Etiket arşivi: nur talebeleri

1959 Tarihinde Erzurum Nur Talebeleri

1959 tarihli İstihbaratın Erzurum Nur Talebelerini sizlerle paylaşmak ve vefat edenlere Allah’tan rahmet diliyorum.

Gördüğüm kadarıyla Kırkıncı Hocam, Demirci Hocam, Erzurum’da subay olan Mehmet Şevket Eygi, Hakkı Arı, Merhum Sercil Ağabey, Merhum Ahmet Polat, Mihrali Abimiz, Cahit Güngör ve tanıdığımız isimler ön planda. Ancak Erzurum Müftü Naibi Osman Hocayı da bu listeye koymuşlar.

Prof.Dr.Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org

erzurum.1950

Bediüzzaman’ın Lokman Hekim ruhlu talebesi: “Ali İhsan Tola”

Bediüzzaman Said Nursî’nin etrafında halkalanan Nur kahramanlarının her biri ayrı bir esmaya mazhar ve Üstad’ın farklı bir yönüne ayna olan şahsiyetlerdir. Bunlardan biri de 1927- 2009 yılları arasında yaşamış olan Orman Mühendisi, Tıbb-ı Nebevî’nin asrımızdaki temsilcisi ve zamanın Lokman Hekimi Senirkentli Ali İhsan Tola’dır.

Üstad, muhataplarının ilgi alanlarına ve kabiliyetlerine göre konuşur, onlara ders verir. Ali İhsan Tola ilk ziyarete gittiğinde Üstad, kendisine uzmanlık alanı olan orman ve bitkilerin sırlarından bahseder. Fakat bu konuda öylesine derinlere dalar ki, Ali İhsan Tola üniversitede öğrendiği bilgilerinin Bediüzzaman’ın bilgilerinin yanında çok sığ kaldığını hisseder. Üstad kendisine ihtisasıyla ilgili konuda muhatap olmakla kalmaz, bu konuda daha ileri gitmesi için manevî himmetini de devreye koyar. Derken Sav’da risalelerin basımı esnasında bitkilerin sırları kendisine açılır ve tıpkı Lokman Hekim gibi bitkiler hal dilleriyle ne işe yaradıklarını anlatarak adeta onunla konuşmaya başlarlar.

Okan Yılmaz’ın bu konuyla ilgili hatırası manidardır: “Kendisinden bitkilerin sırlarını iki defa dinledim. Birisinde Sungur Ağabey gelmişti. ‘Ali İhsan, bu bitkilerin esrarı nasıl oldu?’ diye sordu. ‘Üstad’ın himmetiyle açıldı. Sizi nasıl görüyor, tanıyorsam, o bitkileri de öyle görüyor, tanıyorum. Neye yaradıkları bana o surette görünüyor. Mesela bir bitki böbreğe yarıyorsa, onu böbrek suretinde görüyorum’ demişti.”

Bu konuda kendisinin yaptığı açıklama ilginçtir: “O zamandan beri otlardan, çiçeklerden bal karışımlarından ve çeşitli yağ karışımlarından insanlık âlemine faydalı olmaya çalışıyordum. Risale-i Nur’da izah edildiği gibi, kâinat, bir eczane-i kübradır. Allah Teâla her şeyi yerli yerinde yaratmıştır. İnsan vücudunda bulunan hücreler ve cihazlar bitki ve otlardan küçük birer numune taşır. Mesela ceviz meyvesi, diğer meyvelerden farklı olarak dışında sert bir kabuk, içinde meyvenin yiyecek kısmıyla insanın başına ve beynine benzer. Elbette ki onun yenmesi, insana ve beynine faydalı olacaktır. Keza, fındığın kalbe benzemesi, fasulyenin böbreklere benzemesi ve limondan narenciyeye kadar her şeyde insan bünyesine faydalar sunulmuş, rızık olarak tayin edilmiştir.”

Bitkilerin sırrı

Bir zamanlar Çam Dağı’nda iken Üstad’ın kendisine bir çiçek verip “Ali İhsan, bunun üzerinde çalış” demesi de manidardır. Bunu unutup yıllar sonra bir vesileyle hatırlar. Böylece karabaş otu üzerinde başlayan araştırmaları, diğer çiçek ve bitkilerle devam eder. Bütün bunlar, Ali İhsan Tola’nın Tıbb-ı Nebevî konusunda derinleşmesine sebep olur.

Torunu ve manevî mirasçısı sayılan Eczacı Ömer Tola’nın anlattıkları da ilginçtir: “Evveliyatında Sav’da teksir yaparken sırrın açıldığını anlatırdı. ‘Bitkinin şekli, kokusu, rengi, bir şifre-i ilahîdir. Bu şifrenin anahtarı da Efendimizdedir (a.s.m.)’ diye anlatırdı. Fakat Üstad Hazretleri ‘maksat insan yetiştirmek’ deyince bitkilere karşı olan şevki ve alakası kırıldı. Bunun üzerine bitkilerin sırları tekrar kapandı. Daha doğrusu bir hasta gelse şu bitkinin iyi geldiğini bilse bile verecek hal kalmadı. Ta ki halk arasında ‘kafa süpürgesi’ diğer adıyla karabaş otunu Üstad kendisine tavsiye edene kadar… Ondan sonra bitkisel tedaviye tekrar başladı. Gelenlere ikram etti. Hatta bu kafa süpürgesinden dolayı mahkemeye verildi. Hem orman mühendisi, hem ehl-i vukuf, hem bilirkişi ve hem de davalı olarak böyle bir davanın olmayacağını savundu. Daha sonra özellikle ardıç tohumu ve yağı üzerinde yoğunlaştı ve bu yoldaki araştırmalarına ve hizmetlerine devam etti.”

Ali İhsan Tola, çeşitli bitkilerden elde ettiği yağlar ve karışımlarla tıbbın ve kimyevî ilaçların çare olmadığı pek çok hastalığa deva olur. Bu yüzden son zamanlarda her gün onlarca, hafta sonları yüzlerce insan, gerek yurdun çeşitli yerlerinden, gerekse yurt dışından akın akın kendisine gelerek deva bulmak için kapısını aşındırırlar.

Manevî yönü

Ali İhsan Tola’nın şahsiyeti şüphesiz sadece bununla sınırlı değildir. Onun asıl şahsiyeti Üstad’ın yakın bir talebesi olarak Risale-i Nur hizmeti üzerinde yoğunlaşmasıdır. Yanına gelenlere bir yandan maddî ilaçlarla deva sunarken, diğer yandan Nurlarla manevî deva sunmaya son nefesine kadar devam eder. Risale-i Nur’un satır aralarından adeta istihraçla çıkardığı engin manaları yanına gelen ve bu konulara alaka duyanlarla paylaşır. Özellikle yakın takipçilerinden olan Mehmed Başat Bey’in ifadesiyle “eşyanın ledünnüne vakıf olması, eşyanın ve olayların zahirine bakarak iç yüzü ve geleceği ile ilgili çıkarımlarda bulunması” pek manidardır. Mesela bunlardan biri 12 Eylül Darbesi öncesinde üst odada ders yapılırken el büyüklüğünde bir örümceğin duvarda herkesi ürkütecek şekilde yavaş yavaş ilerlemesi karşısında birisi gitmesi için kalkıp pencereyi açması üzerine, ”Oturun yerinize ve ona ilişmeyin” der. Ders bittikten sonra, ”O ne diyor biliyor musunuz?“ diye sorar. Ardından şu açıklamada bulunur: ”Örümcek hicrette Allah’ın inayetiyle Peygamberimizi müşriklerden korumadı mı? Şimdi de başınıza bir musibet gelecek, ama korkmayın siz, hıfz-ı ilahî altındasınız diyor” şeklinde yorumlar. Gerçekten hemen ardından 12 Eylül Darbesi olur ve Nur talebeleri haber verdiği gibi bu musibetten en az zarar görerek kurtulurlar.

Ali İhsan Tola’nın araştırmaları sadece bitkilerle sınırlı kalmaz. Son zamanlarda çeşitli taşlar ve madenler ve sularla ilgili araştırma ve denemelerde de bulunur.

“Bediüzzaman’ın Lokman Hekim Ruhlu Talebesi: Ali İhsan Tola” isimli Nur Kahramanları serimizin 12. kitabı bu ve bunun gibi son derece ilginç ve insanların alaka ve ihtiyaçlarına cevap verdiği için olsa gerek kısa zamanda iki baskı yapmıştır. Dilerseniz sözü daha fazla uzatmadan tedavi uygulamalarında kitapta yer alan örneklerden bazılarına yer verelim. Böylece hangi tarz ilaçların ne gibi hastalıklara şifalı olduğunu görelim.

Hastalıklara maddî ve manevî şifalar

Dışarıdan gelen vesveselere 11 Felak okunmalı, nefisten gelen vesveselere 11 Nas Suresi okunmalı.

Cimriliğe karşı 11 defa Mâûn Suresi okunmalı

Şirke karşı 11 defa Kafirûn Suresi okunmalı.

Migrene karabaş balı kullanılmalı. Karabaş balı, beyin hastalıklarında damar açıcıdır.

Kuyruk yağı romatizma, bel ve boyun ağrılarına iyi gelir.

Kemik erimesine karşı kuyruk haşlanıp aç karnına yenmeli, belden alt kısmına tırnaklara kadar sürülmeli.

Kalp damar tıkanıklıklarına karşı karabaş balı yenmeli.

Kudret narı yağı, güzelleştirir, yüzde leke koymaz. İçilir ve hastalıklı yere sürülürse sedef hastalığını ve kaşıntıları yok eder.

Ardıç yağı, antibiyotik yerine geçer. Ardıç yağına demiri koysan eritir, ama vücuda zarar vermez. Vücuttaki cerahati, iltihabı çıkarır, temizler. Vücut dengesini temin eder.

Saf zeytinyağı ve kantaron, iç ve dış kanamaları önler, hücreleri yeniler, sinir uçlarını tamir eder. Kantaron yağı kanser ağrısını yok eder.

Ağrı için ardıç yağı ve kantaron karışımı sürülür.

Elmayı kabuğuyla yemek yüz güzelliği yapar.

Çayı limonla içmek, çayın kan yapıcı özelliği yok etme keyfiyetini giderir.

Saç için, kekik suyu ile saçlar yıkanır, dibine lavanta yağı sürülür. Kantaron yağı sürülür, saç diplerindeki cerahat boşalır, dibinden saç çıkar.

Günlük 21 tane kuru üzüm hafızayı açar. Her birini besmele çekerek yemeli.

Çörek otu baş ağrısını keser.

İhsan Atasoy

İhvan-ı Müslimin ile Nur Talebelerinin Farkı

Mısır’da yapılan askeri darbenin ardından adı sıkça anılan İhvan- Müslimin hareketi hakkında çok şeyler yazıldı. Arap dünyasının en güçlü İslami cemaati olma özelliğini de taşıyan bu hareket ile Nur Talebeleri arasındaki benzerlikleri ve farkları Bağdat’ta çıkan Ed-Difa gazetesinin muhabiri İsa Abdülkadir kaleme almış, Bediüzzaman Hazretleri’de Emirdağ Lahikası’na bu makaleyi koymuştur.

(Bağdat’ta çıkan ed-Difa gazetesinin muharriri İsa Abdülkadir’in Arabi makalesinin tercümesi.)

Bağdat’ta çıkan ed-Difa gazetesi Risale-i Nur talebelerinden bahisle diyor ki:
Türkiye’deki Nur talebelerinin İhvan-ı Müslimin cemiyeti ile alakaları nedir, ne münasebeti var? Hem farkları nedir?

Türkiye’deki Nur talebeleri, Mısır’da ve bilad-ı Arapta İhvan-ı Müslimin namında ittihad-ı İslama çalışan cemiyetler gibi müstakil cemiyet midirler? Ve onlar da onlardan mıdır? Ben de cevap veriyorum ki:

Nur talebelerinin ve İhvan-ı Müslimin Cemiyetinin gerçi maksatları, hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeye hizmet ve ittihad-ı İslam dairesinde Müslümanların saadet-i dünyeviye ve uhreviyelerine hizmet etmektir; fakat Nur talebelerinin beş altı cihetle farkları var:

Birinci fark : Nur talebeleri siyasetle iştigal etmez, siyasetten kaçıyorlar. Eğer siyasete mecbur olsalar, siyaseti dine alet yapıyorlar, ta ki siyaseti dinsizliğe alet edenlere karşı dinin kudsiyetini göstersinler. Siyasi bir cemiyetleri asla mevcut değil.

İhvan-ı Müslimin ise, memleket ve vaziyet sebebiyle siyasetle, din lehinde iştigal ediyorlar ve siyasi cemiyet de teşkil ediyorlar.

İkinci fark : Nurcular, Üstadlarıyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur değiller. Kendilerini Üstadlarıyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket bir dershane hükmünde, Risale-i Nur kitapları onların eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Herbir risale, bir Said hükmüne geçer.

Hem ellerinden geldiği kadar ücretsiz istinsah ederler. Muhtaçlara mukabelesiz veriyorlar ki, okusunlar ve dinlesinler. Bu suretle büyük bir memleket büyük bir dershane hükmünde oluyor.
İhvan-ı Müslimin ise, umumi merkezlerde mürşid ve reisleriyle görüşmek ve emirler ve dersler almak için ziyaretine giderler. Ve o umumi cemiyetin şubelerinde de o büyük üstadla ve naibleriyle ve vekilleri hükmündeki zatlarla yine görüşürler, ders alırlar, emir alırlar.

Hem umumi merkezlerde çıkan ceride ve mecellelerin fiyatını verip, alıp, onlardan ders alıyorlar.

Üçüncü fark : Nur talebeleri, aynen, ali bir medresenin ve bir üniversite darülfünununun talebeleri gibi, ilmi muhabere vasıtasıyla ders alıyorlar. Büyük bir vilayet bir medrese hükmüne geçer. Birbirini görmedikleri, tanımadıkları ve uzak oldukları halde birbirine ders veriyorlar ve beraber ders okuyorlar.

Amma İhvan-ı Müslimin ise, memleketleri ve vaziyetleri iktizasıyla mecelleleri ve kitapları çıkarıyorlar, aktar-ı aleme neşrediyorlar; onunla birbirini tanıyıp ders alıyorlar.

Dördüncü fark : Nur talebeleri, bu zamanda ve bugünde ekser bilad-ı İslamiyede intişar etmişler ve çoklukla vardırlar. Bu intişarlarında ayrı ayrı hükumetlerde bulundukları halde hükumetlerden izin almaya muhtaç olmuyorlar ki, tecemmu’ edip toplansınlar ve çalışsınlar. Çünkü, meslekleri siyaset ve cemiyet olmadığından hükumetlerden izin almaya kendilerini mecbur bilmiyorlar.

Amma İhvan-ı Müslimin ise, vaziyetleri itibarıyla siyasete temas etmeye ve cemiyet teşkiline ve şubeler ve merkezler açmaya muhtaç bulunduklarından, bulundukları yerlerdeki hükumetten icazet ve ruhsat almaya muhtaçtırlar. Ve Nurcular gibi bilinmiyor değiller. Ve bu esas üzerine, kendilerine umumi merkezleri olan Mısır’da, Suriye’de,Lübnan’da, Filistin’de, Ürdün’de, Sudan’da, Mağrib’de ve Bağdat’ta çok şubeler açmışlar.

Beşinci fark : Nur talebeleri içinde çok muhtelif tabakalar var. Yedi sekiz yaşındaki, camilerde Kur’an okumak için elifbayı ders almakta olan çocuklardan tut, ta seksen, doksan yaşındaki ihtiyarlara varıncaya kadar kadın erkek, hem bir köylü, hammal adamdan tut, ta büyük bir vekile kadar ve bir neferden büyük bir kumandana kadar taifeler Nurcularda var.Bütün Nurcuların bu çok taifelerinin umumen bütün maksatları, Kur’an-ı Mecidin hidayetinden ve hakaik-i imaniye ile nurlanmaktan ibarettir.Bütün çalışmaları ilim ve irfan ve hakaik-i imaniyeyi neşretmektir. Bundan başka birşeyle iştigal ettikleri bilinmiyor. Yirmi sekiz seneden beri dehşetli mahkemeler dessas ve kıskanç muarızlar, bu kudsi hizmetten başka onlarda bir maksat bulamadıkları için onları mahkum edemiyorlar ve dağıtamıyorlar.

Ve Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız. Onlar gelsinler bizi arasınlar, bulsunlar” diyorlar. Kemiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakiki ihlası taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar.

Amma İhvan-ı Müslimin ise: Gerçi onlar da Nurcular gibi ulum-u İslamiye ve marifet-i İslamiye ve hakaik-i imaniyeye temessük etmek için insanları teşvik ve sevk ediyorlar; fakat vaziyet, memleket ve siyasete temas iktizasıyla, ziyadeleşmeye ve kemiyete ehemmiyet veriyorlar, taraftarları arıyorlar.

Altıncı fark : Hakiki ihlaslı Nurcular, menfaat-i maddiyeye ehemmiyet vermedikleri gibi, bir kısmı, azami iktisat ve kanaatle ve fakirü’l-hal olmalarıyla beraber, sabır ve insanlardan istiğna ile ve hizmet-i Kur’aniyede hakiki bir ihlas ve fedakarlıkla; ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i dalalete karşı mağlup olmamak için ve muhtaçları hakikate ve ihlasa davet etmekte bir şüphe bırakmamak için ve rıza-yı İlahiden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbirşeye alet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye faydalarından çekiniyorlar.

Amma İhvan-ı Müslimin ise: Onlar da hakikaten maksat itibarıyla aynı mahiyette oldukları halde, mekan ve mevzu ve bazı esbap sebebiyle, Nur talebeleri gibi dünyayı terk edemiyorlar. Azami fedakarlığa kendilerini mecbur bilmiyorlar.

İsa Abdülkadir
Risale Ajans

Atilla İlhan: Nur talebeleri bana kitap getirdi!

Yazar Emine Fikriye Beledli, Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan şair, romancı, denemeci, gazeteci ve eleştirmen Atilla İlhan’ın Nur talebeleri vesilesiyle imana gelmiş olabileceğini düşündüğünü söyledi.

Yazar Emine Fikriye Beledli, Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan şair, romancı, denemeci, gazeteci ve eleştirmen Atilla İlhan’ın Nur talebeleri vesilesiyle imana gelmiş olabileceğini düşündüğünü söyledi. Beledli, Atilla İlhan ile arasında çok ilginç bir diyalog geçtiğini belirterek “Onunla ölümünden kısa süre önce görüşmüştük. Hatta Nur talebelerinden bahsetmişti bana. Bana kadar ulaştılar, bana kitaplar getirdiler, demişti Nur talebeleri. Sonra aramızda çok ilginç bir diyalog geçti. Ben orada Atilla İlhan’ın imana gelmiş olduğunu düşünüyorum. Çünkü benimle konuşurken bir konu oldu ve dedi ki; Allah bu konuda bana yardım ediyor, çocuğum. Bu Atilla İlhan için, ateistim diyen bir kişi için imkânsız bir sözdür. Orada Nur talebeleri onun imanına vesile mi oldu, diye düşündüm.” dedi.

Yazarlık hayatım Atilla İlhan’la başladı

Yazar Emine Fikriye Beledli, Moral FM’de Tuğba Akbey İnan’ın sunduğu Mavi Dünya programında Nesil Yayınlarından çıkan ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) ile annesi Hz. Amine’yi anlatan “Dürr ve Sadef” isimli kitabının hikâyesini ve yazarlık serüvenini anlattı. Beledli, çocukluk hayalinin edebiyat öğretmenliği ve yazarlık olduğunu anlatırken bu süreçte yazar Atilla İlhan ile yollarının nasıl kesiştiğini şöyle anlattı: “Üniversiteyi bitirdiğim dönem Atilla İlhan’ın telefonunu buldum ve ona ulaştım. Aradım. Çok kibar ve sevecen bir insandı. Hemen kabul etti. Yazarlık hayatım Atilla İlhan’la başladı. Yazılarını beğenmezsen söylerim, dedi. Bir hafta sonra yanına gittiğimde bana “şen şairsin” dedi. Hikâyelerin var mı, diye sordu. Ben hikâyelerimi de gösterdiğimde onları da çok beğendi. Sonra Karşı dergisine gönderdim ve orada yayınladı. Sonra yazdım ama dergiye göndermedim. Bir roman yazdım. Bir yayın evine gönderdim onlar yayınlamadı. Dünyevi bir romandı. Nasip burasıymış

Beledli, öğrencilik döneminde tanıştığı Atilla İlhan ile 16 yıl görüştüklerini, şiir ve yazı ve edebiyat konusunda birçok şey öğrendiğini söyledi. Beledli, sözlerine şöyle devam etti: “Ona şiirlerini götürdüğümde isimleri yoktu. Şiirlerin çok güzel ama isimleri yok, dedi. Ben isim koymayı bilmiyorum, dedim. Ne var bunda, dedi. Şiirin içinde bir satırı alırsın başlık yaparsın, dedi. Ve ondan şiirlerime isim bulmayı öğrendim. Şiire hiçbir ekleme ya da çıkarma yapmadan şiirdeki mısraların yerini değiştirerek çok güzel sonuçlar çıkarıyordu. Ben onu da öğrendim. Mısraların yerini değiştirerek bambaşka bir şiir yapıyordu.

Emine Fİkriye Beledli’nin Dürr ve Sadef isimli kitabını 444 24 14’ten isteyebilir ya da internet üzerinden http://www.kitapokusak.com/kitap/durr-ve-sadef-p506341.html alabilirsiniz.

Dursun Kabaktepe