), cennet meyvelerinin uzanıp alınabilecek kadar yakın olması (el-İnsân 76/14; krş. Taberî, XII, 364-365; Şevkânî, V, 404) bu kavramla ifade edilmiştir. Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/zillet

[2]Nefs-i emare, kötülüğü emreden ve bundan zevk alan nefise verilen isim. Nefis tezkiyesi kademelerinden ilkidir. İlk kademede nefsin temizliğine henüz başlandığı için nefiste bütün 19 afet mevcuttur. Onun için bu kademede nefis henüz arınmadığı için kötülüğü emreder.

Selam ve Dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

Hangi Vadidesin?

Hürriyet, cumhuriyet, adalet, eşitlik gibi içtimai, siyasi ve felsefi mefhumlarda da kargaşa yaşadığımız malum. Aynı kelimeleri kullanarak o kelimenin tam aksi manaya gelecek işlere imzalar atılıyor.

İşte bu hakikatleri İslam medeniyetinin telifatıyla insan ruhlarını ve toplumu ihya ve inşa etme hedefiyle ele almaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi, telifatı olan Risale-i Nur Külliyatında temelde bu mevzuları ele alarak sonrasında yaratılış, sevgi, şefkat gibi duygular, hürriyet, din, iman ve ibadet, aile ve toplum, içtimai, siyasi mefhumların sistemi ve mantığı gibi meseleleri en yüksek seviyede ele alarak inşa ve ihya hizmeti yapmıştır.

Geçmiş asırlardan gelen tecrübe, bu asırda tekrar Kur’an nuruyla yoğrularak imani, itikadi ve toplumsal olarak buhran geçiren insanlığa Kur’an nuruyla mihmandarlık yapmaktadır.

Risale-i Nur, skolastik anlayışla asla insana yaklaşmamaktadır. Risale-i Nur sadece İslami mevzularda söz sahibi değildir. Kur’an nuruyla her sahada kaideleri göstererek bihakkın mihmandarlık vazifesini ifa etmektedir. Bediüzzaman, insanları kendisine bağlayıp bir tarikat sistemi tesis etmeyi tercih etmeyerek hizmetin şahıs merkezli değil kitap merkezli olmasını ihtiyar etmiştir. Çünkü şunu ferasetiyle keşfetmiş ki, kendisinden sonra yerine bir postnişin geçse desiselerle onu iğfal edebilirler, müntesiplerini dağıtabilir veya çok farklı mecralara sürükleyebilirler.

Ama kitap merkezli bir hizmet tesis ederek talebelerin arasına ihtilaf girse de kitaptan ayrılmayacağını görerek postnişin yerine kitaplarını bırakmıştır.

“Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.”[1] Belki de şu hakikat Risale-i Nur Hizmetinin sırrıdır.

“Nurcular, üstadlarıyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur değiller. Kendilerini üstadlarıyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket, bir dershane hükmünde. Risale-i Nur kitabları onların eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Herbir risale, bir Said hükmüne geçer.”[2]

“Herbir risale, kendi âleminde ve kendine mahsus sema-i hakikatta birer güneştir.”[3]

Risâle-i Nur, baştan sona hayat ve İslâm felsefesidir. Risale-i Nur Külliyatını ciddi manada tetkik edenler bunu buhranlardan asgari seviyede etkilenerek müşahede etmektedir.

Bediüzzaman’ın tesbit ettiği ve çözüm olarak sunduğu hakikatleri hem şahsi hayatında hem içtimai hayatında tatbik etmek isteyenlere duyurulur.

“Risâle-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim.”[4]

Hiçbir filozof Bediüzzaman’ın ve eserlerinin karşısına çıkamamış, çıkanlar ya ilzam olup susmuş veya teslim-i silah etmiştir. Tarihçe-i Hayatını okuyanlarca malumdur.

“Büyük şâirimiz, edebiyatımızın medâr-ı iftihârı merhum Mehmed Akif, bir üdebâ meclisinde, Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler’ demiştir.”[5]

“Kur’ân-ı Hakîmin kuvvetiyle, sizin dinsizleriniz dahil olduğu halde bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile, onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zir ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz filozoflarını hayvandan aşağı düşürmüşüm.”[6]

Bediüzzaman, şu alemde kuru kuruya namım duyulsun diye hareket etmemiştir. Buhranlar asrında bir münci olarak insanlığa adeta manevi bir serdar olmuştur.

Hassasiyetle altını çizmek lazım ki: Bediüzzaman, ahir zamanın müceddididir. Elbette iman, ibadet, ahlak, içtimai, siyasi bütün meseleleri yeni izah ve anlayış tarzına göre yeniden ele almış ve altı boşalan kavramları inci gibi işleyerek manaların hakiki değerini göstermiştir.

“Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.”[7]

İşte Risale-i Nur Külliyatının muvazafferiyetinin sırrı budur.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mesnevi-i Nûriye (8)
[2] Emirdağ Lahikası-2 (168)
[3] Sözler (792)
[4] Tarihçe-i Hayat (628)
[5] Sözler (764)
[6] Mektubat (74)
[7] Mesnevi-i Nûriye (8)

Nur Hizmetinde Müdebbiriyet Makamı Var

“Yirmi üç senede te’lifi tamamlanan ve yüz otuz kitabdan müteşekkil “Risale-i Nur” adlı eserleriyle, İlm-i Kelâm sahasında bir teceddüd yaptığı görülmüştür.” (1)

Bunun böyle olduğunu yerinde görmek için hayatları cehennem istikametindeyken nur hizmetiyle geriye topuk üzerinden dönüş yapan sayısı belli olmayan insanlar şahittir. Risale-i Nur okuyucuların da okuduklarının tesiriyle mantıklı düşünce ve ikna edici misaller vermesi ve karşısındakini aciz bırakacak bir halde konuşmaları görülmektedir.

Bu tesiri asgariye indirmek ve dünya genelinde, ateizm vb. fikir akımlarıyla cehenneme sürüklenip, inkar-ı uluhiyete sapan beşeriyetin yüzünü inayet-i hakla, istikamet ve hakka çevirmeye gayret eden Nur Talebelerini bu cehd, say-u gayretten geriye çevirtmek ve kuvvetlerini tarumar etmek için çok çeşitli entrikalar döndürülmektedir. Bu sayede ellerindeki tefsir-i Kur’an olan Risale-i Nur’un tesirini de kırmaya çalışılmaktadır.

“Risale-i Nur aleyhinde yaptıkları desiseler ve tedbirler ve şakirdleri soğutmak ve sarsmak plânları, hususan derd-i maişet belaları, Risale-i Nur’un inkişafını durdurmuyor. Günden güne tevessü’ ediyor.” (2)

Yapılan bu entrikalar ilk başta etkisini gösterse de bir an sonra daha kavi bir hizmet enerjisiyle zayıflayan veya ihtiyaç olan yerde tekrar kendisini göstermektedir.

“Risale-i Nur, Arş-ı A’zam’la bağlı olan Kur’an-ı Azîmüşşan ile bağlanmış bir hakikî tefsiridir.” (3)

Furkan-ı Hakim’in nice tefsiri var. Bunlardan Dirayet tefsiri kategorisinde değerlendirilen Risale-i Nur Külliyatı da hak ve hakikate hizmet etmektedir.

Risale-i Nur Hizmetinin cihan-şümul olarak bugün dünya genelinde Kur’an hizmeti ve 60 lisana tercüme edilmesi ve hak ve hakikati her lisanda beyan ve izah etmekte olduğunu göstermektedir. Risale-i Nur alemini ve hizmetini bir parça inceleyen ve bilen kimseler taassub gözlüğüyle bakmazsa bu hakikati görecektir.

Risale-i Nur hizmetinin metodu gene Risale-i Nur içerisinde geçmektedir. Başka metodlardan ve hizmet hareketlerinden ihdas edilmesine ihtiyaç yoktur. Risale-i Nur dairesine ve tarzına muhalif olan hareketlerle hizmet birliği yapmak ise ‘ok’un yaydan çıktığı gibi daire-i nuriyeden ihraçtır. Bu sebeple metodu da hakikatleri de daire-i nuriyeden almak gereklidir.

“Lâhika Mektubları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.” (4)

Yeni tahakkuk eden meselelerde, hem hizmetin esasatını bilen hem de o mesele ile alakalı ve meseleyi bilen kimselerden mürekkeb kişi/kimselerle istişare/meşveret ederek yeni gelişmeler karşısında isabetli hizmet edilebilir.

Risale-i Nur hizmetinde hocalık kisvesi veya post-nişinlik yoktur. Ama müdebbiriyet vardır. Yani Müellif-i muhterem tarafından tayin edilen kimseler bu müdebbiriyet makamını meşveretlerle bihakkın ifa ettiler ve şimdilerde de Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyimiz (Allah sıhhat ile hayırlı şekilde ömürler versin) etmekte.

İntizam, vahdeti ve hâkimiyet infiradı iktiza eder… Eğer zerre kadar müdahale olsaydı, intizam bozulacaktı.” (5)

Nur talebelerinin vahdetini muhafaza etmek müdebbir ağabeylerimizin bir vazifesidir. Onlar da bu zamana dek bu mesuliyet şuuru ile hizmet ettiler. Müdebbir ağabeylerimizi çekemeyen veya birilerinin emrinde içimize hulul eden/sızan kimseler karşı çıkarak, kendi kafa fenerine göre beyanatlarda bulunarak intizam ve vahdeti bozmaya çalışıyorlar. Bilerek veya bilmeyerek. Şimdi oryantalistlerin kuklalarının hadisleri inkar etmeye yeltendiği gibi.

Nurun baş müdebbiri olan Hüsnü ağabeyimizin neşrettiği lahikaları can u gönülden kabul etmek müstakim her nur talebesinin vazifesidir. Müvazenesini şaşırmışsa zaten diyecek bir şey yok.

“Ey aziz yoldaşım! Şimdi Allah’a ısmarladık. Gel, beraber bir dua ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız…” (6)

اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ آمِينَ

Selam ve dua ile.

Muhammed Numan ÖZEL

(1) Tarihçe-i Hayat (33)
(2) Kastamonu Lahikası (235)
(3) Kastamonu Lahikası (247)
(4) Emirdağ Lahikası-1 (9)
(5) Asa-yı Musa (183)
(6) Sözler (745)

Risale-i Nurla Hemhal Olmak 

Risale-i Nurla Hemhal Olmak

 

Okumak fiili bir şeydir; fakat tüm şeyler bu fiilin yapılıp yapılmaması ve nasıl, ne kalitede olmasından çıkmaktadır. Hakikaten insan alemini neyle doldurursa meşgul olduğu şeyler hayatının her sahasını kendi rengine boyamaktadır.

Bizler Risale-i Nur ile meşgul olup âlemimizi hakikatlerle doldurursak o zaman hadiselere bakış açımız da, tavır ve düşüncelerimiz de nur ve nurani olacaktır. Ne kadar nur ve nurani olursa alemimiz, bizler de o nisbette müstakim birisi oluruz. Bu meselelerde ters orantı caridir. Biri ne kadar çoksa diğeri o kadar azalır.

İnsan, meşgul olduğu, yaptığı şeyin kutsiyetini bildiği yani şuurunda olduğu sürece elindeki işin kıymetini daha iyi anlar ve dört elle değil tüm varlığıyla sarılır.

Elindeki iş, ahiretini imar edecek, kurtaracak bir eser olursa hele… Bakın bunu mesleğimizdeki adanmış bir ruh, dava adamı olan Zübeyir ağabey nasıl ifade ediyor.

“Risale-i Nur, yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları, koyu fikir karanlıklarından ve müdhiş dalalet yollarından kurtarmak için müellifin kendi ihtiyarıyla değil, bir ihsan-ı İlahî olarak yazılmış olan ilhamî bir eserdir.

İşte insan üzerindeki tesiri pek büyük olan böyle bir eseri devamlı olarak teenni ile ve lügatların manalarını öğrenerek dikkatle okuyabilseniz, geceli gündüzlü çalışan birçok Nur talebeleri gibi siz de büyük bir huzur ve saadete kavuşursunuz.

Hem gayet cevval ve fa’al bir hale gelirsiniz. O kutsi eserleri günlerce okuyabilmenin İlahî hazzı ile çırpınırsınız. Bu gibi kıymetli ölçüye sığmayan eserlerle meşgul olabilmek için beş dakikayı bile boşa geçirmezsiniz.

Ve hem daima cebinizde, çantanızda Nurları taşımak, okumak; daima okumak için zamanlarınızı büyük bir kıymetle kıymetlendireceksiniz. Nurları okumak sevgisiyle, Nurları okumak heyecanıyla, Nurları okumak ihtiyacıyla yanacaksınız.”[1]

İman hakikatleriyle meşgul olmak bu kadar ehemmiyetlidir. Çünkü bu meşguliyet öyle alalade bir şey değil ki, ya ebedi saadet ya da şekavetin meşguliyeti bu.

Ebedi bir hayatın kilometre taşlarını ellerimizle döşüyor, yontuyoruz. Tabiki böyle ehemmiyetli bir iş o kadar basit olmayacaktır. Çileler, imtizaç sorunları, anlamada dimağ kabziyeti… O kadar ucuz ve basit değil. Çünkü bunların karşılığında ebed var ebed…

“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.”[2]

Burası da çok mühim. Ya iman ile insan olur ya imansızlıkla hayvan olmak.

“İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibariyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu; marifetullahtır ve onun üss-ül esası da iman-ı billahtır.”[3]

İnsanın ebede giden yolda ilmi, ihlası, duası, sadakati nispetinde istidatları kabiliyete inkılap ederek yolda muhkem adımlarla ilerleyecektir. Tabi sadece ilim, ihlas, istikamet, marifetullah ve muhabbetullah yetmeyecektir. Çünkü nice ihlas sahipleri var ki ihlastan eser kalmamış, müstakimler var ki tarumar olmuş, âlimler var ki o ilim onları helak etmiştir.

Okuduğunun şuurunda olmak bu sebeple ehemmiyetlidir. Şuursuz okumalar veya sathi nazarlar laf ebeliği ve malumat-furuşluktan öteye geçemeyecektir. Şimdi piyasada olduğu gibi.

Bu manalarla bakınca insan ya âlemlere esir olur kendi alemini hercümerç eder veya malayaniyattan sıyrılır alemini inşa ve ihya eder.

“Okunan ilmî ve imanî meseleyi zihnen tekrar etmeli, sonra sesli olarak okumalı, sonra kelimelerle anladığını yazmaya çalışmalı, şuurlu çalışmalı, düşünerek okumalıdır.”

İmanî bir fikrin kendimize mâl edilmesi ve hayatımıza tatbik edilmesi için, onun aklımızda kalması gerekir. Bunun için, şuurlu olarak daimî tekrarlar, egzersizler yapmak gerekir.

“İnsanın düşünce ve niyeti ne ise, o insan, ancak onlara göre bir insandır.”[4]

“Risale-i Nur, tefsir-i Kur’anı, ruhlara kut, fikirlere kuvvet verir, tekrar tekrar okundukça güneşlerin ziyası gibi ruhlara fikirlere hayat verir. İmanları inkişaf ettirir. Kuvvet-i imana salâbet-i diniyeye İlâhî bir zevk surur halâvet, ferah ve lezzet verir. Sebat ve sadakatla hergün okundukça defalarca mütalâa ettikce bu tekerrür insanda hakaik-ı imaniyeyi daha fazla parlatır. Böyle mes’ud bir insanın manevî cihazatına hak ve hakikat nurları daha fazla saçılır. Risale-i Nur’un okunması tekerrür ettikce ihtiva ettiği ukde-i hayatiye ve nuranî esaslar, Kur’anî hakikatlar iştihaları açar.”[5]

Selam ve selamet şuurlu bir şekilde okuyanların üzerine olsun.

Muhammed Numan ÖZEL

[1]Nur’un İlk Kapısı (182)
[2] Sözler (687)
[3]Sözler (316)
[4] Bir Dava Adamından Notlar (38)
[5] Bir Dava Adamından Notlar (44)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Yahudiler yumurtalarını kaynatmak için dünyayı ateşe verirler

Bugün dünyayı sâri bir illet gibi saran maddi ve manevî hastalıkların birçoğu bir şekilde Yahudi iltisaklı olarak dünyaya bulaşmış. Derler ki, Yahudiler yumurtalarını kaynatmak için dünyayı ateşe vermekten çekinmezler.

Dünyaya yayılan bu illetlerden İslam toplumunun da kendini kurtaramadığı, hatta kıyametin de kopmasına sebep olacağı anlaşılan hastalıklardır.

Dünyevileşmenin tüm hızıyla devam ettiği toplumlarda maddeyi ve dünyayı putlaştırma, sekülerleşme, paraya ve maddeye daha çok tamah etme ve dinin her hükmünün önüne geçirme, rüşvet, faiz, hile, sahtekârlık, zina… Allah’ın hükümlerini sadece sosyal kültürel bir anlayış şekline indirgemek, “olsa da olur olmasa da” şeklinde düşünmek insanın ahiret gözünün kapanıp hüsrana uğrayacağının en büyük alametlerindendir.

Bunun neticesinde kendi adetlerine uydurma, kitapla amel etmeme, hükümleri kendine uydurmak, taassup, ırkçılık, sihir, fesadı yayma, bozgunculuk, kendini tabulaştırma, servete, ziynete, gösterişe önem verme, hırs, aşırı dünya sevgisi, cimrilik, kibir, zulüm, Cehennemin ebedî olmadığını düşünmek ve azabını istihfaf etmek… gibi nice hükümlerin tam tersi davranmak tuzlu olan deniz suyunu içmek gibidir. İçtikçe susatır, susadıkça içirir ve insanı helak eder.

Yahudiler tarihte bu şekilde dalalete sürüklenip manen helak olmuş ve senelerce de “zillet ve meskenete”[1] düçar olmuşlardır. Bir müslümana yakışan şey Yahudilerin tarihte zillet ve meskenete düştüğü şeylerden uzak durmak ve her daim temkinli davranmaktır.

Bu ve buna benzer hastalıkların hemen hepsi maalesef günümüz Müslümanını da esir almış durumda. Yahudiler mazide Samiri’nin yaptığı altından buzağıya tapıyorlardı. Şimdi de o altın buzağıya karşılık maddenin ve dünyanın her türlü ziyneti ve cazibesi insanı dünyaya tapar bir surete getirmektedir.

Dünyamızı şekillendirirken Hak din olan İslamiyet’in hükümlerini göz kulak ardı etmemeli bilakis o hükümlerle dünyamızı imar etmeliyiz. Dünyamızı bu şekilde imar edersek ahiretimizi de imar etmiş oluruz.

Bu meseleler tüm insanlara bakmakta ve insanlığı tehdit etmektedir. Müslümanların da azami derecede dikkat etmesi gerekmektedir. Çünkü Kabil’i aldatan nefs-i emaresi olduğu gibi tüm insanları da adım adım dalalete sürükleyen gene aynı aktör olan nefs-i emmaredir.[2] Emmare olan nefis herkeste olduğu için din diyanet fark etmemektedir. Herkesi aldatabilir.

Selam ve selamet Hakka teslim olanlara olsun. Rabbim bizleri de bahtiyarlar zümresinden etsin, amin.

Muhammed Numan ÖZEL

 

[1] Kur’ân-ı Kerîm’de yedi âyette zillet, on altı âyette aynı kökten isim ve fiiller başlıca üç anlam çevresinde toplanır. 1. Bazı âyetlerde zillet ve türevleri yaygın kullanımına uygun biçimde “aşağılanma, âcizlik” mânasına gelir. Bir âyette kudreti ve hükümranlığı mutlak olan Allah’ın dilediğini aziz, dilediğini zelil kılacağı belirtilir (Âl-i İmrân 3/26). İsrâiloğulları’nın Sînâ çölünde Hz. Mûsâ’ya karşı sergiledikleri sert ve saygısız tavırları, Medine yahudilerinin Resûl-i Ekrem’e yönelik hasmane tutumları sebebiyle zilletle damgalandıkları (el-Bakara 2/61; Âl-i İmrân 3/112), Mûsâ’nın Tûrisînâ’ya çıkmasının ardından buzağıya tapmaya kalkışan İsrâiloğulları’nın Allah’ın öfkesine ve dünya hayatında zillete mâruz kaldıkları (el-A‘râf 7/152), İslâm aleyhine yahudilerle iş birliği yapan Medine münafıklarının da zillete düşürülenler arasında yer alacakları (el-Mücâdile 58/20) bildirilir. Zillet kavramı altı âyette inkârcıların âhiretteki değersizliğini ve aşağılanmışlık durumunu anlatır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ẕll” md.). Sabâ melikesi Hz. Süleyman’dan aldığı mektup üzerine çevresindekilere bilgi verirken, “Krallar bir ülkeye girdiler mi oranın altını üstüne getirir, halkının ulularını zelil yaparlar” demişti (en-Neml 27/34). 2. Bir kısım âyetlerde zillet kavramı cümledeki bağlamına göre olumlu anlamda da kullanılır. Meselâ evlâdın ebeveynine karşı görevleri arasında sayılan zül (el-İsrâ 17/24), müminlerin nitelikleri arasında zikredilen ezille (el-Mâide 5/54) “şefkat, merhamet, tevazu, yumuşaklık” gibi mânalarla açıklanmıştır (Taberî, IV, 626-627; VIII, 61; İbn Sîde, XI, 47; Şevkânî, II, 60; III, 247-248). 3. Âyetlerde zillet kavramı “bir şeyin elde edilebilir, kullanışlı ve yararlanılabilir olması” anlamında da geçer. Dünyanın ve dünyevî nimetlerin insanların yararlanmasına elverişli kılınması (el-Bakara 2/71; Yâsîn 36/72; el-Mülk 67/15), cennet meyvelerinin uzanıp alınabilecek kadar yakın olması (el-İnsân 76/14; krş. Taberî, XII, 364-365; Şevkânî, V, 404) bu kavramla ifade edilmiştir. Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/zillet

[2]Nefs-i emare, kötülüğü emreden ve bundan zevk alan nefise verilen isim. Nefis tezkiyesi kademelerinden ilkidir. İlk kademede nefsin temizliğine henüz başlandığı için nefiste bütün 19 afet mevcuttur. Onun için bu kademede nefis henüz arınmadığı için kötülüğü emreder.