Etiket arşivi: şeytan

Şeytanın Hileleri (Şiir)

Şeytana kanma
Ona aldanma
O bir iblistir
Murdar ve pistir

Fikrine uyma
Zikrini duyma
Ona hiç bakma
Kafana takma

Seni kandırır
Nara daldırır
Hilesi çoktur
Vicdanı yoktur

Aldatır seni
Seni seveni
Verir vesvese
Düşman herkese

O bir düşmandır
Dostu pişmandır
Şeytanın şerri
Yok eder sırrı

Ona bulaşma
Haddini aşma
Rabbine yalvar
Ancak odur yar

İnanmak hoştur
Gerisi boştur
Dünya fanidir
Ecel anidir

Bir gün gidersin
“Ne çabuk” dersin
Rabbine yönel
Gelmeden ecel

Allah Rahimdir
Hay ve Kerimdir

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR
02.12.2011

www.NurNet.org

İlk İnsan Hz. Âdem’in Yaratılışı

İlk İnsan Hz. Âdem(a.s)’in Yaratılışı ve Kıssasından Çağımız İnsanına Önemli Bir Mesaj!

Dinlerin pek çoğunda yaratılış ve ilk insan anlayışı bulunmaktadır. Ancak bu anlayış, dinlerin kendi özelliklerine göre farklılık arz etmektedir. Bununla birlikte insanın bir yaratıcı tarafından yaratıldığı ve insanlığın da ondan türediği fikri müşterek nokta olarak; Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm dininde görülür. İlk insan ve insanlığın atası Âdem (a.s.) Yahudi, Hıristiyan ve İslâm kaynaklarında sıkça geçer.

Âdem kelimesinin kökü ise tartışmalıdır. Arapça veya İbranice olduğu söylenir. Hangi dilde olursa olsun Âdem kelimesi, toprak, esmer, kırmızı, yerin kabuğu ve yerin tozu gibi anlamlara gelir. Kur’an-ı Kerim’de 25 yerde Hz. Âdem’den söz edilmektedir. Ayrıca bütün insanlara hitap edilirken, “Benî Âdem” şeklinde pek çok yerde geçmektedir. Bundan dolayı Hz. Âdem’e “Ebu’l-Beşer” lakâbı verilmiştir. Âdem Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın seçkin kıldığı kişiler arasında sayıldığından “Safiyyullah” ünvanıyla da anılmıştır. 1

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın ilk insan tasarımı şöyle açıklanır: “Bir zamanlar, Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Melekler: “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?. Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve bütün eksik sıfatlardan tenzih ediyoruz.” dediler. Allah (c.c.) da onlara: “Şüphesiz ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi.” 2

Kadır-i zül kemal ve zül cemal, yaratılışla ilgili olarak şöyle buyurur: “Andolsun biz insanı çamurdan, bir süzmeden yarattık. Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra nutfeyi alaka (embriyo) ya çevirdik. Alakayı (embriyo) bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir. “3

“Sizi topraktan yaratmış olması onun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz.” 4

Hz. Âdem, yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların Babası’dır. Kadir-i Hakim, melekler vasıtasıyla yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraktan su ile çamur yapıp, insan şekline koydular.”Allah insanı, pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.” 5

Hazreti Muhammed, (a.s.v.) Hz. Âdem hakkında : “Allah (c.c.) Âdem’i (a.s.) yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraktan yarattı. Bu sebeple zürriyetinden siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bazıları da bu renklerin arasındadır. Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı halis ve temiz oldu“ buyurmuştur.6

Peygamber’imiz (s.a.s.) Hz. Âdem’in cennette ve Cuma günü yaratıldığını bize haber vermektedir. 7

Hazreti Âdem’e her şeyin ismi ve faydası bildirildi. Böylece insan fizik varlığı ile dünya hayatına, ruh yönüyle mânâ âlemine uyum sağlayabilecek bir güce sahip kılınmıştır.

Allah’ın (c.c.) emri ile bütün melekler Âdem’e secde etti, ama İblis (şeytan) kibirlenip, bu emre karşı geldi ve secde etmedi:

Hani biz meleklere (ve cinlere): Adem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu“8

Hazreti Havva validemizin yaratılışı ile ilgili Kur’an-ı Kerîm’de, onun Hz. Âdem’den veya Âdem aleyhisselâm ile aynı maddeden yaratıldığına şöyle işaret edilmiştir: “Sizi bir tek nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah’tır.” 9

Ey İnsanlar! Sizi tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden pek çok erkek ve kadın türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının.” 10

Allah her canlıyı sudan yaratmıştır. İşte bunlardan kimi karnı üstünde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter.” 11

Ve O, sudan bir insan yarattı ve onu nesep ve evlenme yoluyla meydana gelecek bağlarla bağlı kıldı. Senin Rabbinin her şeye gücü yeter.” 12

Allah (c.c.) onları birbirine nikâh etti. Yasak edilen ağaçtan unutarak ve İblis’in oyununa gelerek önce Havva, sonra Âdem aleyhisselamı Cennetten çıkarıldılar.

Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tövbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.” 13

Adem babamız, Arafat ovasında Havva annemizle ile buluştu. Bazı rivayetlere göre Kâbe’yi inşa etti. İlk İnsan ve tüm İnsanların ebeveynleri oldular.

Cenab-ı Allah insanlara şöyle emretmektedir: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık.” 14

İşte Bedi’ül beyan, Âllame  Bediüzzaman Said Nursi yukarıdaki ayete 26.cı mektup, üçüncü mebhas’ta şöyle bir açıklık getirmektedir:

Allah,(c.c.) İnsanları taife, millet ve kabile kabile yaratılmasının sebebi insanların birbirlerini tanımak, sosyal ve içtimai hayatta birbirlerine yardımcı olmaktır, yoksa husumet ve adavet etmek için değildir. Bir örnekle şöyle açıklamaktadır: Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere ta takımlara kadar ayrılırlar. Ta ki her neferin iş ve işlemleri vazifeleri tanınsın ve bilinsin. Yardımlaşma ile umumi vazifeler görülsün ve neticede düşmana karşı korunsun. Yoksa ayrı ayrı hareket edip, bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı düşmanlık beslesin ve bir birlerinin aksine hareket etsin değildir.

Aynen öyle de, İslam camiası büyük bir ordu hükmündedir. Kabile ve taifeler halinde olsalar da, fakat bin bir birler sayısınca birlikleri vardır. İşte bu birler kardeşliği muhabbeti ve birliği gerektiriyor. Birbirlerini tanıma, yardımlaşma içindir. Düşmanlık ve husumet için değildir.

Hazreti Âdem (as.) ile iblis-i nale ile ilgili kıssalarından bugün ki insanlara da çok önem arz edilen bir mesaj vardır: Hazreti Âdem (a.s.) bilerek veya bilmeyerek bir hataya düşmüştü; iblis’te Cenab-ı Allah’ın emrine itaat etmemekle bir hata işlemişti. Neden en büyük cezaya şeytan müstahak olmuştur diye bir sual akla gelebilir.

Hazreti Âdem (a.s.) yaptığı hatadan Cenab-ı Allah’a niyazda bulundu, tövbesi kabul oldu. Daha önce melekler arasında seçkin bir yeri ve evrenle ilgili geniş bilgisi olan İblis ise büyüklük taslaması ve yaptığı hatadan pişmanlık duymaması sonucunda cennetten ve ilâhi rahmetten kovularak cezanın en büyüğüne müstahak olmuştur. İşte, Ayet-i Kerime’de Allah (c.c.) öyle ise : “ in oradan” orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! Çünkü sen aşağılıklardansın! Buyurdu. 15

Peygamber Efendimiz’de; “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” buyurmaktadır

Üzülerek belirtmek isterim: Nefis ve gurur Çağımız insanın en önemli hastalıklarından biridir. Mal ve mülk sahibi olan, biraz makam ve mevki, biraz şan ve şöhret elde eden hemen kendini güçlü hissetmeye başlar, böylece dünyevi değerlerin cazibesine kapılıp nefis ve gurur hastalığına düşerek kendini üstün görür. “Ben benim“ der. İşte nefis böylece insanı şeytan gibi esfel-i safiline götürür.

Evet, gurur ile, insan maddî ve manevi kemâlât ve mehasinden mahrum kalır…” 16

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

www.NurNet.org

Kaynaklar:

1-Diyanet Yayınları

2- Bakara, 2/30

3- Mü’minûn, 23/12-13-14

4-Rûm, 30/20.)

5- Rahman süresi,23

6- Müsned-i Ahmed bin Hanbel

7-Müslim, 585; Tirmîzi, 362;

8- Bakara, 34

9-A’râf, 7/189

10-Nisâ, 4/1

11-Nûr, 24/45

12-Furkân, 25/54

13-Ta’ha, 122

14-Hucurat Sûresi: 49:13

15- A’râf, 7/13; el-Hıcr, 15/34, 35.

16- Bediüzzaman, Hizmet Rehberi

17.10.2011

Şeytan Niçin Yaratılmıştır?

Bu sorunun iki yönü var. Birisi şeytanın yaratılış gayesi, diğeri ise yaratılış hikmeti. Önce gaye üzerinde kısaca duralım. Bilindiği gibi şeytan cin türünden bir varlıktır. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” ayetine göre cinlerin yaratılış gayesi de, insanlarda olduğu gibi, Allaha inanmak, ona ibadet ve onu tanıma yolunda terakki etmektir. İnsanlar içerisinde bu imtihanı kaybeden küfür ehli insanlar bulunduğu gibi cinlerde de bulunuyor. İşte şeytan bu ikinci kısım cinlerdendir. Kendisi Hz. Ademe (as.) secde etmediği için İlahi rahmetten kovulmuş ve kendi arzusu üzerine bir İlahî hikmet olarak, kendisine kıyamete kadar insanlara musallat olma, onları yoldan çıkarmak için çalışma izni verilmiştir.

Bu iznin verilme hikmeti ise bir değil yüzlercedir. Bunlardan en önemlileri şu iki hikmettir. Cenab-ı Hak, şeytan vesvesesi olmaksızın da insanları imtihan edebilir, şeytanın görevini de insan nefsine yükleyebilirdi. Ama böyle yapmakla, şeytanın o çirkin arzusunu, yani kıyamete kadar insanları hak yoldan saptırma arzusunu kabul etmekle şeytanın cehennemde çekeceği azabı milyarlarca kat artırmış oldu. Zira, “Sebep olan işleyen gibidir.” hadis-i şerifine göre, insanların şeytan vesvesesine uyarak işledikleri günahların bir katı da şeytana yazılıyor ve böylece onun azabı attıkça artıyordu.

Diğer hikmet ise, insanların nefis ve şeytan ile bir imtihan geçirmeleri ve bu imtihanı kazanan müminlerin meleklerden daha ileri derecelere yükselmeleridir. Eğer, insan nefsine kötülüğü emretme özelliği verilmemiş olsaydı ve insanlara şeytan musallat olmasaydı insanların dereceleri de meleklerde olduğu gibi sabit kalacaktı.

Prof. Dr. Alaaddin Başar / Sorularla İslamiyet

Dünyayı Kurtarmak Mı?

“Kâinatta en mühim vazife gönüllerle Allah’ı buluşturmaktır.” diyor büyüklerimiz.

“Zira Allah (celle celâlühû) en seçkin kullarını bu vazifeyle göndermiş. Daha büyüğü olsaydı o kullarını onunla serfiraz kılardı. Fakat böyle kudsî bir vazifenin imtihanları da elbette ağır olur.”

“Mağnem nisbetinde mağrem” yani “mükâfât oranında sıkıntı” sözleriyle ifade edilen bir hakikat elbette insanlığa hizmet vazifesinde de geçerlidir. Çünkü hayırlı şeylere zarar vermek için pusu kurmuş bir çok mâni vardır.

Bedîüzzaman Hazretleri bu yolda insanların karşılaşabileceği en önemli imtihanları “hücumât-ı sitte” isimli risalesinde değerlendiriyor. Şeytanın bu asırda insana yaklaşabileceği en tehlikeli alanlardır onlar. Şeytan, bu alanları değerlendiremediğinde daha masumca ve daha gizli düşüncelerle kendini insanlığa adamış Hak erlerini engellemeye çalışır. Zannediyorum bunlardan bir tanesi de gerek insanın kendi nefsinden gerekse çevresinden gelen “dünyayı sen mi kurtaracaksın!?” sözleridir.

Belki çoğumuzun başına gelmiştir; beraber bulunduğumuz insanlarla birlikte bir fedakarlık zemininde biraraya geldiğimizde ailemizden veya akrabalarımızdan bazı nasihatlar işitmişizdir.

Vaktini niye böyle şeylere harcıyorsun? Paranı niye gereksiz şekilde hem de karşılıksız olarak veriyorsun? Senden başka insanları kurtaracak yok mu? El-âlem nasıl yapıyorsa sen de öyle yap!” gibi nasihatlarla âdeta imdadımıza yetişmek istemişlerdir. Bazen böyle düşünceler nefsin hırıltıları olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Şeytan, “üç-beş tane insana yardım edip onların elinden tutmakla insanlık ne kazanacak sanki?” gibi düşüncelerle, yapmış olduğu vazifeleri insana küçük ve değersiz gösterebilmektedir. Halbuki Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam), “bir kişinin hidayete gelmesini dünya ve içindekilerden daha önemli” görüyor. Buna işaret eden âyet-i kerîmelerde de “bir insanın ihyâ edilmesi bütün insanların ihyâsı gibi; bir insanın öldürülmesi de bütün insanların öldürülmesi” olarak değerlendiriliyor.

Her şeyden önce bütün insanlara fayda sağlayacak bir şeyler yapmak için mutlaka çok ses getiren veya herkesin haberdar olacağı şeyler yapmak gerekmemektedir. Topluma faydalı olmak sadece siyasî bir oluşumun içinde olmak demek de değildir. İnsanlara hizmet vazifesini hakkıyla yerine getiren insanların hayatlarına baktığımızda bunu daha iyi anlayabilmekteyiz.

Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) yeni bir dini tebliğ ederken büyük oluşumlara girmiyor teker teker fertlere anlatıyordu. Önce Hazreti Hatice validemiz, sonra da Hazreti Ebu Bekir efendimiz O’na inandı. Sonra da O’nun etrafında ilk safı teşkil eden insanların çoğu Hazreti Ebu Bekir efendimiz’in vesilesiyle İslamla tanıştı. Hazreti Hatice validemiz de servetini Efendimiz (aleyhissalatü vesselam)’a yardım için tüketmişti. Bütün insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarmak için gönderilen bir zât bile senelerce bir kaç kişiyle davasını devam ettirdi. Demek ki önemli olan, eldeki fırsatları değerlendirmek ve gerek maddi imkanlarla gerekse bilgi, tecrübe ve rehberlikle, ulaşılabilinen insanların elinden tutmaktır.

Sahabe efendilerimizden asrımızın büyüklerine kadar birçok zât himmetlerini insan yetiştirtirmeye yoğunlaştırmış, eser telif etmiş ve bu vesileyle insanlığa faydalı olmaya çalışmışlardır. Ve biz bugün devletler kurup dağıtan insanlardan ziyade bu zâtların tesirini müşahede etmekteyiz. İmam-ı Âzam hazretleri yetiştirdiği bir çok talebenin yanında İmam-ı Muhammed, İmam-ı Ebu Yusuf gibi müctehit talebeler de yetiştirmiş ve bu gün milyonlarla insanın kabullendiği bir mezhebin oluşmasına vesile olmuştur. Onların gayretleri sayesinde bizler dinimizi daha iyi anlıyor ve yaşama imkanı buluyoruz. İslam tarihinde bu şekilde semere veren bir çok alim zât göstermek mümkündür.

Üstad hazretleri de insanların imanlarının tehlikede olduğu bir dönemde yazdığı eserler ve yetiştirdiği talebelerle insanlığın imdadına koşmuş ve toplumda baş gösteren hastalıklara derman olmaya çalışmıştır. O, az sayıdaki talebesini çeşitli yerlere göndermiş ve o yerleri iman hesabına nurlu olarak görmüştür. Onun zamanında maddi imkanı olan bu imkanıyla ona destek vermiş, olmayan da bizzat kendisi işin içine girerek çalışmıştır. O gün o zatlar yaptıkları işin bütün dünya adına bir hizmet olduğuna inanıyorlardı ve sadece kendilerine düşen vazifeyle meşgul oluyorlardı. İnsanların önem verdiği meseleler onları hiç ilgilendirmiyordu. Bu gün biz onların sayesinde imanımızı takviye edip tahkîkî hale getirecek eserleri okuyabiliyoruz.

Bugün insanlığa hizmet etme ortamı bulunmaktadır. Belki günümüzde buna her devirde olduğundan daha fazla ihtiyaç vardır. Önemli olan bize bahşedilen lütufları değerlendirmektir. Dünyanın dört bir yanına hicret edip gönüllere ulaşmayı arzulayan gönül muhacirleri belki dünya için en mühim şeyleri yapıyorlar.

Kendisine hak ve hakikatın anlatıldığı dört-beş insan belki de ileride kendi ülkeleri ve kendi milletleri için faydalı olacak bir çok şeye vesile olacaklardır. Dolayısıyla hem anlatanlar, hem maddi imkanlarıyla yardım edenler, hem gönüllerinde bu muhacirleri ağırlayanlar ve hem de dünya kazanmış olacak. Dünyayı kurtarma iddiasıyla değil de kendini insanlığa hizmete adamış insanların içinde bulunma arzusu ve gayretiyle vazifelerimizi kudsî görmeli ve hakkıyla yerine getirmeliyiz. Zannediyorum şeytanın vesveselerine karşı da ancak böyle dayanabiliriz.

Abdullah Kadiroğlu/herkul.org