Etiket arşivi: risale-i nur

Kilisede İslam Konferansı

İbrahim (A.S.) ve Risale-i Nur’da Diyalog

Risale-i Nur bu asrı ve gelecek asırları nurlandıran bir nurdur. Rabbim bizleri perde etmesin. Nurun paklığına, aydınlığına bizimle gölge düşürmesin. Hidayet Rabbimizin elinde, kalpler de Onun yed-i  tasarrufunda. Şahıslar, kabiliyetler, yetenekler, istidatlar, planlar, projeler, büyük fikirler vesaire değil, Rabbimiz ve Halıkımız, Kerim ve Rahman isimleri ile Hadi ve Halim isimleriyle bu millete muamelede bulunuyor. Bizlerde şahitlik ediyoruz. Ya Rabbi bizi şahitlerden yaz diye diliyor ve dileniyoruz. Perişan halimiz, ihlastan yoksun tavırlarımız, bir şey biliyor edamız ve hodfuruşluğumuz için de Rabbimizden af diliyoruz.

Bu gibi hizmet haberlerinin nakli bir derece lahikalardaki iman hizmetlerinin kardeşler arasında şevke ve ümide medar olması içindir. Yoksa birilerini nazara vermek, birilerini ön plana çıkarmak gibi çok süfli ve gayet adi, pespaye, riya ve sum’a için değildir.

Zira nefis cümleden edna, vazife cümleden aladır. Rabbim dudaklarımızla değil nefsülemirde batınımızda bu manayı bize hissettirsin. Amin.

25 Kasım 2010, saat 18.30 da  kendilerine Mormon Hristiyanları ismini veren bir grup tarafından ikinci kez kiliselerinde konferans vermek uzere davet edilmiştik.

Akşam namazı vaktine tevafuk eden konferans öncesi, kilisede bir oda temizlenmiş, resimler dışarı çıkartılmış, yerlere halılar serilmiş ve mescid yapılmıştı.

Bundan iki üç sene evvel plaza denen bölgede bir debate (tartışma) programına davet edilmiştik. Bu toplantıda papazlar incili anlatıyor, kutsal ruhtan dem vuruyor, İsa’ya inanmayanların ebedi hüsrana uğrayacaklarından bahsediyorlardı, müslüman ulema da buna karşın, İncildeki tenakuz ifadelerini, hristiyanların şirk içinde olduklarını, İncilin uydurma olduğunu vesaire anlatıyorlardı, hatta iş hakarete kadar varıyordu.

Bize sorduklarında İsa kimdir diye, evvela diyorduk, hristiyanlık  semavi bir dindir. Hristiyanlık tevhid dinidir ve İsa (as) tevhid peygamberidir, bunun dışında ki tüm öğretiler beşeridir, semavi değildir.  İsa (as) kim değildiri değil İsa (as) İslamda kimdir Onu anlatmamız lazım. İsa (as), Ruhullahtır, Mesihtir, babasız olarak mucize eseri olarak dünyaya teşrif etmis en büyük –ululazm- beş peygamberden birisidir. Annesi kainat hanımları içerisinde en değerli hanımlardan birisidir. Biz böyle Hz.İsa ve Hz.Meryem Annemizi anlatınca kiliseden gelen papazlar gelip kilisede bunları anlatmamızı istemişlerdi. Hz.İsa (as) ın tevhid üzere olduğu, en büyük davasının tevhid olduğu, İncilde buna dair yüzlerce ayetler bulunduğunu anlatıp İncildeki tevhide dair ayetleri okumaya başladık. Mesela; “işitin ey israiloğulları, sizin de Rabbiniz benimde Rabbim olan Allah birdir. Onun eşi ve benzeri yoktur.”   “en büyük iki esas; Allah birdir ve bütün mevcudiyetinizle Onu seveceksiniz, ikinciside komşunuzu seveceksiniz” bu ve buna benzer tevhid ayetlerini incilden okuduk.

İşte bu konuşmalardan sonra artık kiliselerde dersler mutad hale geldi, hatta bir kaç sene içerisinde 10 kadar hristiyan misyoner papaz, İslam ile şereflendi.

Dün ise Mormon kilisesindeydik. Buraya tebliğimizin özetini almak istiyoruz;

Tebliğimiz Kuran’da diyalog, Bediüzzaman ve diyalog, tevhid Peygamberi, Allah dostu Hz.İbrahimden oğreneceğimiz 7 husus ve Hz. İbrahimden dualar diye dört bölümden oluşmaktadır.

Bu tebliğin bir kilisede sunuldugu unutulmamalıdır.

Kuran ve Diyalog

Bir ayeti kerime de Rabbimiz “ey insanlar! Şüphesiz ki biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık birbirinizi tanımanız içinde sizleri kabile kabile, millet millet halkettik, doğrusu Allah katında sizin en ustun olanınız, en takvalı olanınızdır. Muhakkak ki Allah Alimdir Habirdir.…” burada 26.mektuptaki milliyetçilik bahisleriyle alakalı bir kaç cümle zikrettik.

Daha sonra Maide Suresi 82.ayet-i kerimede Hıristiyanlarla alakalı kısmı okuduk ki orada Rabbimiz; “Muhakkak ki iman edenlere sevgi cihetiyle en yakını olarak da, “doğrusu biz Hıristiyanız” diyenleri bulacaksın. Bunun sebebi onların içinde âlimlerin ve ibadet ehli rahiplerin bulunması ve gerçekten onların mütevazı olup kibirlenmemeleridir.” buyuruyor.

Hemen akabinde ki ayette ise o rahiplerin Kuranı dinledikleri zaman gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün buyurmaktadır Rabbimiz.

Ankebut suresi 46.ayet-i kerimede Rabbimiz bize ehl-i kitap ile nasıl muamelede bulunmamız gerektiğini öğretir ve bize der; “İçlerinden zulmedenler hariç, ehl-i kitapla ancak o en güzel olan suretle mücadele edin ve deyin ki; “biz bize indirilene de ve size indirilene de iman ettik; bizim ilahımız da sizin ilahınız da birdir ve biz ancak Ona teslim olanlarız.”

Bediüzzaman Said Nursi ve Diyalog

A-      İmam Nursi son asrın en mükemmel sulh temsilcisi, en berrak diyalog numunesidir. Bediüzzamanın  hayatı evvela Rabbisiyle diyalogdan, sonra mahlûkat ile diyalogdan ve belki çok ender insana nasip olacak kendisiyle diyalogdan ibarettir. Risale-i Nur Külliyatı baştan sona bir diyalog seyyahının müşahedatıdır.

B-      İmam Nursi cehalet, zaruret ve ihtilafı asrın üç hastalığı ve insanlığın üç düşmanı olarak tespit etmiş, tedavi için ise Kuran eczanesinden aldığı su ilaçları tavsiye etmiştir; sanat, marifet ve ittifak.

C-      21.asrın  dalalet ve cehalet ummanı inancın yeniden keşfi ve imanın tecdidini zaruri kılmaktadır.  Risale-i Nur ise İmanın ve inancın bu fen ve dalalet asrında yeniden inşası için, değil yalnız Müslümanlar mabeyninde hem Hıristiyanlar ve hem bütün insaniyet için yazdırılmış Kuranın bu asrın fehmine bir dersidir.

D-       20. Lem’a’da Üstad Bediüzzaman ahirzamanda hakiki dindar İseviler manasında bir Hıristiyan cemaatin vücud bulacağından bahsetmektedir ve bunu da hadisin manalarından anladığını söylemektedir.

E-      2.dünya harbinden sonra yazmış olduğu mektuplarda diyalogdan öte Müslümanların Hıristiyanlarla işbirliği yapması gerektiğini de ifade etmiştir.

F-      Yine 1946 da yazmış olduğu mektubunda, hem nurcuları hem dindar Hıristiyan misyonerlerini teyakkuza davet ediyor ve Doğu Avrupa’ya doğru yayılan kominizim tehlikesine karşı beraber mücadele etmekten söz ediyordu.

G-      Vefatından beş yıl önce Bağdat Paktını müdafa edip tebrik eden bir mektubunda; bu pakt ile sadece 400 milyon Müslümanı değil 800 milyon Hıristiyanı da kendinize dost edeceksiniz ve her zamandan daha ziyade ihtiyacını hissettiğimiz sulhu umumiye mühim hizmet edeceksiniz diye beyanda bulunmaktadır.

20.Lema’dan 9 Emir

Bu esasatı belirttikten sonra Nurun en mühim risalelerinden olan İhlâs Risalesinde Üstadımızın ders verdiği 9 emri sunum tarzında dinleyicilerle paylaştık;

1.    Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun  fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.
2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek,
3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır” yahut “daha güzeldir” diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,
4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,
5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüt sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevinin dehasıyla hücumu zamanında, o şahs-ı maneviye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevi çıkarıp, o müthiş şahs-ı manevi-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,
6. Ve hakkı, batılın savletinden kurtarmak için,
7. Nefsini ve enâniyetini,
8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,
9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.

Bu dokuz emir içinde bir haşiye var; “Hatta hadis-i sahihle,  âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.

H-      Ve Bediüzzaman kendi şahsi gayretleriyle 1950 senesinde bizatihi hazırlatmış olduğu el yazma Risale-i Nur Külliyatından 25.Söz ve 19.Mektup gibi Kuranın mucizeliğini ve Efendimizin (a.s.m) nübüvvetini anlatan eserlerini  Papa 12. Pius’a göndermiştir.

J-      22 şubat 1951 tarihli Papalığın göndermiş olduğu teşekkür mektubunu da yine Risale-i Nur Külliyatından Emirdağ Lahikası 2 mektupları arasına dercetmiştir.

K-   Bediüzzama’nın kitap hediyelerinden takriben 10 sene sonra ikinci Vatikan konseyi toplanmış ve Müslümanlar ilk defa Hak Din takipçileri olarak zikredilmiştir.

L-   1953 senesinde Bediüzzaman İslam Hakikatlerini anlatmak ve bir diyalog zemini arayışı için İstanbul’da Patrik Atenegoras’i ziyaret etmiştir.

Hz. İbrahim, Allahın dostu ve Tevhid Peygamberi

1-      Eski Atik Yaratılış kısmi 12.bolum 1.ayetten itibaren  Rabbisinin İbrahimden memleketini terk edip başka bir diyara (Harrandan Mısıra) gitmesi emriyle başlar. Bildiğin her şeyden ayrıl, tanıdıklarını terk et, ünsiyet ettiğin vatanını, aileni, tanıdığın bildiğin memleketini terket, yeni bir diyara git, yeni insanlarla tanış, farklı insanları gör.

21.yy da bu öğretiden alınacak çok büyük dersler olacak. Kendi ruhani dünyamızdan başkalarının ruhani dünyasına seyahat etmek. İkinci elden başkalarıyla- ötekiler hakkında- öğrendiklerimizi bizatihi kendilerinden dinlemek. Ve bizimle alakalı başkalarının başkalarına anlattıkları şeyleri başkalarının yeniden gözden geçirmelerine vesile olmak. Ruhani hicretler içerisinde bulunmak kısacası.

Günümüz dünya problemlerinin çözümü kata ve asla bir milletin veya bir ideolojinin tek başına çözemeyeceği kadar büyük ve karmaşık. İslam dünya problemlerinin çözümünde hususiyle Risale-i Nur ile bu asırda çok büyük bir açığı kapatmakla birlikte daha yapılacak ve ulaşılacak çok yer ve çok şey olduğu unutulmamalıdır. Dünya bugün Hıristiyan ve İslam dünyasının dört şey için birlikte çalışmasını beklemektedir; adalet, ahlak, barış ve insan hürriyeti.

İbrahim Peygambere hicretinde verilen söz; “şüphesiz biz seni büyük bir millet yapacağız” idi. İste bizler İbrahimi Milletin ahfadıyız. İshakiler ve İsmaililer olarak söz verilmiş milletler bizleriz. Bu büyük milletler büyük sorumluluklar taşımaktalar. Bizler âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir millet olarak sorumluluğumuzun bilincine varmamız gerekmektedir.

2-      İbrahim (a.s) İncil’de de Kuranda da kerim bir ev sahibi olarak karşımıza çıkar ve öyle tanıtılır. 11,5 milyon insanin hala kamplarda, 25 milyon insanın ise evinden edildiği, toplumundan şu veya bu sebeple sürüldüğü dünyada İbrahim’den öğrenilecek, bir kerim ve misafirperver Nebiden öğrenilecek çok şey olmalı.

Hz. İbrahimin kendi şehrini terk etmek zorunda bırakılması, Hz. Musanın bir gece vakti İsrailoğullar ile Mısırdan kaçmaları, bebek İsa’nın Herodun askerlerinden Mısır’a annesi tarafından kaçırılması, ilk inanan Müslümanların Etiyopya’ya sığınmaları,ve sonrasında Bizatihi Resulullahın (a.sm) Medine’ye hicreti…ve şimdi bu asırda Afgan ve ıraklı muhacirlerin hali ve dünyanın dört bir tarafında hicrete zorunlu bırakılmış insanların hali. İbrahim (a.s) bizi ikrama davet etmiyor mu sizce de…

3-      İbrahim(a.s) Allah’ın dostudur. Halilullahtır fakat İbrahim (a.s)  insanlarında dostudur. Dost canlısı bir insandır. Darusselam Meliki Melkizedek ile yaptığı anlaşma, karşılıklı saygı ve sevginin en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır.

4-      İbrahim (a.s) barış tesis eden ve bu uğurda hak ve hukukundan feda eden bir peygamber olarak karşımıza çıkar, kendi teyze oğlu Lut’a ey Lut Rabbimin mülkü geniştir, sen nereyi alırsan al, geri kalan da banadır demiş, hakkından feragat etmiştir. Fakat bu feragat kabileler arasında dostluk ve kardeşliği pekiştirmiş, nefret ve savaşın önü alınmıştır.

5-      Davası uğruna ateşlere atılan ve sonrasında o ateşlerin gül bahçelerine döndüğü İbrahim’in (a.s) da bize anlatacağı çok şey var. Son asırda dünyanın en ücra köşelerine kadar maddiyunluk ve seküler eğitim götürülmüş ve din tamamıyla hayatin her alanından çıkartmaya kadar varmıştır. Fakat görüldü ki ne dünya savaşları, ne ideolojik çatışmalar, ne soğuk savaş ne sıcak çatışmalar beşerin hafızasından din hakikatini atamadı. İbrahim (a.s) gibi ateşlere atıldılar ama o ateşlerden güller gülistanlar saçıldı. Din temsilcilerine ve fikir önderlerine yapılan haksızlıklara karşı bütün dini grupların beraber hareket etmeleri de İbrahim’in (a.s) kıssasının bir öğretisi olduğunu düşünüyoruz.

6-      İbrahim (a.s) kıssasında herhalde en mühim noktalardan biride Hacer annemiz olmuştur, olmalıdır. Şefkat Kahramanı hanımlar. Acz ve fakr içerisinde fakat irade-i ilahiyeye tam teslim olmuş muttaki hanımlar.

Hz. İbrahim kıssası ile alakalı daha birçok noktaya değinildi ve konuşma şu ayetlerle son buldu;

Şuara Suresi 69- 104

69.       Ey Muhammed! Onlara İbrahim’in haberini de oku.

70.       Hani o, babasına ve kavmine, “Neye tapıyorsunuz?” demişti.

71.       “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz” demişlerdi.

72.       İbrahim, dedi ki: “Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?”

73.       “Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?”

74.       “Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk” dediler.

75,76.  İbrahim, şöyle dedi: “Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri gördünüz mü?”

77.       “Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah, dostumdur.”

78.       “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.”

79.       “O, bana yediren ve içirendir.”

80.       “Hastalandığımda da O bana şifa verir.”

81.       “O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır.”

82.       “O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.”

83.       “Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat.”

84.       “Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl.”

85.       “Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle.”

86.       “Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır.”

87.       “(Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma!”

88.       “O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!”

89.       “Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.”

90.       Cennet, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak.

91, 92, 93. Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, “Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?” denilecek.

94, 95.  Artık onlar ve o azgınlar ile İblis’in askerleri hepsi birden tepetakla oraya atılırlar.

96.       Orada onlar taptıklarıyla çekişerek şöyle derler:

97.       “Allah’a andolsun! Biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.”

98.       “Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk.”

99.       “Bizi ancak (önderlerimiz olan) suçlular saptırdı.”

100.     “İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok.”

101.     “Candan bir dostumuz da yok.”

102.     “Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak.”

103.     Elbet bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman etmiş değillerdi.

104.     Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.

Bu ayetler ile bir hitamuhul misk oldu. Konferanstan sonra çokları kitaplarımızdan istediler. Kurandan sordular. Hz. İbrahim kıssasının bu denli güzel anlatılmış olması şaşırtıcı dediler. Ve birçoğu bugün 1 saat içersinde o kadar çok şey öğrendik ki diyenler oldu. Bir çokları adres ve telefonlarımızı istiyordu. Hatta bir Hollandalı 50 yaşlarında bir Misyoner yanımıza gelerek, çok sasırdım, bu ne kadar güzel bir ders, bu ne kadar güzel bir tebliğ, o kadar meraklandım ki simdi Kuranı okumaya ve bahsettiğiniz kitapları almaya. Bana size ulaşabileceğim bir adres veya telefon verebilir misiniz? Diyordu.

Rabbim kalplerimizi ve kalplerini Risale-i Nur’a musahhar etsin ve iman nasip etsin inşaallah.

Muhammad Rıza  DALKILIÇ
Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü

Malezya’da bir okuma programının bereketi

Malezyadan binler selam ve dua ile

Değerli ağabeylerim,

Malezya’da üniversitelerin ara tatilinde yaptığımız okuma programı inşallah Cenab-ı Hakkın rızasına nail olmuştur.

Okunan Nur Risaleleri hem dünyada hem ahirette saadete mazhar semerelere inkılâp edeceği emeli ve arzusundayız. Çok farklı ülkelerden katılan kardeşlerin katılımı nurların istikbalde farklı mecralarda intişarına bir kanaat-i yakine vermek ile beraber; kader-i bir remzi ilahidir diye ümit  ediyoruz.

Ayrı gruplar şeklinde yaptığımız okuma programının ilk bölümüne dershanede kalan birkaç kardeş ve Arap ülkelerinden gelip üniversitede lisans ve mastır yapan kardeşlerin katılımıyla gerçekleşti.

Moritanya, Çad, Eritre, Irak, Etiyopya, Arnavutluk, Türkî ülkeler ve Türkiye. Bütün ülkelerden birer kişi sanki temsilen gönderilmişler gibi….

Ayrıca Program yerine ev sahipliği yapan Malay Hüseyin Ağabey ve Yeni Zelanda asıllı Ressam Birdy Amcada ayrı bir renk kattı okuma programına.

Bu okuma programında çok okumaktan ziyade bilakis Arap kardeşler ile olan ihlâs, uhuvvet ve diğer küçük kitapların mütalaaları feyze ve istifadeye medar olduğu kanaatine vardık. Zira bu kardeşler okuma programı anlayışını bittecrübe bilmediklerinden biz de dönerli okutarak ve mütalaa ederek nurlardan istifade ve istifaza yolunu aradık. Neticede Arap kardeşlerin nasıl istifade ettiklerini sorduğumuzda Risale-i Nura olan birçok övgüyle beraber Bediüzzaman’ın birçok ilmi birleştiren tarzı beyanları olduğunu itiraf ettiler. Ve yine diyorlardı ki nasıl yıllarca Osmanlılar İslamiyetin bayraktarlığını yaptı ve halifeliği yıllarca devam ettirdi; şimdi bunu yine devam ettirecek Türkiye milletidir diye kanaatimiz geliyor dediler. Bunlara bu fikri veren elbette Risale-i Nurun parlak hakikatleri ve bu hakikatlere ayinadarlık eden dershanedeki kardeşlerimizin hüsnü misal olmasıdır. Hakikaten dershanedeki kardeşlerimiz bu noktada ciddi gayret içerisinde bulundular Allah razı olsun. Bu bizim nazarımızda şunu da ifade ediyor ki bu zamanın farz bir vazifesi olan ittihad-i İslamı Risale-i Nur bu şekilde yerine getirmiş oluyor.

Bu Arap ve Afrikalı kardeşlerimiz program sonunda birer ikişer risale aldılar ve bitirdikten sonra yenilerini istinsah edeceklerini söylediler ve inşallah başka programlara katılacaklarını vaat ettiler.

Hafta sonu esnaf ve diğer ağabeylerin katılımı, şahsı manevinin ahengine daha güzel bir mana katmış oluyordu.

Program boyunca Avustralyalı Ressam Birdy amca hep bizimle olmaya çalışıyordu, yemeklerde yanımıza gelir bizde ona imani mevzulardan bahisler eder o da dikkatlice dinlemeye çalışır “sizleri dinlemek ve beraber olmak çok hoşuma gidiyor bunu ruhen hissediyorum” derdi. Namazlarda yanımıza gelir kendisi kılmasa da seyreder “manevi âlemde sizinle beraber olmaya çalışıyorum” derdi. Hatta bir defasında abdesti merak etmiş bir kardeşimizde ona öğretmeye çalışmıştı. Her ne ise çok mübahaseler oldu. En nihayet o İslamiyeti sizinle daha iyi tanıdım ve bu dostluğunuzu ve samimi arkadaşlığımızı gittiği yerlerde anlatacağını ve sizleri daima hatırlayacağını söylüyordu.

Program yerine ev sahipliği yapan Yazar Malay Hüseyin Ağabeyde bizimle beraber olmaktan memnun olmuş ve her zaman bizleri misafir edebileceğini memnuniyetle ifade ediyordu. Kendisine verdiğimiz İhtiyarlar Risalesini okumuş ve bunlardan 10 tanede başkalarına da okutmak üzere sipariş vermişti. O da bize sürekli ikramlarda bulunur ve bizle mütalaalara çay ve yemeklerimize katılmaya çalışırdı. Ve nihayet program sonunda ayrılırken Avustralyalı Birdy Amca çok duygulandığını ve Malay Hüseyin Ağabeyin de gözyaşlarını tutamadığını bilmüşahade tanık olduk.

Dualarınıza çok muhtaç Malezya Nur Talebeleri

Üstad Bediüzzaman Said Nursi ve Süleyman Hilmi Tunahan Efendi

Süleyman efendinin bendelerinden  Arif Hikmet Köklü beyefendi 14.09.2001’de şu enteresan hatırayı anlatmışlardır;

‘Bazı kimseler Bediüzzaman Said Nursi aleyhinde neşriyatta bulunuyorlardı. Onların tesirinde kalarak Şeyh Süleyman Efendi hazretlerine ‘Biz Said Nursi’yi nasıl bileceğiz? ‘ diye sordum. ‘Bu Bediüzzaman hazretleri Türkiye’de en sevdiğim zattır‘ dediler. Yanından bir zat çıkıyordu, onu kast ederek ‘Siz gelmeden önce bir zat gelmişti. Said Nursi hazretlerinin yanından gelmiş ve sohbetinde bulunmuş. Sohbette bizim bahsimiz olmuş. Ayağa kalkarak: ‘Ne kadar sevap kazanmışsam yarısını Şeyh Süleyman efendiye veriyorum‘ dediğini bize nakletti. Biz de o zata dedik: ‘Biz de bu güne kadar sevap ve hayır namına ne kazandı isek hepsini Said Nursi hazretlerine hediye ediyoruz. Bunu kendisine bildirirsiniz.

…Yine Arif beyin nakline göre Süleyman Efendi şöyle buyurmuş: ‘Said Nursi’ye makamını bizzat Resulullah vermiştir. En yüksek dereceye çıkmıştır. Hz. ALLAH’ın ilham ettiği şekilde yazacak, onun hizmeti de öyle…

…Halen Hollanda’da bulunan Abdullah Tekin hoca efendi de şöyle bir hatıra naklediyorlar: ‘Risale-i Nurları okumakla birlikte çeşitli hoca efendilerimizden dersler de alıyorduk. Hacı Süleyman Efendi hazretlerinden de uzun zaman ders aldık. Merhum bizim nurlarla irtibatımızı biliyordu. Bir gün yakın talebelerine; ‘Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleriyle aranızda zerre miktar bir ihtilaf çıkarırsanız huzur-u ilahide iki elim yakanızdadır… Abdullah evladımız iki yerden feyiz alıyor. Bediüzzaman hazretleri o vazife ile tavzif edilmiş, biz de bu vazife ile tavzif edilmişiz.‘ buyurdu.

Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur şöyle bir hatıra nakletmektedir:

“16 Eylül 1959 tarihiydi. Bediüzzaman Hazretleri aniden şiddetle rahatsız oldu. Bu rahatsızlığı üç gün devam etti. Gazete okumadığından ve radyo dinlemediğinden hâl-i âlemden haberi yoktu. Üç gün sonra İstanbul’dan Rüşdü Bey isimli talebesi geldi. Onu görünce hemen ahvâl-i âlemden ve İstanbul’da ne olup bittiğinden sordu. O da “Üstadım, Süleyman Efendi vefat etti” deyince, Üstad birden kalkarak “Kardeşim, Şeyh Süleyman mı? Şeyh Süleyman mı? ” diyerek dikkatle sordu. “Evet, Üstadım, Şeyh Süleyman” deyince Bediüzzaman şöyle dedi: “Kardeşim ne zaman vefat etti? ” Bu soruya verilen cevap bizi daha da hayrete düşürmüştü. Zira tam vefat ettiği saat Bediüzzaman hastalanmış ve bu manevi elemi hissetmişti. Bediüzzaman, devamla

Kardeşim, ALLAH rahmet eylesin, ALLAH rahmet eylesin, mübarek veli bir zattı, mühim hizmetler ifa etti. ALLAH rahmet eylesin.

(Prof. Dr. Ahmet Akgündüz – Arşiv belgeleri ışığında Süleyman Hilmi Tunahan – Osav yay.)

Salih Okur

Kaynak: cevaplar.org

Depresyon ve Risale-i Nur

Hızlı, san’atlı, suhûletli ve sehavetle, muazzam değişikliklerin yapıldığı bu mevsimde, her şey yaratılış hikmetine uygun hareket ederken, insan bu hikmete uymaz ise, sıkıntılar yaşar. Bu mükemmel enerjiye ayak uyduramaz, dar bakış açıları ile, basit, günü birlik olay ve hadiselere takılıp, enerjisini bu yönde harcarsa, elbette depresyon kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.

Depresyon sadece bu sebeple ortaya çıkmamaktadır. Çağımızın hastalığı depresyona, sebepleri açısından baktığımızda dört çeşide ayrıldığı görülür.

  • Bunlardan birincisi, beyindeki bir bozulma sonucu olan depresyondur ki, bu fiziksel bir hastalıktır.
  • İkincisi, genetik olmayan ama biyolojik bir depresyon çeşididir. Bu da genelde madde bağımlılarında ortaya çıkar.
  • Üçüncüsü, halledilmemiş bir çocukluk travması, geçmişteki bir sorundan kaynaklanan, psikolojik olmakla beraber, biyolojik de olan bir sorundur.
  • Dördüncüsü ise, insanın günlük hayatında meydana gelen, ani ve şiddetli bir etki neticesinde ortaya çıkan depresyondur.1

İlk iki depresyonda insanın tıbbî bakıma ihtiyacı vardır. Psikiyatri tedavisi ve ilâçlar şarttır. Üçüncü ve dördüncü tip depresyon tedavisinde ise, ilâçla beraber sağlıklı sonuç için, ‘inanç tedavisi’ de gerekmektedir. Belki inanç faktörü ve iman, tam bu noktada en iyi bir çözüm olacak ilâç mesabesindedir. İman, gerçi ilk iki depresyon tedavisinde dahi, hatta koruyucu tedbir açısından da bir ilâç ve kalkandır. Fakat bu gün toplum içerisinde en yaygın olanı, üçüncü ve dördüncü tip depresyon çeşididir.

İnsan, kendini tanımazsa, nereden geliyor ve nereye gidiyor olduğuna dair sorular sorup bunların en doğru cevaplarını bulamaz, bu dünyadaki vazifesini idrak edemezse, elbette depresyona düşmeye müsait hâle gelecektir. Bu soruları her insan fıtrî olarak sorar, fakat doğru cevaplarını herkes bulamaz. Bu cevapları da en doğru ve ikna edici olarak, dinler ve peygamberler vermiştir.

Geçmişte çözülemeyen bir problem sonucu, ilâç tedavisi, kişinin konu hakkında konuşmasına ve bu konuşmanın neticesinde kendini kısa süreli iyi hissetmesine sebep olabilir. Kısa vadede faydalı gibi gözüken bu tedaviyle, problemler yüzeysel çözülmüş olabilir, fakat ilâçla yapılacak bu çözüm, kaçınılmaz olan sonucu sadece erteler. Bunun tehlikeli bir yanı da, bir hap sayesinde kendini iyi hissetmenin, ileride duran zorluklara karşı yapmak gerekeni de yapmaktan kaçınmaya yol açabileceğidir.

O halde, bir depresyon durumunda yapılması gereken, ilâç tedavisi olsa bile, bununla beraber ‘inanç tedavisi’ de şarttır. Psikolog ve psikiyatristlerin ilâç tedavisi ile beraber inanç terapileri yapmaları da gerekir.Hazık(uzman) mütedeyyin(dindar) hekimlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilâçtır. Mütedeyyin hekim, elbette meşrû dairede nasihat eder ve vesâyâda (tavsiyelerde) bulunur. Yarım hekimlere veyahut insafsız doktorlara rast gelse, evhamını daha ziyade tahrik eder. Zengin ise malı gider, yoksa ya aklı gider, veya sıhhati gider.”

“PEACE” veya İmânî Bakış Açısı

Psikolojik hastalıklarda, İngilizce “PEACE” kelimesi, özellikle Batı’da kullanılan bir tedavi sürecinin baş harflerinden oluşmaktadır. Kelime anlamı, “HUZUR” demektir. Harf açılımı ise, “P (problem); E (emotion=duygu); A (analysis=analiz); C (contemplation= tefekkür); E (equilibrum= denge)” anlamındaki kelimelerin birleşimi PEACE kelimesin oluşturur.2

Psikolojik sorunlarda problem ve problem neticesinde gelişecek duygu, fıtrî bir hâldir. İnsanın bunu tahlil etmesi veya olay karşısında hissetmesi gerekeni öğrenmeye ihtiyacı yoktur. Bu zaten fıtratta olan bir hâl olarak tezahür eder. Sonra ise, analiz kısmı gelir ki, problem daha ileri düzeyde tetkik edilir. Bunu insanın kendisi yapabileceği gibi, bir yol göstericiye de ihtiyaç duyabilir. Fakat dördüncü basamak, yani problemin tefekkür edilişi ise, insanı tamamen hikmet okumalarına götüren, Esmâ talimi yaptıran bir süreçtir ki, bu süreç en doğru biçimde ancak mânâ-i harfî ile, niyet ve nazarla okunabilir. Aksi halde, doğru okuma formülünü bilemeyenler için, psikolojik sıkıntılarını derinleştiren bir faktör bile olabilir. Son basamak ise denge hâlidir. İlk dördünde öğrenilenlerin hayatın içinde yaşanılır hâle gelmesi demektir. Yani benzer olay ve hadiselerde nasıl tavır alınacağını veya hızlı gelişen anlık olaylardaki tepkileri düzenleyen bir süreçtir.

Duyguları değerlendirmek bir iç muhasebedir. Buna enfüsî bir tefekkür de denebilir. Psikolog ve psikiyatristlerin pek çoğu bu aşamadan öteye geçemez.

İşte Batılıların adını, PEACE koyduğu, anlam olarak da HUZUR mânâsına gelen bu tedavi süreci, aslında baştan başa imanî bir bakış açısı sürecidir. Her ne kadar bunun adını böyle koymasalar da, ‘Huzurda olan huzurlu olur’ prensibine yaklaştıklarının bir göstergesidir.

Hiç şüphesiz burada önemli olan, gerek problem teşhisinde, gerek duygusal yaklaşımda, tetkik ve tefekkür aşamalarında, insanın en doğruyu bulması gerekir. Yani problem dediğimiz şeye bir kul olarak, imtihan vesilesi yaklaşımı, bu dünyanın lezzet ve ücret yeri olmadığı düşüncesi probleme bakışımızı değiştirecektir. Bu değişen bakış, soruna karşı vereceğimiz duygusal tepkiyi de değiştirecektir.

Meselâ, insanın bir ölüm haberi alınca hissedeceği duygu, ya isyan ya da tevekküldür. Bu tepkiyi belirleyen elbette imânî bir yaşayıştır. Çünkü Peygamber Efendimiz (asm), “Bir kimse, aldığı bir ölüm haberi karşısında, dudaklarından dökülen ilk sözleri, ‘innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn’ olursa, imanının kâmil olduğuna işarettir” demiştir.

Bunun gibi daha nice problemler ve onlara karşı gösterilecek itidalli duyguların hepsi, sünnet-i seniyyenin içinde mevcuttur. Bu yaklaşımlarda olan ve sünnet-i seniyyede hissesi ziyade olan birisinin de elbette meseleleri tahlil etmesi kolaylaşacaktır. Problemini tahlil ederken, bakış açısı imanla nurlanmış bir mü’min, hadiselere, musibetlere bile arkalarındaki hikmetleri gören bir nazarla bakacaktır. Elbette bize böyle bakmayı, maddî ve mânevî hayatı nasıl korumaya alacağımızı öğreten en doğru rehber, Resûlullah’tır (asm).

Risâle-i Nur, bir PEACE tedavi sürecidir

Kur’ân ve sünnete göre bir bakış açısı ayarı sunan Risâle-i Nur eserleri, başlı başına bir PEACE tedavi süreci eserleridir. Risâle-i Nurlar başta insanı psikolojik problemlere karşı koruduğu gibi, probleme düşmüş insanlara da Kur’ânî tedaviler uygulayan bir hekim gibidir. Ve nihayette yaşanan hâdiseleri, kulluk ekseninde tefekkür edip, ifrat ve tefrit duyguları vasata çekerek, insanı denge hâline getirir. Problemlere karşı bu süreci, bu şekilde inanç terapi metoduyla işletmek, ileride gelecek sorunlara karşı da insanı hazırlar. Bu da, vasat bir hâl yaşamayı, yani dengeyi sağlar.

Dindar insanlar depresyona girmez diye bir düşünce yanlıştır. Nasıl maddî vücut hastalanırsa, insanın mânevî yapısında da hastalıklar olabilir. Fakat imanlı bir insan bu tür hastalıklardan kurtulmaya, yol ve yöntem açısından daha müsaittir.

Mânevî hastalıkların ilâçları mü’min insana daha yakındır. Yeter ki insan bunları kullanabilsin. Bu tedavi, bir süreçtir. Nurları okumak bu hastalıklara karşı koruyucu olabildiği gibi, hastalanmışlara da tedavi sunar. Fakat, “İman bir ilâçsa, bu ilâcın tesirini arttıran şey, ibadettir” prensibince, Risâle-i Nurlar bir ilâçtır. Fakat bu ilâçları kullanmak, hayata değdirmek, hayatın tam merkezine oturtmak ve öğrenilen hakikatleri uygulamak gerekir. Aksi halde, sadece okumak problemlerimizi çözmede yeterli olmayacaktır.

Dipnotlar:
1- Prof. Dr. Lou Marinoff, Felsefe Terapisi, Gendaş Kültür, 2004, İstanbul. 2- A.g.e.
03.05.2009
Yeniasya

Çocuk ve Risale-i Nur

Bazı ‘Latif Nükteler’i içeren Yirmisekizinci Lem’a’da, Lem’alar’a derc edilmesindeki hikmetin ilk etapta pek kavranamadığı bir mektup vardır. Şefik adındaki bir talebesinin Bediüzzaman’a yazmış olduğu bu mektup, ilk okuyuşta, samimi duygularla yazılmış sıcak ve safiyane bir mektup olmaktan ibaret gözükür insana.

Nitekim, bu mektupla ilgili şahsî tecrübem bu şekilde başlamış, ancak uzun bir zaman sonradır ki, bu mektup anlam ve derinliğini bana açmıştır. Çocuklara Risale-i Nur’u ne şekilde takdim edeceğini bilemeyenler için, bu mektup, manidar ipuçları vermektedir. En ziyade dikkate değer yanı, herhalde budur.

Mektubun bilhassa son paragrafından öğrendiğimize göre, Şefik adlı Nur talebesi ‘üç yaşından sekiz yaşına kadar’ çocukları ile yeğenlerine Risale-i Nur okumuştur. Ama, meselâ “Bunlar Risale-i Nur’dur. Üstad Bediüzzaman Said Nursî bunları yazmıştır” gibi bir girişle değil! Hele hele, “Gelin bakalım. Şimdi size Risale-i Nur okuyayım” diye hiç değil.

Bilakis, kendisi Risale-i Nur okuyorken çocuklar başına toplanıp ne okuduğunu sormuşlar; o da “Elmas, cevher, nur” demiştir. Bu cevapla merakları uyanan çocuklar ‘elmas, cevher, nur’u anlamaya çalışırken, Şefik onları sevmiş, çay vermiş, okumaya devam etmiş, aradaki sorularına “Bu, elmas, cevher, nurdur” şeklindeki merak uyandırıcı cevapla mukabele etmiş, ‘anlayamadıkları’ yerleri ‘onların anlayabileceği şekilde’ izah etmiş ve en sonunda “Nur, bunu okumaktır. Elmas, bu sözleri yazmaktır. Cevher de, bu kitaptan aldığınız imandır” diye bir açıklama getirmiştir.

Mektubun en son paragrafı ise şu şekildedir:

“İşte Elmas, Cevher, Nur budur, dedim. Tasdik ettiler. Hepsi birden bana bakıyorlardı ve ‘Bunu kim yazmış?’ diyorlardı.” Şimdi, bu latif mektuptan alınacak bir dizi ders vardır. Özellikle “Çocuklar(ımız)a Risale-i Nur’u nasıl anlatabiliriz?” sorusuyla hemhal olanlar için!

Birincisi, Şefik’in (r.h.) kendisinin ev ortamında Risale-i Nur okuyor oluşudur. Demek, çocuklarımızın Risale-i Nur okumalarını istiyorsak, evvela onların bizi Risale-i Nur okurken görmeleri gerekmektedir.

İkincisi; babalarının (veya dayılarının) ne okuduğunu merak edip soranlara Şefik’in doğrudan “Risale-i Nur okuyorum. Risale-i Nur ki, asrın tefsiridir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri yazmıştır” türünden bir cevap yerine, çocukların merakını daha da kamçılayıcı latif bir cevabı tercih etmesidir: “Elmas, Cevher, Nur okuyorum.”

Üçüncüsü, bunun üzerine merak edip başına toplanan çocukları Şefik’in sevmesi ve kendilerine ikramda bulunmasıdır. Demek, çocuğumuzun Risale-i Nur’a muhatap olacağı ortam, sevgi gördüğü ve ikrama muhatap kılındığı bir ortam olmalıdır.

Dördüncüsü, Şefik’in “Onuncu Söz” gibi bir risaleyi okurken, çocukların anlayamadıkları noktada sordukları sorulara ‘onların anlayabileceği şekilde izah’ getirmesidir. Demek, Risale-i Nur’u çocuklara anlatmanın en uygun yolu, onu ‘çocukça’ anlatmaktır.

Beşincisi, Şefik’in elmas, cevher ve nuru son derece latif bir biçimde izah ettikten sonra, hâlâ daha müellifin ismini vermemiş olması; bu cevabın, ancak en sonra gelmesidir. Demek, önce Bediüzzaman’ın şahsını nazara verip, “İşte bu onun kitabı. Hadi okuyun” deme şeklinde örneklerini çokça gördüğüm bir tarz değildir doğrusu. Aslolan, muhatabı önce Risale’yle tanıştırmak, ancak bundan sonrasında gelen sorular dahilinde onun müellifini anlatmaktır.

Şefik’in mektubu, sonradan farkına vardığım böylesi fıtrî, hakikatlı ve sımsıcak ölçüler taşıması itibarıyla, sanırım, çocuğuna veya çocuklara Risale-i Nur’u anlatma ve aktarma gayreti taşıyan herkesin dikkatle ele alması gereken bir mektup hükmündedir.

Metin Karabaşoğlu / Sorularla İslamiyet