Etiket arşivi: şeytan

Ey Nefis! (Şiir)

vicdan.nefisNeden daima kötüyü emredersin ey nefis?

Şeytan ile birlik oldun amacın ne ey habis?

 

Bakıyorum senin gayen beni çukura atmak

Değerlerimi gasp edip üç beş kuruşa satmak

 

Mevcut varımı yoğumu yok etmektir muradın

Bütün hayatım boyunca peşimi bırakmadın

 

Yeter senden çektiklerim baş belası ey nefis

Sana uymak ne kötüdür, ne murdar şey ve ne pis

 

Amacını bildiğimden kendimi teslim etmem

Allah’a tevekkül ile boyun eğip pes etmem

 

Zira sana ve şeytana boyun eğen gafildir

Senin dediğini yapan her daima rezildir

 

Ey Allah’ım bizi nefse ve şeytana kul etme!

Ve sapıtmış zümrelerin içine duhul etme!

 

Bizi nefis ve şeytanla baş başa hiç bırakma!

Bizi Cennete dâhil et, Cehennem ile yakma!

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

(13.08.2013 – Salı)

Milliyetçiliği Başlatan “İlk Milliyetçi” Kimdir?

Kur’ân’ın i’cazının en önemli yönlerinden biri, tekrarlardır. Her an havaya, her gün ekmeğe ve suya ihtiyacımız olduğu için bu nimetler bize tekrar tekrar sunulur. Tekrar, ihtiyaçtan gelir. İşte, Kur’ân’ın tekrarları da bu sırdandır. Ruhumuzun hava gibi, su gibi, ekmek gibi muhtaç olduğu hakikatler tekrar tekrar önümüze sunulur. Ve Kur’ân’ın bu tekrarları, her an havayı solumanın, her gün ekmeği yemenin usanç vermeyişi gibi, asla usanç vermez. Bilakis, her yeni tekrarda unuttuğu bir gerçeği yeniden hatırlar insan. Yahut, hatırında olan bir hakikat, daha önce farketmediği yeni bir boyutuyla daha karşısına çıkar. Tekrarlar, nisyana ve isyana açık olan insanı, temel konularda diri ve uyanık tutar.

Allah’ın birliği, O’nun güzel isimleri, herşeyin O’nu tesbih edişi, Rabbimizin üzerimizdeki nimetleri, insanın başıboş yaratılmadığı, Hesap Günü, âhiret, cennet nimetleri ve cehennem azabı, geçmiş kavimlerin başına gelenler, Peygambere itaatin önemi.. ihtiyaca binaen gelen bu tekrarlardan birkaçıdır.

Kur’ân’da tekrar tekrar vurgulanan bu konulardan biri ise, Âdem’in yaratılışı, Cenab-ı Hakkın ona secde edilmesi emrini vermesi, ama meleklerin itaatine karşı İblis’in isyanıdır. Kur’ân insanın ‘en büyük düşman’ı olduğunu birçok kez belirttiği İblis’in bu tavrına işaretle, “Kibirlendi ve kâfir oldu” buyurur. Bu, ‘kibir’in son adresini gösterme bakımından hayli ibret vericidir ve hepimiz için çok ciddi bir uyarı mahiyetindedir.

Peki, İblis’i kibirlenmeye ve sonunda küfre sevkeden nedir? O, sonunda küfre düşmesine sebep olan hangi sözü sarfetmiştir?

Kısacık bir cümledir bu:  خَلَقْتَـن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ـينﭰ

“BENİ ATEŞTEN YARATTIN, ONU İSE ÇAMURDAN YARATTIN.”

Şeytanı kâfir yapan cümle budur.

Oysa bu sözlerde ne bir yalan, ne bir yanlış, ne de bir inkâr vardır. Bu sözünün de açıkça gösterdiği gibi, İblis ‘yaratma’ fiilini kabul etmekte, kendisinin ve insanın ‘yaratıldığı’nı ifade etmekte, dolayısıyla ‘Yaratıcı’yı tanımaktadır. Allah’ın varlığını bilmektedir. Üstelik O’nu kendi Yaratıcısı olarak bilmektedir. Âdem’i yaratanın da O olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca, kendisinin ateşten, Âdem’in çamurdan yaratıldığı da doğrudur.

Fakat, her biri doğru ve hakikat olan bu sözler, ‘kibirlenip kâfir olan’ birinin sözleridir. Allah’ın varlığını tasdik ettiği ve O’nu gerek kendisinin, gerek başka herşeyin Hâlıkı olarak kabul ettiği halde, İblis ‘şeytan’ ve ‘kâfir’ olmuştur.

Bu ince çizgi, aslında, hepimizin dikkat etmesi gereken bir noktadır. Şeytanı kâfir yapan, hâşâ, “Allah yoktur. Beni yaratan da O değildir” demesi değildir. O, Allah’ı Yaratıcı olarak kabul etmektedir. Ama tüm bu kabuller, tüm bu doğru sözler arasında, belki ilk anda kolayca farkedilmeyen şöyle bir anlayış vardır: “Ben daha hayırlıyım.” Neden? “Beni ateşten yarattın; onu ise topraktan.”

Kısacası, tâ Âdem’in yaratılışıyla başlayan, bütün bir insanlık tarihini kuşatan ve sonu Cehennem’e ulaşacak olan o büyük isyanın temelinde ne Allah’ı inkâr vardır; ne de O’nun yaratışını inkâr.

Herşey ‘üstünlük’ vehmiyle başlamıştır. İblis “Ateşten yaratılan, çamurdan yaratılandan üstündür” diye bir zan üretmiştir. Onu kibire sevkeden, o kibirle Sâniinin emrine isyana yönelten, sonuç itibarıyla onu kâfir kılan budur: Allah’ın yarattıkları arasında, kendi kafasınca bir ‘altlık-üstlük’ sıralaması yapma. İkisi de Allah’ın mahluku olan ateş ile toprak arasında bir üstünlük ayrımına girme. Kendisinin yaratıldığı ateşin topraktan üstün ve hayırlı olduğu felsefesi geliştirerek, kendisini Âdem’den üstün tutma. Ve, en önemlisi, kendisini Âdem’den üstün görme uğruna, Allah’a kusur ve noksan izafe etme. Kendisini insandan üstün görebilmek için, Allah’ın bazı şeyleri mükemmel biçimde yaratamadığı vehmini üretme.

Bütün bir tarihin en keskin ayrımının düğüm noktası, işte buradadır.

Ve Kur’ân, bu hususu tekrar tekrar zikrederek, bize de birşeyler söyler. Allah’ın varlığını kabul etmekle, O’nu kendimizin ve herşeyin Hâlıkı bilmekle meselenin hallolmadığını gösterir. Bu durumda dahi, isyan, kibir ve sonuçta küfür tehlikesi vardır. Tam anlamıyla mü’min olup küfürden gereğince uzak kalmak, “Beni ve herşeyi yaratan Allah’tır” demenin ötesinde, herşeyimizle O’na teslim olmayı; O’nun emirlerine tam bir itaati; O’nun mahlukatına karşı kendi kafamızdan ‘üstünlük’ yorumları üretmemeyi gerektirir. Yoksa “ben”cilik, meselâ İblis örneğinde ateşçilik—ateşi, kendisini, toprağı ve insanı yaratanın O olduğu kabul edilse bile—imandan koparıp küfre götürmektedir.

Bizler ‘ateşçi’ değiliz. Çünkü ateşten değiliz. Üstelik, herşeyi yakıp yandırarak ademi ve yok oluşu hatırlatan ateş bizi biraz da ürkütüyor.

Keza, ‘toprakçı’ da değiliz. Nedense, ayağımızın altındaki toprak, bize de hakir gözüküyor.

Ama içimizde yine de ‘üstünlük’ şeytanları dolaşıyor. Sözgelimi, pek çok insan, her nasılsa ‘Türklük şuuru ve gururu’ taşıyarak yaşıyor. Başkaları başka bir ırkın şuur ve gururunu taşıyor. Öyle veya böyle, içinde kendisinin yer aldığı milliyeti, içinde kendisinin bulunduğu devleti, ırkı, şehri ve aileyi yücelten; onu diğerlerinden ‘üstün’ gören milyarlarca insan bulunuyor.

Ve tüm bu yüceltmeler, içinde aynı ortak noktayı barındırıyor: BEN!

Ait olduğum milliyet, içinde ben olduğum için üstün oluyor. Ait olduğum şehir, ben oralı olduğum için, dünyanın en iyi insanlarını barındıran en güzel şehir oluyor. Ait olduğum toprak parçası, dünyanın en güzel yeri oluyor. Şu yeryüzünde, bizden iyisi, akıllısı, mükemmeli bulunmuyor!

Oysa, şeytanla ilgili Kur’ân âyetleri, tam da bu düğümü açıyor. Kendini merkez edinen, herşeye kendine göre ‘altlık-üstlük’ biçen, Allah’ın yarattığını dahi kendi ekseninde bölen, parçalayan ve sonunda küfür adına yutan bir tavra dikkat çekiyor. Kur’ân, kendine bir kibir imkânı sağlamak için Allah’ın yarattığına noksanlık izafe eden, bunun ardından ‘ene’ şirkine kapılarak Saniine isyan eden, o isyanında inat ederek hakikati örtmeye, yani ‘küfr’e saplanan İblis örneğinde, bizi bekleyen büyük bir tehlikeye karşı hepimizi tekrar tekrar uyarıyor. Allah’ın varlığını kabul ediyor olsak bile, kendimizi eksen alıp pekâlâ putlar dikebileceğimizi; işin dosdoğru inkârdan değil, kibir ve şirkten başladığını gösteriyor. Bu minvalde, ‘atalarını yücelten’ müşrikleri, kendilerini ‘seçilmiş’ tutan Yahudileri, malı üstünlük vesilesi kılan şükürsüz zenginleri, evlatlarının sayısıyla övünen babaları… şiddetli tokatlarla uyarırken, İblis’in düştüğü çukura bizim de düşmemizin ne denli muhtemel olduğunu öğretiyor. Kendimizi, ait olduğumuz aileyi, milliyeti, sosyal sınıfı… putlaştırma; pis bir nefsanî gurur uğruna Allah’ın mülkünü bölüp parçalama, O’na kusur ve noksan izafe ederek sonuçta tamamen küfre ve isyana düşme tehlikesine dikkat çekiyor.

İlk insan Âdem’di ve insanlık Âdem’le başladı; bunu hepimiz biliyoruz. Âdem ise bir kul ve peygamberdi; Onu yaratan Rabbine uyarak yaşadı—ne kendini ‘üstün’ gördü, ne de buna göre felsefeler geliştirdi. ‘Üstünlük’ iddiasına dayalı tüm fikir ve ideolojilerin, meselâ milliyetçiliğin, ırkçılığın, sosyalizmin, aristokrasinin, elitizmin, burjuvazinin, sülaleciliğin, halkçılığın, devletçiliğin… ilk adresini bulmak için başka birinin ismini kaydetmek gerekiyor.

Kur’ân, milliyetçiliği de, elitizmi de… başlatanın, bütün derdi kendini yüceltmekten ibaret olan İblis olduğunu bildiriyor.

Metin Karabaşoğlu / moralhaber.net

Günah = Dipsiz Kuyu (Şiir)

“Günah” denen zülumet

Sanki bir dipsiz kuyu

Ey günahlardan kaçan

Müjde, sen rahat uyu

 

Günah öyle bir şey ki

Olmuş ateşten kırbaç

Yılandan kaçar gibi

Sen de günahlardan kaç

 

Sakın uyma şeytana

Seni alır bitirir

Ağzına gem vurarak

Cehenneme götürür

 

Her uzvuna sahip çık

Sakın girme günaha

Bil ki ecel çok yakın

Belki çıkmaz sabaha

 

Mal ve mülk Allah’ındır

Onu unutma sakın

Sense emanetçisin

Teslim etmen çok yakın

 

Tanyeri’nin sözünü

Sakın atma yabana

Bugün sıra bendeyse

Yarın gelecek sana

 

Ahmet Tanyeri – Diyarbakır

Sevgiye Evet, Nefrete Dur!

Allah insanları, dilleri, renkleri, fikirleri çeşit çeşit yaratmıştır. Kimse diğeri gibi görünmez. Herkesin olaylara bakışı farklıdır. Allah’ın yarattığı bu çeşitlilik büyük nimettir. Bu farklılıklar vesilesi ile kıyas yapar, doğruya, güzele ulaşırız. Her topluma göre doğru ve güzel kavramı değişir. Ama temelde doğru ve güzel olan, Allah Katında tektir. O da Kuran ve Kuran yaşandığında ortaya çıkan sonuçtur.

Kuran ahlakı ile yaşayan mümin erkek ve kadının karakterleri aynıdır. Müminler merhametli, hoşgörülü, her fikre saygılı, yumuşak ve güzel söz söyleyen, tertemiz, nezaketli, zevkli, estetik ve bilime önem veren kişilerdir. Kendileri gibi düşünmeyen ve yaşamayan insanlara karşı da bu güzel ahlak özelliklerini gösterir ve tebliğ ederler.

İnsanların çoğu Kuran’ı rehber edinmedikleri için Kuran’daki güzel ahlak özelliklerinden yoksun yaşarlar. Bu şeytanın bir nevi toplumlar üzerindeki zaferidir. Ahir zamanda olduğumuz şu günlerde, Allah’ın vaadi gereği gerçekleşecek olan İslam hakimiyeti, şeytanın bu sahte zaferinin sonu olacaktır.

Şeytanı mağlup etmenin yolu, yaşanmasına engel olmaya çalıştığı Kuran ahlakının canlanmasını sağlamaktır. Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. (Bakara Suresi, 256) Dileyen dilediği şekilde inanmakta ve yaşamakta özgürdür. Biz güzel olan ahlakı ve Kuran’ı tebliğ etmekle mükellefiz. Ancak hidayeti verecek olan Allah’tır. Kimseyi kendimiz gibi düşünmeye zorlayamayız. İnsanlar bizim gibi düşünmüyor diye onlara saldırmak, iftira atmak, hakaret etmek müslümana yakışmaz.

İslam sevgi ve hoşgörü dinidir. Siz Kuran’a uyuyorsanız koşullar ne olursa olsun sözün en güzel olanını söyleyin. Nefret sözcükleri yerine sevgiden bahsedin. Saldırmak yerine kucaklayıcı ve sabırlı olun. Kaybetmek yerine kazanmaya çalışın. Allah sabredenleri ve iyiliği konuşanları sever. Kin kusanları, kötü söz ve sui zanla iftira edenleri sevmez. Allah’ın sizi sevmesini istemez misiniz?

Allah sevginin, yumuşak ve nezaketli olmanın önemine Kuran’da çokca dikkat çekmiştir. Allah Firavun gibi tarihin en azılı küfrüne karşı bile “Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar.” (Taha Suresi, 44) buyurmuştur. Hz. İbrahim, kendisine hakaret ve tehdit etmesine rağmen kafir olan babasına ”babacığım” diye hitap etmiştir. Allah bir başka ayetinde ise peygamberimiz sav’e; ”Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi…” (Ali İmran Suresi, 159) buyurmuştur. Nezaket, yumuşak ve güzel söz bu kadar önemlidir.

Ahir zamanda İslam tüm dünyaya hakim olacak inşaAllah. Şeytan bu gerçeğin farkında. Pırıl pırıl dinimizin yaşanmasına engel olmak için son kozlarını oynuyor. İnsanlar arasına fitne tohumlarını atmış yıllarca. Herkes birbirine sevgisiz, hoşgörüsüz, saygısız, şüpheci… Şeytanın bu sevgisizlik oyununa gelmeyelim. Şeytan insanların güzel yönlerini görmeyi engeller. Hep detayları sokar insanların gözüne ve kötü gösterir. Çünkü şeytan kıskançtır, insanların da öyle olmasını ister.

Şeytanın oyununu bozma zamanı gelmedi mi? Nefrete, sui zanna, hakarete, gizli yönleri araştırmaya, iftiraya son!!! Lütfen aynı görüşte olmasak da Kurani ölçülerde kalp kırmadan yaklaşalım insanlara. Güzel söz söyleyelim, birbirimizi sevelim, anlamaya çalışalım. Her olayda ve ortamda güzel ahlak gösterelim. Sevgiye evet, nefrete dur diyelim!

Şeytandan Allah’a Sığınırım; Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. (Ali İmran Suresi, 103)

İbrahim Akın

İnternet Çarşısı ve bizim seçtiklerimiz !..

Eve geldiğimde, aile efradı salonda oturmuşlar, sohbet ediyorlar. Torunlar da bilgisayarın koltuğuna (ikisi birden) oturmuş, çizgi film seyrediyorlar. Derken başka şeyler izlemeye başladılar!

Allah c.c. herkesinkini bağışlasın, benim üç torunum var.

Her birisi, birbirinden tatlı İlâhî ni’metler bunlar. Rabbim her isteyene nasip etsin. Yüce Rabbim “râzı olduğu şekilde terbiye etmemizi” de bizlere muvaffak eylesin.

İkiz erkekler 4 yaşındalar. Haftada bir veya iki defa bize geliyorlar.

Geçen gün kendi aralarında oynarken tartışmaya başladılar.

Birbirilerine sarf ettikleri kelimelere ve kurdukları cümlelere dikkat ettim. İnanınız ki sokaktaki çocukların, kavga sırasında söyledikleri sin’li kef’li kelimeler havada uçuşuyor.

Derhal müdahale ettim ve mürebbiye konumundaki ebeveynlerini, teyze ve anneannelerini çağırarak, bu çirkinliğin sebebinin izahını istedim.

Yemin billâh, evlerinde kesinlikle münakaşa olmadığını, hele hele böyle sözlerin asla söylenmediğini belirttiler. Ben kendilerine:

-“Bakınız olay ortada, bunlar bu pis sözleri mutlaka birilerinden öğrendiler. İlk aklıma gelen şudur. Siz bunları parka çıkarıyorsunuz yâ. Orada oyun oynayan diğer mahalle çocukları, herhalde kavga sırasında böyle pis sözler söylüyorlar. Bunlar da siz farkında değilken bunları öğreniyorlar, olabilir. Bundan sonra çok dikkat ediniz. Böyle bir şey duyduğunuz zaman derhal müdahale ediniz. Çocukları oradan uzaklaştırınız ve bu tür konuşmaların kötülüğünü, çirkinliğini ve vebalini onların anlayacakları lisanla mutlaka anlatınız…” Vb. gibi ikazlarda bulundum.

Aradan birkaç hafta daha geçti.

Eve geldiğimde, aile efradı salonda oturmuşlar, sohbet ediyorlar. Torunlar da bilgisayarın koltuğuna (ikisi birden) oturmuş, ÇİZGİ FİLM! seyrediyorlar.

-“Bizimkiler işin kolayını bulmuşlar, çocukları o parka çıkarmak yerine, evde çizgi film ile oyalıyorlar.” Diye düşünüyordum ki, çizgi filmdeki konuşmalar dikkatimi çekti. Çizgi filmdeki kahramanlar (!!!) , aynen, sokak serserilerinin kavgalarındaki sin’li kef’li, edepsizce konuşuyorlardı. Hemen kapattım ve ebeveynlerini çağırdım.

-“Gelin, bakın, görün, bu masum çocuklar, bu pis ve galiz küfürleri nereden öğreniyorlarmış. Ve utanın, utanın…” diye bağırdım.

Annesi, teyzesi ve anneannesi yemin billâh ederek, “biz onlara, TV’larda çıkan normal çizgi film açmıştık. Birkaç parodiyi de beraber izlemiştik. Gayet normal idi.” Gibi savunmalar yapıldı.

Sonra bu ciddi konu üzerinde kafa patlatmaya, araştırma ve denemeler yapmaya başladık. Bir de gördük ki; 5-10 dakikalık çizgi film bitince, çocuklar ekranın yanındaki yedeklere tıklıyorlar ve yeni bir çizgi film açıyorlar. Her tıklamada da ahlaksız parodilere farkına varılmadan sürükleniyorlar. Yani sizler de Kur’ân veya ilâhi dinlemeye başlasanız bile, yandaki yedek tercihlerin içine falan bayan ses sanatçısından ilâhi diye, sınırlara kaydırmalar başlıyor. O ilâhiyi merak edip açsanız, pop veya danslı tercihler eklenmeye başlıyor. Bu zoka, ahlâksız videolara kadar gidiyor. Nefsiniz meylettikçe, ahlâksızlık boyutu da sınır tanımaz oluyor…

Eeee, hizmette (!) sınır olmayınca, HEZîMET DE kaçınılmaz oluyor.

Yani kısacası: İnternette sınırsız bir hizmet de var, sınırsız bir ahlâksızlık da var!…

Hani, Nur terapilerde, nur sohbetlerinde KADER bahsi işlenirken, ASANSÖR MİSALİ veriliyor ya, işte aynen onun gibi bir durum var ortada. Yukarıdaki olay bana bu asansör misalini hatırlattı. Şöyle ki:

Şehir merkezinde, on katlı ve asansörlü modern bir bina düşününüz. Bu binanın her katında, ayrı ayrı, her türlü isteği karşılayacak donanımda hazırlıklar var.

Meselâ;

Birinci katta, kütüphane var. İkinci katta, üniversiteye hazırlık dershaneleri var.

Üçüncü katta, Çay ocağı, büfe, cafe, lokanta ve restoran gibi yerler var.

Dördüncü katta, cami, medrese, konferans ve seminer salonları gibi, bilim, eğitim ve ibadet yerleri var.

Beşinci katta, ticaretle ilgili fuar ve sergi salonları var.

Altıncı katta, sanat ve hobilerle ilgili akvaryum, kuş kafesleri sergileri bulunuyor.

Yedinci katta, yine sosyal ihtiyaçların karşılandığı yerler tanzim edilmiş.

Ve nihayet diğer katlarda, diskotek, kumarhane, meyhane ve isimlerini anmaya bile hayâ ettiğim bilmem ne hâneler bulunuyor.

Siz asansöre bindiğinizde, asansörün içindeki düğmelerden, üzerinde de her lisan ile belirlenmiş olanlardan hangisine basarsanız, sizi oraya çıkaracaktır.

Tercih sizin olduğu için, kazanç da veya SUÇ da sizin olacaktır.

Beni oraya asansör çıkardı, ben masumum, suç asansörün” gibi saçma sözlerle, asla asansörü suçlayamazsınız…

İşte bu misal ile “insana CÜZ’Î İRADE verilmiş olduğundan, neresi tercih ediliyor ise neticesi de (iyiyi veya kötüyü) tercih edene aittir. Kader asla suçlanamaz” tezi ispat ediliyor…

İnternet de; işte böyle bir teknolojidir. Büyük bir çarşıdır.

Rahmanın adamları da orada dükkânlar açmış, ŞEYTAN’IN adamları da orada dükkânlar açmışlar.

İnsanlar ise kesinlikle sınavdadırlar. Tercihlerine göre netice alacaklar.

Burada önemli olan, kesinlikle her konuda bilinçli, tedbirli ve kararlı olmaktır…

Küçük çocuklarımızı sokağa bıraktığımız zaman, nasıl ki gözümüzle, kulağımızla, kalbimizle ve bütün duygularımızla pürdikkat üzerine titriyorsak, bilgisayar başına bıraktığımız zaman da, aynen öyle pürdikkat üzerlerine titrememiz şarttır…

Aksi halde asansörün 8., 9. veya 10. kat düğmelerine basıp sefalet çukuruna düşebilirler.

Allah c.c. bizleri ve hepimizin yavrularını muhafaza eylesin…

Raif ÖZTÜRK

araifozturk@mynet.com