Etiket arşivi: Prof. Dr. Himmet Uç

Uluslararası Necip Fazıl Sempozyumu (Maraş 23 Mayıs 2013)

Maraş’ın  devlet ricali ve uleması arasında ortaklaşa düzenlenen Necip Fazıl sempozyumu Üniversitenin Cahit Zarifoğlu  salonunda başladı . Başbakanın da bir  tebrik telgrafı ve duygularını ilettiği sempozyuma tebrik mesajları gönderen meşahirin isimleri anıldı. TRT’nin düzenlediği bir  filimde  onun arayış içinde olduğu anlatıldı, bir büyük şairi bir zavallı adam gibi  gösteren bu filmin pek takdir topladığı söylenemez.

Necip Fazıl’ın  çocukuğu her büyük adam gibi garip karşılandı. Marazi birhassasiyet ve korku   onun    kişiliğinin ve dehasının  çekirdekleri idi. O da   bir seyyah idi  , o meçuller caddesinin seyyahı idi . Bediüzzamanın   Allah’a açılan kapıları kapatılmış bilim din ve sanatın vadisinde bir seyyahtı. Eserlerinde yolcu ve seyyah imajlarını her ikisi de kullandılar. Türkiye’de Necip Fazıl’ı sevener lütfen Bediüzzaman okuyun iki büyük adamın rüzgarlarını görün, herkes şeyhinin muhabbetiyle hareket edince hakikatler havada kalıyor.   Bediüzzaman kainattan halıkını soran bir  seyyahtı. Filimde  şairin kendi  dilinden otobiyografisi  anlatılır, bir  sahne sanatı ile kendini ve ailesi   büyük babası  babasından gelen tesirler anlatılır.  psikanalitik sanatçı tesirleri  büyük annesinden gelir.

Bütün dehalar gibi  ciddi bir hafızaya sahiptir ta çocukluğuna sanatçılığı  dayanır, son derece hassas bir babadır. Karmaşık dünyası anlatılır, ortada  bir   sembolik elma hikayesi vardır. Konakta imtiyazlı bir çocuktur okullar değiştirir, evham onun hafakanlarının kaynağıdır.   Kitaplarla ve romanlarla tanışır, romanların dünyasından bir sürü kahraman edinir  dünyası  onların  kirleri ile doludur. Hassasiyet ten varlık yorumlarına gider, varlık ve kainat yorumu başlar, bu onun arayıcı zekasının belirtileridir, Maddenin manaya mağlubiyetini anlatır. Nihayet bir resmi  tahsil bitirir , dehaların çoğu kararsızdır.Bu yüzden bir Şeyda sebat edemez, sanatçılık onu çağırır.

İmparatorluğum  yıkım ve yılları içinde  kendini hisseder  ve yazı yazmaya  başlar.

Hocaları onu  şair diye çağrılır artık yeni bir dünya ve yorum tasarımı vardır, şair olmaya karar vermiştir annesine söyler, şair olmaya karar verdiğini . Baba ile anne ayrılır onun ana baba imagosu başlar geçim dertleri vardır,anne baba  geçimsizliği Yahya Kemal de de vardır, bir büyük sancıdır bu şairleri doğuma itekleyen psikanalitik nedendir. Sefalet başlar bahriye mektebinden ayrılır ,felsefe bölümünde okumaya başlar Yakup kadriyi görmek için  ikdama gider , onunla konuşur kendini tanıtır, on yedi yaşındaki çocuğun  şiirleri  üstadların arasında yayınlanmaya başlar   sonra “çocuk bu sesi  nereden buldun” diye yankılanmalar. Yıl yirmi dört Avrupa yolcusudur , batıyı fethetmeye gider. Her garip adam gibi  Paris’te  bohem bir hayat yaşar “ye iç eğlen para bul harca yeterki kalbini  bana  sakla “  Aylarca  şehrin gündüzünden habersiz bir gece  yaşayışı ile yaşar gözünün önünde kadehler dumanlar  garip kokular vardır.” Allahım beni kendimden kurtar” der kendini aşamaz  huzursuzdur .

Dönüşte Paris’ten  ona kalan huzursuzlukları vardır baba  mirasını bitirir bir bankaya gider daraldığı  istanbuldan kaçar anadoluya gider  ama istanbula  dönmek yine bohem bir hayat adı olan ama kendi olmayan kararsızlık yılları bir nokta üzerinde durmaz

Anne   Aksarayda oturur , evde onu şair yapan olumsuzluklar vardır bu yüzden şair olmaya şairlerin garip dünyasına gitmeye başlar, bir yere tutunamamak ve bir şey  olamamak arasında vicdan azapları ile yaşar .

“Bir  şey koptu benden her şeyi tutan bir şey “ mucibince sokaktadır ardık, onu tutan şeyden kopmuş kopuklar gibi sokakta kalmıştır , o ruh halini Kaldırım‘larda Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında  diyerek başlar ve anlatır. Şair  gökyüzünden habersizdir , mana dolu gökler ona göre kara renkli görülür.

Şair bir  sigara dumanında  saklıdır, sigara onun ile Tanpınar ve Freud’un dünyasında bir nesne değil bir yaratıcı hamlenin dumanı gibidir.   Nefis muhasebesi  başlar ve insanın varlır sebebini  araştırır ,çatışma başlamıştır psikanalitik  olarak . KAFASINDAKİ FİKİRLERİ  ATAR VE EŞYA VE HADİSELERİN ASLINI ARAŞTIRMAYA BAŞLAR .

SİGARA  DUMANINDA HAYATINI  sorgular , bu duman sanki onun araştırma filminin fonudur, onunla düşünür gibi .   ALLAH VARLIK VE YOKLUK Konularına  DüŞER .

Çilede ense köküne bir şamar yemiş ve birden dünyası yıkılmıştır,  yeni bir dünyanın şaşkınlığını  gösterir, Hira’dan Haticeye kaçan peygamberin hakikat ile ilk temasının heyecanlarını yaşar gibidir.  Sonra dünyası durulur aramaya başlar mutlakı , çok da şey bulamaz , mutlakı arayan Bediüzzaman , Yunus, Yesevi vadisinin , sonsuzluk kervanının topal köpeğidir kendi yorumunca. Onlar bulur bu ise kurcalar.

Mistik şairdir artık şairdir  statükodan ayrılmıştır,tiyatrolarına geçer  Bir Adam Yaratmak ile tevhidi  tiyatroya taşır. Bediüzaman ve Necip Fazıl tevhidin büyük aktörleri kendi yollarında  kendi yorumlarınca düşünürler.   Memuriyetten kopuş ve  yazarlığı mesken etmek. Dokuzyüz kırk üçden itibaren büyük doğu hareketini kurar ve genç yazarlara  mekteplik eder, yüz civarında eser verir ve hapis  yatar , günlük yazılar yazar ,yetmiş beşte elli nci yılını kutlar ödüller alır ,sultan uş şuara   olur.

Ölümü zemzem isteyerek bekler,defteri kapatmıştır. Ezilmiş ve derbeder hakikat yolcularının romanıdır Sakarya, vatanın sahipsizliğini davanın sahipsizliğini anlatır. Şimdi vatanın sahibi vardır ama sahipti vatanın sahipsizliğini anlatan şairleri yoktur. Bu yüzden Sakarya bir milleti bir dini bir davayı anlatır, ona ayağa kalk Sakarya der.

Sempozyuma  seksenüç bildiri  sunulmuştur .

Aileden biri ruh cevheri yüsek  ve bakına kabına sığmayan bir aile olarak  ifade eder aileyi .  Anadolu’ya yayılmış insanlardır , çok yönlü insanlar  vardır, şairlik  ailede genetiktir ve  beş asırlık Maraş hayatı vardır alimler ve müftüler yetiştirmiştir varlığı hala devam etmektedir.

Turan Karataş   sanatkar olarak şairi,  düşünce  dünyamızı   şenlendiren  insanı anmak ve ona vefamızı  millet olarak millet adına ödemek için bir araya gelinmiştir. Dava adamı konuşulacak  usta bir kalem savaşcısıdır ,bilinmeyen yönleri ortaya konmuştur. Kurum  düşünce  ve sanatcıları    korumaya  azmetmiştir, onları anlamak ve anlatmak  görevlerimiz  arasındadır. Fikir  ve haysiyet sahibi  millet evlatlarını anmak durumundayız. Türkiyenin  bilim ve sanat  alanında bir dirilişe ve ivassız garassız bir  anlayışa ihtiyacı varır. Bizi dost kılmaya neden olan sebepleri bir araya getirmeliyiz.

Mustafa Kaçalin  konuştu. Şair  altmış yıl yazı yazmıştır, farklı alanlarda. Kırk iki yıl gazete Büyük Doğuyu çıkarmak , korkuyu reddeden ölümü vurgulayan ve dilimizi  canlı şekilde kullanan  şair otuz yıl önce ölmüştür, hala yaşamaktadır, daha canlı olarak bizim görevimiz onu yeni nesillerle bir ruh plancısı olarak sunmaktır. Anlamalı ve olmalıyız.

Özdenören , Necip fazıldın  kişilik özelliklerini  anlattı. Bunarın birçoğu dehaların özellikleridir. Psikanalistler  dehaların sıradan insanlardan farkını anlatmış ve kategorize etmişlerdir.  Eleştirel olarak ortayı bulamayan kendi büyüklüğünün gölgesinde her şeye bakan bir insadır. Turan Karataş   Necip Fazıl’ın  edebiyatımızın bazı eşhası hakkında yapmış olduğu eleştirel mantıktan uzak  yergileri anlattı. Tansiyon yükseldi. Tansiyon düşürücü bulundu.

Mehmet Doğan Necip  Fazıl’ın   fikir ve mücadelesinden bahsetti, bu arada Bediüzzaman ın hapishanede zulüm altında otuz yıla yakın surede eserlerini yayınlayıp binlerce öğrenci kazandığını takdirkarane ve hayranca   anlattı. Necip Fazıl’ın  hem şair hem  Büyük Doğu dergisini çıkardığını ve daha sonra  konferanslar vermek suretiyle Büyük Doğucular diye bir grup oluşturduğunu ifade  etti. Necip Fazıl bir insan  modeli ve dünya görüşü üzerine çalışmış, insanın evren yorumuna ağırlık vermiştir. Yakup Çelik  Necip Fazıl’ın şiirindeki sesi anlattı. Farklılığı fark ettirmeye gayret eti.

Sempozyum şairin ve yazarın farklı yönlerine  temas etti. Ancak eleştiriye açık bir teknik olmadığını belirteyim eleştirisiz bilimsel toplantılar, yağsız tuzsuz  pilava benziyor.

Prof. Dr. Himmet Uç / NurNet.Org

Mehmet Kırkıncı Hoca ve Hikmet Pırıltları

Mehmet Kırkıncı Hoca’nın Hikmet  Pırıltıları ismi en son , 2007 ‘de Zafer Yayınları’ndan çıkmış, üçyüz on bahisten oluşan bu kitap aforizmalar tarzında kaleme alınmış, vakalardan hareketle onları hikmete bağlayan muhtelif boyutta yazılardır. Bediüzzaman’ın eserleri dört büyük tema üzerinde şekillenmiştir, bunlar tevhid, nübüvvet, haşir, ibadet ve adalettir. Aynen öyle de Kırkıncı Hoca’nın Hikmet  Pırıltıları ve sonradan ona ilave edilen Nükteler isimli eserindeki bahisler de bu dört esas üzerinde şekillenirler. Kırkıncı Hoca Bediüzzaman’ın olayları açıklarken kurguladığı sahneler ve küçük hikaye yorumlarından ciddi boyutta etkilenmiş , küçük çapta temsili hikayecikler kurmuştur.

Kırkıncı hocanın olaylara, insanlara , temalara , sorunlara bakış açısındaki en önemli nokta onun her zaman  sıradan gibi görünen olayları şaşırtıcı bir yorum düzeni içinde insanı hayrete sevkeden bir bakış açısıyla vermesidir. Hatta onun en büyük yanı bu olayları  sıradanlıktan  çıkarıp  insanın hayatında önemli bir yere sahip olan şekilde yorumlamasıdır. Kırkıncı Hoca şaşırtan adamdır, o hep olayların kimsenin görmediği yanlarını görür, ülfet edilen, adet elbisesi giymiş olaylar birden onun elinde plastik bir mahiyet kazanır ve ibret ve hayrete dönüşür, insanın  davranışlarını düzenler.

Hikmet Pırıltıları Bediüzzaman’ın Mesnevi Nuriye isimli eserinin sırasında yorumlanacak ondan etkilenmiş bir mesnevi tarzı eser de denilebilir.Türkiye ‘de temsillerle hakikatleri anlatma yolunu Bediüzzaman açmıştır, o yolun talebeleri içinde ikinci derecede örnekleme ve temsillerle, dramatik sahnelerle ifade edilmesini Kırkıncı Hoca taammüm ettirmiştir, onun yetiştirdiği talebelerin bir kısmı da bu temsillerle anlatma yolunu icraatları sırasında anlatmışlardır. Bediüzzaman‘dan yansıyan bu aklileştirme, akıl mizanına vurma tarzı Erzurum’dan ülkeye yayılan bir Risale-i Nur yorumlama ve değerlendirme tarzı olmuştur.

kirkinci.hocaKırkıncı Hoca büyük sanatcılar gibi  ya bir olayın tahriki ile , ya bir ilhamın ikazı ile, ya bir insanın ortaya koyması ile , veya bir tezadı yakalaması ile , veya bir müşkül meselenin ortaya çıkardığı kısmi bunalımı çözümleme maksadıyla  aforizmalarını ortaya koymuştur. Onun bir meseleyi hikmete bağlaması uzun uğraşılar ile elde edilmez, o birden bir olayı hikmet kılıfı ile yorumlar ve ortaya koyar, çok çabuk ve seri bir zihinsel üretim mekanizmasıyla hikmetini ortaya koyar.

Kitap konulara veya temalara göre bir tasniften geçmemiş, yığma bir editoryal muameleye maruz kalmıştır. Bunları kendi arasında bir tasnife tabi tutarsak, Allah ve efali, yaratılış olayı, Allah’a yaratma işinde ortak olmaya kalkan mülahazalar, esmanın görülmesi yorumlanması ve esmanın yorumunda ortaya çıkan sorunlar kitabın ağırlıklı konularını işgal ederler.  Sahibini Tanıyan Eser, Görmemek Olmamaya Delil Olur mu , Mevhum Sani , Dört Yol,Kim Bu Tabiat,Varlıkların Kendi Kendine Teşekkülü Mümkün mü , Şirkin Muhaliyeti ,Kudret Kaleminin Mürekkebi , Vahdetteki Kıymet, Lezzet-i Mukaddese. Allah’ın Efaline Onun Canibinden Bakmak,  Müsebbib ül Esbab,Tabiat Hakkında adını taşıyan metinlerde Kırkıncı Hoca  Risale-i Nur’daki bahislere  izahlar ve yorumlar getirir. Bazı metinler Allah’ın isimleri ile ilgilidir. Vahdetteki Kıymet, Nur  İsminin Bir Cilvesi, Rezzakiyetin Şumülü , Kayyumiyet Sırrı, Kayyumiyet Sırrına Birkaç Misal, İnsan Ruhunun Kuddus İsmine Mazhariyeti ,Vahidiyet İçinde Ehadiyet Cilvesi , Kesretten Vahdete bu metinler de Allah’ın esması ile ilgili bahislerdir. Ölüm ve Haşir,Eğer Ahiret Olmasa , Haşir Sabahı, Haşr-i Cismani Üzerine  ilgili başlıklar ahiret ve  haşir ile ilgilidir.

Hikmetli bahisler içinde insan ile ilgili maddeler de bir yekün teşkil eder. İnsandaki Fabrikalar, İnsan Ruhunun Süsleri,Gaye ve Hedef İnsan,İnsan Nisyandan Alınmıştır, Zihayat İnsan Kelimesi , İnsanın İsmi Azama ve Her ismin Mertebe-i Azamına Mazhar Olması, Kainat Sarayı ve İnsan, İnsanın Nimeti , İnsanın Kıymeti , Kendini Aldatan İnsan, İnsan Ağacı, İnsan ve Yükü , İnsanın Şerefi, İnsandaki Cihazatın Kıymettarlığı,   Bir İnsan Yaratmak metinleri insan ile ilgilidir.

 Cenabı Hak İbadeti Niçin Emretmiş?, Şükür Vazifemizi Yerine Gebiliyor muyuz?,Teneffüs ve İbadet, ibaretle ilgili konulardır.Kur’an’ın  Benzeri Neden Yapılamaz, Herşey Kuranda olduğuna göre Alimlere neden ihtiyaç Var?,Kur’an’ın Fatihada Dercedilmesi, başlıkları Kur’an ile ilgildir.Mukayyed Akıl ve Mutlak Hakikatler, Göz  ve Akıl,Kur’an Nuru ve Akıl Gözü, Aklın Meyvesi, Akıl İtiraz Aleti mi ?,gibi bahisler akıl ile ilgilidir. Fen ve felsefenin taciz etmesiyle hastalayan aklı Bediüzzaman makul düşünen bir akla dönüştürmek istediği gibi Kırkıncı Hoca da o yolda aklı terbiye etmeye  çabalar.Kader İlim Nevindendir, Cüzi İhtiyarinin Mahiyeti , Kaderi Tenkid Eden Başını Örse Vurur kırar, metinleri kader ile ilgilidir. Kırkıncı  Hoca’nın  en çok üzerinde durduğu bahislerden biri kaderdir bu konuda bir  de Kader nedir ? isimli eseri vardır.

Hikmet Pırıltıları isimli  kitap liselere deneme örnekleri olarak tavsiye edilebilir, Üniversite programlarına  kelami ve hikemi denemeler diye dahil  edilebilir.Biraz  geliştirilse Montaine ve Bacon ‘un  peynir ekmek gibi okunan denemelerini aşar.  Bir insanda çok yönlü fikir değişimlerine neden olacak her bahis Hikmet Pırıltılarına dercedilmiştir. Benim Erzurum yıllarımda bu kitabın ortaya çıkması için bir ekip halinde büyük emekler sarfettiğimizi belirtelim. Kitap  bakış açısı  ve bakış açısının arkasından yapılan yorumlarla , büyük bir mantiki değerlendirme ile benzeri olmayan bir hikmet kitabıdır.  Okuyan herkese ve nur talebesine bir yorum ve gözlem düzeni içinde olaylara bakmayı öğretir.

Prof. Dr. Himmet Uç

Kimya ve Bediüzzaman

 Bediüzzaman ileri düzeyde kimya bilgisine sahiptir. Öyle ki onu tam dini bir metin gibi değil kimya metni olmakla birlikte ilahi düzenin bir görüntüsü olarak anlatmıştır. Bir kimya hocasını ilzam edecek kadar kimya bilgisi olan Bediüzzaman  yeryüzünün düzeninde önemli bir yeri olan bu ilahi intizamın bir yönünden , o ilmin lisanı mahsusu ile Allah’ı gösteren  vechinden bahseder. Bediüzzaman her ilmin geleneksel anlatımlarından veya  nihilist anlatımlarına  bir reaksiyon olan anlatımlar ortaya koymuştur.Sanat ve ilim , din ve ilim arasındaki dengelere riayet eden Bediüzzaman dini metinlerini kaleme alırken onların münhasıran dini metin olmasına dikkat eder. Ama laboratuara dayanan , hani müsbet ilim denen bahislerde ise  onları yine o ilmin kanonlarına göre izah eder, ama gerektiği yerde Allah’a açılan kapıları gösterir, metni ateist metin olmaktan kurtarır, ilmi ve dini bir mahiyet kazandırır.

Onun yedi sekiz ilmi birbiri içinde anlatarak gerçekleştirdiği bir metninden özellikle kimya ile ilgili olanı ele alalım. “Sani-i Hakim  havada iki unsur halketmiştir. Biri azot , biri müvellidülhumuza . Müvellid ül Humuza ise ; Nefes içinde kana temas ettiği vakit , kanı telvis eden karbon unsuru kesifini kehribar gibi kendine çeker, ikisi imtizaç eder. Buhari humuz-ı karbon  denilen  semli havai bir maddeye inkılab ettirir. Hem hararet-i gariziyeyi  temin eder, hem kanı tasfiye eder. Çünkü Sani-i Hakim  fenn-i kimyada  aşk-ı kimyevi  tabir edilen  bir münasebet-i şedideyi , müvcellid ül humuza ile karbona vermiş  ki ; O iki unsur  birbirine yakın olduğu vakit  o kanun-ı ilahi ile iki unsur imtizac ederler. Fennen sabittir ki ,İmtizactan hararet hasıl olur. Çünkü imtizac bir nevi ihtiraktır.”

Şu sırrın hikmeti şudur ki ; O iki unsurun her birisinin  zerrelerinin ayrı hareketleri var. İmtizac vaktinden her iki zerre yani onun zerresi , bunun zerresi ile imtizac  eder, birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallak kalır. Çünkü imtizaçtan evvel iki hareket idi , şimdi iki zerre ,bir oldu . Her iki zerre bir zerre hükmünde bir hareket aldı . Diğer hareket  Sani-i Hakimin bir kanunu ile hararete inkılab eder. Zaten hareket harareti tevlid eder, bir kanun-ı mukarreredir. İşte bu sırra binaen  beden-i insanideki hararet-i gariziye bir imtizac –ı kimyeviye ile temin edildiği gibi  kandaki karbon alındığı için kan dahi safi olur. İşte nefes dahile girdiği vakit vücudun hem ab-ı hayatını temizliyor, hem nar-ı hayatı işal ediyor. Çıktığı vakit ağızda mucizat-ı kudret-i ilahiye olan  kelime meyvelerini veriyor. Subhane men tahayyere fi sunihil ukul ”Sanatıyla akıllara durgunluk veren onları şaşırtan Allah’ı  noksanlardan eksiklerden tenzih ederim.”(32 Söz)

Bu metinde insan hayatının nasıl kimyasal olaylarla bağlantılı olarak cereyan ettiğini anlatır. Havanın  vücudu girerek kana temas etmesi ile vucut ısısının  temin edilmesini , kanın temizlenmesini  ve geri kalan havanın da atık bir madde olmasına rağmen kelimelerin çıkmasını neden olduğunu anlatır. Azami iktisatla cereyan eder kimyasal olaylar. Bediüzzaman kimya ilminin bir kanunundan bahseder aşk–ı kimyevi , ona münasebat-ı şedide , yani şiddetli yakınlık ilişki der. Bütün kimyasal bileşikler ve sentezler bu aşk sayesinde gerçekleşir. Oksijen ile hidrojen bir araya gelir su adını alırlar. O iki maddenin evliliğinden  hayat ortaya çıkar koskoca hayat, o iki madde hayatın sayısız tezahürlerini nasıl düşünebilirler, “vecealne minel mai külli şeyin hay” her şey su sayesinde hayat hakkını kazanır. İki madde arasındaki bir araya gelme aşkı , hayatı yaratan ve devamını sağlayan bir mantık sayesinde bir büyük tasarım ile gerçekleşir. İki madde bir araya gelirken bu sayısız mahlukların her biri o bir araya gelme sayesinde tasarlanabilirler, bir imtizaçtan sayısız tasarımları düşünmek bütün hayata hakim olan bir göz ve mantık , ilim ve tasarım ile olabilir.

Kimyadaki diğer yüzden fazla elementler arasındaki ilişkilerden kimyevi aşktan sayısız kimyasal madde ortaya çıkmıştır.O maddeler arasındaki kainat  laboratuarında ortaya çıkan aşkın hayata aşık ve hayatın büyük sahibi olan Allah’tan hayatın büyük temsilcisi olan insana olan sevgisi ortaya çıkmaz mı? Muhabbet şu kainatın sebebi vücududur diyor Bediüzzaman o muhabbetin bir yönü de kimyasal elementler arasına konan ilişkiler trafiğidir. Aşk-ı kimyevilerdir.

Bize örnek bir kimya metin yorumu vermiş olan bu bilim tarihinin kristof kolombu  olan Bediüzzaman bize ne der acaba , “ben ilimleri böyle yorumluyorum, siz de bunları örnek alarak büyük metinler ortaya çıkarabilirsiniz” Sizin aklınız ve yapma ve icad etme karihanıza örnek metinler vererek yardım ediyorum, siz de böyle metinler ortaya koyarak, kimya derslerini ilme ve Allah’a   açılan kapıları olan ilimler haline getirebilirsiniz. Bütün kimya tarihine , bilim tarihine bakın, böyle bir metin  yok. Batıda kimya tarihinde  büyük dindar papazlar var onlar bile böyle bir metni kaleme alamamışlar. Buradan Bediüzzaman’ın ne kadar ileri görüşlü ve bilim tarihinin ne kadar eksik tasarlandığını gördüğü manası çıkmaz mı ?

Bu metinde üç yerde kanun kelimesini kullanır, her şeyi kanunlara veren ilimlerin kanunların hayatın devamı için önceden belirlendiği gerçeğinden gafildir. Kanunları hayatın sürekliliği için icad eden ve maddenin ve madde ilişkilerinin içine yerleştiren Allah’tır. Yoksa imtizac ve ihtirak kanununun bu koca kainatı ve hayatı düşünmesi , ilmi ilahinin bir maddenin  mahiyetine sığmasını düşünmek ne kadar aptalca olur.

Vücudu temizleyen ve sıcaklığını temin eden  havanın  dışarı  çıkarken kelimeleri meydana getirmesi çok daha başka bir alanı nazara verir, konuşmak olmasa idi bütün beşeri ilişkiler biterdi,konuşmak yazmak, düşünmek, hepsi bu dışarı çıkan havanın meydana getirdiği kelimelere bağlıdır.Konuşmak Allah ile olan münasebetimizi ortaya koyar, namaz bir  ilahi sohbettir, dua bir ilahi sohbettir.Konuşmak bütün ilim nevilerinin kaynağıdır.  Bir hava ile her şey  meydana gelmiş oluyor. Vucuttan çıkan hava yeryüzüne dağılırken de bitkilerin foto sentez olayını meydana getirir. Havanın kana imtizacı ile bütün bir hayat devamlılık kazanır, bu kadar büyük  ihata edilmez tasarımların bulunduğu bir hayatı bir tek imtizac ile  doğurmak ancak ilmi kainatı ihata eden biri tarafından mümkündür.

Bir kitap yazalım adı Kimyasal Aşk, Hamdi Temel adlı arkadaşımız sayın profesör “Naylon aşkı öldürür “ isimli bir kitap yazmış, şimdi de kimyasal Aşk ve  Allah ve İnsanın ilişkileri diye bir kitap yazılabilir.

Prof. Dr. Himmet Uç

Göstergebilim ve Namaz

Julie Kristeva bir psikanaliz, temsil üzerinde yaptığı  tasnifte temsili ikiye ayırıyor. Biri göstergebilimsel temsil diğeri simgesel temsil. Bediüzzaman klasik din anlatımının toplumu dine ısındırmaya yetmediğini görür, bu yüzden meal vermekle yetinen klasik metodun yerine ayetin hakikatını en iyi temsil edebilecek yolları araştırır. Bu metodu bütün eserlerinde uygular, namazın emredilmiş  bir din buyruğu olduğunu hatırlatmakla iktifa eden geleneksel metodun yerine Bediüzzaman hayat ile namaz arasında kurduğu empatileri, temsillerle anlatır. Temsil mekan şahıs gibi öğeler taşıdığından etkisi büyüktür.

Dördüncü sözdeki istasyon, iki yolcu, yol, çöl,ve biletten oluşan temsil namazın insan hayalinde zorunluluğu ortaya çıkacak bir şekilde anlatılır.Temsiller iki kısımdan oluşur, önce temsilin serimi , teşhiri daha sonra temsilin yorumu gelir, Bediüzzaman bu tekniği uygular. Temsillerde yorumlar yazarın anlattığı ile sınırlanmaz. Yorum hakkı daha uzun boylu olabilir. Konuşmalar temsili canlı tutar, iki arkadaş arasındaki konuşmalar hakikatı daha da tebarüz ettirir. “Yahu şu liranı bir bilete ver. Ta  bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerimdir, belki merhamet eder, ettiğin kusuru afveder . Seni de tayyareye bindirirler. Bir gün de mahal-i ikametimize gideriz. “

Bediüzzaman yorumlara  işte  kelimesi  ile başlar.İşte açılım demektir.

“İşte eynamazsız adam ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim! O hakim ise;  Rabbimiz  Halıkımızdır.

O iki hizmetkar yolcu ise ; Biri mütedeyyin namazını şevk ile kılar, diğeri gafil namazsız insanlardır.

O yirmidört altın ise ; Yirmi dört saat her gündeki ömürdür.

O has  çiftlik ise ; Cennettir

O istasyon ise ; Kabirdir

O seyahat ise ; kabre haşre ebede gidecek  beşer yolculuğudur. Amele göre takva kuvvetine göre  o uzun yolu mütefavit derecede katederler. “

İse, lerden sonra hep yorumdur.  İse den önceki cümleler hayattan alınma sonrakiler ise ahretle aralarında empati kurulan durumlar veya mekanlardır. Metin gücünü bu mukabillerinden alır. Yirmi dört altın zihnimizde dünyevili ği ile yer etmiş bir durumdur, ama mukabili olan gündelik ömür gücünü bu altının parlaklığından alır. Kabrin bir istasyon olması yine gücünü hayatımızın bir öğesi olan istasyondan alır. Böylece klasik öğretideki donmuş anlamlar canlanır. Bediüzzaman’ın gücü de buradadır.

Yirmi birinci sözdeki göstergebilimsel temsiller namazın luzumunu  canlı bir şekilde anlatır.Namazı dünyadan başlayarak empati kurduğu öğelerle anlatır, insan zihninde manalar kazınır  ve canlanır.

”Acaba bu misafirhane-i dünyada  aciz ve fakir kalbine    kut ve gına

Ve elbette bir menzilin olan kabrinde , gıda ve ziya

Ve her halde mahkemen olan  Mahşerde , senet ve berat

İster istemez üstünden geçilecek Sırat köprüsünde  nur ve Burak olacak namaz neticesiz midir, veyahut ücreti az mıdır? “

Dünya , kabir, mahşer , mahkeme hepsi mekanlardır. Ama namazın oradaki mukabilleri ise, kut ve gına , gıda, ziya , senet ve berat, nur ve Burak

Dünyada bir insanın kalbine güç ve dayanıklılıkne kadar lazımdır, iştenamaz odur

Sırat köprüsünde giden adama ışık ve binek  ne kadar lazımdır, namaz odur

Mahkemede senet ve berat nedir, işte o namazdır

Kabirde  manevi ışık ve ziya nedir işte o namazdır.

Buradaki güç gösterge olanak seçilen dünyevi değerler ve uhrevi mekanlar arasındaki empatilerdir, bu okuyanlar için değil yazan için ciddi bir yazım öncesi düşüncesinden kaynaklanır. Bediüzzaman metinlerinin gücünü de bu temsillerden aldığını çok yerde söyler, göstergebilimsel temsiller. Bir de simgeseller vardır ki o başka bir bahistir. Bediüzzaman’ın Kristevadan çok önce bunları bulup uygulaması da Kur’an ın da aynı göstergebilimsel temsillerikullanmasından ileri gelir.

Dördüncü sözün başındaki cümle de bir tezattan hareket eder. Mühim ve kıymettar kelimeleri kendilerine eş değer bir mukabil anlam isterler. Bir şey mühimse kolay elde edilmez, mesela altın mühimdir, kıymettardır, elmas da öyle ama ne kadar zorluklarla elde edilirler. Namaz kıymettar ve mühim ama kıymettar ve mühimliğine göre zorluğu yok, altından daha değerli çünkü ahiret azığı,ama elde edilmesi ise hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ilekazanılır. Namazın masrafı ne kadar hiç , su bedava akar, ucuzluğu ne kadar , bu kadar ucuz bir masraf ile ebedi bir hayatı kazanmak burada insanın namazdan hoşlanmayan nefsine hitab eder.

Bir de namazı teneffüse ve pencereye benzetir. Nasıl ki  okulda ders anlatırken insanlar bir sürelik teneffüse çıkmak ister, yine insanlar sıkılınca pencereden seyreder ve rahatlarlar. Namaz  da “Şu kasavetli , ezici ve sıkıntılı , geçici ve zulumatlı ve boğucu olan ahval-i dünyeviye içinde “Ruh üzerinde

Kasavetli

Ezici

Sıkıntılı

Geçici

Zulumatlı

Boğucu

Nasıl ki öğrenciler teneffüs zili çalınsa kapıya koşarlar sa insan da hayatın bu altı türlü  olumsuz tesirinden bir süre kurtulmak için camiye koşmalı. Kelime ile manayı nasıl canlı tutar. Ya pencereye ne dersin, pencereden dışarı seyredilir ve insan ruhen bir süre rahatlar. Namaz da bu altı türlü olumsuzluğun tesirinden ruhunu namazın penceresi ile kurtarır, ya seyredilen nedir? Namazın penceresi dinin ve hayatın , mevsimlerin, zamanların bütün hakikatlerine pencereler açar , dokuzuncu sözün   son iki bölümü bu pencerelerden oluşur. İşte hayatın içinde kullandığımız nesneler ve durumlardan elde edilen göstergelerle namazın hakikatını anlatan bir mantık, o Bediüzzaman’a ait. Onun namaz ile ilgili gösterimleri dramatik durumları bir sinema olacak kadar geniş , zaten o her şeyi sinema ile anlatır. Tarihin ve insan hayatının sıradan şeylerini sinema ile bakileştiren beşere rağmen Bediüzzaman dinin hakikatlerini sinema gibi canlı anlatır.

Prof. Dr. Himmet Uç

Bediüzzaman’ın Muallim Kelimesi Beyanındaki Zenginlik

Allah şu kainatı yaratıp süsledikten sonra kendi kemalatını insanlara anlatmak için bir muallim tayin edecektir, yoksa insanlar olaylar, nesnelerin yorumunu yapamayacaklardır. Bu muallimler peygamberlerdir, peygamberlerin gelmediği dönemlerde insanlar olayların gerçek anlamını çözememişler ve orasında burasında kalmışlardır. Yanlış yorumlar yüzünden insanlar kendilerini heba etmişlerdir. Dünyada insanların nasıl hareket edeceklerini  öğretmek için aynı muallim görev yapacaktır.

Kainat anlaşılması için ancak öğretmenlere ihtiyaç duyulacak birbüyük ve kompleks bir manadır. Bu anlaşılmaz kitabın tanıtıcı bir muallimi olmazsa  manasız kalır. Bu söz dinler tarihindeki peygambersiz dönemlerin zorluklarını ortaya koyan bir  cümledir. Kainatın  modern dönemde de absürd yani saçma olduğunu iddia eden yazarlar   ve  filozoflar vardır, işte bu koca kainatı saçmalıktan kurtaran Allah tarafından insanlara seçilip gönderilen peygamberlerin öğretileridir.

Bediüzzaman muallim kelimesini sever yer yer kullanır, çünkü kendi bulunduğu öğreticiler zinciri içinde o da son yüzyılın, helaket ve felaket asrının öğretmenidir.İstanbul’a gittiğinde  ulema ve mektep muallimlerini münazara davet etmiş ve onları sorulan her soru ile tatmin ve ikna etmiştir. Bu yüzden zamanın en tesirli   en etkili  muallimi manasına da gelen Bediüzzaman ismini ona vermişlerdir. Bediüzzaman muallimlere  itina gösterir, bir seyahatinde iki mektep muallimi ile  hamiyeti diniye ile milliyeyi münakaşa eder. Bir coğrafya muallimi ile  eline geçirdiği bir coğrafya kitabını münakaşa eder ve onu ilzam eder. Yine Tahir Paşa’nın konağında bir inorganik kimya muallimini  münazarada mat eder. Bediüzzaman Asa-yı Musa isimli eserini de özellikle mektep muallimlerine yazmış onlara fenni konuları ve felsefi konuları  anlatmış ve  o  iki dalalet vadisini hikmetli manalar üreten sulak vadilere çevirmiştir. Bediüzzaman büyük bir muallim, öğretmendir. Bütün hayatı bir talim , terbiye ve öğretme ile geçmiştir. Talebeleri de onu “ali bir mübelliğ  ve bir muallim “ olarak görürler.  Onun muallimliği bir araştırma konusudur. Barla’da köylü insanları nasıl matbaa haline dönüştürmüş onlarla mektupları vasıtasıyla nasıl anlaşmış, onları onore etmiş, teşvik etmiştir. Hiçbir değeri geçmemiş hepsine yerinde değer vermiştir. Onun ölümünden sonra talebeleri bu öğretmenlik vazifesine yapamamış, ne yazıkkı sürekli çekişme ile cemaatin dağılmasına farklı kollara ayrılmasına ve gücünün düşmesine sebeb olmuşlardır. Bugün  dahi bir mütecanis  ortam yoktur, en basit meselede her kafadan bir ses çıkmaktadır. Bu ortada talim işinin hakkıyla yapılmadığı manasına gelir. Onun hapishane hayatı bir maznun hayatı değil bir öğretmenin ders vermek için girdiği sınıflar gibidir. Girdiği her yerde ıslahı imkansız insanları eğiten bir öğretmen olmuştur. O bir muallim ,bir mürebbi ve mürşittir. Bu son özellikler hepsi öğretmenin içine dahildir. Bediüzzaman’ın talebeleri de hapishanelerde bir muallim görevi görmüş ve insaları  eğitmişlerdir.

Risale-i Nur’da bir öğretmene ihtiyaç duymayan muallimdir. Okunmak suretiyle insanları eğiten bir tesirli muallimdir.

Peygamberimiz ümmi bir kavme muallimlik yaptığı gibi , Kur’an ‘ın hem muallimi  hem de naşiridir. Dünya bir dershane öğretmeni muallimi Peygamberimiz ‘ASM  Kur’an da o  büyük dershanenin kitabıdır. Muallimidir.  Kur’an umumi bir muallim ve mürşit , yol göstericidir. Onun muallimlerinden biri  Kur’an’dır.  Farklı yollar araştıran Bediüzzaman kendisinin Allah tarafından Kur’an ‘a teslim edildiğini , ve Kur’an ‘ın ona muallim olduğunu  ifade eder, bütün dersleri Kur’an’dan alır. Bediüzzaman Kur’an’ı muallim olarak kabul eder ama onu tarih , coğrafya muallimi olarak görmez. Asıl hedefi insan ve Allah münasebetleri olan bu kitap tebei yan anlam olarak başka ilimlerden bahseder, ama o ilimler ona hakim  değildir.

 Bediüzzaman sahte öğretmenler  ve öğretiler yüzünden kan gölüne dönen ve anlamsız yaşayan dünyanın ve insanların imdadına  bir  peygamberin gönderilmesine benzer bir şekilde peygamberin bu asırdaki vekili olarak gelmiş ve insanlara öğretisini sunmuştur. Bu yüzden dünyada yanlış alınan eğitimler yüzünden yolunu şaşıran binlerce milyonlarca insanlar onun sağlıklı muallimliği sayesinde hakikatı bulmuşlardır.Bu yüzden yanına gelen lise öğrencileri muallimlerinin Allah ‘tan bahsetmediğini  söyleyerek kendilerine Bediüzzaman’ın Allah’tan bahsetmesini isterler. O da “Sizin okuduğunuz fenlerden her bir fen  kendi lisanı mahsusu ile  mütemadiyen Allah’tan bahsedip , Halıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil onları dinleyiniz.” Bediüzzaman  tarihimizde ve fenler tarihinde eşsiz olan bu sözü Eskişehir Hapishanesinde  on bir ay yattıktan sonra  yine sürgün olarak gönderildiği Kastamonu’da 1936  baharından sonra o şehirde yanına gelen lise talebelerine söyler. Bediüzzaman bütün fenlerden Allah ‘a giden kapıları gören bir büyük alimdir, fen ve bilim yorumcusudur. Bu sözü söyleyen bir din adamı olarak bilinir ama bu sözü fenleri ve onlardan Allah’a giden kapıları göremeyen bir adam söyleyemez. Bu  sözü Kant söyleseydi bizim kaselis alimlerimiz onu yaldızlı laflarda nerelere asarlardı. Ama bu söz bir büyük sözdür, beşyüz yıldır yanlış fen öğretimi  yüzünden sınıfları bir fahri ateizm mekanlarına çeviren batı düşüncesine karşı söylenmiştir. Aradan geçen seksen beş yıla rağmen o sınıflar hala ateizmin mekanlarıdır. Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra projesi evvelemirde o sınıfları tevhid yorumları ile dolu olan ilimlerin mekanlarına dönüştürmektir.Bediüzzaman zor bir şey söylemiştir, aslında bu sözün muhatabı bir lise öğrencisi değil, üniversite profesörü ve alimidir. Ama onun öğretisini okuyan nice alimler ve profesörler uğraştıkları ilim dalını Allah’a açılan kapılarla izah edememişlerdir. Bediüzzaman ehli fenden birinin ortaya atılmasını derke bu tür insanları kasteder.

En büyük öğretmen Peygamberimizdir, ASM , o ehli kemale rehber  hakikat ehline de muallimdir. Onlara hakikati öğretir. Onun sahabeleri de öğretmendirler. Onları bir bakışta nebevi bir nazarla  bütün aleme muallim tayin etti. Medeni milletlere de üstad etti. Çünkü o geldiğinde Bizans ve İran büyük devlettiler , onun nübüvvet nazarı ile o devletler çöktüler yıkıldılar, İran fethedildi, bini aşkın deve ile hazineler Mekke ‘ye taşındı. Zannedersem “Hz Ömer , Allah saltanatı hak edene verir, kıymetini bilmeyenin elinden alır başkasına verir” der. Fatih milletinizin medarı iftiharı büyük adam İstanbul”un  fethinden sonra Bizanz saralarına girer ve oradaki Allah’tan kopuk debdebeyi görünce “ Ne kadar da Allah ‘tan gaflet etmişler” demiştir.Ahirete eğer başını gözünü kırmadan gidersek bu büyük insanların yanında  utancımızdan yere mi yoksa göğe mi bakarız Allah bilir.Onun için fırsat varken gelin …. Dünyanın debdebesinden bir birbirimiz de  haset ve gıptalarla kargışlayacağımıza sermaye elimizde …

Peygamberimiz  bir  farklı imajla akıllara muallim olarak tavsif edilir. Sahabeleri  de   insanlara muallim olmuşlardır.” O vahşi insanlar  insan aleminde insanlara muallim oldular. Ve medeniyet dünyasında   medenilere üstad oldular . O zatın şu kadar geniş ve azim  saltanatı  yalnız zahiri bir saltanat değil . Daha geniş ve daha derin yerde  saltanat-ı batıniyesi vardır ki  bütün kalpleri ve akılları  kendisine cezb ve celb etmiştir. Ve bütün  ruhları ve nefisleri  teshir etmiştir ki  kalplere mahbub, akıllara muallim  ve tenvir edici  ve nefislere mürebbi olmuştur.”(Mesnevi)

Bediüzzaman  peygamberimize   Muallim-i Ekber der.  Muallimlerin en büyüğü demektir.Bütün peygamberler hem maddi hem de manevi terakkinin öğretmenleri, muallimleridirler, ama onların en büyüğü Peygamberimizdir ASM . Ümmi olmasına rağmen  kudsi hakikatlar getirmiş, benzeri görülmemiş  yüksek  ilimler ortaya koymuş , Allah’ı bilmekte şaşkın   ve zorda olan insanlığa onu tanımanın en iyi yolunu keşfettiği açtığı dersin öğretilmesiyle  ilmi mertebelerde en yüksek makama  yetişen milyonlar dini meseleri tahkik eden milyonlarca alim ,ve doğru aşartırmacı alimler , ve müminlerin dahi hükeması hikmet ortaya koyanları , bu zatın bütün esasların üstündeki  vahdaniyetini birliğini  kuvvetli delilleriyle  ittifakla  isbat ve tasdik ettikleri gibi , bu en büyük muallimin Muallim-i Ekberin   ve bu Büyük Üstadın hakkaniyetine  ve sözlerinin  hakikat olduğuna ittifakla şehadetleri , gündüz gibi bir risalet delili  ve sadıkiyetidir. Mesela Risali-i Nur yüz parçasıyla  sadakatının  bir tek bürhanıdır.

Bediüzzaman yine Peygamberimize  Sadık Muallim der. İnsanları kainatın hikmetlerini ve insanın görevlerini izah eden muallimler gelmişlerdir, ama onların ifadeleri hakikatı doğru olarak değil yanlış ve kazib olarak anlatmışlar beşeri aldatmışlar, ve insanlığa kötü zamanlar geçirtmişlerdir. Peygamberimiz SadıK Muallimdir   yani  varlığa insanlığa ve Allah’a ait doğru bilgileri insanlara iletmiştir. Bu doğru muallimin öğrettikleri ise , kainatın yaratılışındaki  Rabbani hikmetleri talim edecek ve harekatındaki vazifeleri  ve hareketlerin neticelerini  ders verecek  ve mahiyetindeki kıymetini  ve içindeki mevcudatın  kemalatını ilan edecek  ve o büyük kitabın  manalarını ifade edecek  bir yüksek dellal bir doğru keşşaf  , bir muhakkik üstad ve bir sadık muallim  istediği  ve iktiza ettiği  ve her halde bulunmasına delalet ettiği  cihetle elbette bu öğretim vazifelerini  herkesten ziyade yapan  ve bu Zatın hakkaniyetine  ve bu kainat Halıkının en yüksek ve sadık  bir memuru olduğuna şehadet eder.(Mektubat 224)

  Bediüzzaman Peygamberimize bir de Muallim-i Ekmel der. İnsanlığa varlığınmanalarını ifade eden izah eden muallimler olmuştur,ama Peygamberimiz onların en ekmelidir. Yani manaların en mükemmel olanlarını  bularak insanlığa ifade etmiştir. Bediüzzaman’ın Peygamberimiz’i  ifade eden bir harika imajı da onun  rehber-i ekmel olmasıdır. Bunu izah eder. “Manidar bir kitap  onu ders verecek  bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal  kendini görecek  ve gösterecek  bir ayna iktiza eder. Ve gayet kemalde bir sanat  teşhirci bir dellal ister. Elbette her bir harfinde  yüzer manalar , hikmetler bulunan  bu kainatın büyük kitabının  muhatabı olan  insan nevi içinde  elbette bir rehber-i ekmel , bir muallim-i ekber bulunacaktır. (Lemalar 320)

 İctihad bahsinde selefi salihinin asrındaki  ictihad etmek isteye kimseye toplumun genel hedefi din ve insan olduğu için her şeyin bir öğretmen muallim hükmüne geçtiğini , ve kişinin kabiliyetinin bu şekilde ictihad etmeye hazırlandığını anlatır Bediüzzaman .Ama asrımızda ise insanı genel hava dünya ve insanların dünya ile ilişkilerini tanzim olduğudan ictihada uygun olmayan bir ortam olduğunu bu yüzden bir müctehidin ortaya çıkmasını sureti imkanının olmadığını anlatır.

 Bediüzzaman psikolojik bir konuya da temas eder, can sıkıntısının  sefahetin muallimi , yani ahlaksızlığı  öğrettiğinin anlatır. Can sıkıntısı ruhu araştırmaya dünyada ve Allah noktasında hedefini  bulmaya bir ihtar olduğu halde kişi bunu tam tersi ahlaksızlığı öğrenmek şeklinde kullanır.

İnsan hayatında birçok şey ona muallimdir, bunlardan biri de mabedlerdir, insanları hakka çağıran muallimlerdir mabedler.  Fiziksel duruşu ve manevi misyonu bunu ortaya koyar.

Bediüzzaman’ın  ilk talebeliri içinde Mustafa Sungur muallimdir, Bediüzzaman onun için “ seni bir köy öğretmenliğinde bırakmam “ diyerek kaderin sevki ile yanına hizmetine alır.Bir başka muallim öğrencisi  savcılıkta  Riszale-i Nur ve üstad hakkında  kahramanca cevaplar verdiği için  savcı kızmış “şimdi seni hapse atarım “ diye tehdit etmiş. O da “ ben hazırırım “ diye cevap vermiş.Bir muallim de Muallim Ahmet Galip beydir. Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecit Efendi de muallimdir.

Peygamberimiz bütün insanlığa tek bir muallimdir, onun asrında başka muallimler olmamıştır.Çünkü insanların kabiliyeti bir tek muallimi dinleyecek  ve  tek bir şeriatla amel edecek duruma geldiği için , ayrı ayrı şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Ayrı ayrı muallime yani peygambere de lüzum kalmamıştır.

On Birinci sözde kainatı birsaray şeklinde yapan , süsleyen ve nimetlerle sofralar düzenleyen, ve insanları  o saraya uygun şekilde yaratan bir ilah  insanlarla Allah arasındaki münasebetleri belirleyen bir öğretmen bir muallim tayin etmesin . Hem hiç mümkün olur mu ki  bu kainatın sahibi , şu kainatın değişimindeki  maksat ve gaye ne olacağını işaret etmesin, kapalı olan sırrını  ortaya koymasın. Hem varlıkların nereden nereye ve necisin gibi suallerine  bir muallim elçi vasıtasıyla çözmesin.Hem hem mümkün olurmu ki  bu güzel sanatlı canlılar ile kendini şuur sahiplerine tanıttıran  ve kıymetli nimetler i ile kendini sevdiren  bir Celal Sahibi Sanatkar yaratıcı , onun karşılığında  şuur sahiplerinden  marziyatı ve arzuları  ne olduğunu , bir muallim elçi vasıtasıyla bildirmesin . Hem hiç mümkün olurmu ki insan nevini şuursa kesrete müptela  kabiliyetce külli ubudiyete hazır bir şekilde yaratsın, ama onu o dağınık yapısından bir olan Allah’a bir öğretmen peygamber muallim ile çevirtmesin.O peygamber  insanlara karşı ali ahlakın muallimidir.

Bediüzzaman çocukların en tesirli mualliminin anneler olduğunu söyler. Kendisi de en büyük telkinleri annesinden aldığını belirtir.

Bediüzzaman bir muallim ve talebeleri muallim görevi yapan dershanelerde calışan insanlardır. Kim dersini iyi anlatırsa muallimlik görevini yapmıştır. Bir yıl bu eserleri  hakkiyle okuyanlara Bediüzzaman risalei Nur’u anlama icazetini manen verir. Bediüzzaman yeni bir mektep düzeni kurmuş ve talebeler yetiştirmiş bir büyük muallimdir.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org