Etiket arşivi: Prof. Dr. Himmet Uç

Saflık ve Sadakat Sembolü; “Bayram Yüksel”

Afyon’un Bolvadin  ilçesinin Kemerkaya köyünde doğdu.1948’de Bediüzzaman’ın hizmetine girdi. Askerlik dönüşü Bediüzzaman “Ben seni vermeyeceğim , ben seni vermeyeceğim“ der kendisine. Bediüzzaman onun köyüne kadar gider. Köyüne iki defa gitti, ikincisinde razı oldu ve geldi. Bediüzzaman’ı ilk defa on altı yaşında Afyon Hapsinde görür. Emirdağ’da Salı günleri gelir Üstad’ın evini temizler yemeğini yapar ve gider. Kore’ye gönderir Bediüzzaman onu . ilk defa Zübeyr , Ceylan ve Bayram Abi Üstadın yanında kalmaya başlarlar, ondan gönce Üstad kimse ile birlikte kalmaz. Bayram için Bediüzzaman “ Ceylan Abi’ye Bayram’ı kerih görme , ileride büyük hizmet görecek. Menderes gelse Bayram’ı bana şöför olarak ver dese , Risale-i Nurları neşredeceğim “ dese ben Bayram’ı vermeyeceğim”  der. 27 numarada bizimle sabah eder, uyuyanları gül suyu ile uyandırırdı. Hizmete gidecek imkanların şahıslara gitmesine kızardı.

Tuvalet temizlemek de hizmettir , yemek yapmak da “der. Üstadın elinin öpülmesine ve yüzüne bakılmasına karşı çıktığını söyler. Hediyelere karşı bizde nefret uyandırmıştı. Kendisine hediye gelen karpuzu on beş gün bekletir ve sonra onlara yedirir, çürümüş karpuz yenmez, böylece onlara hediye almamaları konusunda ders verirdi. Bir gün eve gelen komsere “Ahmak  herifler , asıl polis biziz, siz polis değilsiniz. Risale-i Nur kalplere bir yasakcıdır” dedi. Çorba, patates, yumurta ve yoğurt arada sırada da et yerdi. Yaptığım yemeği benden satın alırdı, ben yüz para isterdim, o da beş kuruş verirdi. Konya’dan gelen talebelerine “bana hizmet değil tesanüd lazımdır”der.”Kardeşim Risale-i Nur bir fabrikadır, bu fabrikada ecnebiler bile çalışır” derdi.

Bir gün  Ağlasun dağına çıkmıştık,  orada yüksek bir kale vardı,  oraya çıktı, o hep yüksek yerlere çıkardı. Ben o sırada Cevşen okuyor “ Benim sonum ne olur, benim sonum  ne olur “ diye düşünüyordum.  Onda Üstad ona bir şamar vurur “keçeli sen sonu düşünme senin sonun iyi olacak “ der. Kardeşlere “ Risale-i Nur’un şaşaalı bir devri gelecek , fakat inşallah ben görmeyeceğim. Mustafa Sungur kabrimde bana nurları okuyacak , ben temaşa edeceğim, kabrimde toprağın altında daha halisane dinleyeceğim “ derdi.  Çayı kıtlama içer ve öyle içmeyi tavsiye ederdi. Limon isterdi çaya yoksa limon tuzu aldırırdı. Muallim gelince muhakkak kabul eder ve “öğretmenin ortası olmaz,. Ya minarenin ucundadır,  veya dibindedir.  Param olsaydı muallimlere hergün on altın verirdim “  der.Dindar bir muallim alayı illiyin de dinsizi de esfeli safilindedir” derdi.

Eserler yazılırken Üstad bir noktaya bakar ve” yaz kardeşim “ diye başlar.Şamlı Tevfik “ çok süratli söyler ve ben de süratli yazardım” der.  Bir saatte yazdığı eseri bir günde temize çekemediğini söyler. Şamlı’nın eşi “ Efendim bunu sana veriyorum. Bu sana yardım etsin , onun yapacağı işleri ben yaparım” Bediüzzaman o hanımı has talebeleri içinde sayar ve ona dua eder.

Üstad Arapça risaleleri izah ederek okur.Risale-i Nur Risale-i Nur’u izah etmiş derdi. İnönü “Elli bin lira vereceğim onu zehirleyin “demiş. Bayram Abi  Üstad’la şehrin dışına çıktığımızda , birimiz elli metre sağında , solunda , önünde arkasında dört kişi olarak yürürdük. Kim gelse yanına sokmazdık, biz konuşurduk.

1926 da Nurun ilk Kapısı isimli eserini yazar. Barla’dan Eskişehir hapisanesine giderken eseri Sıddık Süyelman’ın tavanına saklamışlar, 1957 de kitap bulunmuş , Üstad kitabı görünce o kadar sevindi ki “Yazık vallahi billahi böyle bir kitap olduğunu unutmuştum, çabuk bunu yazın “ dedi. Üstad eve gelince fareler ve kuşlar haber verirdi, fareler zıplarlar, kuşlar cama vururdu. Üstad Bayram Abi’nin Cevşenine yazmış. “ Benimle gelen  perişan kalmaz. Benimle gelen ruzi mahşerde perişan olsa  o benim sırtımın yükü olsun. Yeterki bu daireye olan ahdini bozmasın” ve “Risale-i Nur’un bir yerden biri yere götürmek on komünisti öldürmekten  daha sevaptır”derdi. Bayram Abi’ye “ Senin hizmetin bana dokunmuyor, Sungur ile Ceylan’ın hizmeti dokunuyor “ derdi. Çünkü onlar Üstadın makamını biliyorlardı. Dua listesi beş metre boyundaydı. Ne  kadar işi acele olursa olsun tesbihatı yapardı.

Dershanelere çok önem verirdi Üstad, bir deshane açıldı mı  mutlaka kendi giderdi. Gidemezse bizleri gönderirdi, o benim evimdir “ derdi. Üstad “ şunu yapın bunu yapın demez şöyle yapsak nasıl olur “ diye sorardı. Ondan habersiz bir yere çıkamazdık ve konuşamazdık kimseyle , döndüğümüzde bize sual sorardı.Bir dakika boş durduğunu görmedik, ya okur ya tashih ederdi.” Tashih ederken hafızam  telif anındaki gibi aynen geliyor “ , “Sizin gibi gazete gibi okumadım , anlayarak okudum “ derdi.  Bir veya iki günde çamaşır değiştirirdi, çamaşırlarını ben yıkardım, kirli ile temizi fark edemezdim. Mübarek teri çok güzel kokardı. Bu talebelerine defalarca Kur’an ‘a el bastırarak yemin ettirir, davaya sadık kalacaklarına , meşrebe sadık kalacaklarına dair. Tarihçei Hayat için  “ on ordu kuvvetindedir, onu okumayan bilmeyen risalelerden tam feyiz alamaz” derdi. Hemen namaza durmaz tekrar tekrar tövbe eder sonra başlardı.

Şafii olduğu halde Cuma namazına gider ve bizi de gönderirdi. “Said yaşlanmış demesinler  diye iki günde bir bazen bir günde traş olurdu. Aslına bakmadan tashih eder hiç hata yapmazdı. Barla’daki çınar ağacına çok önem verir, Menderes dese şu ağacın bir dalını kessek, Risale-i Nurları bütün dünyaya dağıtacağız dese razı olmam “ der ve o ağaca dua ederdi. Üstadımız hayatta iken ne söylemişse o çıkmıştır. Kore savaşı sırasında açıkca inayet altında olduğumu gördüm, on bin Çinlinin arasında kaldım yine beni görmediler.Havan topu kafama değdi gitti başka yerde patladı. Üç şeyi sevmezdi , hastalığı , yorgunluğu ve işi havale etmeyi.  Hayvanlara bakar bunlara sizin kadar önem veriyorum , derdi. Bayram Abi bu kitapları bir yazıyor biz okuyoruz , derdim, o da  “Bu kitapları kainat okuyacak dünya devletleri Risale-i Nuru kanun olarak kabul edecekler” derdi. Ben Hüsnü Bayram ve Zübeyr Abi ile Urfa’ya gittik, aynı arabada.İpek Palas’da herkesi kabul etti, elini öptürdü, adeta vedalaştı. Sembolik paraları bile hizmete katardı.  Hiç gıybet ettirmezdi.

Dua ederken ellerini omuzlarına kadar kaldırır elleri omuzuna bakardı.

Bayram Abi 19 Kasım 1997 de  Almanya dönüşü Bulgaristan’da geçirdiği bir trafik kazasında öldü.

24 Kasım da Barla’ya defnedildi. Defin sırasında çok hazin haller yaşandı, gözyaşları içinde defnedildiler. Sungur Abi konuşma yaptı. Üstad’ın bir hatırasını nakletti. “ Hafız Ali’yi kabirde müşahade ettim , kabir suallerine tıpkı mahkemede yaptığı müdafaalar gibi cevap veriyordu. Ayakta  kollarını yukardan aşağıya , aşağıdan yukarıya  baştan başa sallayarak  ve işaret parmaklarını uzatarak  Risale-i Nurlardan cevaplar veriyordu. ”Üstad’ın da vefatında Kayalar Ağabey “üstadın münker nekire bütün nurları birden okuduğunu “söyledi.

Allah onlara rahmet  bize merhamet etsin.

Prof. Dr. Himmet Uç

ww.NurNet.Org

Ruh-Beden İlişkisi ve Ölüm

Çocuk ana rahminde ruhun geleceği ve bedenin fiziksel ve ruhsal fonksiyonlarını yerine getirecek şekilde hazırlandıktan sonra ruh o bedene gelir, daha sonra dünya sahrasına çıkınca ruh ceset birlikte yaşarlar. Ölünce o ruh gelmiş olduğu bedenden geldiği yere döner, beden yine cansız bir kütle halinde kalır, demek ölüm ruhun bir süre münasebette olduğu bedenin ruh tarafından terk edilmesidir, yoksa ruh ölmüyor geldiği yere gidiyor ve farklı bir dünya için yeni eklentiler ile daha sürekli bir hayat için hazır oluyor. Ruh cevheri bedene uygun bir biçimde bizim anlamadığımız bilimin de anlamadığı bir terkip ile inşa ediliyor, öyle bir ruh ki beden ile münasebetini sağlıyor. Bedenden ayrılınca dünya hayatına göre hazırlanmış beden ahiret hayatına göre hazırlanıyor ve o yapı ile iki ebedi mekandan birinin kapısını çalıyor ve oraya gidiyor.

Bediüzzaman Haşir ile ilgili bahislerin dışında Barla Lahikası’nda bu konuda bir soruya cevap veriyor. Çok manidar bir mektuptur. Haşir bahsini ve öldükten sonra dirilme hakikatını destekliyor. Soruyu soran Hulusi Bey’dir. “Sual ; İmamı Gazali’nin “Neşe yi uhra neşe-yi ulaya bütün bütün muhaliftir” demesi mahiyet ve cinsiyet itibariyle değildir. Çünkü ,

Hüvelllesi yebdeülhalkesümme yüidühü

Yühyil arda bade mevtiha kezalikel tühricun

Gibi çok ayetlerin sarahatine muhalif olur. O muhalefet keyfiyet ve suret itibariyledir. Hem de umur-ı uhreviyenin mertebece fevkalade yüksek olmasına işarettir. Hem de Gazalinin haşr-i cismani ile beraber haşr-i ruhaninin dahi vuku bulmasına bazı ehl-i batına taklid ve mümaşaat cihetiyle bir işarettir.”

Bediüzzaman birinci suale verdiği cevapta kemalinezaketle Hazreti Gazali’nin fikrini tenkid etmiyor, ama hakikatın başka olduğunu anlatıyor. Bu Bediüzzaman’ın eleştiri üslubunun azametini gösteriyor. Kırmadan , dökmeden , üstünlük taslamadan , büyük imamın değerini sorgulamadan yanlış demeden tashih ediyor. Ayetlerde ikinci dirilişin farklı olmadığına vurgu yaparken imanın fikrinin onların açık ifadesine muhalif olacağını söylüyür.

Sual; Sad-ı Teftezani biri hayvani diğeri insanı olmak üzere ruhu ikiye taksim ettikten sonra “mevte maruz kalan yalnız ruh-u hayvanidir, ruh-ı insani ise mahluk değildir ve onun ile Allah beyninde nisbet ve sebep yoktur, ceset ile kaim olmayıp müstakil-i bizzattır. “demesinin sebebi ve izahı ?

Elcevap ; Sad-ı Teftezani’nin “erruhülinsaniyetü leyset mahlukaten “ demesi “Kul irruhu min emr-i Rabbi sırrıyla beka-yı ruh bahsinde beyan edildiği gibi ruhun mahiyeti zihayat bir kanun-ı emr, zişuur bir ayine-i ism-i Hayy zicevher bir cilve-i hayat –ı Sermedi olduğundan meculdür. Bu cihetle mahluktur denilemez. Fakat Sa’d , Makasıt ve Şerhül Makasıt da bütün muhakkikin-i islamın icmaına ve ayat ve ehadisin nususuna muvafık olarak , “ o kanun-u emr vücud-ı harici giydirilmiş mahlukat gibi mahluk ve hadistir demiştir. Sad’ın ezeliyet-i ruha kail olmadığına bütün asarı şahittir “Leyset beyneha ve beynallahi nisbetün” demesi hulul gibi batıl bir mezhebin reddine işarettir. Hayvanatın ruhları dahi bakidir, kıyamette cesetleri fena bulur. Mevt ise fena değil , belki alakanın kesilmesidir. “ velasebebe” demesi ; beka-yı ruh isbatında denildiği gibi ceset ruha dayanır, ayakta kalır. Ruh ise bizatihi kaimdir. Ceset harab olursa daha ziyade serbest olur melek gibi göğe uçar, demektir ve batıl bir mezhebin reddine işarettir.”( Barla 229)

İkinci suale verdiği cevap daha azametli bir bakış açısıdır. Soruyu soran Hulusi Abi olduğu için bu bahisleri iki büyük alimin kitaplarından hareketle Bediüzzaman’a intikal ettirmesi onun da sonsuz bir irtifa olan Bediüzzamanın yanında bir dağ azametinde alimolduğunu gösterir. Çünkü soru sormak da bir ciddi ilmi derinliktir.Herkes sorduğu soruya göre alimdir veya cahildir.İnsan ruhu mahluk değildir Taftezani’nin fikrine göre. Bediüzzaman özetle ruhun Allah’a intisabından dolayı mahluk olamayacağını söyler. O sermedi hayatın bir cilvlesidir,güneşin bir cam parçasına yansıması gibi ama kaybolup gitmeyen bir yansıma . Hay isminin cevher nitelikli bir aynasıdır. Şuur sahibidir, ve ilahi bir emirdir, emirin mahiyeti bizce mechul, ama ruhtaki şuur bedene yansıyınca beden de bir şuura göre hareket etmektedir.

Olayın ikinci boyutu gibi edatı ile ortaya konmuştur. Ruh mahlukat gibi mahluk ve hadistir. Yani Allah ona kendisine intisabı ile mahlukun mafevki olması yanında mahlukat gibi bir nitelik vermiştir. Ruh beşerin hayatını tanzim ettiği cihetle nisbi bir mahlukiyet ünvanı ile vardır, ama Allah’a intisabı cihetiyle beşeri özelliği tamamlayıcı ve arizidir.

Ölüm bir tarafı bedene ait olan ruhun bedenden elini çekmesidir, diğer kısmı geldiği vücuttan tekrar geldiği yere avdetidir, dönmesidir. Tebdil-i mekan ruhun mekan değiştirmesidir, bir eve kiracı gelen insanın o evi terk edip başka bir eve gitmesi gibidir. Mezarda bırakılan ruhun farklı duraklarından birinde bir sürelik seyahatidir.

Dünya dedikleri bir gölgeliktir

Diyen Yunus Emre hazretleri bu hakikatı gönül ve kabl dili ile karışık ifade eder.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.org

 

Haşir Penceresinden Tevhid ve Nübüvvet..

Bir süredir sağ olsun melek adam Kadir Bey ‘in bir ihtarıyla Haşir risalesinin üzerine yazılar yazıyorum. Zannedersem o kadar ve çok yönlü bir metin ve sanat şaheseri ve sanat teknikleri ihtiva eden kitap ki keşke bu kitabı bu ülkede bu çok yönlülüğü ile tartışacak üç beş adam olsaydık.Haşir risalesi öldükten sonra dirilmeyi gözle görülür şekilde ifade etmekle ulema-yı İslamı ve feylesofları ve İbn-i Sinayı arkada bırakmış şaşırtmış bir kitap, bununla kalmıyor, anlatım teknikleri , anlatımla kullanılan farklı anlatım blokları ile yine şahane ve harika ve masterpiece şu an karşılığını hatırlayamadığım bir eser. Bunların çok ötesinde bir sentezleme harikası, yani Bediüzzaman hazretleri , o eski cübbenin altında harika ruhlu insan, haşir temasını anlatıp geçmemiş, Bediüzzaman yaprağı anlatmaz, yaprağı anlatırken ağacı anlatır, ama yaprağı da anlatmış olur, o cüzde küllü görür, yani basit ve elemanları az olan güzelleri değil elemanları çok olan armonik , tevhidi güzellikleri anlatır.

Şimdi Ömer Sevinçgül arkadaşıma eserlerin editoriyal tasnifini söyledim, dedi ki “ bizim hiç editörümüz olmadı” içimden yazık dedim, bunun olmaması çok yanlış bir şey , ama bir şeyin olmaması çalışılmadığından dolayıdır. Editörlük büyük birsanat bu vadide Türkiye’de çok ileri adamlar var. Ama bizde olmayışının nedeni kitap okumayan insanlar, metinlere teknik gözü ile bakacak mentalitesi olmayan insanlar olduğumdan bu edötörlük gelişmiyor. İsim isim insanları eleştirmek doğru değil, ama bakıyorsun çok gayretli insanlar, ama editoryal metin mantığı yok, sadece yaprağı anlatmayı anlatmak olarak telakki ediyor. Bediüzzaman’ın bütün büyük eserleri hatta en küçük eserleri bile büyük bir sentezleme gücünden sonra ortaya çıkmışlar. Bir şey söylemek istiyorum ne söyleyeyim deha desem az, bundan başka da kelime yok harikulade demek adeti bilmiyorum ki harikulade nedir bileyim. O zaman;

Bir hüsün kim seyrederken ihtiyar elden gider

İşte bunu dedim, ya da Bediüzzaman eserlerinde yüze yakın acib acaib kelimesini kullanır, bak şimdi o kadar anlatma sanatında usta , manalara elbise giydirmekte ben ondan harikasını görmedim, Kant elbise giydirmekte büyük bir filozof ve edip ama o bile Üstad kadar mahir değil. Akılla ilgili üç kitabı Bediüzzamanın akla bakış açısının yanında yıldız böceği ile güneşin farkı gibi. Acib niye der mesela insanın ana rahminde oluşturulmasına acib der, başka bir şey demek ki , sonra insanın mahiyetine acib der ne desin, daha böyle onlarca acib kelimesi yani Üstad bile bu konuların içine giremiyor kapısında acib diyor. Akif dilsizliği anlatırken

Dili yol kalbimin an ne kadar bizarım

Der , büyük edip, büyük muzdarip böyle derse ben ne diyeyim.

Haşir risalesinde sentezleme konusunda ne söyleyelim. Ben sanardım ki Bediüzzaman haşir de haşri anlatıyor , evet haşrin penceresinden bakıyor, ama o kadar çok meseleye bakıyorki, onların hepsini haşir itikadının etrafında lüzum derecesine göre yerine koyuyor. Ve anlatıyor. Ortaya onlarca haşir itikadının oluşması için gerekli tema ortaya sürüyor. Bunları sıralamak istiyorum , inşallah başarırım. Haşir yani öldükten sonraya inanmak için o fiili gerçekleştiren bir ilah gerekir, bu yüzden haşirde Bediüzzaman bize tevhidi anlatırken, böyle bir ilah haşri yapabilir demek istiyor. Yani haşir yan tema itibariyle bir tevhid risalesi .Daha başlar başlamaz “Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf katipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki nihayet derecede muntazamşu memleket Hakimsiz olur? “ Bu mülke bir malik ve sahip bulur, işte bu tevhid. Haşirde meknuz tevhid. Muhteşem bir saltanattan bahsediyor, muhteşem saltanatı sahip olan büyük bir ilahtır.Herkese merhamet eden bir Allah’dır her dertlininahını ve ihtiyacını görür. Bu Allah’tır.İşleri hikmet ve intizamla döner bir Allahtır. Sergilerinde misilsiz mücevherat ve emsalsiz nimetler vardır, sahavetlidir, tükenmez hazineleri vardır, bu Allah’tır.Pek büyük bir şefkati olan misilsiz bir zattır. Bir Yaveri erkemi vardır insanlara ne olduklarını neyapması gerektiklerini, nereden gelip nereye gittiklerini anlatır, yukardan gelen ferman ile konuşur bu Allah’tır. Perde arkasında muhteşem birsaltanat vardır, çünkü perde hiç boş kalmıyor baharda, yazda kışta , ilahi tiyatronun şefkat ve merhamet tiyatrosunun, ikram ve sahavet tiyatrosunun oyuncuları figuranları sahnenin önünde edeple rollerini yapar giderler, nasıl bir saltanat ve ilahi tiyatro. İşte bu Allah’tır. Mülkünde cereyan eden şeyleri kaydeden bir büyük fotograf sahibidir bu Allah’tır, çünkü mülkü büyük kendi büyük, insan büyük nasıl onun eylemlerini kaydedip de bu büyük ülkeye büyük ilaha uygun olmayan işlere ceza vermesin, veya uygunlarına mükafat vermesin iştebu Allah’tır.Bu güzelim dünyada bu güzel ilah ve güzel işleri yönetcek kitaplar kanunlar olacaktır, onlar O Allah’dan gelen fermanlardır, O fermanlarında bizleri daha güzel bir ülkeye götüreceğini vaat ediyor, buraya getiren oraya da götürür. Burayı hazırlayan orayı da hazırlar. İşte bu Allah’tır. Bu fermanları ileten sayısız büyük insanlar vardır, o insanlar padişah ile görüşür, ne yapılması konusunda söylediklerini insanlara iletirler, onlar da burada muhteşem ve dehşetli bir yer hazırladıklarını söylüyorlar, işte bunlar Allah’ın reisleridir, meymenesi , sabikunudur. Alemi her an değişik sinema levhaları gibi çünkü o değişimdendeğiştirmekten yeni levhalardan, yeni sahnelerden hoşlanır. Neden bu sahneleri değiştirip ahiretin büyük sahnesini kurmasın, işte bu kuracak olan Allah’tır. Hikmet, inayet , adalet ve merhamet ile muamele eden bir Allah’tır, nasıl bu dünyada bunların tezahürerini yapsın da ahirette mükemmel tezahürlerini yapmasın, işte yapacak olan Allah ‘tır. Allah’ı tanıyan kararsız adam “İnandım ki bu karmakarışık kararsız misafirhanelerden başka ve kurb-u şahanede bir diyarı saadet vardır, biz de ona namzediz “ Haşir hakikatı nasıl tevhid ile baş başa gidiyor, sadece suretlerdeki bunlar ya bir de hakikatlere gitsek , demek istiyorum ki Haşir bir tevhid risalesidir, haşir penceresinden bir tevhid dersidir, çünkü haşrin varlığı tevhidin telazumudur.

Hakikatlerde tevhid o kadar şaşaalı anlatılır ki zevk verir insana. Şen”i rububiyet , Saltanat-ı Uluhiyet, suretlerde sadece sureti gören insan burada sureti kaldırıp altında hakikatı görür. Ne yapmış Rububiyet kemalatını göstermek için böyle bir kainatı gayet, yüksek gayeler ve ve yüksek maksatlar için icad etsin. Böyle bir kainat ve saltanat ve yüksek gayeler, mükafat ve cezayı nasıl rububiyet ve uluhiyetinin gereği yapmaz. Uluhiyetten haşre, azamet ile mükafatsız ve cezasız ölüm, zıtlık, zıtlıktan ahiret doğar.Bütün hakikatlerin ilk kısımları Allah’ın esmasının nihayetsiz sarayına açılankapılardır, kerem ve rahmet kapısıdır, orada tevhidin sonsuz muhitini gör, öldükten sonra dirilmeyi sadece o kapıdan yakala. Saltanat ve rububiyet kapısı, işte o Allah’ın, cud ve cemal kapısı kim işte o Allah,şefkat ve ububiyet-i Muhammediye kapısı kimin O Allah’ın, haşmet ve sermediyet kapısı kimin o Allah’ın,Hıfz ve hafıziyet kapısı kimin o Allah’ın, vaad ve vaid kapısı kimin o Allah’ın, ihya ve imate kapısı kimin O Allah’ın , Hikmet, inayet ve rahmet ve adalet kapısı kimin işte O Allah’ın,İnsaniyet kapısı kimin o Allah’ın, risalet ve tenzil kapısı kimin o Allah’ın. Bu kapılardan gir, esmaların dünyasına sadece sana on iki kapı göstermiş nihayetsiz kapılardan haşre git, ama önce kapılar neyin kapısı tevhid sarayının kapısı onu anla sonra haşri anla, onu anlamadan haşri anlayamaz insan çünkü failin büyüklüğü eylemi yapabilir, fail küçükse eylemin altından kalkamaz, işte inkarın paradoksu. Bediüzzaman şu cümleyi gerekli görür.” Sakın zannetme ki haşri iktiza eden esma-i İlahiye bahsettiğimiz gibi yalnız Hakim, Kerim, Rahim, Adil , Hafız isimlerine münhasırdır. Hayır belki kainatın tedbirinde tecelli eden bütün Esma-i İlahiye ahireti iktiza eder, belki istilzam eder. “

Haşir bir nüvüvvet risalesidir, çünkü önce risalet ve nübüvvetin gereklililiği haşir için gereklidir, Bediüzzaman onları işaretlerde anlatır, sonra peygamberlerin ve peygamberimizin getirdiği din haşir yani öldükten sonra dirilmek hakikatinden mahrum olsa , yani o kapısı kapalı olsa, insanlar bir daha gelmemek üzere gitseler, varlık ve din bütün gayeleri ile iflas eder, haşirsiz bir iman altılısı yıkılır, çünkü onlar birbiri ile bağlı, nasıl insan bedeninden bir uzvu çekip alırsanız o beden eksizolur, hatta ölür, çünkü insicama aykırı, altı iman rüknü haşirsiz olursa diğerleri de anlamsız olur. Bu yüzden Haşir risalesi bir nüvübbet ve risalet ve Muhammed Risalesidir. Meyvenin dokuzuncu meselesinde ve lasiyamelarda bu birbirisiz olmama anlatılır. Haşir de daha mükemmel olarak anlatılır.

Bediüzzaman Haşir’de hem nübüvvetin lazımını , gereğini , hem ne nübüvvet vadisinin büyük temsilcisi Hazreti Peygamberi asm anlatır. Hem öldükten sonra dirilme hakikatınin peygamberimizin öğretisi içindeki yerini ve lazımını anlatır, üç değişik boyutta haşir bir kısmi nübüvvet risalesidir. Haşir hakikatının içinde nübüvvet hakikatını gerekli görmek ve bütün boyutları ile anlatmak , yerleştirmek işte budur armonikal sentezleme. Zaten Bediüzzaman tek boyutlu anlatıcı değildir. Kendi de çok boyutlu bir insandır, ama bu hala Türkiye’de anlaşılmamıştır.

Güzellikler güzellik biliminden haberdar olanlar tarafından anlatılır, bu kainattaki güzellikleri yine o güzellikleri şerhdecek bir güzel anlatabilir bu peygamberler olduğu gibi peygamberimizdir de. Eksiksiz güzelliğe sahip olan bir sanat eseri yine bir sanat eksperi ve uzmanı tarafından anlatılır, sanat eleştirmenleri bu yüzden doğmuştur, peygamberbler ve peygamberimiz Allah’ın sanat eleştirmenleridir, yani onun güzellirlerini anlatan ve izah edenler ve derecesini belirleyenlerdir.Resullullah nazarları o sanata çeken bir uzman ve dellaldır. O hep güzelliklerianlattığı gibi güzellikleri de yansıtandır davranışları ile. Şu varlığın sayısız özneler ile insanın nazarını dağıtmasına karşı o varlıkların bir varlık tarafından tanzim edildiği hakikati bir mebus ile ilan edilmelidir, çünkü tarih boyunca insanların beşeri dinlere sap olduğu dönemlerde eşyanın ve olayın çokluğu insanların onları bir büyük Zat tarafından tanzim edildiği hakikatına götürememiştir. Peygamberler ve peygamberimiz bu dağınık eşya ve olayları bir noktaya yani Allah’a yöneltmiştir. Nihayet derecede güzel bir zat güzelliğini aynalarda görmek ve göstermek ister. Bir ressam sanatının güzelliğini levhalarda tablolarda gördüğü ve galerilerde de gösterdiği gibi Allah ‘da kendi zatının güzelliğini eserleri olanaynalarda görmek ister ve öyle de gösterir ama bu güzellikler de bir tarif edici ile anlatılırsa anlaşılır, yoksa yine tarih boyunca güzellikler nesnelereverilmiş ama nesnelerin arkasındaki sanatcılar ve ilkeler görülmemiştir. Bütün güzellikler perde arkasından perdeye yani kainata yansıyan güzelliklerdir, hazineler de yine perde arkasındaki bir hazinedarın gönderdiği hazinelerdir. Bizim hazine ve güzelliklerimiz yansımalardır, o hazinelerden anlayan özellikleri anlayan vassaflar gerekir, o güzelliklerden anlayan güzeller gerekir, bunlar da peygamberlerdir. Bu kainat birsaraydır, her sarayın bir rehber muallimi vardır. Topkapı sarayına giren rehber almadan saraya giremez, kainat sarayının anlamını da onu inşa edenin rehberi ile insanlara izah etmesi gerekir, yoksa kainat denilen bu büyük saray yüzyıllarca manası çözümlenememiş bir muamma olarak kalmıştır. Bu muammayı ancak peygamberler ve peygamberimiz çözmüştür. Kainat sürekli değişmektedir, neden değişmekte nereye değişmekte değişmenin gayesinin ne olduğu yine değişimi yapanın bir elçisi ile anlatılabilir.O rehber muallim peygamberimiz v e peygamberlerdir. Şu güzel sanat eserleri ile kendini bizetanıtan Allah ve nimetlerle sevdiren Allah’ın nasıl tanınması gerektiğini ve nasıl sevilmesi gerektiğini anlatan yine Peygamberimizdir ve peygamberlerdir. Peygamberimiz zamanında bunu gözmeye çalışan çok muvahhid vardırama sadece ıztırap çekmişler hissetmişler ama dile getirememişler. Ancak Cebrail vasıtası ile peygamberimize yapılan izahlar ile insanlar tatmin olmuşlardır. İnsan kabiliyetlerini toparlamak durumundadır, çok çok farklı istidadlar ile doludur, onun kabiliyetlerini bir noktaya yönelten ancak peygamberler ve peygamberimizdir.

Bediüzzaman anlatımı yaveri Ekrem karakteri ile çarpıcı bir boyutta anlatır. O bahisyani suretlerdeki bahis bunun tamamlayıcıdır. Ayrıca peygamberimizin duası ve kulluğu da ahiretin varlığına olacağına bir delildir, bunu beşinci Hakikatte anlatır.Onun duası ile ahiret arasındaki bağı vurgular, en küçük mahlukun duasını duyan en büyük varlığı ve kulu ve sevgilisi olan bir zatın duasını duymamazlık edemez.Onun yani Resullullahın duası ahiretin varlığı içinbir tek nedendir, hiçbir şey olmasa da .Öğretmenin varlığıokulu gerekli kıldığı gibi , yine öğretmeninvarlığı ve öğretisi mükafat ve mücazatın yerini varlığını ahireti gerektirir. Okul dünya ise hayat ahrettir, öğretmenin varlığı okulu gerektirir, o olmazsa hayat olmaz, okulda alınan ile hayat arasında bağ vardır, eğer hayat olmazsa okulun anlamı yoktur. Okul hayat arasındaki ilişki dünya ile ahiret arasındaki ilişki gibidir. Peygaberliği bu dünyanın açılmasına neden olanın duası da ahiretin icadına vesiledir. Çünkü imtihan kazanan ve kaybeden için kazanma ve kaybetme yerleri gerektirir. O n ikinci hakikat risalet ve tenzil kapısıdır.Resulü Ekremin bin mucizesive kuranı kerim inmiş yani risalet vetenzil ile gelmişlerdir, eğer ahiret yoksa neye gelmişlerdir, gaye boşta kalır.Ahiret olmazsa Kur’an ve mucizeler de anlam kazanamaz. Mucizelerekadir olan ahiretede kadirdir,Kur’an ı gönderen onun vaat ettiklerini yerine getirmezse kuranın tenzili bir mana kazanmaz.

Geldi amma neyleyim sensiz baharın şevki yok

Haşir bir tevhid risalesi olduğu kadar bir nübüvvet risalesidir. Değil mi ? Şimdi nübüvvet ile haşir arasındaki kurulan itikadi köprüler ne kadar sağlam, nasıl haşir ile onlar arasında köklü bağlar kurmuş, bu binanın neresine nübüvveti haşri destekler şekilde yerleştirmek bizim işimiz olamaz. İşte sentezleme bahisleri birbiri içinde anlatma sanatı hayret hayret ne hayret. Bu bahis çok uzun tutacağa benzer devam edebilirsek ve minellahittevfik.

 Prof. Dr. Himmet Uç

Haşir Risalesi’nde Suretler ve Sorgulama

On iki suret tamamen sorgulayıcı bir mantık üzerine kurulmuştur. Bediüzzaman haşir hakikatı, öldükten sonra dirilme hakikati üzerine uzun süre düşünmüştür. Otuz yıl önce meseleye bir kalem atmış ama aradan yıllar geçtikten sonra Haşir risalesini kaleme almıştır. Haşir hakikatı ilk dönem eserlerinde , daha sonra Nur’un ilk Kapısı isimli eserinde , Barla yıllarında sürekli geliştirilmiştir, bu geliştirilmiş ve dilin daha estetik hale gelmesi eserlerinden izlenebilir.

Lasiyyemalar’da kullanılan Haşir dili ile Onuncu Söz’de kullanılan dil farklıdır. Bediüzzaman daha büyük kitlelere hitap eden bir dil kullanmış onuncu sözde Mesnevi’de kullandığı dil ile daha özel ve özel bir sınıfa has dildir. Muhakemat da kullanılan dil ile Meyve risalesindeki yedinci meselede kullanılan dil tamamen farklıdır. A Hamit Tarhan’a sizin üslubunuz demişler o da “Benim üslubum yok üsluplarım var” demiş, Üstad’ın da her dönemde kullandığı üslubu farklı. Onun da üslubu çok farklı kişilere ve kültür tabakalarına has. Meyve risalesindeki yedinci mesele daha sade bir dille yapılmıştır, çünkü muhataplar mahpuslar olduğundan böyledir. İ. İcaz ‘daki dil ise ülemaya ve muhakkikine has bir dildir.Bunları Medreset üz Zehra‘nın bölümlerinde konuşacağız. Bu konuyu konuşacak adamlar var da yokta. Medreset üz Zehra konuşuldu ve işte konuşuldu, ortada ne varsa görünsün.

Suretler, “ hiç mümkün müdür ki , “ bu kelime gurubu ve sonundaki ki vurgusu , ciddi sorgulayıcı bir cümledir. Mümkün kelimesi ve başındaki hiç mümkün müdür, bedahetle mukayese ve mantık ve sorgulamadır. Hiç mümkün müdür ki bütün diğer cümlelere geçer. Manayı yüklenen baştaki hiç mümkün müdür ki ile sondaki demek kelimesidir. Hiç mümkün müdür ki cümlesi hayır mümkün değildir cevabını kendinde gizlemiştir. Bediüzzaman saltanat ile raiyet arasındaki tezadı yakalar ve oradan öldükten sonra dirilmenin bir ödüllendirme ve ceza yeri olduğunu vurgular.

Bediüzzaman önce mümkün kelimesini kullanmış, mümkün olabilirlik demek, onu soru şekline çevirince hiç mümkün müdür olmuş. Hem soru eki hem de olabilirlik kelimesi bir de onun arkasından yapılan ki vurgusu kat kat sorgulayıcı bir ifade yapmış cümleyi. Cümlede dört adet sorgulayıcı kelime var, hiç, mümkün, müdür, ki

Saltanat yönetilen şeyler üzerindeki hükümranlıktır. Beş kişilik bir ailede babanın bir saltanatı vardır, bu beş kişilik bir saltanattır. Baba kendisine itaat edene mükâfat isyan edene de ceza verir. Aksi takdirde saltanatı yok sayılır. Bediüzzanman bir saltanat derken belirsizlik kullanmış, yani her hangi bir saltanat, bir adam gibi. En sıradan saltanat bile, kendine itaat edeni isyan edeni, ayırır ve gerekeni yapar. Kimliği belirlenmemiş bir saltanat itaat ve isyana eşit davranmaz. Bediüzzaman kimliksiz bir kelimesinin yerine böyle kelimesini kullanmış. Onun başına böyleden kastedilen Allah’ın dünyadaki saltanatıdır, sayısız yönetilen canlı üzerindeki bir saltanat, bunu “böyle muhteşem bir saltanat “ diye ifade eder. Böyle muhteşem bir saltanat Allah’ın saltanatıdır, o nasıl mükafat ve ceza vermekten geri dursun, orada yine anlamlı bir cümle var “ Burada yok hükmündedir” Burada yok demiyor, olan da yoka yakın dır, o halde bu saltanat ceza ve mükafatı ertelemiştir. Burada demek kelimesi sonuca vurgu yapar. “Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra vardır” Başka yer ve büyük mahkeme zorunlu Gözlemden tezadı yakalamış ve ceza ve ödül için ahireti zorunlu kılmış.

İkinci suret de Bediüzzaman emin adamı konuştururken diğer arkadaşını gidişat ve icraata bakmaya çağırır. Hatta birlikte bakarlar, emin adam ona bak derken kendisi bakmaktadır, olayların akışından manalar çıkarır. Gidişat ve icraat olayların dilidir. Fenomenoloji olay bilim demektir, Bediüzzaman çok yönlü bir olay bilimcidir, hatta kendisi bizim tarihimizin en büyük olay adamlarından olduğu gibi her türlü olayı tarihin akışı içinde hep farklı yorumlamıştır, onun tesiri tabiat,ilim, sanat, siyaset, tarih, din ve daha birçok alanda olaylara farklı bakmaktır, o alışılmış skolastik ve yılların ülfet ile üzerini kapattığı olayları yorumlamıştır. Dikkat çekmesi de bu yüzdendir. Avrupa’nın yaldızlı üniversitelerinde binlerce olay okumacıları, filozofların ve bilim adamlarının mutad olay yorumları yanında o farkı görmüştür, bir Anadolu köyünden çıkmıştır, resmi tahsili de neredeyse yoktur. Bediüzzaman’da olaylar ve yorumlar birkaç kitap olacak kadar büyük bir konudur.

Buradaki gidişat ve icraattaki olaylar çok çeşitlidir. Birincisi e r z a k , ikincisi hastalık ve hastalar,

“Hem, gayet kıymettar ve şâhâne taamlar, kaplar, murassâ nişanlar, müzeyyen elbiseler, muhteşem ziyâfetler vardır.”

Gayet kıymettar

Şahane taamlar

Kaplar

Murassa nişanlar,

Müzeyyen elbiseler

Muhteşem ziyafetler

Bakmak nedir buna denir, şu hergün önümüze gelen ve bizim gidip aldığımız bakkal dükkanlarından veya ağaçlardan alıp bakmadan yediğimiz şeylere ne diyor, g a y e t k ı y m e t t a r, ş a h a n e t a a m l a r , hiçbir şeye bakmadan edememiş, aman Allah’ım ne harika iki göz ve ne harika bir zeka düzeni . Yemekten değil bakmakdan lezzet almış, “ şu dağları yıldız sarayına değiştirmem diyen “ Bediüzzaman, ben de evimdeki harika olmayan aksesuardan felsefi anlamlar çıkarıyorum, vay benim halime .Bediüzzaman da aksesuar merakı yok, dolaplar, koltuklar, elbise çeşitleri bu kadar mı insan düşündüğü gibi yaşar. Evindeki eşyalar çok zaruri eşyalar, hepsi bir küçük bavula sığar, bu yüzden “ herşeyimi bir elimle tutum götürebilmeliyim “ diyor. Bediüzzaman kainat evinde oturmuş biz de diktörgen ve kare binalarda.Ölünce mezar taşına yazarlar dört araba değiştirdi, beş yorgan sonra toprağın yorganına sarıldı. Üstadım seninle bu insanların arasında kaldım, Bu kadar güzel bir adam bu kadar garebet adamlar.

Bedri Rahmi bir şair bak kapitalist toplumun insanını nasıl eleştirmiş.

Arkadaş Dökümü

Evvela dişlerimiz döküldü

Sonra saçlarımız

Arkasından birer birer arkadaşlarımız

Şu canım dünyanın orta yerinde

Yalnız başına yapayalnız

Kırılmış kolumuz kanadımız

Tatlı canımızdan usanmışız

Bir şüphedir sarmış yüreğimizi

Ye kendini aldatıyor ya bizi

Bir şüphedir demir atmış ciğerimize

Pakum ipliği ele bağlamışlar bizi

Düğüm üstüne düğüm şöyle dursun

Bir çalım bir kurum hepimize

Nereden inceyse oradan kopsun

Bu canım dünyanın orta yerinde

Hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize

Yalın mı gözünü sevdiğim karıncalar

İşte hamsiler sürü sürü

Arılar bölük bölük geçer

Leylekler tabur tabur

Ya bizler eşrefi mahlukat ?

Boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza

Gömülmüşüz

Bizler bölük bölük bizler tabur tabur

Bizler sürü sepet

Yalnız birbirimizi öldürmüşüz

Risale talebeleri herkesi kucaklayan bir perspektif edinmeli, yoksa asya Avrupa gibi bir yerde kalır daha da büyüyemez, insanlar dar bir yere sıkıştığınızı gördüğü anda sizi kendi halinize bırakırlar, işte cemaatlerin trajedisi, her gün aynı insanlar aynı düşünceler, körler sağırlar birbirini ağırlar.

Ya kaplar kelimesinde neyi kastediyor, herhalde tencere tava değil, ne diyeyim neye tekabül eder bu kaplar kelimesi . Mesela karpuzun kabı kabuk , cevizin kabı kabuğu, fındık yine öyle, ya koyunun cesedi onun kabı mı acaba, muzun kabı ne kadar güzel, atmaya kıyamazsın, ya şu cesedimizin kabı , düşün düşün işte bunları düşün. Bediüzzaman bakmayı öğreten insan, bakma öğretmeni biz ise gerçekten bakıyor muyuz, bakmayı unuttuk mu . Birbirimizin kusuruna bakıyoruz yetmez mi ?

Murassa nişan

Müzeyyen elbise

Muhteşem ziyafet

Nişanlara , elbiselere ve ziyafetlere dikkat çekmiş, elbise bütün canlıların giydikleri ,nişanlar Allah’a ait olduğunu gösteren belirtiler, tıpkı Mecidi nişanı Hamidi nişanı gibi, mesela göz uzuv ama aynı zamanda Allah’dan başkasına nisbet edilemez bir nişan, hepsi öyle. Ziyafetler ise muhteşem olarak ifade edilmiş, gösterişli , hangisi gösterişsiz ki .

Sonra vazifeye dikkati çeker.Bütün varlık vazifeli canlılardan oluşuyor. İnsandan başka kimse vazifesini aksatmıyor, hiçbir canlı hiçbir nesne vazifesine bir an olsun ara vermiyor, atomlar bir an dursa sigara molası için hayat durur, mevsimler aralık vermeden gelir giderler onların tatil hakkı yok mu, ya güneş kainat kurulduğundan beri yılmadan yorulmadan çalışır. Tenbellik kainatın mayasında ve efalinde yok. Tenbel insanlar müstesna . Neden islam dünyası bu çalışan kainattan ders almaz, o da ayrı bir mesele .

Din çalış dedi çalışmadın yattın

Sonunda bir tevekkül sokuşturup araya

Zavallı dini çevirdin maskaraya

Akif der,

Bugünkü rızkını koysan kursağına

Allah kerim der yatar sağına

Sonra kerem, merhamet , izzet ve haysiyete dikkat gelir. Kerem ve merhamet örneklerini verdi yukarda, izzet ve haysiyet de vazife ile bağlı. Ama Allah’ın kerem ve merhameti ile yaşayan insanlar onun izzet ve haysiyetini düşünüp hareket etmezler. Görevlerini yapmazlar bırak aksatmayı . Görevlerini yapmadıklarından bu dünyada cezalandırılmazlar, zalim zulmeden izzet içinde yaşar, mazlum ise zillet içinde ölür. O zaman bir büyük mahkeme vardır.

Konu nerede başladı, nerede bitti.

Kerem ve rahmet ahireti gerektirir

İzzet ve haysiyet ahireti gerektirir

Bu kadar ihtimamla büyütülen insan isyanının kendisine verilen ihtimama aykırı tutumundan dolayı olduğunu bilmelidir. Herkes bize koşuyor bir nereye koşuyoruz. Bediüzzaman “Kainatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında koşturan” yani herkes bir düzen içinde bizim için koşuşur, ya biz…. Allah ile insan arasındaki ilişkileri gözden geçirip oradan rahmet ve merhamete izzet ve haysiyete giden Bediüzzaman bu vasıfların kendilerinden bekleneni ancak ahirette vereceğini mantıki bir surette anlatır.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Bir Seyahatin Ardından (Miraç’ın Getirdikleri)

Zübde-i kâinat, kâinat sahibinin onun adına sözcüsü, gözü, kulağı, yorumcusu, şarihi, tercümanı, seyredeni, muallimi, muarrifi daha çok şey.

BÜTÜN ZAMANLARA HİTAB

Bediüzzaman Miraç isimli eserinde kendine gelinceye kadar kimsenin anlatmadığı bir boyutta yorumlamıştır Miraç olayını. İslam’da kelimeler, kelamlar, ayetler, hadisler kıyamete kadar yeni yorumlara açık bir şekilde bekleyeceklerdir. Onların anlamlarını hiç kimse bitiremez, onlar o kadar geniş bir şekilde söylenmiş ve ifade edilmişlerdir. Bütün zamanların ihtiyaçlarına cevap verecek bir boyutta ve azamette söylenmişlerdir.

EN ÇOK KULLANILAN FİİLLER

Bediüzzaman’ın Miraç risalesinde kullanılan fiiller önemlidir. En çok kullanılan fiiller gezmek, gezdirmek, irae etmek, müşahede ve temaşa fiilleridir. Bunlar Miraç olayının odağında manaların santralinde bulunurlar. Peygamberimizin bu seyahati kısaca şöyle anlatılır:

Bu seyahat-ı cüz’iyede bir seyr-i umumi ve uruc-ı külli var ki, ta Sidretü’l-Müntehaya ta Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne kulağına tesadüf eden ayat-ı Rabbaniyeyi ve acaib–i sanat–ı İlâhiyeyi işitmiş görmüştür.” (Sözler 760) Peygamber umumi bir seyir için, kendine has bir seyir olmakla birlikte ümmeti için yapılan bir seyir, kısmi ve mevzi bir olayı değil, herkesi ilgilendiren bir seyir. Varlığın ve imkân ülkesinin bittiği noktadan, Allah ile karşılıklı iki yay gibi yakın bir düzeye gelmek şeklinde bir büyük seyahat ve seyir. Oraya gidinceye kadar Allah’ın isimlerinin bütün külli tecellilerini görerek, gözüne, kulağına rastlayan Rabbani delilleri ve Allah’ın sanatının görülmemiş olanlarını işitmiş ve görmüştür.

İnsan dünyada beş duyusu ile varlık ve nesneler arasında bir uyum içinde yaşar. Gördükleri ile gören arasında bir şaşırma olmaz, bulut, yağmur, koyun, sinek, bu nesneler ile insanın onları gören ve değerlendiren zekâsı arasında bir sapma olmaz, nesneler ile beş duyu arasında uyum vardır. Ama bu bizim için tanzim edilen sahnenin dışındaki sahnenin dışı ise bizim beş duyumuza göre düzenlenmemiş, oradaki varlıklar bizim beş duyumuzun voltajını çatlatır, dayanamaz. Bu yüzden Resulullah da Cebrail’i ilk gördüğünde heyecanlanmıştır. Eşine “beni ört” diye olayın ilk intibalarını garipsemiştir. Ama vücudunda ve kalbinde yapılan voltaj yükseltme ameliyelerinden sonra semavattaki acaipleri görmeden yıkıcı anlamda etkilenmemiştir. Hz Musa’nın görüntü akabinde yere düşmesi ile Hz Hamza’nın Cebrail’i görürken düşmesi bu nesne ile duyular arasındaki uyumsuzluktan ileri gelmektedir. Resûlullah, “Ben miraçta gördüğümden daha güzel şeyler görmedim” der.

Şimdi bir vezir, hükümdarının saltanatını bilmeden görmeden onun vezirliğini yapamaz, bu yüzden bu büyük vezir-i azam Allah resulü Allah’ın mülkünü tanımak için onun tarafından bir seyahate çağrılmış ve onun adına ümmeti için Allah’ın mülkünde seyahat etmiş ve daha sonra gördüklerini yeri geldiğinde ümmetine anlatmıştır.

ÂLEMİN TEZGÂH VE MEMBALARI

Miraçta görülen şeyleri anlatırken Bediüzzaman acip ve acaib kelimelerini çok kullanır, gördüğüm kadarı ile anahtar noktalarda beş yerde kullanır. İkinci kullanışında şöyle konuşur Üstad: “Madem Sani-i Zülcelâl mülk ve melekûtundaki ayat-ı acibesini göstermek ve şu âlemin tezgâh ve membalarını temaşa ettirmek ve amal-i beşeriyenin netaic-i uhreviyesini irae etmek istemiş” (777) Bu cümle Miracın özeti gibi.

Allah görünen ve görünmeyen âlemdeki alışılmadık varlık delillerini göstermek ve şu âlemin hazırlandığı tezgâhların bulunduğu âlemleri ve bu âlemin kaynaklarını temaşa ettirmek için ve kullarının amellerinin oraya nasıl yansıdığını göstermek için kuluna bunları göstermek istemiş. Temaşa görmekten farklıdır, derinlikli olarak bakmaktır. Peygamberimiz onları temaşa etmeli ta ki Resulü olduğu Allah’ın mülkünü başkalarına anlatsın. Bir peygamber peygamberi olduğu yüce bir mercinin saltanatını eserleri görmese nasıl peygamber olabilir. Büyüklüğü zihninde oluşacak ki başkalarına da anlatsın. Temaşa, acibe, irae kelimeleri Resûlullahın temaşa, garip şeyleri görmek ve göstermek için çağrıldığını ifade eder.

MAHSULÂTIN MAHZENLERİ

Göstermekle acib kelimesi bir başka cümlede kullanılır. “O acib sanatının makinelerini ve tezgâhlarını ve aşağıdan gelen mahsulâtın mahzenlerini göstere göstere ta daire-i hususiyesine kadar getirir. Bütün o kemalatın madeni olan mübarek Zatını ona göstermekle ve huzuruyla O’nu müşerref eder. Kasrın hakaikini ve kemalatını ona bildirir.” (783) Göstere göstere getirmek, hususi dairesine getirmek, Zat’ını ona göstermek, huzuru ile müşerref etmek, kasrın hakaikini yani şu âlemin hakikatlarını ve kemalâtlarını ona bildirmek.- Miracın özeti bir cümle. – Resulünü bütün mülkünde dolaştırır, özel dairesine getirir, âlemin hakikatlerini ona gösterir, sonra gönderir.

Şu kâinatı enva-i acaib ile süslemiştir Allah. Bu görülmedik şeylerin Resulü tarafından görülmesi gerekir. Kâinatı hazine-i gaybiyelerle donatmıştır, O hazineleri Resulün görmesi gerekir. İşte Miraç bu yüzden ona mahsustur.

Mirac’ın meyvelerini anlatırken şöyle der: “İşte Zat-ı Ahmediye öyle bir Zat-ı Zülcelal’in şuunatını ve acaib-i sanatını ve âlem-i bekada hazain-i rahmetini görmüş, gelmiş, beşere söylemiş.” (796)

MİRAÇ RİSALESİ KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

Mirac’ın odağında Allah’ın sanatının en görülmediklerini, şu âlemin tezgâhlarını, makinelerini görmek ve gelerek ümmetine anlatmaktır. Bu yüzden Allah Resulu, “Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz.” der.

Miraç hadisesinin anlatımında Bediüzzaman temaşa, gezmek, gezdirmek, görmek, irae etmek, müşahede kelimeleri ile seyahatin odak noktalarına vurgu yapar. Beş yüz yıldır Shakespeare’in Hamlet’i yorumlanır, birisi onun için, “Hamlet keşfedilmeyi bekliyor” diyor. Miraç risalesi daha büyük nitelikli bir eser, çok keşfedilmeyi bekliyor, Allah kâşifleri artırsın.

Prof. Dr. Himmet Uç